Hutbe: İstikbar, Büyüklük Kuruntusu Bir Hastalıktır
“Kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç duymamış, sanki kulaklarında sağırlık varmış gibi istikbar ederek yüz çevirir. İşte o kimseyi elim bir azabla müjdele!” (Lokman: 7)
Kur’ân-ı Kerîm’de isim ve fiil halinde 30’dan fazla yerde geçen İstikbar; büyüklenmek, kibirlenmek, insanları küçük görme, kişinin kendisini yeterli ve ihtiyaçsız görerek Allah’a isyan etmesi, insanlara karşı büyüklenme ve onlar üzerinde zorla egemenlik kurma anlayışı anlamındadır.
Hakka teslim olmaktan ve Allah’ın emirlerini, yasaklarını ve insanlık için göndermiş olduğu kuralları kabul etmekten kaçınmak da istikbârın anlam dairesi içinde önemli yer tutar. Bu meyanda Bakara suresi 87. âyette şöyle buyurulur:
“Ne zaman ki bir peygamber size canınızın istemediği bir şey getirdiyse istikbar etmediniz mi? Kimini yalanladınız, kimini de öldürdünüz.”
Kur’ân, istikbârın ilk sorumlusu olarak İblis’i göstermektedir. İblis “Âdem’e secde et” emri karşısında isyan etmiş ve: “Ben Âdem’den üstünüm” diye konuşmuştu. Kur’an, İblis’in bu davranışını istikbâr olarak göstermektedir. (Bakara: 34, Zümer: 59)
İstikbâr, büyüklük kuruntusudur, bir hastalıktır. Kur’an, kendine özgü üslûbu içinde büyüklük kuruntusuyla gerçek büyüklüğü birbirinden ayırır. Sa’d suresi 75. âyet İblis’e şu sorunun sorulduğunu bildiriyor: “İstikbar mı gösteriyorsun, yoksa gerçekten yücelmiş olanlardan mısın?” Böylece İblis’in secde etmeyişinin bir büyüklük kuruntusu olduğu, gerçek bir yücelikle ilgisi bulunmadığı anlatılmış oluyor.
Buraya kadar verdiğimiz lügat ve ıstılah manalarını göz önünde bulundurarak Kur’an’ın tanıttığı müstekbir tipler hakkındaki değerlendirmelere bakalım.
Her konuda olduğu gibi müstekbir kavramı konusunda da Kur’an, hayalî insan tipleri çizmiyor. Müstekbirler soyut varlıklar değillerdir. Onların bir kısmı tarihte yaşamış, bugün de yeryüzünün her tarafında olabilecek kimselerdir. Müstekbir kafa yapısına ve tavrına sahip sayısız örneği çevrenizde görebilirsiniz. Zenginliğin ve makamların şımarttığı niceleri vardır ki; hem başkalarına zorla tahakküm ederler, hem toplumun huzurunu bozarlar, hem de kendilerini ağırdan satarlar. Herkesin kendi emirleri altında, bütün geçim kaynaklarının kendi kontrollerinde olmasını isterler.
Fertler müstekbir olduğu gibi, düzenler, kavimler, meclisler de müstekbir olabilir. İslâm’ın dışındaki bütün sistemler müstekbir kabul edilir. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45) Her beşerî ideoloji, Allah’a baş kaldırıp Allan’ın hüküm ve kanunlarını beğenmeme sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunun için komünizm, sosyalizm, faşizm, laisizm, kapitalizm ve diğer izmlerin hepsi de müstekbirdir.
Bugün birçok ülkede yürürlükte olan zulüm düzenleri tipik ‘istikbar’ örneğidir. Zengin ülkelerin kendi aralarında kurdukları birlikler, ürettikleri politikalar dünyayı daha iyi kontrol altında tutma, daha iyi sömürme amacına yönelik değil midir? Birçok uluslararası teşkilat ne işe yaramaktadır? Bu teşkilatlar zulme uğrayanlara yardım etmeyi beceremezken, karar almak üzere bir araya gelemezken; çıkarları sözkonusu olunca dünyayı nasıl da ayağa kaldırıyorlar? ABD’nin, AB’nin, Çin’in Rusya’nın ve dahası İslam toplumlarının başındaki yönetimlerin de bu anlamda müstekbir olduğu açıktır.
Bazı ülkelerdeki diktatörlerin, sulta ve despot yönetimlerin kendi halklarına ve ilâhî vahye karşı tutumları; müstekbirlerin karakterlerini göstermektedir. Onlar, kendi saltanatları ve çıkarları için zulümden ve baskı yapmaktan geri durmazlar. Kendi menfaatleri uğruna halklarının haklarına tecavüz ederler. İktidarlarını sürdürebilmek için her yola başvururlar. Allah’ın insanlar için koyduğu ölçülere kulak asmazlar.
Bütün müstekbirler, Allah’a itaat etmekten, O’nun önünde boyun eğmekten yüz çevirirler. Allah’ın hükümlerini ve âyetlerini dikkate almazlar. Çünkü kendilerini güçlü görürler, büyüklük taslarlar.
Kur'an'da şeytanın ve kâfirin önemli bir özelliği olarak anlatılan istikbâr/büyüklük taslamak, çeşitli şekillerde tezâhür edebilir. Bir kişinin ya da grubun, toplumun diğer birey ve kesimlerine karşı kibirlenip gurura kapılmaları ve onlarla ilişkilerini kendi büyüklükleri temelinde sürdürmek istemeleri şeklinde olduğu gibi, toplumun büyük bir kısmının, azınlığa karşı veya Kur'an'da belirtildiği şekliyle Nebi’ye ve Müslümanlara karşı büyüklük taslaması ve onları küçük görmeleri şeklinde de tezâhür edebilir. Bütün bu özellikler, istikbâr kapsamındadır. Tarih boyunca olduğu gibi, bugün de birçok toplumda istikbâr türlerini görmek mümkündür.
İstikbâr psikolojisinde aşırı önyargılılık, tarafgirlik, bencillik, bağnazlık, yeni görüşlere açık olmamak gibi özellikler bulunur. Dolayısıyla, büyüklenen insanın ayırıcı özelliği, onun objektif görüşten uzak durmasıdır. Bu uzaklığın nedeni, kibir ve gururdur. Bu psikolojiyle inanmadıkları içindir ki, Kur'an, kâfirleri müstekbir olarak adlandırmakta ve küfrün kaynağının büyüklenmek olduğunu belirtmektedir.
İstikbâr ve müstekbirin olduğu toplumlarda bir ezenle bir ezilenin olması, yani ezen/sömüren ve ezilen/sömürülen şeklinde iki sınıfın oluşması kaçınılmazdır. Nitekim Kur'an, müstekbirlerden söz ettiğinde, karşıtı olarak müstaz'aflardan da söz eder. Âyetlerde ele alınış biçimiyle Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri, güç, yetenek ve becerileri kendilerinden sayarak başka insanların boyunlarına binen müstekbirlerin diğer insanlara karşı davranışlarına istiz'af (zayıf görme), zayıf görülen insanlara da müstaz'af denmektedir.
Müstekbirler, toplumun zayıf kimselerini ezer, zayıf olmayan kitleleri zayıf bırakmak için onlara ekonomik ve siyasî baskı yaparlar(A’raf: 75). Peygamberlerin dâvetleri onların kaçışlarını arttırırken (Nûh: 6), müttakîler ve mü’min müstaz’afların imanını arttırmıştır. Müstekbirler, rasüllerin tehditlerini ve uyarmalarını alayla dinlerler (A’raf: 77). ve peygamberlere (ve mü’minlere) “ya dinimize girersiniz, ya da sizi şehirden çıkarırız” derler(A’raf: 88). Onlar için verilen her ikaz, kendileri için eğlencedir. (Enbiya: 2) Dâvete kulaklarını tıkar, hiçbir şey duymamış gibi davranırlar. Küfür örtüleri hidâyete ulaşmaları için engel teşkil eder.
Allah’ın azabına aldırış etmeyen bu sömürgen kimselerin yanılgısı, aslında gücü olmayan şeytanın emrini dinlemeleridir(İbrahim: 22). Mücadele saflarında şeytanın tarafını tutması, kendisinin zayıf olduğunun en açık alâmeti iken, mal ve evlât çokluğuyla övünmesi(Fussilet: 15), müstekbirlerin paranoyak kimseler olduğunu da düşündürüyor. Onlar hastadırlar, zayıftırlar. Çünkü halkın tevhîdî bilince ulaşmasından korkmaları ve bunun da kendilerinin sonu olduğunu bilmeleri, müstekbirleri gece gündüz hile ve desise kurmaya yöneltmiş ve insanların Allah’a şirk koşmalarını emretmeye başlamışlardır.
Kur’an, müstekbirlerin karakter yapılarını anlatmaktadır ki, her dönemde ve her coğrafyada yaşayan insanlar, mücadelelerinde bir konum belirlesin ve karşılaştıkları sorunları çözebilsin. Kur’an’da anlatılan müstekbir ifadesi, eski dönemlere ait tarihsel bir olgu değil; tüm zamanlar için kullanılabilen bir ifadedir.
Bugün mazlum ve mahrum bırakılmış, ezilmiş ve sömürülmüş halklara zulmeden tâğut ve tâğûtî sistemlerin Kur’an’da anlatılan müstekbir portresinden ne farkı vardır? Kaldı ki, biz müstekbiri asıl bugün tanımlamakla mükellefiz. Yaşadığımız hayat şartlarını tüm acımasızlığıyla ağırlaştıran, fıtratımıza uygun İslâm sisteminin kurulmaması için var gücüyle çalışan, Allah’ın diniyle alay eden düzen ve işbirlikçileri, Kur’anî ifadeyle müstekbirlerden başka bir şey değildir.
Rasullerin mirasçısı olan mü’minleri sevmemek, onlarla alay edip onları ezmeye ve sömürmeye çalışmak, müstekbir olmanın en açık ifadesidir. Vesvesesini şeytandan alan, halkın üzerinde görünmez bir baskı oluşturan ve gece gündüz kurduğu desiselerle insanları rablerine karşı isyana ve küfre çağıran medya ve bugün ki adıyla sosyal medya da müstekbirlerin Kur’an’da ifadesini bulan mü’minlerle alay etme misyonunu eksiksiz yerine getirmektedir.
Bize düşen; Rabbimizin Kur’an’ında kötülediği her çeşit ahlâkî düşüklük ve her tür söz ve davranıştan kendimizi koruma adına bir irade ortaya koymak yine bu iradeden kalkarak âilemizi ve çevremizi aynı duyarlılıkla uyarmaktır.
07.12.2018
Hazırlayan: Emrullah AYAN