Çarşamba, Aralık 11, 2024
Ana sayfa PANELLER Panel: İslama Davet ve Davetçinin Özellikleri

Panel: İslama Davet ve Davetçinin Özellikleri

by İlkav Editor
6,8K 👁
A+A-
Reset

 

 

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV, İslamî ıslah sorumluluğunun gereği olarak “İslam’a Davet ve Davetçinin Özellikleri” başlıklı bir panel düzenledi. Panel 28.02.2016 günü İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV Konferans Salonunda gerçekleştirildi.

Panelin başkanlığını Yıldırım AK yaparken, panelistler ve konuları şu şekilde idi.

Ekitap için tıklayın

-İlkay ÖZER, Konusu; Davet Nedir? Davetçinin Özellikleri.

-Yasir ÇINAR, Konusu; Davet Dili ve Üslubun Güzelleştirilmesi.

-M.Hasan ATA, Konusu; Davet Yolunda Yapılan Yanlışlıklar ve Davet Yolunda Dökülenler idi.

Panel Osman EMECEN hocamızın Kur’an tilaveti ile başladı. Daha sonra başkan, Allah’a insanları daru’s-Selama davet etmesi ve insanları hidayete eriştirmesinden dolayı hamd ettikten sonra Müslümanların önderi ve nebisi Allah’ın rasulüne, âline ve ashabına salat-u selam etti. Peygamberin hayatı boyunca insanları Allah’a kulluğa davet ettiğini ve bu davetini sözleri ve amelleri ile ortaya koyduğunu belirtti. Daha sonra aşağıdaki ayeti okuyarak kendisinin kaleme aldığı şiiri davetlilerle paylaştı.

 

Fussilet/33;    وَمَنْأَحْسَنُقَوْلاًمِمَّنْدَعَاإِلَىاللَّهِوَعَمِلَصَالِحاًوَقَالَإِنَّنِيمِنَالْمُسْلِمِين

“Ben Müslümanlardanım diyen, Salih Amel işleyen ve Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?”

 

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

En iyiyi en güzele katıp ameli ve ahlakı ile örnek olan,

Hiçbir ücret istemeden ganiyyu’l-Hamid’den ecri bekleyen,

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

Örneğini üsve-i haseneden alan,

Halini, kalinin önüne taşıyan,

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

Kınayıcının kınamasına aldırmadan istikamet üzere olan,

Dehşetinden çocukları ihtiyarlatacak günden korkan,

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

Şeytan ve dostlarının vaatlerine Rabbinin kitabı ile cihad eden,

Çabuk olanı, geçici olanı değil, ebedi olanı arzulayan,

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

İnsanlar içerisinden çıkarılmış, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan,

Ailesini ve kendisini yakıtı insan ve taşlar olan nardan koruyan,

Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir?

 

Daha sonra ilk konuşmacı olan İlkay ÖZER sunumunda şunlara değindi:

İnsanlığa İslam’ı tebliğ eden ve örnek bir toplum oluşturarak, İslam’a davet vazifesini bütün ümmetine miras bırakan Allah Resulü (sav)’den birkaç nesil sonra maalesef İslam cemaatinin fertleri yavaş yavaş gayr-i İslami düşünüş ve yaşayış tarzlarına doğru kaymaya başlamış ve gün geçtikçe örnek bir toplum olma özelliğinden git gide uzaklaşmışlardır. Bugün maalesef ümmetin haline bakarak bunu çok kolaylıkla anlayabiliyoruz. Bugün İslam’ın ve insanlığın bu durumundan bütün Müslümanlar sorumludur. Bu sebeple ıslahı önce kendi nefsimizden başlamak üzere daveti tüm insanlığa götürmek ve bu uğurda çaba sarf etmek zorundayız.

İslam’a davet faaliyeti, İslam’ın iki kaynağı Kitap ve Sünnete uygun olduğu müddetçe geçerli ve gerçekçidir. Davetinde de, hayatında da Müslüman’ın örneği de önderi de Resulullah’tır. Allah Teala’nın Ahzab Suresi 21. ayette buyurduğu gibi;

“Andolsun ki, Allah’ın Resulü’nde sizin için,  Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.”

23 senelik kısa bir müddet içerisinde tarihte eşine ve benzerine rastlanmayan muazzam bir değişikliği meydana getirerek, devirlerine ‘ASR-I SAADET’ dedirtecek ve her bir devir için örnek bir cemaat oluşturan Resulullah’ın davetinde ve metodunda bütün Müslümanlar için örnekler vardır. Bu sebeple günümüz davetçileri, Resulullah’ın davet hayatını ve davet metodunu çok iyi bilmek zorundadırlar.

Davet Nedir? Günümüzde her ne kadar İslami birçok kavramın içi boşaltılmış olsa da, kavram olarak kısaca özetleyecek olursak,  davet; İslam dinini insanlara anlatarak benimsetmek ve tatbikini sağlamaya çalışmaktır. İslam’ın kapsamına giren her konuda davet geçerlidir. Davet; doğru yolu göstermeyi, nasihat etmeyi, emr-i bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehy-i ani’l-Münker’i tebliğ etmeyi, uyarıyı ve müjdeyi içine alan kapsamlı bir mana taşır.

İslam’a daveti, sadece gayr-i Müslimleri İslam’a çağırıvermek şeklindeki bir anlayış yanlıştır. İslam’a girip bağlananıyla, müslüman gibi görünen münafığıyla, İslam’ı kabul etmeyen ehl-i kitap ve müşriğiyle her sınıf insan davete muhataptır. Bunu Kur’an’da açık bir şekilde görebiliyoruz. Allah rasulünün Kur’an’daki vasıflarından biri ‘Müjdeleyici ve Uyarıcı’ olmasıdır. Rabbimiz Fetih Suresi 8. ayette diyor ki;

“Gerçek şu ki biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik”

Peki görevi müjde ve uyarı olan peygamber, uyarı ve müjdesini kime yapacak, davetin muhatabı kimler olacaktır? Bunun cevabını Kur’an’da bulmak mümkündür:

 “Şu Kur’an bana, sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu” (En’am: 19)

İslam’a göreemr-i bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehy-i ani’l-Münker anlayışı kısaca şöyledir: yeryüzündeki her din insana iyiliği öğütler fakat İslam, insana iyiliği emretmekle kalmaz, iyiliğe nasıl ulaşılacağı ve nasıl iyi olunacağıyla ilgili de yol gösterir ve kötülükten men etmesiyle alakalı da Müslümana vazife verir.

Al-i İmran Suresi 104. ayette Müslümanlara 3 esas vazife verilmiştir:

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren bunlardır.”

Ayette önce hayra davet zikredilmiş daha sonra onun kapsamına giren iki husus belirtilmiştir. Emr-İ bi’l-Ma’ruf( İyiliği emir: yapılması gereken bir işe teşvik ) ve nehy-i ani’l-Münker ( Kötülükten neyh; yapılmaması gereken bir şeyin terkine teşvik). Kur’an’ da bu emri terk etmek küfürle eşit kabul edilmiş, laneti ve azabı gerekli kılmıştır.

Allah'tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan şu İsrailoğullarından bir kısmı, zaten Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri, hak ve adalet sınırlarını aşmalarındandır:

“Onlar birbirlerini işledikleri kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmadılar. Yaptıkları şey gerçekten ne kötüydü. (Maide:78-79)

Resulullah (sav ) bu ayetin tefsiri olarak; Benî İsrail arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan biri diğerini günah işlerken görür ve önce nehiyde bulunurdu. Fakat ertesi gün o adamla oturup kalkabilmek, yiyip içebilmek için gördüğü münkerden onu nehyetmezdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, onları birbirine düşürdü ve haklarında ‘Luinellezine keferu’ ( küfredenler lanetlenmiştir ) ayetini inzal buyurdu’ der. Hadisi nakleden Ebu Ubeyde (ra) ilave ediyor: ‘ Allah resulü ( sav) buraya kadar konuşurken bir yere dayanmıştı. Buraya gelince doğruldu ve ‘Evet, ya zalime engel olursunuz ve onu hakka çekersiniz ya da bu durum sizin başınıza da gelir’ diyerek ikazda bulundu. ( İbn-i Mace, Tirmizi, Ebu Davud )

Davetin Gerekliliği: İslam’da her koyun kendi bacağından asılır mantığı yoktur. Ferdin sadece kendisini ıslah etmesi ve nefsiyle meşgul olması yeterli değildir. Kişi aynı zamanda toplumun ıslahı ile de mükelleftir. Yanlış olduğunu gördüğümüz ya da muhatap olduğumuz bir olay karşısında susmak ve bu durumu görmezden gelmek ‘Emr-i bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehy-i ani’l-Münker’ emrini terk etmektir. Ali İmran Suresi 110. ayette;

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız” diye buyurulurken, insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet oluş, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya bağlanmıştır.

Davette Metot:Allah Teala Müslümanlara daveti emretmiş ve onlara uygulamaları gereken metotlar hakkında yol göstermiştir. Kur’an’da birçok peygamberin hayatlarına ve davet metotlarına dair kıssalar zikredilir. Rabbimiz buyuruyor ki: “Andolsun ki, biz her ümmete ‘ Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ diye peygamberler gönderdik.” (Nahl: 36)

“Senden önce gönderdiğimiz istisnasız her peygambere şöyle vahyettik: ‘Benden başka ilah yoktur, artık yalnız bana kulluk edin.” (Enbiya:25)

Şayet Peygamberler, başlangıçta bu meseleleri davalarına basamak yapmak isteseler, toplumun ileri gelenlerine karşı alt tabakayı kışkırtarak harp ilan etselerdi, büyük bir ihtimalle çoğunluğu etraflarında toplar ve hakimiyeti ele geçirdikten sonra tevhid akidesini insanlara anlatmaya çalışabilirlerdi. Fakat Allah Teala onları asla böyle bir yöne yöneltmedi. Veya peygamberler birer ahlaki ıslahatçı olarak ortaya çıksalar ve her şeyden önce toplumdaki bazı ahlaksızlıklara karşı mücadele etselerdi, büyük bir ihtimalle fıtratı bozulmamış, temiz ve ahlaklı insanları etraflarında toplar ve daha sonra bu insanlara tevhid akidesini kabul ettirmeye çalışabilirlerdi. Fakat Allah peygamberlerini böyle bir yola da sevk etmedi.

Resulullah( sav)’ın, Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona verdiği tavsiye bunun en güzel örneğidir:

“Ey Muaz, sen, kitap ehli bir kavme gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin şey Allah’tan başka ilah olmadığı ve benim de O’nun resulü olduğum olsun. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah’ın her gün kendilerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek zekâtı farz kıldığını bildir.” (Buhari, Müslim)

Kolaylaştırmak:Resulullah’ın İslam’a davet metotlarından birisi de kolaylaştırmaktır. Çünkü bizzat Cenab-ı Hakk’ın İslam ahkamını 23 senelik bir müddet içinde, kademe kademe, bölüm bölüm indirmiş olması, kolaylaştırmanın en açık örneği ve öneminin en açık delilidir. Resulullah çevreye davet için gönderdiği ashabına ‘Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.’ diyerek onlara ikazda bulunmuştur.

Hüsn-ü Muamele:Davetin başarılı olabilmesi için bazı psikolojik unsurlara dikkat etmemiz gerekmektedir. Bunlardan birisi de hüsn-ü muamele yani güzel davranıştır. İnsan, kendisine yapılan iyi muameleden, güler yüz ve güzel sözden hoşlanır. Bunlara kendini layık gören insana yaklaşır. Kaba davranış, kırıcı ve yıkıcı sözler ise kişiyi soğutur, kaçırır ve nefret uyandırır. Bu hakikati Kur’an’dan takip edelim:

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran: 159)

Bu insan psikolojisinin doğal bir neticesidir. İnsanlar çoğu kez, haklılıklarını ispatlamak için münakaşa yolunu tutarlar. Fakat bu, neticeye ulaşmak için en kısa değil, en uzun yoldur. Birisinin üzerine yumruklarınızı sıkarak giderseniz, karşı tarafta sizi iki misli sıkılmış yumrukla karşılayacaktır. Fakat aranızda görüş farklılıkları olan insanlarla, anlayış içerisinde oturup meseleyi tatlılık ve yumuşak bir üslupla halletme yolunu tutarsanız bir müddet sonra sizi dinleyip, anlamaya çalıştıklarını göreceksiniz.

Değer Vermek:Kur’an’daki bir diğer metotlardan birisi de muhataba değer vermektir. İnsana davetin sunulması ve onun batıl bataklığından kurtarılması için her türlü çabanın sarf edilmesi, haddi zatında, İslam’ın insana verdiği değerden ileri gelmektedir. Fakat çoğu zaman muhatap bunu idrak edemez ve kavrayamaz. O zaman muhatabın bizzat şahsına anlayabileceği şekilde açıkça değer vermek ve iltifatlarda bulunmak onda psikolojik bir tesir icra edecektir. Her insan, kendisinin beğenilmesinden ve methedilmesinden hoşlanır ve bunu yapan kişiye sempati duyar. Bu sebeple davetçi, yağcılığa düşmemek kaydıyla muhatabına değer vererek ve ilgi göstererek bu duyguya hitap etmelidir.

Müşterek Noktada Birleşme:İnsanlara daveti götürürken dikkat etmemiz gereken bir başka husus ise müşterek bir nokta tespit etmektir. İnsanoğlu bildiği ve alışkan olduğu şeyden harekete yatkındır. Tamamen yabancısı olduğu bir fikir veya bir düşünce ona bir hamlede kabul ettirilmek istenirse birden bire öfkelenebilir ve her şeyi reddedebilir. Bu sebeple davete karşıdakilerin anlayabileceği uygun ifadelerle başlamak daha tesirli olacaktır. Öncelikle bazı müşterek noktalar tespit edilmeli ve bu noktalardan hareketle dava tebliğ edilmelidir. Müşterek noktalarda birleşme metoduna uymasını bizzat Cenabı Hak Resulüne emreder:

”De ki; ‘Ey ehli kitap, bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin; yalnız Allah’a ibadet edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabler edinmesin. Eğer yine de yüz çevirirlerse deyin ki ‘Şahit olun, biz Müslümanız.” (Al-i İmran: 64)

Tek olan Allah’a ibadet etme, Müslümanlarla ehl-i kitap arasında, önceki peygamberlerin davetine muhatap olmuş ve buna sahip çıkmış bütün insanlarda müşterek bir noktadır.

Sabır ve Azim:İslam’a davet vazifesi, sabır ve azim isteyen meşakkatli ve çileli bir mükellefiyettir. İslam’ın koyduğu esaslar ve getirdiği hayat nizamı karşısında işine ve menfaatine gelmediği için İslam’a karşı düşmanca tavır takınan insanların olacağı ve bu kişilerin İslam’ı engellemek için inananlara her türlü hücum ve taarruzları yapacakları tarihi bir gerçektir. Kur’an’ daki kıssaları incelediğimiz zaman bütün peygamberlerin daima onları kabul etmeyenler tarafından yalanlandığı ve iftiralara maruz kaldığını görüyoruz. Cenab-ı Hakk buyurur ki:

“Senden önceki peygamberlerde yalanlanmışlardı da onlar bizim yardımımız kendilerine erişinceye kadar gördükleri eziyetlere ve yalanlamalara karşı sabretmişlerdi.” (En’am: 34)

Tevazu:Davette dikkat edilmesi gereken bir başka husus da kibirden uzak durmaktır. İnsanlar genellikle kendinden çok bahseden ve kendini çok öven kimselerden hoşlanmaz. İnsanların en fazla sempati gösterdiği tavır, mütevazı kimsenin tavrıdır. Müslüman için özellikle de davetçiler için kibir haramdır. Allah Teala buyurur ki:

“Yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Çünkü sen ne arzı yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsra:37)

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme! Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini beğenmiş övünen kimseyi sevmez.” (Lokman:18)

Netice:İslam’a davet, kişinin kendi şahsından başlayarak en yakın çevresinden itibaren merhale merhale bütün insanlığa kadar uzanan mukaddes bir vazifedir.

İslam, bir kavmi, bir kabileyi veya bir ulusu ıslah için vazolunmuş ulusal bir din değildir. İslam evrensel bir dindir ve bütün insanlığın hidayetini hedef alır.

Gayret ve mücadele bizden, hüküm ve hidayet Allah’tandır.

 

 Daha sonra Yasir ÇINAR sunumunda şunlara değindi:              

Tebliğ sorumluluğu, Müslümanların "marufu emir ve münkerden nehiy" görevleri ile birlikte ele alınması gereken bir konudur. Sahip olduğumuz İslami doğruları geniş kitlelere aktarmanın ve bu kitleler nezdinde bir toplumsal değişimin gerçekleşmesi için çaba göstermenin öncelikli sorumluluklarımızdan olduğunu bilmekteyiz. Bu sorumluluk hayatımızın bütününü kapsar. Şeklî farklılık arz etse de, özü aynı kalır. İş’te yahut tatilde; evde yahut misafirlikte değişmez. Rabbimizin bizlere bir lütfu olan İslami kimliğimizi her zaman ve mekânda ortaya koymak, bunun gerektirdiği ölçüler içinde tavırlar göstermek ve muhatap olduğumuz insanlara bu doğruları aktarmak, vazgeçemeyeceğimiz, erteleyemeyeceğimiz vazifemizdir.

Kuran-ı Kerim'de Rabbimiz Müminlere hayra çağırma, iyiliği emredip, kötülükten sakındırma görevini yüklemektedir. Al-i İmran suresinde Müminlerden bunları yerine getirecek bir topluluk olmaları/oluşturmaları istenmektedir. Burada dikkat çekilen görevin tüm mü’minlerin üstlenmeleri gereken bir sorumluluk olmayıp, birilerinin yerine getirmesiyle diğerlerinin sorumluluktan kurtulacakları bir vazife olduğuna dair Müslümanlar arasında oldukça yaygın bir kanaat mevcuttur. Oysa bu görevi Kur’an hiç de böyle tanımlamıyor. Evet, "sizden bir topluluk oluşturulsun" diyor ama "kurtuluşa erenler"in de "bunlar" olduğunu açıkça bildiriyor. (Al-i İmran, 3/104). Kısacası; ilahî hakikatlerin aktarımı, yani tebliğ, mü’minlerin hayat içinde temel bir kulluk vazifesidir. Tebliğ, hakka ve adalete şahitlik yapma misyonuyla yeryüzünde var kılınmış müminlerin ihtiyarî, seçimlik bir faaliyeti değil; hayatlarının her safhasında ve kesintisiz biçimde sürdürmeleri gereken bir yükümlülüktür. İmkânlar, taktikler, gündemler değişebilir ama davet ve uyarı sorumluluğu değişmez. Söz önemlidir, sözün doğruluğu, gücü önemlidir ama sözü dile getirenler o söze uygun davranmıyorsa bunun hiçbir değeri, anlamı yoktur. Asıl olan dile getirileni yaşamak, onun şahitliğini yapmaktır. Bu yüzdendir ki kitapla birlikte Resul vardır. Alemlerin Rabbi olan Allah insanlardan birilerini mesajını iletmek için aracı olarak seçmeye muhtaç değildi. O, vahyini bir kerede ve topluca, bir mushaf biçiminde de indirebilirdi ama böyle yapmadı. Her defasında bir Resul gönderdi ve o Resul kendisine inzal olunan vahyi insanlara safha safha izah etti, beyan etti ve hayata nasıl aktarılacağının bizzat canlı şahitliğini yaptı. Sözün amelle buluşturulmasının, bütünleştirilmesinin ortaya çıkardığı etkili manzarayı bir örnekle izah edecek olursak; tarih boyunca pek çok tefsirler yazılmıştır. Bunlar arasında bilgi birikimi olarak Seyyid Kutub'un Fi-zilal adlı tefsirinden çok daha yetkin olanlar hayli fazladır. Ama Şehid Seyyid Kutup'un tefsiri insanları etkileme, onları kuşatma noktasında pek çok tefsiri gölgede bırakmıştır. Niçin? Çünkü o yazdıklarını yaşamıştır; söz söyleyip kenara çekilmemiştir. Gerektiğinde kanıyla şahitlik etmiştir. İşte bu örneklik insanları derinden etkilemektedir.

 

Üslup kavramını bir işi yaparken, ya da biriyle veya birileriyle muhatap olurken seçilen yöntem veya tarz, kendini ifade biçimi olarak görebiliriz. Burada öne çıkan şey dışa yansımadır. Daha doğrusu yansıtmadır, dışa vurumdur. Yani, iletilen mesaja yüklediğimiz anlamı içerik olarak tanımlarsak, mesajın aktarılma, sunulma biçimini de üslup olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda içerik ya da muhteva özü teşkil ederken; üslup da çerçeveyi oluşturur.

Müslüman olarak temel vazifemiz dinin yaşanması ve yaşatılması; hem kendi nefsimizde hem de toplumsal bazda İslami esasların hâkim kılınması çabasıdır. Bu çabanın başlıca faaliyet alanını ise tebliğ sorumluluğu oluşturur. Resullerin temel faaliyeti tebliğ idi. Aynı şekilde nebevi misyonun taşıyıcıları olması gereken müminlerin de temel faaliyeti tebliğ olmak durumundadır.

Neyin tebliğ edileceği ve bunun nasıl yapılacağı en başta Kur-an-ı Kerim ile sabittir. Aynı şekilde Resullerin ve bilhassa da "usvetu’l-hasene' olan Peygamberimiz (S)'in hayatı da neyin, nasıl yapılması gerektiğini en bariz şekilde ortaya koymaktadır.

Tebliğ görevini ifa ile yükümlü mü’minlerin bu yükümlülüklerini yerine getirmeleri için gerekli vasıfları bünyelerinde taşıdıkları varsayımından hareketle tebliğde en önemli unsurun içerik olduğu açığa çıkmaktadır. Yani tebliğ edilen, insanlara ulaştırılan şey gerçekten Allah'ın dininin hakikatleri olmalıdır. Tarihi süreç içinde katıp karıştırma yoluyla dine eklenen, dine sonradan bulaştırılan anlayış ve inançlar, pratikler değil sahih İslam tebliğ edilmelidir.

İçerik bu şekilde vurgulandıktan sonra şöyle bir soru sormak gerekir: Acaba mesajın içeriğinin sahih olması, Kur’an'a dayanıyor olması ve dine sonradan bulaşmış kirliliklerden uzak olması, doğru bir tarzda aktarılması ve tebliğ sorumluluğunun ifası için yeterli midir? Şüphesiz mesajın içeriğinin sahihliği mutlak bir gereklilik olmakla birlikte o mesajın nasıl sunulduğu da çok önemli ve belirleyici bir konudur. Sadece anlatılanın doğru olması yetmez, anlatılma biçimi de doğru ve usulüne uygun olmalıdır.

Muhatabın sahip olduğu kültür ve anlayışı göz önünde bulundurmayan; muhtemelen ilk kez karşılaştığı, yeni duyduğu ya da duyacağı fikirler karşısında doğal olarak hissedebileceği endişe, şaşkınlık hatta kızgınlığı hesaba katmayan bir tavır tebliğ sorumluluğu ile çelişir. Aynı şekilde, sonda söylemesi gerekeni başta söyleyerek fikirlerin aktarımında öncelik ve tedricilik usulünü gözetmeyen, tam manasıyla kavrayamadığı ya da hakkında tafsilatlı biçimde bilgi sahibi olmadığı konuları yarım yamalak bir tarzda ortalığa saçarak muhataplarında kafa karışıklığına yol açmaktan çekinmeyen ve daha buna benzer tutarsız, ölçüsüz yaklaşımlar sergilemek tebliğ etmek değildir.Yine muhatabına gereken saygıyı göstermeyen; onun kişiliğine değer vermeyen; sıcak ve dostane yaklaşım yerine küçümseyen, samimiyetten ve içtenlikten uzak davranışlarla da tebliğ yapılmaz; bu şekilde yapılan şey de tebliğ olmaz. Yumuşak ve kazanıcı bir üslup yerine sert, haşin ve dışlayıcı yaklaşım en mükemmel mesajın dahi muhatap tarafından anlaşılmamasını ve daha baştan reddedilmesini getirir.

Özellikle dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de kendini beğenmiş ve alaycı üsluptan kaçınmaktır. Unutmamalıyız ki, sıradan, basit bir hediye bile güzel bir ambalaj içinde gayet sevimli görülebilirken; kötü ve tiksindirici bir şekilde paketlenmiş en nadide bir hediye dahi kerih karşılanacaktır. Muhatabımız, muhataplarımız insandır. İnsanlar ise sadece et ve kemikten olmadığı gibi, sadece akıldan da ibaret değildir. Duygular da insanların kararlarını, düşüncelerini etkiler. Hatta hayatlarının yönlendirilmesinde belirleyici rol oynar. Bu yüzden insanların sadece akıllarına değil, duygularına da hitap edebilmeliyiz. Dışlayan, yok sayan, kırıcı ve alaycı üslup Müslümanların üslubu değildir. Bu üslupla İslam'ın doğruları anlatılamaz.

Yani kısacası, topluma vermeye çalıştığımız şeklin küçük bir örneğini, bir minyatürünü kendi içimizde sergileyebilmektir. İç ilişkilerinde saygı ve sevginin hâkim olmadığı; insanların birbirlerine soğuk, kırıcı, seviyesizce ya da laubali tarzda davrandıkları; belirli bir düzen ve disiplinin görülmediği ilişki tarzlarının görüldüğü topluluklar kimseye örneklik oluşturamazlar. En güzel sözleri, en parlak fikirleri de dile getirseler muhatapları etkileyemez, onlarda bir değişim ya da dönüşüme yol açamazlar.

Bakara suresi 44. ayette Rabbimizin;

"Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?"şeklinde uyardıklarından ve kınadıklarından olmamak için çok çaba sarf edelim.

 

Daha sonra M.Hasan ATA sunumunda şunlara değindi:

 Davet yolunda yapılan yanlışlar ve davet yolunda dökülenler ayrı gibi görünse de içerik birbirine bağlı, iç içe geçmiş bir bütündür ve Müslümanlar için bu konular çok büyük sorun ve tehlike haline gelmiştir. Bu yüzden bu konu üzerinde derin düşünmeyi, araştırma yapmayı, neden ve niçinlerini dert edinmeyi ve arka plandaki gerçek sebepleri ortaya çıkarmayı gerektirmektedir. Davetin emin ve ehil davetçiler tarafından ortaya konulması nasıl ki hayat kurtarıyor ve bu hayatın kurtarılması güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlı bir mükafaata nail oluyorsa tersi de mutlaka büyük facialara sebep olmaktadır. İşte bizim konumuzun temelini İslam’a davette facialara sebep olan yanlışlıklar ve yine bu kaçınılmaz görevi yerine getirirken gün gelip bütün temellerini, ilkelerini yıkarak dünyevileştiren heva ve hevesini duyurmanın yolunu seçenler oluşturmaktadır. Yani davet yolunda dökülenler.

Davette yapılan yanlışlıklar; İnsanlık tarihi boyunca insanların önce şahsiyetlerine, ahlaklarına, kişiliklerine bakılmış daha sonra söyledikleri ya değerli bulunmuş ya da muhataplar dönüp bakmamışlar dahi.  İşte davette de aynı kural dünden bugüne ve yarına kural olarak kalacaktır.

1-Kişinin davet ettiği düsturların zıddı bir hayat yaşaması davet ettiğinin değerine bakılmaksızın terk edilmesine sebep olacaktır

2- Davet sabır ister. İslam davetçisinin sabırsızlığı bütün emeklerin heba olmasına sebep olacaktır. Davet sabır ister. 

3- "Ve ben davetime karşılık hiç bir ücret istemiyorum, benim davetimin karşılığı âlemlerin Rabbine aittir." (Şuara: 109)

Davette yapılan yanlışların temel unsuru, karşılığın yanlış yerden beklenmesi ve hemen istenilmesidir.

"Hayır..! Siz çabuk olan dünyalığı seviyor, ahireti uzak görüyorsunuz." (Kıyamet: 20,21)

İşte acelecilik insana dünyevileşmeyi, rehaveti ve emanete ihaneti beraberinde getirmektedir.

4-Davet öncelikleri ve özellikleri olan bir kurallar bütünüdür. Nahl/125. ayetinde buyurulduğu gibi hikmetin yani yerli yerince ilmi ve akıllıca söylenmesi gereken ve ortaya konulması gereken yönü ile bir inceliği içermelidir.

5-Davetçi insanın psikolojisi ve ruh halini iyi tahlil edebilmelidir. Mesela iki saat yolculuk yapılacak kişi ile beraber çalıştığı arkadaşa yapılacak davet farklı olmalıdır. 

6-Yine iletişim kurulurken üst perdeden yapılan bir davetin muhatap nezdinde meramı anlaşılamayan bir davetçi icabet bulamayacaktır

7- Davet götürülürken muhatabın hakkında bilgi ve belge kabilinden malumattan yoksunluk davet çabalarının sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur

8-Yine Davetçinin davet ettiği ilkeleri bu dinin sahibinden daha fazla merhametli bir havada sunması gelecekte muhatabın hayal kırıklığına uğramasına sebep olur. 

9-Yine davetçini kendi özel hayatı, işi, eğitimi, ilmi, akrabaları ile olan ilişkisi, iş ahlakı, çevresinde bulunanlar gözünde beliren karakteri eğer olumsuz ise mesajı ilettiği muhatap nezdinde o derece karşılık görecektir.

Davet yolunda dökülenler; davet eylemini terk ettiği halde İslam’dan ayrılmamış olanlar olduğu gibi aynı zamanda hem tembellik edip hem de İslam’ı terk edenler bile var olmuştur. Bu hastalıklar İslami harekette sayısal çoğunluk teşkil etme ya da az olsun benim olsun hastalığıdır. Bu durum, İslam davetçilerinin ve tebliğcilerinin İslami hareket sahasını bir güreş ve birbirleriyle mücadele alanına çevirmelerine sebep olmuştur. Hareketin güç kaybetmesine, düşman hücumuna uğramasına, düşmanın ona darbe indirme ve onu ortadan kaldırmada işini kolayca ve hızla yapmasına sebep olmuştur; yani düşmanın ekmeğine yağ sürülmüştür. Halkın hareketten uzaklaşmasına, harekete güven ve rıza konusunda tereddüte düşmesine ortam hazırlanmış olur. Bu durum ise hareketin duraklaması ve seyrini tamamen durdurması sonuçlarını doğurmuştur. İslami harekette tebliğ alanında önemli makamlara eriştikten sonra sahneden çekilip kaybolmuş nice şahsiyetler gelip geçmiştir.  

Davet yolunda dökülmenin sebebi; bazen fertlerdir, bazen de hareketin bizzat kendisidir, bazen de içinde bulunulan şartlardır. Çoğu kez hakikatler ortaya çıkmaz, gizli kalırlar. Doğrusunu söyleyecek olursak, davet yolunda fertlerin dökülmeleri, sadece bir sebebe değil, aksine birçok sebebe dayanır. Bu bazen bizzat hareketin kendisinden kaynaklanır. Bazı kere de ferdi şiddetli bir şekilde etkileyen çevreden kaynaklanır.

Hareketin kendisinden kaynaklanan sebepler: Ferdin davet yolunda düşmesine sebep olan düşmesini kolaylaştıran ve dökülme konusundaki sorumluluğu bizzat harekete ve idaresine yükleyen bir takım sebeplerdir.

Terbiye yönünün zayıflığı, ferdin uygun bir mevkie yerleştirilmemesi, hareketin faaliyetlerinde bütün fertlerin görevlendirilmemesi,  karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın olmayışı.

Bu sıkıntılar duygusal, psikolojik, ailevi, maddi vb. problemler olabilir. 

Problemlerin hızlıca çözümlenmemesi: Çoğu zaman sorunlar küçük ve dar bir çerçevede baş gösterir. Eğer bu sorunlar çözülmeden bir tarafa bırakılırlarsa bir taraftan büyür, bir taraftan da yeni yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Bazen bir problemin çözümü, sadece bir söze, bir karara, bir ziyarete, bir görüşmeye, bir özür dilemeye, bir nasihate, bir izaha ve benzeri basit ve kolay müdahalelere bağlı olur. Ancak bu küçük müdahaleler yapılmayınca veya ertelenince hareketin gücüne önemli miktarda mal olur ve zaman kaybı meydana gelebilir. İhmal edilip de geciktirilen müdahaleler ve gayretler ise bazen başarılı olur bazen de hiçbir yarar sağlamaz.

İç çekişmeler:Bu durum, hareketin karşı karşıya kaldığı en tehlikeli bir hastalık, gücünü, kuvvetini yiyip bitiren ve yıkılmasına sebep olan en kötü etkendir.

Çalışmaları engeller, faaliyetlerini durdurur, faydasız tartışmalara ve mücadelelere yol açar. Dahası davanın samimiyetini sarsar ve mensuplarının arasını açar.

Fertlerle ilgili sebepler: Can ve rızık korkusu, aşırılık, gevşeme ve ruhsatlara sarılma, gururlanma ve gösteriş düşkünlüğü, kıskançlık ve baskıcı dış etkenler, sıkıntıların baskısı, aile ve akrabaların baskısı, çevrenin baskısı v.b. Şehit imam Hasan el-Benna; bir kardeşi tahsil veya çalışma için yabancı bir bölgeye gönderdiği zaman ona iki şeyden sakınmasını telkin ederdi. Bunlar; ilk kadeh ve ilk kadın.

 

Ve son olarak başkan kapanışta,

Bugün kafirlerin, zalimlerin, fasıkların ve tağutların ortada ve hatta Müslümanlara bir nazire yaparcasına daha önce birer ikişer yaptıkları Müslüman katledişlerini bugün gözlerimizin önünde kitlesel katliamlara çevirmiş durumdalar. Attıkları kimyasal bir bomba ile birkaç dakikada binlerce Müslümanı hunharca katlediyorlar. Müslümanlar ise bülbül sesli hafızlarıyla, inzivaya çekilmiş kanaat önderleriyle, diploma peşinde koşturdukları çocuklarını birer doktor, mühendis, falan konuda mastır amaçları ile aslında seküler bir dünya inşa ettiklerinin farkında olmadan yaşamaktadırlar. Hani bizler;  “Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir ümmet olsun…” ayeti ile bir sorumluluk sahibi kılınmıştık. Ne eksik? Nerede bu hayra davet eden ümmet? Sebebini hepimiz çok iyi biliyoruz. Çünkü; Meryemleri adayan Hanneleri, İsmailleri kurban eden İbrahimleri olmayanların ne İsa’sı ne de İsmail’i olmayacak. Oysa rabbimiz kitabında bu örnekleri verirken sizler de böyle adaklar ve kurbanlar verin ki,  Allah sizlere merhamet ederek içinizden İsa’lar ve İsmail’ler çıkarsın ve bunlar ilim üzere Allah’a davet etsinler insanlığı. Hem zalime hem mazluma bir deva olsunlar. 

       Rabbimiz İsa’lardan ve İsmail’lerden önce Meryem’ler ve İbrahim’ler olmayı bizlere nasip etsin.

Bizim davetimizin gayesi yalnızca Allah’a hamd içindir.
Panel, İLKAV’ın geleneksel olarak sürdüregeldiği poğaça ve çay ikramıyla sona erdi.

 

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon