Çarşamba, Aralık 11, 2024
Ana sayfa HABERLER 301 Duruşması Yapıldı

301 Duruşması Yapıldı

by İlkav Editor
2,3K 👁
A+A-
Reset

Mehmet Pamak ve Yusuf Tanrıverdi’nin
301’den yargılanmasına devam edildi

İLKAV’ın “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim ve Din Eğitimi” panelinde yaptıkları konuşmalardan dolayı haklarında TCK 301. maddeden dava açılan Mehmet Pamak ve Yusuf Tanrıverdi’nin yargılanmalarına devam edildi. 3. duruşmada uzun bir savunma yapan Mehmet Pamak; “konuşmasında sistemi zulmetmekle nitelendirmesinin, tevhid-i tedrisat ve harf inkılabıyla İslami kimlik ve değerlerinden koparılmış, hafızası silinmiş nevzuhur bir toplum oluşturulmaya çalışıldığını, okullara egemen kılınan pozitivist, militarist programlarla ideolojik dönüştürme projesi uygulandığını, zora dayalı politikalarla toplumun dininin, kültürünün seküler batı değerleri istikametinde değiştirilmeye çalışıldığını, okulların Kemalizm dininin tapınakları haline getirildiğini, her sabah Türk olmayan çocuklara zorla Türk olduklarının ve mutlu olduklarının söyletildiğini ve sonuçta toplumsal çürümeye, kültürel gerileme, niteliksizleşme ve yozlaşmaya yol açıldığını ifade etmesinin, asker bürokratların bütün bunların müsebbibi olacak derecede oligarşik hegemonya kurarak çağdaş sultanlar gibi davrandıklarını, askeri vesayet rejiminde halkın köleleştirildiğini, özgürlüklerin yok edildiğini söylemesinin”, TCK 301. maddeye göre ‘Cumhuriyeti ve TSK’yı aşağılama suçu”nun unsurları olarak iddia edilmesini cevaplandırdı.

Mehmet Pamak’ın belgesel niteliğindeki 33 sayfa tutan
uzun savunmasından bazı alıntılar aşağıya alınmıştır:

“Bu ülkenin ve toplumun sorunlarıyla ilgilenen, okuyan, araştıran, düşünen, sorgulayan, haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere itiraz eden, herkes için adalet ve özgürlük talepli düşünce üreten, sorunlarla ilgili çözüm önerilerinde bulunan bir düşünce adamı olarak, İLKAV’ın düzenlediği “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim” konulu panelde yaptığım konuşmamın arkasında duruyor, o gün söylediklerimin altına bugün de imzamı atıyorum. Bu ülke insanlarının maslahatı açısından son derece olumlu, adil, hayırlı tespit ve uyarılarda bulunduğuma, suçlanmak yerine saygı duyulması gereken bu konuşmayla, toplumsal ve kurumsal çürümenin zirveye ulaştığı vakıası karşısında önemli bir toplumsal sorumluluğu yerine getirdiğime inanıyorum.

Ekitap için tıklayın

Sistem ve oligarşiyle ilgili “zulüm ve zalim” nitelemem,
vakıanın tespitinden ibarettir.


On yıllardır süren özgürlük mücadelelerine, binlerce düşünce adamının ödedikleri bedellere, AİHM kararlarına ve AB baskılarına rağmen, halen zulümler devam ediyor, halen bugün burada da yaşandığı gibi özgürlük ve adalet isteyen düşünce adamları düşüncelerini ifade etme cesareti gösterdiklerinden dolayı yargılanmaya, mahkum edilmeye çalışılıyor. Vakıanın tespiti mahiyetinde “zulmedenlerden, zulme dayalı statükodan” bahsetmeyi bile suç sayacak kadar derin ve yaygın bir biçimde zulmeden bir sistemin varlığı, yeni baskı ve yasaklar koyarak, bu vakıayı ifade edenlere haksız yargılamalarla hukuksuz cezalar vererek gizlenemez. Yapılması gereken, insani erdemlere dönüş yapmak, insanlık onurunu yüceltmek ve keyfi, haksız, insan haklarına, hukuka aykırı politikalar, uygulamalar ve kararlarla mağdur edilen kitlelerden özür dileyip zulüm politikalarına son vermektir. İnsani olan da, adil olan da, hukuki olan da ancak bu özür dileyici ve haksızlıkları, hukuksuzlukları telafi edici tutumdur.

Materyalist eğitimi dayatan Tevhid-i tedrisat, harf inkılabı
ve ideolojik kuşatma gerileme ve yozlaşmaya yol açmıştır


Harf inkılâbı yapılmış, toplumun hafızası silinmek istenmiş, hafızasız, köklerinden, kaynaklarından, tarihinden, kütüphanelerinden koparılmış nevzuhur bir halk/ulus ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ yürürlüğe sokulmuş, farklılıkları yok eden, tek tipçi materyalist eğitim politikaları uygulamaya konmuştur. Dayatılan pozitivist tek tipçi eğitimle, fıtratlar bozulmuş, insanları ikiyüzlülüğe sevk eden, şahsiyetleri yıpratan ideolojik dayatma ve beyin yıkamalar sonucunda, çıkarcı, egoist, materyalist, niteliksiz yığınların ortaya çıkması sağlanmıştır. Eğitim alanındaki bu büyük erozyonla, düşünce alanında sığlık ve seviyesizlik yaygınlaşmış, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük irtifa kaybı meydana gelmiştir. Bunlar ilmi doğrular ve haklı tespirlerdir.

Konuşmamda yer alan harf inkılabı ve Tevhid-i Tedrisat yasası ile ilgili bu tespitler ve eleştiriler, yıllardır bizzat kimi Kemalistlerce de açıkça itiraf edilmiş, pek çok akademisyen tarafından da ilmi bir tespit olarak ifade edilmiş ve eleştirilmiştir. Ayrıca, Kemalist resmi ideoloji eleştirisi, anayasanın resmi ideolojiden, arındırılıp, Atatürk ilke ve inkılaplarının içinde yer almadığı nötr ve sivil muhtevaya kavuşturulması, bu bağlamda eğitimin de resmi ideoloji kıskacından ve militarizmden arındırılarak özgürleştirilmesi gerekliliği, bir çok anayasa profesörü (Prof. Zafer Üskül), siyasetçi ve aydın tarafından son zamanlarda çok daha yoğun bir biçimde dillendirilmektedir. Bu çerçevede yeni anayasa hazırlıklarının da başladığı, bugün pek çok kişinin de söyleyip gerçekleştirmek için harekete geçtiği bir konu olan eğitim alanındaki ideolojik kuşatmaya yönelik eleştirilerimizden, resmi ideoloji baskısı ve militarizmden arınmış özgür bir eğitim talebimizden dolayı bizim yargılanıyor olmamız ibret verici bir durumdur.

Türk ulusalcılığının din gibi dayatılması bir vakıadır,
Ötekileşemeye, yabancılaşmaya, zulme yol açmıştır


Türk ulusalcılığını Kemalizm olarak dinleştirip dayatan ulusalcı-ırkçı politikalar, hem Türk hem de Kürt halklarını kendine, tarihine, köklerinde yer alan İslami kültür ve kimliğine yabancılaştırıp ötekileştirdiği gibi, aynı zamanda yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşamış halkların arasına kin ve düşmanlık tohumları da ekerek, emperyalist devletlere de kolayca istismar edip kullanacakları malzemeler sunan, adaletsiz zeminler oluşturmuş, ülkemiz halklarını da sürekli bir çatışma ve kaos ortamına mahkum eden katmerli zulümlerin altına imza atmış bulunmaktadır. Bunları eleştirmek ve karşı çıkmak ise, insan haklarını savunmak, insanlık onurunu yüceltmek, ayrım gözetmeden herkes için adalet ve özgürlük talep etmek ve böylece bu ülkeye ve bu ülke halklarına en büyük iyilik ve hizmeti yapmaktır.

Bugün artık pek çok ilmi araştırma, anket, rapor, akademik yayın ve medya da, başta eğitim sisteminde olmak üzere tüm hayat alanlarında yaşanan bu büyük ideolojik gözaltıyı, militarist ve ideolojik kuşatmayı, üretilen seküler kutsalların dayatılmasını, artık gündemine almak zorunluluğunu duyuyor. Şahsiyetleri, kişilikleri öğüten, kimlikleri ve insani erdemleri yok eden, ideolojik şartlandırma ile beyin yıkayan, insanları kendisi olmaktan alıkoyup ikiyüzlüleştiren politikaları eleştiriyor.

Kemalistlerin itiraf ve ifadeleriyle de Türkçü Kemalizm dinleştirilmiş
ve tapınak haline getirilen okullarda zorla dayatılmaktadır


Ayrıca ilk ve orta dereceli okullarda yapılan ilmi araştırmaların, anketlerin sonucu da, Kemalizm’in bir din gibi dayatıldığına dair tespitimizi açıkça doğrulamakta ve bu tür araştırmaları yapanlarca da eleştirilmektedir. İşte bu büyük kuşatma altında beyni yıkanan, fıtratları bozulan nesiller, sağlıklı ve özgür bir eğitim vermeyen okullarda ideolojik baskılarla öğütülerek sistemi yaşatacak payandalar haline getiriliyorlar. İmtihan dünyasında kendileri olmaktan, kendilerini özgürce gerçekleştirme imkanından mahrum bırakılıyorlar. Baskılar altında değiştirilemeyenler de, ikiyüzlü olmaya zorlanıyorlar. Sonuçta zora dayalı dönüştürme projeleri ve bu baskı karşısında yaygınlaşan çıkarcılık, oportünizm şahsiyetlerin ve toplumun yozlaşmasına, çürümesine yol açıyor. Statükodan beslenenler ise, ne pahasına olursa olsun çıkarlarını koruma duygusuyla, geniş kitlelerin ızdırap ve sıkıntı çekmesine yol açan sistemi/zulmü/karanlığı sürdürecek desteği vermeye devam ediyorlar.
Biz, söz konusu panelimizde mevcut eğitim sisteminin ürettiği sorunları ve sebeplerini irdeleyerek çözüm önerileri getirmeye çalıştık ki, Vakfımız böylesine büyük bir toplumsal sorumluluğu yerine getirdiğinden dolayı taktir edilmeliydi. Eğitim sisteminin seküler Batı kültürüne dayalı, materyalist bir resmi ideolojiyi dayatmasının bu sorunlara yol açtığı tespitinin yapılması nasıl suç sayılabilir? Özgürlükleri yok ederek, insan haklarını ihlal ederek militarize edilmiş, gençliği bunalıma iten, niteliksizleştiren bu ideolojik eğitimden vazgeçilerek, fıtri, insani erdemleri koruyup geliştiren, halkımızın öz değerlerine alan açan özgür bir eğitime geçilmesinin önerilmesi nasıl suç sayılabilir? Bütün bunların ifade edilmesi, düşünce özgürlüğünün en temel gereği ve aynı zamanda insani bir sorumluluktur.


Asker bürokratların saltanatından bahsetmem de vakıanın fotoğrafıdır, kendilerini ülkenin efendisi sananlar özgürlükleri yok ederek halkı köleleştirmişlerdir.


Askeri bürokratların öncülüğündeki oligarşinin saltanattan vazgeçip, başta eğitim olmak üzere özgürleşmenin önünden çekilmesi, askeri kışlaya çekmeleri ve siyasete karışmamaları çağrısı neden ve hangi objektif gerekçeyle askeri teşkilatı aşağılama suçunun bir unsuru gibi gösterilmiştir? Modernleşme/sekülerleşme projelerini siyasi iktidarlara ve TBMM’ne rağmen dayatanların konumunu ifade etmek anlamında “modern/çağdaş sultanlar” nitelemesi yapmak, üstelik sultanlık bir aşağılama kavramı değil bir yönetim biçiminin adı iken, neden aşağılama sayılmaktadır? Askeri vesayetle ilgili, eğitim dâhil pek çok konuda asker bürokratların müdahalesi, birçok akademik yayında, birçok makale ve kitapta sürekli eleştirilen ve bizzat Genelkurmay bildirilerinde somutlaşan bir vakıa değil midir? Genelkurmay Başkanı yayınladığı bir bildiriyle Anayasa mahkemesini Anayasaya aykırı siyasi bir karar almaya zorlayabiliyorsa, bu ne anlama gelmektedir? TBMM Başkanı bile, bir 23 Nisan konuşmasında, “halkın iradesinin üzerinde bir takım kurumların saltanatının oluşturulduğunu” açıkça ifade etmedi mi? 80 yıldır yapılan darbeler, verilen muhtıralarla anayasa ve yasaları açıkça ihlal ederek sürekli siyasete müdâhil olmalar neyin ifadesidir? Pek çok siyasi, sosyal, hukuki ve eğitimle ilgili konuda hep son sözü, bir ferman gibi gündeme oturan Genelkurmay açıklamaları, ya da darbe bildirileri söylemiyor mu ve tüm bunlar üst düzey kimi generallerin süreklilik arz eden fiilleri değil mi? Bu konularda birçok belgeyi, gerekirse daha sonraki duruşmalarda mahkemenize sunabilirim. TSK içindeki kimi üst bürokratik kadroların tüm bu yaptıkları, Anayasa ve askeri Ceza kanununa açıkça muhalefet teşkil ettiği halde onlar hakkında susanların, bu hukuksuzlukları eleştiri mahiyetinde düşüncelerimizi açıkladığımız için bizi yargılamaları ne anlama geliyor?

Yargı mensuplarının önemli bir kısmının aynı resmi ideolojiye bağımlı olmaları ve bu düşüncelerini kararlarına yansıtmaları, ferman niteliğindeki askeri çağrılara icabet ederek askeri brifinglere gidip darbecileri ayakta alkışlamaları, anayasanın lağvedildiği süreçlerde bile darbecileri tebrik kuyruğuna girmeleri, darbeciler için iddianame hazırlayan müntesiplerini bile kolayca asker bürokratlara kurban edebilmeleri, buna rağmen sadece bu tür hak ve hukuk ihlalleriyle ilgili düşüncelerini açıklayanlara ise göz açtırmamaları ne anlam gelmektedir? Asker bürokratlarla yargı arasındaki bu dayanışma ve üst düzey askeri bürokratların bu kadar hukuk ihlaline rağmen bir türlü yargılanmamaları, zaman zaman yargıya mecburen intikal edenlerin de kolayca kapatılması ne anlama geliyor? Bir darbe girişiminin, Özden Örnek’in günlükleri yayınlanarak ifşa edildiği, fakat darbecilerin değil de onları ifşa eden NOKTA Dergisinin yargılandığı süreç neyi ifade ediyor? Darbeciler hakkında yürekli davranıp hukuk adamı olmanın gereğini yerine getiren istisnai savcıların ya öldürülmesi ya da bizzat meslektaşlarınca meslekten atılıp, neredeyse işsizliğe/açlığa mahkum edilmesi neyin göstergesidir? Acaba tam da bahsettiğimiz, resmi ideoloji ve askeri bürokrat öncülüğündeki oligarşinin saltanatı bu olmasın?

Yaptıkları darbelerle anayasaları yürürlükten kaldıran, kendisi anayasayı zorla yürürlükten kaldırdığı süreçte bile, kendi kaldırdığı anayasayı önceki süreçte kaldırmaya teşebbüs ettikleri iddiasıyla, buna gücü de asla yetmeyecek bir avuç genci bu suçtan askeri mahkemede yargılayıp idam etmek gibi traji-komik olayları bu ülkenin halklarına yaşatan, ondan sonra da “asmayalım da besleyelim mi” cüretkârlığını sergileyen, yayınladıkları muhtıra bildirileri ile siyasileri hizaya sokan, Anayasa Mahkemesine anayasaya aykırı kararlar aldıran, ferman niteliğindeki çağrılarla yargıç ve savcıları askeri garnizonda toplayıp siyasi brifingler vererek toplumun bir kısmına karşı ideolojik kararlar vermeye yönlendiren kimi asker bürokratlar sultan değilse sultan kimdir?

Kaşlarını çatıp sesini yükselttiğinde, herkesi, herkesimi, tüm devlet kurumlarını etkileyen, yargıdaki davaları etkileyip yönlendiren, savcıları görevden attıran, çocukların başörtülü ilahi okumalarını, gece geç yatmalarını bile kendisine dert edinip, bütün bu alanları Genelkurmay bildirileriyle düzenleme yetkisini kendisinde gören, OYAK’la uluslararası emperyalist sermaye ve kapitalist dünya ile de iç içe geçen ve ülkenin en büyük ekonomik kuruluşu haline gelen, razı olmadığı yasaları TBMM’ye çıkarttırmayan, bütçesi tartışılmadan kabul edilen ve harcamaları sivil idarece denetlenemeyen güç sultan değilse sultan kimdir?

Devletin başta eğitim olmak üzere, ekonomik, siyasi, hukuki ve kültürel bütün politikalarını nihai anlamda belirleyen, bu yüzden ülkenin temel bütün sorunlarının altında imzası bulunan ve bütün sorunlardaki çözümsüzlüklerin tek adresi olan, siyasi kadroların ve sivil yargının müdahil olamadığı kendine has ekonomisi, eğitim sistemi, siyaseti ve özerk yargısıyla devlet içinde devlet olan, ülkemizin ve halkımızın özgürleşmesine dair bütün projelerin, değişim, çözüm ve gelişme politikalarının önünde takoz olan, bu bağlamda Eğitim-YÖK-Üniversite reformunun, bu alanda özgürleşmenin, ideolojik taassuptan ve dogmatizmin etkisinden kurtulup ilmi eğitime uygun özgür bir ortamın sağlanmasının önünde engel teşkil eden, başörtülü on binlerce öğrencinin özgür eğitim hakkını engelleyen, Kürt sorununu çözümsüzlüğe mahkum eden ve böylece ülkemizdeki rejimin adının askeri vesayet rejimi olarak anılmasını sağlayan bir kısım asker bürokratlar “sultan” değilse, sultan kimdir?

Dava konusu konuşmamda, egemen oligarşik düzenin uygulama ve politikaları belgeler, araştırmalar, istatistikler ışığında ve ilmi bir içerikle eleştiri konusu yapılmış ve toplumumuzun, başta eğitim sistemi olmak üzere, daha özgür ve daha adil bir sisteme geçişi için yine ilmi önerilerde bulunulmuştur. Bu adalet ve özgürlük mücadelesinde, toplumu teşkil eden bütün kesimler, fıtri, insani erdemler ortak paydasında buluşarak, şiddete bulaşmadan, sivil zeminlerde ve barış içinde birlikte çaba göstermeye davet edilmişlerdir. Farklı kesimlerin, bu farklılıklarını doğal karşılayıp, birbirine dayatma yapmadan, barışçı iyi komşuluk ilişkileri içinde bir arada yaşamayı başarmaları gerektiği ifade edilmiştir. Zulme dayalı düzenin ve hukuksuzluğu esas alan despot kadroların da, ancak böylesine, insani erdemler, insan hakları, özgürlükler ve adalet ortak paydasında ittifak edilerek yapılacak sivil itirazlarla geriletilebileceğine ve daha adil bir sisteme doğru değişime yönlendirilebileceğine dikkat çekilmiştir.”

Mehmet Pamak’ın avukatı Hüseyin Yılmaz ve Yusuf Tanrıverdi’nin avukatı Emrullah Beytar’ın hazır bulundukları duruşmada, Mehmet Pamak’ın bir saati aşkın sözlü savunmasının ardından, hakim paneldeki konuşmaların CD’lerinin mahkemede birlikte izlenmesi için bir sonraki duruşmanın, 26 Mayıs 2008 Pazartesi günü saat 9;00’a ertelenmesine karar verdi.
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon