Pazartesi, Aralık 9, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Halep; Zulüm, Zalim, Mazlum ve Müslümanlar

Hutbe: Halep; Zulüm, Zalim, Mazlum ve Müslümanlar

by İlkav Editor
2,9K 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Halep; Zulüm, Zalim, Mazlum ve Müslümanlar                                                                                                                           “Size ne oluyor da; ‘Rabbimiz! Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahip gönder, bir yardımcı yolla’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 75)
Halep’in doğusuna yönelik kuşatma 15 Kasım’da başlamıştı. Onun öncesi de vardı, ama asıl büyük saldırılar bu tarihte başladı.
Kuşatma altındaki Halep’e aylardır hedef gözetmeksizin bomba yağdıran rejim unsurları, İran’ın milisleri, Haşd-i Şa’bi, Hizbullah ve Rusya büyük katliamlara imza attı. Binlerce kadın, çoluk-çocuk aç-susuz bir şekilde ağır silahlarla bombardıman altında tutularak katledildi. Bu koalisyonun başlattığı son saldırı dalgasında denetimleri altında kalan bölgelerin çoğunu kaybeden muhalifler 6 mahallede, küçük bir alanda toplanmış durumdaydılar. Son gelinen noktada Türkiye ve Rusya’nın girişimleri neticesinde sağlanmaya çalışılan ateşkesin İran’ın milisleri ve Haşd-i Şa’bi katillerinin bu ateşkesi bozma çabalarına rağmen ateşkes sağlandı ve bölgeden tahliyelere başlanabildi. Bundan sonra yaşanacak olanların bölgeyi daha kötü hale getirmesinden endişe duyuluyor. Evet, bunlar oluyor Suriye’de, Halep’te…

           Bizim Sünnîlik veya Şiilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim dinimizin adı İslam ve İslam dinine mensup olduğunu söyleyen her insan kendini Allah’ın kitabıyla ve Rasulünün sünnetiyle bağlı bilmek durumundadır. İşte bu yüzden bizim Şiilik veya Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur. Bugün bölgemizde yaşanan olayların ne raddeye geldiğini çok açık bir vaziyette görüyoruz. Artık ABD’nin ve batılı emperyalistlerin son kozları, bölge insanlarını Şii ve Sünnî diye çatıştırmak olacaktır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bir de ister Şiilerden olsun ister Sünnîlerden olsun olayı ele alırken Şiilik ve Sünnîlik üzerinden baktıkları için bakıyoruz bölge kan gölü olmaya doğru sürüklenmeye devam ediyor. Çok daha büyük katliamlara, telafîsi olmayan olaylara gebe bir hale getiriliyor. Yani bunun, elbette ki emperyalistler tarafından yine kendilerinin amaçlarına binaen teşvik ve provake edildiğini biz biliyoruz. Ama biz Müslümanlar da bunlara teşne olmamak durumundayız. Biz Müslümanlar da bu oyunları bozmakla mükellefiz. Kur’an bu oyunları bozmamız için muktedir bir kitaptır. Sünnet-i Rasul de buna muktedir bir kaynak olarak elimizin altındadır. Ama heyhât ki işte gözünü kin ve nefret bürümüş, mezhepçilik hastalığına yakalanmış olan insanların bu ateş değirmenine, bu kan ve gözyaşı değirmenine taşıdıkları malzemeler yani çatışmalar ve işlenen cinayetler neticesinde bölgemiz çok açık bir şekilde büyük katliamlara gebe hale getirilmiş vaziyettedir. Geçmişte ve hal-i hazırda kendini Sünnî olarak addeden İŞİD diye ifade edilen örgütün yaptıklarını nereye koyacağız? Veya bugün Haşd-i Şa’bî’nin, Hizbullah’ın yaptıklarını Şiilik diye değerlendirirsek yine işte bu ateş, katliam ve gözyaşı değirmenine malzeme taşımış oluruz. Tekrar edelim ki, bizim Sünnîlik ya da Şiilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim dinimizin adı İslam’dır. Biz, Müslümanlar olarak bu çerçeveden, bu zaviyeden bakmak zorundayız. Aksi takdirde tamamen emperyalistlerin oyununa gelerek onların oyuncağı oluruz ve gözümüzün önünde cereyan eden olayları çok yanlış değerlendirerek güçsüz ve mağlup hale geliriz. Hatta kendimizi bu hale yine kendimiz getirmiş oluruz. Kur’an’da mustaz’af iki gruptur. Birinci grup, cehennem azabını hak eden mustaz’aflar, ikincisi de cenneti hak eden mustaz’aflar. Bunların arasındaki ayırıcı çizgi, cehennemi hak eden muztaz’afların güçleri ve imkanları olduğu halde direnmeyip kendilerini zulme teşne haline getirenlerdir. Bunlar cehenneme gideceklerdir. Bir de cennete gidecek olan mustaz’aflar vardır ki, bunlar güçleri ve imkanları olmadığı için zayıf duruma düşürülmüş ve böylelikle de zulme direnemeyen kimselerdir. Bunlar ise cennete gideceklerdir. Bizler de Müslümanlar olarak, adil şahidliğimiz gereği olayları ne Şii penceresinden ne de Sünnî penceresinden değerlendiririz. Biz, İslam zaviyesinden, Kur’an’ın bak dediği yerden bakmak zorunda olan Müslümanlarız. Aksi takdirde bizler de zalimlerden oluruz da Allah’ın azabına dûçâr oluruz Allah korusun. Rabbimiz İbrahim Suresi 42. ayette şöyle buyurur:            

        “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.”                                                                                                                                                                      Zalimlerin dış görünüşlerine aldanıp, keyif sürdüklerini, yeryüzünde kibirli ve müstağni bir şekilde hareket etmeleri ve Allah’ın mevcut olan azabının dünya hayatında gelip çatmadığını görenlerden bir kısmı işin böyle olduğunu sanmaktadırlar. Az önce okuduğum ayet-i kerime’deki ifade onların son olarak ne zaman kesinlikle vurulup tutulacağını belirtmektedir. O an gelince bir daha ertelemek mümkün olmayacaktır. Kurtuluş da imkansızdır. Korku ve dehşetten gözlerin yerinden fırladığı ve dönmüş olarak hayretten açık kaldığı felaketin endişesinden heyecana kapılarak hiç hareket etmediği, sağa sola oynayamadığı o sıkıntılı ve meşakkatli günde yakalayıverir birden onları. Ardından ayet-i kerime bu dehşet ve meşakkat içindeki acı ve ıstırapları anlatan bir sahneye yer veriyor. Bu sahnede koşup duruyor onlar. Hiçbir şeye bakmıyorlar. Çevrelerinde bulunan hiçbir nesneye göz atmıyorlar. Başlarını kaldırmışlar ama kendi iradeleriyle değil, bağlanmış da ondan. Kımıldamaya güçleri yetmiyor bir türlü. Korktukları dehşet ve felaketleri uzaktan görüyorlar ama gözlerini hareket ettirip de onu görmemezlik edemiyorlar. Kalpleri ve gözleri öyle korkmuş ki bomboş. Boş hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey huzur vermiyor onlara. İşte Allah’ın onları ertelediği gün böyle bir gün…
Peki, dünya Müslümanları bu olup-bitenlere dair ne yapmaları gerekirken ne yapmıyorlar!?
“Size ne oluyor da; ‘Rabbimiz! Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahip gönder, bir yardımcı yolla’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 75)
Siz nasıl oluyor da Allah yolunda cihaddan geri kalıyor, erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zayıf düşenleri kurtarmak için savaşmıyorsunuz? Buradaki zayıf düşmüş erkek, kadın, çocuk tablosu; her Müslümanın din gayretine, her mü’minin izzetine ve imanına, her insanın merhamet ve şefkat duygularına dokunan bir tablodur. Çok zor şekilde fitne ve mihnete dûçâr olan insanların tablosu… Bu insanlar dinlerinden dolayı zorluklara, itikatlarından dolayı fitneye maruz kalmışlar.
Ve Allah Tealâ yol ayırımını ortaya ayan-beyan koyuyor:
 “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Şeytanın hilesinin zayıf olduğundan şüpheniz olmasın.” (Nisa: 76)
Biliyoruz ki, A.B.D. de, Rusya da, Myanmarlı Budistler de, Çin de, Mısır’daki Sisi de, Suriye’deki Esed de, İran destekli mezhepçi Haşd-i Şa’bi de aklımıza gelen gelmeyen bütün zalimler de zulümlerini icra edeceklerdir. Ama hak ve hakkın mensupları geldiğinde bu batılın müntesipleri zalimler bir bir devrileceklerdir.
Evet, kardeşlerim bütün bunlar zulümdür. Zulüm, Kur’an’ın en önemli kavramlarından biri olarak değişik kalıplarda 300’e yakın yerde geçer ve küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence, haksızlık anlamlarında kullanılır.
Kur’an-ı Kerim şu soruyu cevaplamaktadır: Allah zalimlere neden fırsat veriyor? Cevap şudur: Allah bundan habersiz değildir. Ancak insanın tekamülü için böyle bir fırsatın tanınması gerekiyor. Ayrıca Allah bütün bunların bir ihmal olmadığını sadece mühlet vermek olduğunu haber vermektedir.
Zulüm, hangi türden olursa olsun, göklerden öfke ve mutsuzluk inmesine yol açar. Zulmedenlere eğilim bile yaratıcı düzenin ateşine çarpılmaya sebep oluşturur. (Hud: 113)
Kur’an, tarihin bütün devirlerinde çöken bütün medeniyet ve ülkelerin zulüm yüzünden mahvolduğunu birçok ayetinde dile getirmektedir. Kur’an’ın savaşa müsaade gerekçesi de zulümden dolayıdır.
Savaşmanın meşruluğu zulme uğramış olmakla gerçekleşir. Bu meşruluk doğunca da Allah, zalimlere karşı savaşanların başarısını da garantiliyor. (Hac: 39,40)
Zulme karşı mücadele etmek sadece zulmün muhatabı olanların görevi değildir. Kur’an, zulme uğrayanların yanında mücadele etmeyi bütün izzet sahiplerinden bir insanlık borcu olarak istemektedir. (Nisa: 75) İnsanlara zulmedenlere her türlü karşı çıkış haddi aşmamak şartıyla serbesttir.
Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür. Nitekim Kur’an, mü’minlere zalimlerle oturup kalkmamayı bile emretmektedir. (En’am: 68)
Zulmü belirlenen kim olursa olsun, ona yardımcı, destekçi olunamaz. Allah onları asla sevmez ve onlara asla yardım elini uzatmaz. Onların akıbeti çok kötü olacaktır. (Bakarı: 270, Maide:72)
Zalimin dostu ancak zalim olur. (Casiye: 19)
Zalimlerin hiçbir özürleri de kabul edilmeyecektir. (Mü’min: 52)
Allah, zalimleri sevmemekle kalmamış onları lanetlemiştir.(A’raf:44, Hud: 18)
Zalimler asla felah bulamaz, asla kurtulamazlar. Zulmün sonu mutlak batış ve çöküştür. (En’am: 135, Yusuf: 23, Kasas: 37)
                                                                                                                                                 16.12.2016
                                                                                                                                      Hazırlayan: Emrullah AYAN

 

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon