Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’an ve oruç ayı Ramazan ayının sizler ve ümmetimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum. Ramazan’ı, hakkıyla ihya edip arınarak ve vahiyle inşa olarak tamamlamayı Allah hepimize nasip etsin inşaAllah.
Ramazan vesilesiyle bir kez daha Kur’an’ı hakkıyla tilavet edip Vahyin bizi diriltmesine fırsat verelim.
Allah (c), insana “ruh” üflemiş, temiz bir fıtratla yaratıp canlılık kazandırarak imtihan için dünyaya göndermiştir. Bilahare de kendisine hidayet rehberliği yapıp yol gösterecek vahyi (Ramazan ayı Kadir gecesinde “melekler ve ‘ruh’un indiği” bildirilir) göndererek bu ikisinin buluşup bütünleşmesini ve böylece “arzda halife kılıp”[1] adaletle hükmetmesini istediği İslami şahsiyetin oluşmasını istemiştir. Bu sebeple, Kur’an’da fıtrat ve vahyin buluşup bütünleşmesi ve ikisinin arasının kesilmemesi emredilmiştir.[2]
Hem insana ilk canlılığı (diriliği) vermek üzere “ruh” üflendiğinin[3] ifade edilmesi, hem de vahyin de “Allah’ın emrinden olan ruh”[4] olarak nitelenmesi birlikte ele alınmalıdır. Enfal Suresinde vahyin insanları diriltmek üzere geldiği beyanı ise işte bu irtibat ve bütünlük içinde değerlendirilmelidir. “Ey iman edenler, size hayat verecek/diriltecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin”.[5]
Ramazan ayının Kadir gecesinde Kur’an indirilmek suretiyle fıtrat ve vahyin dünyada buluşması sağlanmasaydı, insan Rabbine ve kendine yabancılaşır, yolunu bulamaz, karanlıklarda kaybolup aydınlığa çıkamazdı. Yalnız Allah’a kulluk yapmak üzere yaratılmış olan insana, bu kulluğu nasıl gerçekleştireceğini gösteren bir hidayet rehberi olan vahiy ile yol gösterilmiştir. Allah’ın hudutlarını vahiyle belirlediği bu Hak yolu, “sırat-ı müstakim”i takip etmeyenlerin, yani takvayı kuşanmayanların ise, hevasını ilah edinerek fücura yöneleceği[6], şeytan ve dostlarının iğvaları sonucu Hak yoldan uzaklaştıran bâtıl yollara[7] saparak tuğyana, “esfeli safiline” sürükleneceği[8] ve sonuçta da ilahi azaba müstahak olacağı uyarısı yapılmıştır.
Bugün vahiyden uzak seküler Batı insanının, fıtratını da koruyamayıp nasıl insanî erdemlerini bile yitirdiğini ve nasıl hayvandan aşağı sürüklenip fesadı küreselleştirdiğini, nasıl adalet adına büyük zulümler ve insan hakları adına büyük haksızlıklar ürettiğini, vahşi katliamlara imza attığını ibretle gözlemliyoruz.
Yani vahiy olmayınca insan insanlığını kaybediyor, karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracak yolu bulamıyor. İslam ümmeti de, Kur’an’ı terk edilmiş (mehcur) bıraktıktan[9] ve Rasûlün (s) güzel örnekliğinden uzaklaştıktan sonra yolunu, istikametini ve izzetini kaybedip karanlıklarda kaybolmuştur. Allah’a ve Rasûlüne itaati terk edince Tevhidî niteliğini, zindeliğini, ümmet olma vasfını ve sonuçta da vahdetini yitirip parçalanarak zillete sürüklenmiştir.[10]
Ümmetin ve tüm insanlığın kurtuluşu, insanlık onuruna yaraşır bir barışa ulaşması, huzur ve adalete kavuşması, ancak Allah’ın Kitabını hakkıyla tilavet edip/okuyup hayata hâkim kılmakla mümkün olabilecektir. “Kitab’ı hakkıyla tilavet etmek”[11] ise, kitabın 23 yılda ilmek ilmek dokuyarak inşa ettiği ilk hayatla bağ kurarak, yani vahyin ilk şahidi olan Rasûlullah’ın (s) bize güzel örnek kılınan[12] pratiğini/sünnetini esas alarak okumaktır. Kitabı doğru anlamak ve bugünkü hayata doğru aktarmak da ancak böyle mümkün olabilecektir. Bu sebeple, Kitaba imanın ön şartı olan onu hakkıyla tilavet etmek, nüzul sürecinde, nüzul ortamı içinde Rasûlün hayatında ete kemiğe bürünerek bize intikal eden bir kitap olduğu bilinciyle onu o sürecin içinde ve bugünkü hayatla da bağını kurarak, anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla okumaktır.
İşte Kadir Gecesinde, insanlığa ruh ve bilinç kazandırıp yol göstermek ve şeytanın tuzaklarından korumak için inzal edilmeye başlanan vahiy ve Allah’ın insanlara merhameti gereği gönderdiği bu Kitap Kur’an’dır. Karanlıklardaki insanlığa uzanan “Hablullah” (Allah’ın ipi) ve insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı hedefleyen Nur, Hak ile bâtılı ayıran “Furkan” olan Kur’an, insanlığa “şeref” ve izzetini getirmiş[13], onu manevi anlamda ölüm halinden kurtarıp diriltmek üzere indirilmiştir. Bu şerefine/vahye sırtını dönen insan hayvandan aşağıya düşer ve yaşayan ölü olur. Rabbimiz “şeref”imize sahip çıkarak vahiyle dirilen ve hayatını vahye uydurarak rızasını kazanan mü’minlerden olmayı hepimize nasip etsin inşaAllah.
Gerçek oruç; yemek, içmek, cinsellik vb. nefsî arzularımıza, temel ve vazgeçilmez ihtiyaçlarımıza karşı, Allah’a teslimiyetimizin bir gereği olarak ve sadece O’nun emri sebebiyle kendi irademizle mukavemet etme eylemidir. Özümüzde tevhidî bir inkılâbı gerçekleştirmenin, birey ve toplumun öz dönüşümüne ivme kazandırmanın güçlü bir vesilesidir. Zaaflardan arınmanın, Rabbimiz için mahrumiyetleri ve güçlükleri göğüsleyebilmenin ve zorluklara mukavemet gösterebilmenin eğitimidir.
Tevhidî hayatın, kulluk bütünü içindeki anlamlı ve doğru yerinde duran oruç; şüphesiz ki, arınmaya yönelen nefisleri; deruni bir tefekkürle, özlerindekini tevhid istikametinde değiştirmesinin, itikâf sırrıyla kendini sorgulayıp iç dünyasını yeniden dizayn etmesinin zeminine ve tezkiye, tekâmül, olgunlaşma atmosferine kavuşturur.
Oruç; ruhun ve kalbin Kur’an’ın nuruyla aydınlatılması, mutmain hâle getirilmesi sonucunu elde etmek amacıyla bedenin açlıkla ve şehevi arzulara sınırlar koyarak terbiye edilmesidir. Kulluk ve ibadet bilincimizi yükseltmek, imanın, arınmanın, tekâmülün yolunu açmak, akleden kalbi harekete geçirmek, dünyanın süslerinin azdırıcı etkisinden, şehevi arzuların, hevanın, hırsların etki alanından kurtulmak için bir terbiye yöntemidir. Beşerî, hayvanî arzuları, vahyin ölçüleriyle kontrol ve denetim altına alarak, nefsini ve Rabbini bilmenin bilincine vardırarak insanlaşmanın yolunu açar.
İnsanın bedenine ve duygularına birtakım yasaklar getiren oruç, değerlendirmesini bilenler açısından da, akleden kalbi devreye sokmanın imkânlarını oluşturan, tefekkür, tekâmül ve derinleşmenin kapılarını ardına kadar açan bir fonksiyona sahiptir. Ramazan’ın bu fonksiyonlarını icra edip bizi arındırabilmesi ve iç tekâmülümüze katkıda bulunabilmesinin, ancak, onu vahyin öngördüğü yere oturtmakla mümkün olabilecek bir sonuç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Oruç; Kur’an’ın ortaya koyduğu hayat tarzının içinde, ibadetler bütünün parçası olarak bir yer işgal etmekte ve böyle anlam kazanmaktadır. Ancak bu muhteşem kulluk bütününün içinde insanı arındırma, tekâmül ettirme, olgunlaştırma ve Allah’ın rızasını kazandırma fonksiyonunu ifa edebilmektedir. Kur’an’la ilişki doğru ve sağlam değilse oruç dâhil bütün ibadetler, insanın tekâmülüne katkısı olmayan formel uygulamalardan öte geçemeyecektir. Kur’an’la bağını sürdüren ve ibadetler bütünü içindeki anlamlı yerini koruyan oruç, insana kendini ve Rabbini bilmenin, sorumluluklarının farkına varmanın önünü ve imkânlarını açar. İbadetler bütününden ve Kur’an’dan soyutlanmış oruç ve diğer ibadetler ise, anlamını ve işlevini yitirerek, içi boş bir forma dönüşmektedir.
Oruç dahil bütün ibadetlerimizde ve vahyi hayata hâkim kılmada kendisine uymamız gereken güzel örneğimiz, vahyin ilk şahidi/modeli/örneği olan Rasûlullah’dır (s). Onun bu örnekliği ve sünneti, Kur’an’ı doğru anlama ve yaşamamız konusunda bize rehberlik etmektedir.
Rabbimiz Kur’an ayı Ramazan’ı bu bilinçle ihya etmeyi ve orucumuzu da diğer ibadetlerimizi de kulluk bütününü gözeterek bu bilinçle ifa etmeyi hepimize nasip etsin inşaAllah.
Dipnotlar:
[1] Bakara, 2/30
[2] Bakara: 2/27, Ra’d: 13/25
[3] Hicr, 15/28-29; Secde 32/7-9
[4] Nahl, 16/2; Mü’min 40/15
[5] Enfal, 8/24
[6] Şems, 91/7-10
[7] En’am, 6/153
[8] Tin, 95/5
[9] Furkan, 25/30
[10] Enfal, 8/46
[11] Bakara, 2/121
[12] Ahzab, 33/21
[13] Mü’minun, 23/71