Cumartesi, Temmuz 27, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Mü’minlere Düşen Apaçık Tebliğdir.

Hutbe: Mü’minlere Düşen Apaçık Tebliğdir.

by İlkav Editor
1,3K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Mü’minlere Düşen Apaçık Tebliğdir.
“Rasul’ün üzerine düşen ancak tebliğdir.” (Maide: 99)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Şaban ay’ının 8’i 1443/Cuma
Tebliğ kavramı; ‘Be-Le-Ğa’ fiilinden, ‘tef’il’ babında masdardır. ‘Be-Le-Ğa’ gerek zaman, gerek yer, gerekse nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak, nihayete ermek manalarına gelir. 
Tebliğ kavramı, Kur’an’da Allah’ın vahyini insanlara ulaştırma anlamında kullanılır; bunun masdar yönünden isim şekli, yani ulaştırı, ulaştırma anlamında belağ kelimesi geçer. “Ey Rasul! Sana Rabbinden indirileni ulaştır” (Maide: 67) ayeti, Allah’tan indirileni insanlara ulaştırmaktan söz ederken, “Rasul’ün üzerine düşen ancak tebliğdir” (Maide: 99). âyetinde de belağ kelimesi kullanılmaktadır. Belağ ve tebliğ kelimelerinin kuşkusuz belâğatla yakından ilgisi vardır; her ikisi de aynı kökten türemedir. 
Tebliğ’de görevi en iyi şekilde yapma, tebliğ görevi neyi gerektiriyorsa hepsini yerine getirme anlamları yatar. Bu bakımdan, Kur’an, Rasulullah (S)’e nasıl tebliğde bulunması gerektiğini de bildirir. Vahiy öyle ulaştırılmalıdır ki, insanların yarın âhirette, Allah önünde herhangi bir özürleri kalmamalıdır. Artık, tebliğden sonra Rasul’ün görevi bitmekte ve iman edip etmeme insanlara kalmaktadır. 
Mesajın sahibi Allah, aracı ve taşıyıcı Nebîler ve onları izleyenler, muhatap ise insandır. Allah âlemlerin Rabbi, Nebî âlemlerin rahmeti (Enbiyâ: 107) olduğuna göre vahyin mesajı bütün insanlığa, hatta bütün canlılara rahmet üzere ulaştırılacaktır. Burada aracı-elçinin rahmet olarak anılışının sırrı budur. Rahmet tavrı üzere ulaştırılmayan bir mesaj Nebevî olma niteliğini kaybeder. 
Tebliğin bu karakteristiğini Kur’an’ın şu prensibi tamamlar:  
“Dinde ikrah (zorlama, baskı, cebir ve şiddet) yoktur. Şu bir gerçek ki hakikat ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara: 256)
Bu ilke, Rasulullah (S)’e hatırlatılırken yine ikrah kelimesi kullanılarak şöyle deniyor: 
“…Sen, insanları, imana girmeleri için zor ve baskıya mı maruz bırakacaksın?” (Yûnus:99) 
Tebliğ yani alınan vahyi insanlara ulaştırmak bir peygamberin temel yükümlülüklerinden ve niteliklerinden biridir. Bunu yapmayan Nebî, görevini ihmal etmiş olur. (Maide: 67) Her peygamber bunu yerine getirmiştir. (Ahzab: 39, A’raf: 62,68) Peygamberin bu görevi ve vasfı yani tebliğ, insanları, tebliğ edilene uyma noktasına getirmek gibi bir zorunluluk taşımıyor. İşin o yanı Allah’a aittir. Peygamber tebliğ eder ve insana sorumluluğunu bildirerek sonucu Allah’a bırakır. Peygamber bir zaptiye, bir zorlayıcı değildir. (En’am: 107, Şura: 48) Ancak tebligatın engellenmesi halinde insanlarla mücadele etmek ve gerekirse savaşmak Kur’an’ın açık direktifleri arasındadır. Tebliğin yapılmasına engel çıkarılmaması halinde, Nebînin çatışma ve çekişmeye hakkı yoktur. Kur’an’ın bu hususa dair beyanları son derece açık ve nettir. (Âl-i İmran: 20, Maide: 92,99, Ra’d: 40, Nahl: 35, 82, Nur: 54, Ankebut: 18) 
Tebliğin yapılması mesajın muhataba ulaştırılmasıyla olur. İşin bu yanı, nebilerin büyük çilelerinin gündeme gelmesi demektir. Çünkü tebligâtın insanlığa ulaştırılması en ileri anlamda sabır, fedâkârlık, ferâgât, hoşgörü, yumuşaklık, merhamet ve kaynaşmayı gerekli kılmaktadır. Nitekim Kur’an, bütün Nebilerin bu niteliklerle donatılmış olduklarını bize yüzlerce âyetiyle haber veriyor. Bu niteliklerin iki kelimeyle ifadeye konması istenirse şunu söylemek gerekir: Sabır ve merhamet tebliğin hedefine varmasında en önemli unsurlardır. Kur’an, büyük aksiyoner peygamberleri “ulü’l-azm” diye nitelendirirken, bunların en önemli özelliklerinin sabır olduğuna dikkat çeker.  
Sabır ve merhamet, tebliğ adamını, insanları eksikleri, günahları yüzünden itmekten uzak tutar. Kur’an bu noktada, en büyük Allah düşmanlarına bile tebliğin götürülmesini, hem de kırmadan, öfkelenmeden, ezmeden, lanetlemeden götürülmesini emrediyor. Kur’an’ın, Nebilere kötülük ve karşı çıkışta bir tür sembol kişi olarak tanıttığı Firavun’a tebliğ yapılmasını emreden âyetinde Hz. Mûsâ gibi büyük bir Nebiye şu hitabı, üzerinde olduğumuz hususu tanıtması bakımından çok önemlidir: 
“Ey Mûsâ ve Harun! Firavun’a gidin, o gerçekten azmıştır. Ona gidin ve kendisine yumuşak, tatlı bir sözle tebliğde bulunun. Umulur ki, öğüt alır yahut Allah korkusu duyar.” (Tâhâ: 43,44)
Kur’an burada, tebliğ adamına bir espri sunuyor: En ümitsiz insanların bile doğruya gelebileceklerini akıldan çıkarmamak gerekir. 
Rasullerin dışında tebliğle kendini görevli hisseden her insan, neyi, nasıl tebliğ edeceğini, hangi şartlarda nasıl davranması gerektiğini çok iyi bilmek zorundadır. Bazıları, tebliğden yalnızca sözle tebliği anlamaktadırlar. Oysa insanlara bir düşünce veya dava yalnızca sözle ulaştırılmaz; öyle olmuş olsaydı, insanda yalnızca kulak var edilirdi. Oysa insanda göz de vardır ve diğer duyu organları da vardır. Şu halde, tebliğ hem kulağa hem göze hitap edici olmalı, aynı zamanda doğrudan kalbe işlemelidir. “Hareketlerin sesi daima dilin sesinden daha güçlü ve daha etkileyicidir.” Dilin söylediğini davranışlar, yani vücudun diğer organları doğrulamazsa, bu hiçbir zaman tebliğ olmaz ve Kur’an’da belirtildiği gibi, Allah’ın en sevmediği bir eylem olur. İkinci olarak, tebliğin içine, gerektiğinde savaş da girer; nitekim Rasulullah (S)’in Medine dönemi hep savaşlarla geçmiş ama yine Kur’an, ‘onun görevinin yalnızca tebliğ’ olduğunu sürekli vurgulamıştır.
Kısaca tebliğ, bir düşünce veya davayı karşıdaki insanlara, her şartta ve her zaman en iyi biçimde, tebliğ edenin gücü doğrultusunda en tam biçimde ulaştırma eylemidir.  
11.03.2022
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Hutbe: Mü’minlere Düşen Apaçık Tebliğdir.

by İlkav Editor
4,K 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Mü’minlere Düşen Apaçık Tebliğdir.

“Rasul’ün üzerine düşen ancak tebliğdir.”(Maide: 99)
Tebliğ kavramı; ‘Be-Le-Ğa’ fiilinden, ‘tef’il’ babında masdardır. ‘Be-Le-Ğa’ gerek zaman, gerek yer, gerekse nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak, nihayete ermek manalarına gelir.

Tebliğ kavramı, Kur’an’da Allah’ın vahyini insanlara ulaştırma anlamında kullanılır; bunun masdar yönünden isim şekli, yani ulaştırı, ulaştırma anlamında belağ kelimesi geçer. “Ey Rasul! Sana Rabbinden indirileni ulaştır” (Maide: 67) ayeti, Allah’tan indirileni insanlara ulaştırmaktan söz ederken, “Rasul’ün üzerine düşen ancak tebliğdir” (Maide: 99). âyetinde de belağ kelimesi kullanılmaktadır. Belağ ve tebliğ kelimelerinin kuşkusuz belâğatla yakından ilgisi vardır; her ikisi de aynı kökten türemedir.

Tebliğ’de görevi en iyi şekilde yapma, tebliğ görevi neyi gerektiriyorsa hepsini yerine getirme anlamları yatar. Bu bakımdan, Kur’an, Rasulullah (S)’e nasıl tebliğde bulunması gerektiğini de bildirir. Vahiy öyle ulaştırılmalıdır ki, insanların yarın ahirette, Allah önünde herhangi bir özürleri kalmamalıdır. Artık, tebliğden sonra Rasul’ün görevi bitmekte ve iman edip etmeme insanlara kalmaktadır.

Ekitap için tıklayın

Mesajın sahibi Allah, aracı ve taşıyıcı Nebîler ve onları izleyenler, muhatap ise insandır. Allah âlemlerin Rabbi, Nebî âlemlerin rahmeti (Enbiyâ: 107) olduğuna göre vahyin mesajı bütün insanlığa, hatta bütün canlılara rahmet üzere ulaştırılacaktır. Burada aracı-elçinin rahmet olarak anılışının sırrı budur. Rahmet tavrı üzere ulaştırılmayan bir mesaj Nebevî olma niteliğini kaybeder.

Tebliğin bu karakteristiğini Kur’an’ın şu prensibi tamamlar: “Dinde ikrah (zorlama, baskı, cebir ve şiddet) yoktur. Şu bir gerçek ki hakikat ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara: 256)

Bu ilke, Rasulullah (S)’e hatırlatılırken yine ikrah kelimesi kullanılarak şöyle deniyor:
“…Sen, insanları, imana girmeleri için zor ve baskıya mı maruz bırakacaksın?” (Yunus:99)
Tebliğ yani alınan vahyi insanlara ulaştırmak bir peygamberin temel yükümlülüklerinden ve niteliklerinden biridir. Bunu yapmayan Nebî, görevini ihmal etmiş olur. (Maide: 67) Her peygamber bunu yerine getirmiştir. (Ahzab: 39, A’raf: 62,68) Peygamberin bu görevi ve vasfı yani tebliğ, insanları, tebliğ edilene uyma noktasına getirmek gibi bir zorunluluk taşımıyor. İşin o yanı Allah’a aittir. Peygamber tebliğ eder ve insana sorumluluğunu bildirerek sonucu Allah’a bırakır. Peygamber bir zaptiye, bir zorlayıcı değildir. (En’am: 107, Şura: 48) Ancak tebligatın engellenmesi halinde insanlarla mücadele etmek ve gerekirse savaşmak Kur’an’ın açık direktifleri arasındadır. Tebliğin yapılmasına engel çıkarılmaması halinde, Nebînin çatışma ve çekişmeye hakkı yoktur. Kur’an’ın bu hususa dair beyanları son derece açık ve nettir. (Al-i İmran: 20, Maide: 92,99, Ra’d: 40, Nahl: 35, 82, Nur: 54, Ankebut: 18)

Tebliğin yapılması mesajın muhataba ulaştırılmasıyla olur. İşin bu yanı, nebilerin büyük çilelerinin gündeme gelmesi demektir. Çünkü, tebligâtın insanlığa ulaştırılması en ileri anlamda sabır, fedâkârlık, ferâgât, hoşgörü, yumuşaklık, merhamet ve kaynaşmayı gerekli kılmaktadır. Nitekim Kur’an, bütün Nebilerin bu niteliklerle donatılmış olduklarını bize yüzlerce ayetiyle haber veriyor. Bu niteliklerin iki kelimeyle ifadeye konması istenirse şu söylemek gerekir: Sabır ve merhamet tebliğin hedefine varmasında en önemli unsurlardır. Kur’an, büyük aksiyoner peygamberleri “ulü’l-Azm” diye nitelendirirken, bunların en önemli özelliklerinin sabır olduğuna dikkat çeker. 

Sabır ve merhamet, tebliğ adamını, insanları eksikleri, günahları yüzünden itmekten uzak tutar. Kur’an bu noktada, en büyük Allah düşmanlarına bile tebliğin götürülmesini, hem de kırmadan, öfkelenmeden, ezmeden, lanetlemeden götürülmesini emrediyor. Kur’an’ın, Nebilere kötülük ve karşı çıkışta bir tür sembol kişi olarak tanıttığı Firavun’a tebliğ yapılmasını emreden ayetinde Hz. Musa gibi büyük bir Nebiye şu hitabı, üzerinde olduğumuz hususu tanıtması bakımından çok önemlidir:
“Ey Musa ve Harun! Firavun’a gidin, o gerçekten azmıştır. Ona gidin ve kendisine yumuşak, tatlı bir sözle tebliğde bulunun. Umulur ki, öğüt alır yahut Allah korkusu duyar.” (Taha: 43,44)

Kur’an burada, tebliğ adamına bir espri sunuyor: En ümitsiz insanların bile doğruya gelebileceklerini akıldan çıkarmamak gerekir.

Rasullerin dışında tebliğle kendini görevli hisseden her insan, neyi, nasıl tebliğ edeceğini, hangi şartlarda nasıl davranması gerektiğini çok iyi bilmek zorundadır. Bazıları, tebliğden yalnızca sözle tebliği anlamaktadırlar. Oysa, insanlara bir düşünce veya dava yalnızca sözle ulaştırılmaz; öyle olmuş olsaydı, insanda yalnızca kulak var edilirdi. Oysa, insanda göz de vardır ve diğer duyu organları da vardır. Şu halde, tebliğ hem kulağa hem göze hitap edici olmalı, aynı zamanda doğrudan kalbe işlemelidir. “Hareketlerin sesi daima dilin sesinden daha güçlü ve daha etkileyicidir.” Dilin söylediğini davranışlar, yani vücudun diğer organları doğrulamazsa, bu hiçbir zaman tebliğ olmaz ve Kur’an’da belirtildiği gibi, Allah’ın en sevmediği bir eylem olur. İkinci olarak, tebliğin içine, gerektiğinde savaş da girer; nitekim, Rasulullah (S)’in Medine dönemi hep savaşlarla geçmiş ama, yine Kur’an, ‘onun görevinin yalnızca tebliğ’ olduğunu sürekli vurgulamıştır.                                                                                   

Kısaca tebliğ, bir düşünce veya davayı karşıdaki insanlara, her şartta ve her zaman en iyi biçimde, tebliğ edenin gücü doğrultusunda en tam biçimde ulaştırma eylemidir. 
                                                                                                                    10.11.2017
                                                                                                     Hazırlayan: Emrullah AYAN

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon