Cumartesi, Kasım 9, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Bir Virüs, Dünya, Müslümanlar ve Ramazan

Hutbe: Bir Virüs, Dünya, Müslümanlar ve Ramazan

by İlkav Editor
1,6K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Bir Virüs, Dünya, Müslümanlar ve Ramazan                                                   
“Ramazan ayı, insanlar için hidâyet olan, hak ile bâtılı birbirinden ayırtedip açıklayan Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçlu geçirsin…,” (Bakara: 185)
Bütün insanlık, geçtiğimiz Aralık ayından itibaren, Çin’den bütün dünyaya yayılan ve bütün dünyayı kasıp kavuran bir virüsle muhatap oldu ve bu virüsle yatıp-kalkıyor.
Bu virüsün biyolojik bir silah olduğundan tutun da büyük sermayedârların dünyayı yeniden dizayn etme anlayışının bir ürünü olduğuna kadar birçok yorum yapılmaktadır.
Ortada çok önemli ibretlik olaylar var. Gözle görülemeyen küçücük bir virüs bütün dünyayı/insanlığı esir almış durumda. Dünyanın patronluğuna soyunmuş o müstekbirler, zalimler hepsi de bu küçücük virüs karşısında ne kadar da âciz bir duruma düştüklerinin farkındalar. Acaba bu durum onların, bundan ders alıp kendilerine gelmelerine neden olur mu? Zannetmem, zira Rabbimiz Kur’ân’ında bu ve benzeri durumlarla alâkalı olarak şöyle buyurur:                                                                     
 
“Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.” (İsrâ: 67)
Batının ve doğunun müstekbirleri Koronavirüsle savaşmakla meşgulken dünya genelinde terörizmin ve savaşın durduğunu da müşâhede ediyoruz. Bu durum ister istemez akla şu hususu getiriyor: Terörizmin ve savaşların kaynağının, finansörlerinin ve yönlendiricilerinin batılı ve doğulu müstekbirler olduğunu bir kez daha net bir şekilde anlıyoruz.
Diğer bir husus da; bu virüsten önce dünyanın dört bir yanında savaşlarla veya benzeri olaylarla binlerce, yüzbinlerce Müslümanın kanı dökülmekteydi. Şu an ise dünyada müstekbirler kendi dertlerine düştüklerinden dolayı Müslümanlara saldırılmamakta ve öldürülmemekte, elbette biz de buna seviniyoruz yani bir ölümcül virüse sevinir durumdayız.
Bu hengâme içerisinde mubârek Kur’an ay’ı Ramazan’ı idrak etmiş durumdayız. Fakat ne yazık ki, başta Ka’be olmak üzere dünyadaki bütün mescidler kapalı, vakit namazları olsun, Cuma namazları olsun cemaatle kılınamaz durumda…
Rabbimiz, bu virüsü üzerimizden kaldırsın ve Müslümanların hayrına tebdil eylesin…                                                                                                                                                           
 
Kardeşlerim,her dinde değerli, kutsal kabul edilen zaman dilimleri ve mekanlar vardır. Dini hayattan uzaklaştırma çabasında olan modern toplumlar bile kendilerince “kutsal” gün ve mekanlar icat etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Ulusal günlerde her yıl ‘âyin’ler düzenlemekte, bir liderin mezarı ya da bazı anıtlara ta’zimde bulunarak bunları ‘kutsal’ mekanlar olarak kabul etmektedirler.                                                                              
 
Ka’be, Mekke, Kudüs gibi mekanlar; Ramazan, Cuma, Kadir Gecesi gibi zaman dilimleri de biz Müslümanlar için özeldir, mubarektir. Aslında zaman, bir nehir gibi yekpâre bir şekilde kıyamete doğru akmakta. Doğusundan batısına bütün yeryüzü de Allah’ındır. Hâl böyle iken bazı yerleri ve bazı zaman dilimlerini özel kılan nedir? Günler, aylar, değeri bizzat kendilerinden mi almaktadır?                                                              
 
İslâm’ın zaman ve mekan tasavvurunda mutlak iyi ve mutlak kötü yoktur. Hayırla, Salih Amelle geçirilen zaman ve hayırlı amellerin yapıldığı mekan değerlidir. Ka’be, değerini üzerine inşâ edildiği yerden ya da yapısından almaz. O, Allah’a kulluk için yapılan ilk ‘ev’dir. İnsanların yaratılış gayesi olan kulluğu, tevhîdi simgeler. Hz. Adem’den beri İslâm’ın en somut yapısıdır. Bu yüzden haccın mekanıdır.                            
 
Gün ve geceleri, mekanları özel ve mübarek kılan Allah’tır. Mukaddes kılma yetkisi sadece ‘kuddûs’ olan Allah’ındır. Allah’ın dışında kimsenin böyle bir yetkisi yoktur. İnsanların hayra teşvik edildiği gün ve geceler eğer değerlerini bizatihi kendilerinden almaya başlamışlarsa maksat aşılıyor demektir. Ramazan da Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanması ve Allah’ın, formu, şekli belli, en somut emirlerinden biri olan orucunu bu ay’a has kılması sebebiyle mubarektir. (Bakara: 185)                                
 
Rabbimizin ‘bin aydan daha hayırlı’ diye tavsif ettiği Kadir Gecesi de değerini Kur’an’dan almaktadır. Kur’an indirilmeye başlandığı için o gece bin aya yaklaşık bir insan ömrüne değer sayılmıştır. (Kadir: 1-5)           
 
Ramazan ay’ının önemini vurgulayan ve hutbemin başında da okuduğum Bakara suresi 185. âyete bakıldığında Kur’an’ın üç önemli özelliğinin vurgulandığı görülür: İnsanlara yol göstermesi/hâdî, hidayeti açıklaması/beyyinâtin mine’l-hüdâ ve doğruyu yanlıştan ayırt eden olması/Furkan.                                                                                       
 
Hayatımızı Kur’ân’a göre ayarlıyor, onun gösterdiği yoldan yürümeye gayret gösteriyorsak Kur’an bizim için ‘hâdî’dir. Haram-helâl, hayır-şer, doğru-yanlış, güzel-çirkin, temiz-pis, faydalı-zararlı ayrımını Kur’an’a göre yapıyorsak Kur’an bizim için ‘Furkan’dır. Kur’ân’ı anlamaya çalışıyor, hayatımızı ona göre şekillendirmeye gayret ediyorsak bizim için ‘beyyinât’tır.                                                                                                              
 
Yapılan mukâbele ve hatimlerde anlam ve maksat ne kadar önemseniyor? Kur’an’ın anlamını, maksadını gözden kaçırarak sadece lafzını seslendirmek Kur’an’ın ruhuna uyar mı? Kur’an’ı, ‘tefekkür, tedebbür, teakkul, tefekkuh’ gibi kavramların yerine ‘ziyafet, makamlı okuyuş’  kavramlarıyla birlikte zikretmek; akledilen bir kitap olma yerine duygulanılan, ağlanılan bir kitap haline getirmek normal mi?                                        
 
Ramazan ayını değerli kılan bir diğer neden de “bizden öncekilere de farz kılınan” orucun bu ayda tutuluyor olmasıdır. Âdeta Kur’ân’ın doğumunun bir ibadetle, oruç ibadetiyle kutlanmasıdır. Oruç, insanı diğer mahlukattan ayıran en önemli Salih Amellerden biridir. İnsan iradesinin ürünüdür.                                                                                                                  
 
Oruç (savm); tutmak, yakalamak, kontrol etmek, zabt-u rabt altına almak demektir. Oruçla insan kendini kontrol eder. İnsan, oruçla istek ve arzularını kontrol ederek onların mahkumu değil hâkimi olur. Cehaletle hilmi ayıran en önemli kıstastır oruç. Halim insan, içgüdülerini kontrol edip en doğru şekilde davranırken cahil, kaynayan suyun taşması gibi celallenir ve kendini kaybeder.                                                                                                                                  
 
Oruç, doğruda sebat etmek, ayakları sabit tutmak, sabretmek ve mukâvemettir.         
 
Oruçla insan kendini başkalarının yerine koyar, başkalarıyla hemhâl olur, diğergâmlığı öğrenir. Yeryüzünde zayıf bırakılıp sömürülen, ezilen ve aç bırakılan insanların halini kavrar. İnsanı her türlü fena işi yapmaktan alıkoyan bir kalkandır oruç. İnsan oruç tutar, oruç da insanı tutar.                                                                              
 
İnsanın derûnunda taşıdığı fucûrun dizginlenip takvânın takviye edildiği ameldir oruç.              
 
Oruç, “bırakınız yapsınlar, bırakınız tüketsinler!” felsefesinin dünyayı getirdiği bataklığa karşı “dilediğin gibi tüketemezsin” uyarısıdır. Modernizme bir meydan okumadır.
24.04.2020
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 

Hutbenin seslendirilmiş hali aşağıdaki linkte istifadenize sunulmuştur.

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon