Hutbe: Mescid-i Aksa ve Sorumluluklarımız “Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, görendir.” (İsrâ: 1) Kıymetli Mü’minler, bugün Hicrî Ramazan ayının 28’i 1446/Cuma. Rabbimiz bizleri Ramazan’ı ve diğer günleri şanına yaraşır şekilde değerlendiren bahtiyarlardan eylesin. Ramazan ayının son Cuma’sı dünya Müslümanlarınca ”Kudüs Günü” olarak idrak edilmektedir. Takvaya ulaşmamız amaçlanan, Kur’an ayı olarak adlandırılan bir Ramazan ayının daha sonuna geldik. Umarım Rabbimizin bizlerden istediği içerikte bir kulluk şuuru ile bir Ramazan ayı geçirmişizdir.Kudüs ve dolayısıyla Mescid-i Aksâ ilk inşâ edildiği Süleyman (a) döneminden itibaren tevhidin merkezi olmuş, Zekeriya (a)’a Yahya (a)’a Meryem (a)’a birer medrese olmuştur. Nihayetinde Muhammed ümmetine ilk kıble olmuş mübarek bir beldedir. Osmanlının yıkılışı sonrasında önce İngilizlerin sömürüsü altında haçlı zulmüyle yüz yüze gelmiştir. Sonrasında ise planlı bir şekilde ABD ve Batılı diğer sömürgeci güçlerin de desteği ile Siyonistlerce işgal edilmiştir. Siyonistler, batılı zalimlerin de desteğiyle 1948’den beri bölgenin neredeyse tamamına hâkim kılınmıştır. Bir asra yakın bir zamandır mübarek beldelerimizi kanlı postallarıyla kirletmektedirler. Bu kravatlı, sözüm ona medenî kâfirler kadın, çocuk, yaşlı, demeden işlediği cinayet ve katliamlarla tarihte eşine az rastlanır, Firavunları dahi geride bırakacak tarzdaki zulümlere imza atmışlardır. Mescid-i Aksâ aynen Mescid-i Haram gibi ümmetin ortak değeridir. Ne Ka’be Suudi hanedanının özel mülkü, ne de Mescid-i Aksâ sadece Filistinli Müslümanların savunmak zorunda kaldığı mübarek beldelerdir. Ama maalesef Ka’be ve çevresi ABD uşağı Suudi hanedanına, Mescid-i Aksâ’mız da yalnızlaştırılan, dünyadan izole edilen bir avuç Filistinli Müslüman’a terk edilmiştir. Mübarek beldemizi kadınıyla, çocuğuyla, genç ve yaşlısıyla yıllardır yokluğa ve yoksulluğa rağmen, çok kısıtlı imkânlarla Filistinli kardeşlerimiz savunmaktadırlar. Onlar Ümmetin yiğitleri, onurlarıdırlar. 1948 siyonist işgalinden bu güne Şikakîler, Rantîsiler, Ahmet Yasinler, Heniyeler, Sinvarlar ve nice isimsiz kahramanlar bu işgal ve soykırıma karşı kendilerini feda ettiler, geri adım atmadılar, direndiler, şehid oldular. 7 Ekim’den bugüne kadar “Aksâ Tufanı” direnişi ile HAMAS’ın önderliğinde tüm Filistin halkı yiğitçe canlarını dişlerine takarak direnmeye, siyonistleri bölgeden kovmaya kararlı bir şekilde devam etmektedirler. İçerisinde halkı Müslüman ülkelerin de olduğu dünya devletleri ise bu katliamları seyretmektedirler. Bu yöneticiler ciddi, pratik hiçbir yaptırıma yanaşmadan üst perdeden slogan atarak, vaziyeti kurtarma ve halklarını rahatlatma derdindeler. Müslüman halklar ise maalesef kültürel ve zihinsel işgal altında başıboş vaziyette imamesi dağılmış tesbih misali ne yapacaklarını bilemeden şaşkınca savrulmaktadırlar. Oysaki Rabbimiz Kitab’ın başında; “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.” (Bakara: 2) buyurmak sureti ile Müslümanların her konuda Kur’an’ı rehber bilmelerini emretmişti. Müslümanlar her konuda sıkıntılarını Kur’an’a soracaklardı. Ama yaşayarak görüyoruz ki Müslümanlar Rabbimizin hablullah dediği Kur’an’a sarılmak yerine onunla eşdeğer telakkî ettikleri kitaplara ve risalelere, üstad ve efendilere sarıldılar. Zenginleşme, dünyevileşme ve aşağılık kompleksiyle Batıya özenmeyi yeğlediler ve Rabbimizin, “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona sıkıntılı bir hayat vardır.” (Tâhâ: 124) tehdidi ile yüzleştiler. Filistinli yiğitler ise vatanlarını ve mübarek Mescid-i Aksâ’yı her şeylerini kaybetme pahasına hatta canlarını dahi ortaya koyarak savunmaktadırlar. Aksâ Tufanı sonrasında tüm dünya müstekbirlerinin de desteğiyle gerçekleştirilmeye çalışılan işgal sürecinde Filistinli kardeşlerimiz yüz bin civarında şehid ve bir o kadar da gazi verme pahasına yılmadan mertçe savaşmaktadırlar. Rabbimiz güç kuvvet versin ayaklarını sabit kılsın. Aksâ’nın yiğit neferleri hiç kimseden bir yardım beklentisine de girmeden onurlarıyla hem tüm dünya Müslümanlarının izzet ve şerefini hem de yurtlarını yiğitçe savunmaktadırlar. Bu onurlu mücadeleye bakıp bizlerin ve tüm dünya insanlığının utanması gerekir. Esir takası esnasında HAMAS’lı Müslümanların onlara yaptığı muamele de tüm dünya medyasında geniş yer buldu ve çok etkili, önemli ve anlamlı oldu. Esirlerin HAMAS yetkililerine teşekkür etmeleri ve onları kucaklamaları, memnuniyetlerini belirtmeleri İslâm medeniyetinin bir tezahürü olarak dünya insanlığına önemli mesajlar vermiştir. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki zulüm ve işgal sadece Gazze ile sınırlı değildir. Müslümanlar Doğu Türkistan, Arakan, Yemen, Esed döneminde Suriye ve Mısır’da daha birçok halkı Müslüman ülkede büyük zulüm ve işkenceler altında inlemektedirler. Bu zulümler ya kâfir idareciler öncülüğünde veya Kur’ânî değer yargılarından uzak şirk ile malul anlayışlara sahip sözde Müslüman yöneticilerce reva görülmektedir. Halkı Müslüman ülkelerdeki işgal, fizîkî işgalden çok kültürel ve zihnî işgal olarak görülmektedir. Bu durum daha tehlikeli, kalıcı ve rafine olmaktadır. Bu işgallerin etkisiyledir ki Kur’ânî hakikatler gündeme getirilememekte ve engellenmektedir. Genel olarak Kur’an kutsal metin olarak gösterilip hayata aktarmak amaçlı okunamamaktadır. Din camilere ve evlere hapsedilmekte ekonomiye, eğitime ve sosyal hayata müdahale ettirilmemektedir. Bu yüzden de Müslümanların Kur’an’ı, Asr-ı saadetteki gibi okumaları engellenmek istenmektedir. Kısacası bu insanlar laik ve demokratlaştırılmaktadır. Ramazan bu halden kurtulmak ve Kur’an perspektifini kazanmak için önemli bir fırsat mevsimidir. Kıymetini bilmek ve değerlendirmek gerekir. Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve diğer tüm mescidlerin ve bölgelerin kurtuluşu ancak Müslümanların Kur’an’ı rehber edinmeleriyle mümkün olacak ve o zaman dünyaya huzur ve güven gelecektir. Ne mutlu bu zorluğa kararlı olarak yönelenlere… 28.03.2025 Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU