Hutbe: Hoş geldin, ey Kur’an ayı Ramazan “Ramazan ayı, içerisinde insanlar için hidayet rehberi, doğruyu gösteren açık belgeleri kapsayan ve hak ile batılı birbirinden ayıran Kur’an’ın indirilmiş olduğu aydır. Sizden kim bu aya erişirse onda oruç tutsun.” (Bakara: 185) Kıymetli kardeşlerim, Bugün Hicrî Şaban ayının 29’u 1446 Cuma. Rabbimiz hayır üzere bizi Ramazan’a ulaştırsın. Kabul edeceği oruçları tutabilmeyi, razı olacağı bir Ramazan ve ömür geçirebilmeyi kolaylaştırsın. Yerler, yurtlar, bölgeler, günler kutsal ve farklı değildir. Ancak Ka’be kıble kılındığı ve Allah’ın işaretlerinden olduğu için farklı ve mübarektir. Ramazan ayının ve günlerinin de Şaban ayından veya diğer aylardan farkı içerisinde insanlığın kurtuluş reçetesi olan, hakkı batıldan ayıran ilkeler bütünü Kur’an o ay içerisinde inmeye başladığı için diğer günlerden ve aylardan farklıdır ve mübarektir. Yoksa rabbimiz her yeri ve zamanı mübarek kılmıştır. Zira bunlar Allah’ın emrettiği üzere değerlendirildiğinde kurtuluş ve felaha ulaşılmış olur. Genel anlamda İslam’da piyangovârî mekân, gün, ay, yıl, gece algısı yoktur. Ramazan sözcüğünün, kelime anlamı “kuru sıcak” anlamına gelen “ramad” kökünden veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış olan yer” manâsındaki “ramdâ” kelimesinden türemiştir. Oruç kelimesi, ise sözlükte “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak” anlamına gelen Arapça savm’ın Farsça karşılığı olan rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Kavramsal olarak ise “tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer‘an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmayı ifade eder.” Bu tariflerden de anlaşılacağı üzere oruçta helal olan birçok şeyden uzak durmak sureti ile beraber günah ve haram olan şeylere karşı da kendimizi tutmayı direnmeyi hedeflemektedir. Oruç kendini kötülüklerden tutmaktır. Yani mesele sadece mide ve cinsellikle sınırlı değildir. Konuya dair Rasul (a) “Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8) buyurarak konuyu açıklamıştır. Yani mü’min olarak oruçlu olmadığımız zamanlarda da haram olan şeylerden uzak durduğumuz gibi oruçlu olduğumuzda ise daha hassas olmalıyız. Namazlarımızı da uyanık ve bilinçli eda etmeliyiz. Oruç diğer birçok ibadetlerde olduğu gibi bizden evvel yaşamış olan ümmetlere emredildiği gibi bizlere de emredilmiştir. Yukarıda kısmen değindiğimiz gibi orucun bir de takva boyutu da bulunmaktadır. Nice oruç tutanlarımızın belki de çok dikkate almayıp önemsemediği boyutu. Hadis rivayetlerinde değinildiği gibi sakınma (takva) tüm ibadetlerin ortak noktasıdır. Bu oruç ibadetinde de tüm uzuvlarımızla bu konuya dikkat kesilmemizle mümkün olabilmektedir. Çünkü her ibadette olduğu üzere bu ibadette de amacın takvaya ulaşmak olduğu vurgulanmaktadır. Bu yapılması çok zor bir talep de değildir. Zira rabbimiz Şems: 8’de “Sonra ona fucûrunu ve takvasını ilham edene and olsun ki.” buyurarak her insanın takvayı da fücuru da gerçekleştirecek potansiyelde yaratıldığına işaret etmiştir. Hz. Ömer ile Ubey bin Ka’b’ın karşılıklı konuşmalarında takvayı “dikenli yolda yürür iken elbisenin ve paçaların diken ve diğer zarar veren şeylerden korunmak için sıvanması” şeklinde gösterilen hassasiyet olarak tarif ettiğini görüyoruz. Evet, takva dış görüntüye ve şekle indirgenen bir hal değildir. Rabbin çizdiği tüm sınırlara azami olarak dikkat etmek hatta şüpheli şeylerden dahi uzaklaşmaktır. Ramazan bizlerde bu hassasiyetlerimizi artırıcı bir rol oynamalıdır. Bugünümüz dünden, yarınımız da bugünden daha hayırlı olmalıdır. Bu Ramazanımızda geçen yıllardaki Ramazanlardan daha gayretli olunmalı ki hayır ve bereket hâsıl olsun. Yaşadığımız coğrafyada adeta oruçla özdeşleşmiş bir ibadet olarak eda edilen teravih olarak bilinen namazları da daha bir özen ve dikkatle eda etmeliyiz. Oruç tutuyoruz teravihi de eda edelim diyenler diğer vakit namazlarına da fazlasıyla hassasiyet göstermelidir. Zira teravih namazı nafile iken sabah namazı ve diğer namazlar farzdır. Bu namazlar da gerçekten de içeriği dolu olarak eda edilmelidir. Namaz oruç gibi diğer ibadetler gibi Hz. Şuayb’ın namazı gibi eda edilmelidir. Rabbin huzurunda olmanın verdiği haşyet ile ve O’na layık bir ibadet diyebileceğimiz derinlikte olmalı, önemli olan sayı olarak çok rekât eda etmek değil, az da olsa huşu ile îfâ edilen namazlar olmalıdır. Bakara: 185 âyeti de Ramazanın bereketinin, hakkı batıldan ayıran Kur’an’ın inmeye başlamasından kaynaklandığına işaret etmesi çok çok önemlidir. Peki, Kur’an bizim için ne ifade ediyor, nasıl bir Kitaptır? O’nunla ilişkimiz ne düzeydedir? O’nu anlama ve yaşama adına ne gibi bir çaba harcadık? Hayatımızda kaç ayeti yaşıyoruz? Problemlerimize Kur’an mı çözüm getiriyor? Kur’an’a bir sevap üretme makinesi olarak mı bakıyoruz? Âyetleri hayatımızda ne kadar yer alıyor? Onu kutsama adına telaffuz edip veya dinleyip baş tacı yaparak, bir mezarlık kitabı haline mi getirdik? Tüm bu soruların cevabını samimiyetle ve dürüstçe Kur’an’dan araştırıp gereğini yerine getirmek bizlerin görevi olmalıdır. Ramazan Kur’ânî hassasiyetlerin artarak devam ettirildiği, Kur’ânî hakikatlerin gündemleştirildiği, sabır ve direnme ayıdır. Ramazan ayı orucun hikmeti ile irademizi güçlendirir. Rabbin rızası için helal olanlardan bile vazgeçebiliyor olmak önemlidir. Ayrıca takvayı elde etmekte ve yoksulların ve açların halinin bizzat müşâhedesi oruç vesilesi ile yaşanır ve içselleştirilir. Bu elde edilen hassasiyetler yılın diğer zamanlarında da sürdürülmelidir. Rabbimizden niyazımız; takvasını ve iradesini güçlendirmiş olarak geçmiş yıllardan daha verimli ve bereketli bir Ramazan geçirmek olsun. 28.02.2025 Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU