Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…
“Hevâsını ilâh edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Rabiu’l-Evvel ayının 17’si 1446/Cuma
Gördün mü ilâh olarak hevâsını kabul edip hevâsını ilâhlaştırarak Allah’ın önüne geçiren, hevâsını ilâh edinip, arzu ve tutkularının kulu olanı gördün mü? Allah’ı, Kitab’ını, Ondan gelen hayat programını bırakarak kendi hevâlarını din kabul edip peşlerinden gidenleri gördün mü? Peki kimdir bunlar? Şu anda Allah’ın Kitab’ı ve yasaları yerine kendi hevâ ve heveslerini putlaştırıp ilah edinen ve kitapsız, peygambersiz hevâsı istikâmetinde yaşayanlardır.
Lügatte hevâ; şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek, düşmek, yıldızların doğuşu ve batışı, mahvolmak, kabın boş olması, hava gibi anlamlara gelir. Ayrıca boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara da gelir.
Hevâ; benliğin şehvete meyli ve keyfîliği tercihidir.Dilimizde bu tabir, boş ve zararlı arzular anlamında kullanılır. Kur’ân hevâyı en yıkıcı musîbetlerden biri olarak görür ve birçok yerde tehlikelerine işaret ediyor. Çünkü hevânın varlığı, benliğin şehvet tarafına geçtiğini ve ruha sırt çevirdiğini belgelemektedir.
Hevânın varlığı bir düşüş ifadesidir. Bu insanın yücelikten basitliğe düşmesidir. Hevânın yerleştiği bir kalp, başta şirk olmak üzere, her türlü pislik ve kötülüğün beşiği olmaya adaydır. Böyle bir benlik giderek hevâyı kendine ilah yapar. (Furkan: 43, Câsiye: 23)
Nefis; şehvet ve keyiflere düştüğü gibi sahibini de uçurumlara, cehenneme sürükler, aslında nefis, yapısı bakımından şehvet sahibidir. Fakat bu şehvet “ilm’e tabi olduğunda fıtrî bir nitelik kazanır ve günah olmayan yararlı yönlere kanalize edilir. Sözgelimi, yeme-içme ihtiyacı helâlinden ve normal ölçülerde giderilir. Fakat nefis, bütünüyle sınır tanımaz şehvet ve arzulardan ibaret hâle gelirse, o zaman sahibini saptırır ve onu hem dünyada hem de âhirette felâkete sürükler. İşte hevâ kelimesi Kur’an’da bu tür bir nefsi ifade eden bir kavramdır. Kur’an’ın belirlemesiyle hevâ, dalâletin en yakın nedenidir. Bu nedenle hevâlarına uyanlar; dalâlete düşenler, sapıklık içinde olanlardır.
Kur’an; Rasulullah (S)’e şöyle emreder: “De ki: ben Allah’tan ayrı olarak çağırdıklarınıza ibadetten men olundum. Ben sizin hevânıza uymam, o zaman dalâlete düşerim ve hidayete erenlerden olmam.” (En’am: 56)
Bir başka âyette de hevâsına uyanların içine düştükleri sapkınlık dile getirilir:
“Allah’tan bir hidâyet olmaksızın hevâsına uyandan daha dalâlette olan kim vardır?” (Kasas: 50)
Mü’minlere düşen, hevâsına uyanlara değil, ilme tâbî olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiri ile çelişen, birbirine zıt şeylerdir. Kur’an bunu şöyle ifade eder: “Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevâlarına uyarsan, senin için Allah’tan ne bir velî, ne de bir yardımcı olur.” (Bakara: 120)
İlmin karşısında yer alan olumsuz kavramlardan “zan” da hevânın doğal işbirlikçisi, destekçisidir. Çoğu zaman ikisi bir arada bulunurlar: “Onlar ancak zanna ve nefislerinin hoş gördüğü hevâya uyuyorlar.” (Necm: 23)
Hatta kimi zaman doğrudan hevânın yerini alır: “Yeryüzündeki çoğu insana uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar, çünkü onların peşinden gittiği şey sâfî zandır. Onlar yalnızca saçmalıyorlar.” (En’am: 116)
Kur’an bu noktadan bir adım daha ileri giderek bütünüyle hevâya tâbî olmayı “hevâyı ilah edinmek” olarak değerlendirmiştir. Yani hevâlarına uyanlar, Allah’ı değil, hevâlarını ilah edinmiş olmaktadırlar. Bu durumda böylelerinin Allah’a iman iddiaları herhangi bir değer ifade etmemektedir: “Hevâsını ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)
Rasulullah (S) şöyle buyurmuşlardır: “Allah’tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların Allah yanında en kötüsü, kişinin hevâsıdır.”
Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi o da tutkularına ibadet ettiğinden puta tapan kadar şirk işlemektedir.
Kur’an, vahyi dışlayarak her türlü çözümü akıldan beklemenin insanı hevâya esir edeceğini ve bunun da insan hayatını olumsuz ve tarafgir çekişmelerin didişmesine yenik düşürerek rahatsızlıklara yol açacağını söyler. (Kehf: 28) Bunun içindir ki, insan hayatını hevâlarına göre çekip çevirmek isteyenler, peygamberlere hep karşı çıkmışlardır. (Bakara: 87, Mâide: 70)
Hevâ, dâima istikbar, kendini beğenme ve bilgisizlikle beraberdir. (Câsiye: 18)
Hevânın ilim ve vahyin yerine geçirilmesinin kötü sonuçlarına dikkat çeken Kur’an, vahiy elçisine hevâya mağlup olanları dinlememesini emretmekte (Kehf: 28, Tâhâ: 16, En’am: 56), hevânın adaleti engelleyeceğini (Nisâ: 135), insanı şeytanın oyuncağı, hayranı yapacağını (En’am: 71) söylemekte ve nihayet; hevâya yenik düşmüş bir dünyanın bozgun ve kaosla kaplanacağını duyurmaktadır.
Böyle bir durumda hakkın olumsuz bir tarafgirliğe ve şehvete feda edilmesi, yerin ve göklerin fesada terk edilmesi, yer ve gök sakinlerinin denge ve düzenlerinin sarsılması kaçınılmazdır. (Mü’minûn: 71, Mâide: 77)
Hevâ konusunu, vahiy ile mukayeseli bir biçimde inceleyen Şâtıbî, insan hayatını düzenlemede dinin karşısına çıkışların genel adını hevâ olarak anıyor ve şu sonuca varıyor: “Bir vahye dayalı düzen vardır; bir de hevâya dayalı düzen, üçüncüsü yok…”
20.09.2024
Hazırlayan: Emrullah AYAN
Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…
136
önceki yazı