Pazartesi, Ağustos 25, 2025
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Hangi İslam?

Hutbe: Hangi İslam?

by İlkav Editor
117 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Hangi İslam?
“Allah katında geçerli tek din İslam’dır. “ (Ali İmran: 19)

Kıymetli Müslümanlar bugün Hicri Safer ayının 14’ü 1447/Cuma. Rabbimiz katında kabul edeceğini beyan ettiği tevhid dini üzere yaşayıp, ölebilmeyi cümlemize nasip eylesin.
Bugünkü hutbemizin konusu hak din olan İslam’ın genel muhtevası üzerine olacak inşaAllah.
Yerlerin ve göklerin tüm her şeyin sahibi olan yüce kudret Adem’den(a) son elçiye değin hak dinin ne olduğu ve ne olmadığına ilişkin elçiler ve mesajlar inzal buyurmuştur. Son elçiden günümüze kadar ise hak davetçileri azınlıkta olsalar bu sorumluluğu yüklenmişlerdir.
Toplumsal yaşantı ve yöneliş genel olarak hep güçten çoğunluktan yana olmuştur ve halen de öyle devam etmektedir. Oysa Kur’an insanları akla, ilme ve özellikle vahye kulak verip diğer enstrümanları dikkate almamalarını öğütlüyordu istikameti bulabilmenin yolunu. Şöyle hızlı bir şekilde peygamberler tarihini ve kavimlerinin cevabını içeren Kur’an kıssalarını zihnimizden geçirdiğimizde; O Allah elçileri ile amansız mücadele eden, görmezden gelen, alaya alan, aşağılayan, memleketlerinden süren hatta öldüren hemşehrileri ve kavimleri ile karşılaşırız. Nuh’tan Hud’a, Salih’ten Şuayb’e, İbrahim’den Musa’ya ve nihayet İsa’dan Muhammed’e (a) hep aynı cevap, hep aynı tepki. “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.” (Şuara: 86)
Benzer tepkileri bizler günümüzde de görebiliyoruz. Ve bu hallerini Kur’an sapıklık ve dalalet olarak vasıflandırıp durumlarını vahiy istikametinde değiştirmelerini isterken onlar kendilerinin ataların yolundan gittiklerini ve doğru yolda olduklarını iddia ettiklerini görüyoruz.
“ Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkoyarlar, bunlarsa kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf: 37)
Tarihten günümüze hep bu mücadelenin temelinde “doğrunun ve hakkın temsilcisi olma” iddiası yatmaktadır. Tarihte bu yolda yapılan mücadeleler kayıtlı olup, kaynaklarda mevcuttur. Günümüze geldiğimizde ise; sözüm ona İslam ülkelerinin her birinde, egemen olan yönetimlerin temsil ettiği ve sahiplendiği birer devlet dini bulunmaktadır. Yönetimlerinin ve yöneticilerinin geçmişten gelen kendilerinin de sahiplendiği resmi ideolojilerin dini. Demokrasi veya krallık ne ile yönetiliyorlarsa onu meşru ve kutsal görmek. Gayr-i meşru da olsa ulü’l-emri yüceltmek ve itaat etmek.
-Müslüman coğrafyasında halkların çok rağbet ettiği bir Müslümanlık (!) anlayışı da; dil ile Müslüman olduğunun ifadesi ile sınırlı, imanın bilgi ve bilinç düzeyi sorgulanmaksızın, iman esaslarının içeriği bilinmeksizin hatta salih amellerin bile olmamasına rağmen Allah’ın cennetinin kazanılabileceği bir İslam algısı. Ne yaparsanız yapın ben Müslümanım dedikten sonra hiçbir şekilde şirke, küfre düşmek gibi bir korkunun olmadığı bir İslam algısı. İşlenen günahların peygamberin şefaati ile veya bir velinin yardımıyla affettirileceği velev ki ateşe atılsa bile tatilde yaptıkları yanma seanslarına benzer bir ceza ile cenneti elde edecekleri bir Müslümanlık (!) algısı.
-Kur’ani bilince sahip olan bir takım entel ve akademisyenlerce yaygınlaştırılmaya çalışılan bir başka bilimsel sapkınlık ise; Kur’an meallerinden her türlü hevaya uygun yeni namaz, oruç kurban, hac modelleri çıkarmak.
Efendim namaz aslında bir dua imiş veya Kur’an’da namaz bir rekat imiş ve 5 vakit değil sabah-akşam hatta canınız ne zaman namaz kılmayı istiyorsa onu da dilediğiniz biçimde hatta Türkçe anlamı ile okuyarak (her nasılsa) kılınıyormuş.
Hac bilinen aylarda sıkışıklığa gerek kalmadan ayetlerden herkes anladığı biçimde yapılan bir ibadet. Zekat hesaba tabi tutulmadan aklınıza geldiği gibi. Bir de genel manada Kur’an’ın mesajı ile ilgili derinlemesine bir bilgiye sahip olmada yüzeysel bir meal bilgisi ile çok iddialı ayet yorumları ile hem kendilerini hem etraflarında bulunanları yanlış bir din algısına yönlendiren sosyal medya alimlerince (!) oluşturulan dini anlayışlar söz konusudur. Oysa hutbemin başında okuduğum ayeti celile çok açık olarak Allah’ın razı ve memnun olacağı hayat tarzının ancak son elçinin tebliğ ettiği İslam’dır. Tabir caiz ise toplumlar tarafından günümüze değin yaşanılan dinlerin birisi Hakk din iken diğerleri sultanların dini, devletin dini, ılımlı Müslümanlık, laik, Kemalist, demokrat, muhafazakar Müslümanlık gibi eklemeler almakta yani aslında karma bir din. Konuyu M. Pamak ağabeyin kitabından birkaç cümle ile özetlemek isterim.
“Bilmeliyiz ki Müslüman halkların yaşadıkları coğrafyalarda, mevcut halkları hiçbirisi tevhid dinine iman etmiş İslam toplumları niteliğini taşımamaktadır. Bu halklar, içlerinde çok az sayıda mü’min de barındıran ekseriyeti ise hak-batıl karışımı inançlara sahip olup, sosyolojik anlamda Müslüman halklar adı verilmektedir. Bu yüzden tevhidi inançtan yoksun olan bu kitleler, Kur’an’a dönüp yeniden İslâmi kimliklerini kazanarak İslâm toplumları niteliğine ulaşmadan Allah’ın yasası gereğince layık oldukları statükolar tarafından hak- batıl karışımı şirk yönetimleriyle yönetilmeye devam edeceklerdir. Bu sebeple, müminler olarak hiç unutmadan ve ertelemeden ısrarlı ve istikrarlı biçimde sürdürmemiz gereken; Kur’âni tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik sorumluluklarımızı yerine getirip, tevhidi ilkelere sadakatle adaleti ikame mücadelesi vererek bu uzun soluklu inşa edici çabalarla, içinde bulunduğumuz toplumun özündeki cahili kalıntılardan arınıp Kur’âni bir inkılapla değişim ve dönüşümüne vesile olmaktır. O halde statüko dinini oluşturan geleneksel ve modern cahiliyeden arınıp ayrışmalı tarihsel birikimi Kur’an-sünnet süzgecinden geçirip ayıklamalıyız. Ayrılık ve parçalanma sebebi olan, tarihsel süreçte üretilmiş ipleri bırakmamız gerektiğini idrak etmeliyiz. Terk ettiğimiz için zillete düştüğümüz Kur’an’a yeniden ve topluca sarılmalıyız. Rasülün mücadele sünnetini ve örnekliğini çağımıza taşıma cehdini göstermeliyiz. Eğer
Müslümanlar; Kur’an’ı hakkıyla okuyup takvayı hakkıyla kuşanarak, hayatlarını Allah’a rüku ve secde ettirip ibadet kılar ve hayırlı ameller yaparlarsa tevhidi eğitim tebliğ ve vahye şahitlik sorumluluklarını yerine getirmek sureti ile Allah yolunda hakkıyla cihad ederlerse ve Kur’an ile büyük cihadı ikame ederek ilâhi yardımı hak ederlerse, işte o zaman Allah da onlara va’dettiği yardımını gönderir ve ayaklarını sabit kılar. Sonuç olarak bilmeliyiz ki, bu zelil halden çıkıp yeniden izzete kavuşmanın tek yolu; sultanlık kültürü ya da benzeri yollara meylederek üretilen statüko dinlerinin uyuşturmasından kurtulup vahiyle dirilerek Allah Rasulü ve ilk Kur’an neslinin Mekke-Medine sürecinde bıraktıkları yoldaki işaretleri takip etmektir.
Böylece yeniden Kur’an ve sünnet eksenli sahih İslâm’ı esas almak sureti ile şirke, küfre, ifsada ve bunlara dayalı statükolara ve dinlerine karşı mücadele etmektir.”


Hazırlayan

Hayati İSAOĞLU 08.08.2025

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar