Hutbe: Ahiretin İçin Çalış Dünyadan da Nasibini Unutma!
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasîbini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas: 77)
Hutbemin başında okuduğum ayette de açıkça belirtildiği gibi, güzel bir ahiret mükafaatı için başka, dünya hayatının ıslahı için de daha başka bir yol yoktur. Yani bu iki hayatın güzelliklerine kavuşmak için birbirinden ayrı iki yol yoktur. Hem dünya hem de ahiret hayatını iyileştirecek ve onları dengede tutacak bir tek yol vardır. Eğer bu yol bir kenara itilirse dünya hayatı bozulur, ahiret hayatı da kaybedilir. Bu tek yol da hiç kuşkusuz iman, takva ve ilahî nizamı dünya hayatına egemen kılmaktır.
Sonra soyut bir takva kavramından, keyfî bir düşünceden, arzuya bırakılmış bir itikat ve basit bir ideolojiden ibaret olmayan bir nizam, ikâme edilip hayata esas kılınması gereken amelî bir sistemdir.İşte bu nizam, eğer iman ve takvayla beraber ikâme edilirse yeryüzü hayatının ıslahını, rızıkların gelmesini, ürünlerin bollaşmasını, gelir dağılımını da güzelce ve dengeli sağlayan bir teminattır. Öyle bir teminat ki, bu nizamın gölgesinde tüm insanlar hem üstlerinden hem de ayakları altından yiyeceklerdir.
İmanî hayat sistemi, dini dünyaya feda etmediği gibi ahiret mutluluğunu da dünya mutluluğuna feda etmez. Ayrıca ahiret yolunu, dünya yolundan ayrı bir yol da kılmaz. Bugünkü insanların akıl ve düşüncelerinde, vicdan ve günlük hayat şartlarından kapalı kalan hakikat budur. Öyle ki, günümüz insanının aklında, düşünce ve pratik hayatında dünya yoluyla ahiret yolu birbirinden ayrılmıştır.
Günümüzün sıradan bir insanı olsun veya şaşkın insanlığın kamuoyu olsun, bu iki yolu birbirine kavuşturacak bir yol tanımaz hale gelmiştir. Hatta bundan da öte, ya ahireti tamamen hesaptan çıkarma pahasına dünya yolunu ya da dünyayı tamamen boşverme pahasına ahiret yolunu seçmeyi bir mecburiyet diye görmektedir. Bu anlayışın sonucu olarak bu iki yolu, ne düşünce planında ne de pratik planda birleştirmeyi imkansız görmektedir. Neden? Çünkü yeryüzünün ve bugünkü insanların hayat şartları “bu ortamda böyle gerekir” anlayışını egemen hale getirmiştir.
Şu hakikati göz önünde tutmak gerekir: Günümüzde Allah’ın dini ve hayat nizamından kopmuş sapık cahiliye düzenleri dünya ile ahireti birbirinden ayırma kavgasını vermektedir. Toplumsal hayatta ve iş dünyasında sıyrılmak isteyen kimseleri ahiretten vazgeçmek, dinî buyruklardan, ahlakî kurallardan, dinin teşvik ettiği seçkin düşünce ve onurlu davranışlardan uzaklaşmak zorunda bırakmaktadır. Aynı şekilde ahiret kurtuluşunu arayan kimseleri de zorlamaktadır. Ancak ahiret inancı, böylesine bir hayat akışından, çirkef hayatın kurumlarından bu tür ortamlarda toplumsal hayat ve iş dünyasında söz sahibi olmayı sağlayan yöntemlerden uzak durmaya mecbur etmektedir. Çünkü temiz bir insanın böylesine çirkef, din ve ahlaka ters, Allah’ın rızasına aykırı yollara başvurması mümkün değildir. Aynı şekilde ahiret kurtuluşunu arayan kimseleri de zorlamaktadır. Ancak ahiret inancı, böylesine bir hayat akışından, çirkef hayatın kurumlarından bu tür ortamlarda toplumsal hayat ve iş dünyasında söz sahibi olmayı sağlayan yöntemlerden uzak durmaya mecbur etmektedir. Çünkü temiz bir insanın böylesine çirkef, din ve ahlaka ters, Allah’ın rızasına aykırı yollara başvurması mümkün değildir. Peki ama bu durum hiç değişmeden kalacak mı? Bu hayırsız konumdan kurtulmaya imkan yok mu? Gerçekten dünya yoluyla ahiret yolunu birleştirmek imkansız mı?
Asla bu değişmez bir durum değildir. Değiştirilmesi imkansız bir vak’a değildir. Çünkü bu hayatın tabiatı da böyle değildir. Bu, olsa olsa geçici bir durumdur. Doğru yoldan sapıtmanın doğurduğu arızî bir haldir. Dünya ile ahiret arasındaki düşmanlık, dünya yoluyla ahiret yolunu birbirinden ayırmak kesinlikle hakikat değildir. Çünkü insanlık hayatının tabiatında aslolan, dünya ve ahiret yolunun birbirleriyle birleşmesidir. Ahiretin ıslahına giden yolun dünya ıslahından geçtiği gerçeğidir. İman, takva ve amel-i salih yeryüzünü mamur kılmanın sebepleri olduğu gibi Allah’ın rızası ve ahiret sevabına erişmenin de yollarıdır. Dünya hayatındaki çalışmalar, üretim ve kalkınma faaliyetleri, bu dünya hayatının refahına ölçü olduğu gibi ahiret sevabına kavuşmanın da bir gereğidir.
İşte insanlık hayatının özünde aslolan budur. Ne var ki bu aslî durumun gerçekleşmesi için hayatın, Allah’ın insanlar için seçtiği esasa dayanması şarttır. Çünkü ilahî nizama göre çalışmak ibadettir. Yeryüzü hilafetini Allah’ın şeriatı doğrultusunda yerine getirmek farzdır. Hilafet; çalışmak, üretmek, bolluk, kalkınma ve adilâne gelir dağılımı demektir. Rızıkların, Yüce Allah tarafından Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu gibi üstten ve ayaklar altından tüm insanlara akması demektir.
Gene İslam’a göre yeryüzü kaynaklarını kullanmaya çalışmayan ve emrine verilmiş kainat nimetlerinden yararlanmayan insan Allah’a isyan etmiş demektir. Allah’ın, yaratılışına sebep kıldığı görevden kaçması demektir. Yüce Allah, meleklere hitaben: “Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım” (Bakara: 30) diye buyurmuştur. İnsanlara hitaben de “Göklerde ve yerdeki her şeyi kendisinden bir lütuf olarak hizmetinize vermiştir” (Casiye:13) diye buyurmuştur. Öyleyse bu görevi yapmayan kimse, Allah’ın kullara bağışladığı rızıkları boşvermiştir. Böylece bu insan dünyayı kaybettiği için ahireti de kaybetmiştir. Görülüyor ki, bu yaklaşımıyla İslam nizamı, dünya ve ahiret işini uyum ve dayanışma çerçevesinde bir araya getirmiştir. Buna göre insan, ahireti kaybetmemek için dünyasını kaçırmamak zorundadır. İslamî düşüncenin gereği olarak bunlar, ne birbirine zıt ne de birbirine bedel iki şeydir. Tüm insanlık yönünden ve yeryüzündeki Allah’ın hayat nizamına göre yaşayan insan toplumları nokta-i nazarından durum budur.
26.08.2016
Hazırlayan: Emrullah AYAN
Hutbe: Ahiretin İçin Çalış Dünyadan da Nasibini Unutma!
2,7K
önceki yazı