Eski baskı dönemlerinin geride kaldığına dair açıklamalarına ve Müslümanlara dinlerini yaşama, İslâmî görüşlerini özgürce açıklama vaadlerine ve bu konuda attıkları küçük adımlarla büyük çaplı övünmelerine rağmen, iktidarın, Müslümanlara karşı acımasız tavırlarına giderek artan biçimde şahit olmaktayız. Almanya'ya, kendi bakanlarına toplantı izni vermedi diye haklı olarak kızanlar, büyük bir çelişkiyle kendi ülkelerinde Hilâfet konulu toplantıya izin vermiyor, ayrıca izin isteyenleri gözaltına alıyor. Bu da yetmiyor; tutuklananlara tepki gösteren, içlerinde çocuklar ve kadınların da bulunduğu yüzlerce kişiyi de tutukluyorlar. Son birkaç ayda vuku bulan bazı olayları hatırlatalım: Gülen grubuna yakın olanların, onlara nasılsa yardım etmiş olanların yahut bir şekilde yasal düzlemde yolu kesişenlerin bile üzerine acımasızca gidilirken, kurunun yanında nice yaşlar da yandı. Onlarca mağdur kişi çaresizlikle bunalıma girip intihar etti. Binlerce kişinin ailesi, çocukları sefalete itildi. Gaziantep’te bazı medreseler kapatıldı. 4 ay önce Konya’da Selam-Der adlı dernekle birlikte başında Alâaddin Palevi Hoca’nın bulunduğu İslâmî ilimler tahsil edilen medrese kapatıldı, binasına ve kitaplar dâhil içindeki eşyalara el konuldu. Alâaddin Hoca, Türkiye'yi terketmek mecburiyetinde kaldı. TEGEV adıyla eğitim faaliyeti sürdüren Müslümanlara ait özel okullar kapatıldı. Merkezi Adana’da bulunan Furkan Vakfı’nın nice faaliyetlerine izin verilmedi. Şimdi de "Hilâfet Konferansı"na yasak getirilmesi ve Hizbuttahrir Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın gözaltına alınması üzerine, 6 Mart Pazartesi günü, onun tutuklanmasına tepkilerini göstermekten başka "suç"(!)ları olmayan ailesi, yakınları ve dostlarından oluşan kadınlı-çocuklu yaklaşık 300 kişi gözaltına alındı. Dünyanın öbür ucundaki bir zulme bile sessiz ve seyirci kalmamızın câiz olmadığını bilen Müslümanlar olarak, yaşadığımız ülkede olup biten haksızlıklara duyarsız ve tepkisiz kalamayız. Sadece kendisine ve yandaşlarına değil; herkese özgürlük vaadederek göreve gelen iktidarın; özellikle kendisini desteklemeyen Müslümanların fikir hürriyetini yok sayan adaletsiz tutumuna itiraz ediyor, kendi çizgisinde olmayan tüm sesleri susturmayı hedeflediği gibi bir görüntü veren bu yanlış tavırlardan bir an önce dönmesi gerektiğini haykırıyoruz. Hizbuttahrir, hilâfet vurgusunu öne çıkartan, ancak bu düşüncesini kabul ettirmek için silahlı eylemlere hiç müracaat etmemiş, tıpkı bizler gibi fikrî olarak mevcut düzene muhalif olan İslami cemaatlerden biridir. Hizbuttahrir cemaatinden olmayabiliriz. Onu bazı konularda eleştirebiliriz. Nitekim bizler de, Hizbuttahrir'in bazı konulardaki yaklaşımlarıyla tam örtüşmüyoruz, ama onların bu konudaki fikirlerini toplumla özgürce paylaşabilme haklarını sonuna kadar savunuyoruz. Ancak, laik devletin ve onu yöneten laik hükûmetin, Müslümanların aralarındaki farklı fikrî oluşumları eleştirmeye bile kesinlikle hakkı olamaz. Varsa birtakım farklılıklarımız ve ihtilaflarımız, ümmet olarak Müslümanları ilgilendirir ve bunlar ancak ümmet ailesi içinde çözümlenebilir. Laik devleti ve yöneticilerini ilgilendirmez. Laik devletin cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, uzun süredir tekrar ettiği ve çok yakın zamanda Suudi Arabistan’ın El-Arabiya televizyonuna verdiği mülakatta bir daha propaganda ettiği laiklik anlayışına göre, "bütün inançlara eşit uzaklıkta olup hepsinin kendisini özgürce ifade etmesini güvence altına alan bir laik devletten yana olduklarını" ifade etmişti. Neden bu beyanda belirtilen farklı inançlara revâ görülen fikir özgürlüğü, muhalif Müslümanlara da verilmemekte ve şiddete bulaşmadıkları halde bazı İslami gruplar sırf farklı inanç ve düşüncelerinden dolayı baskı altına alınmakta, tâciz edilmekte, çeşitli zulümlere muhatap kılınmaktadırlar? Bu gidiş, iktidara eklemlenmeyen İslami grupların hepsinin tek tek üzerine gidilip baskı altına alınacaklarının işaretlerini vermektedir. Hele bir de referandumdan galibiyetle çıkması halinde, iktidarın, bu tavrını daha sert ve daha yaygın biçimde uygulamaya koyup Diyanet ve yandaş gruplar dışında kalan tüm İslami çalışmaları zapturapt altına almaya ve farklı düşünen Müslümanlara hayatı çekilmez kılmaya yönelebileceği endişesini uyandırmaktadır. Hangi cemaat mensubuna yapılırsa yapılsın bir zulüm gerçekleştiğinde, Müslümanlar, bu zulüm karşısında "ben de o cemaattenim" veya "ben de Hizbuttahririm" demesi gerekmese bile, Müslüman mazlumların yanında yer alamıyorlar ve zâlimlere tavır koyamıyorlarsa, bu tutum adil şahidler olma sorumluluğuyla bağdaşmaz. Müslümanlar, özellikle tevhidî bilince sahip olanlar, cemaat taassubundan uzaklaşıp birbirlerine sahip çıkmadıkları müddetçe vahdet türküleri söylemeye de, İlâhî rahmetin üzerlerine inmesini beklemeye de hakları yoktur. Bizler, genelde kime yapılırsa yapılsın tüm haksız uygulamaları, özelde Müslümanların inanç ve fikir hürriyetine müdahale edilmesini, Mahmut Kar ve arkadaşlarının tutuklanmasını protesto ediyoruz. Görece özgürlük vaadiyle iktidar olan hükûmeti, hiç değilse kendi ahdine sadakate ve bu bağlamda tüm insan haklarına saygı göstermeye çağırıyoruz. 06 Mart 2017
|