İlmi Ve Kültürel Araştırmalar Vakfı – İLKAV’ın düzenlediği, Haksöz ve Genç Birikim Dergileriyle ÖĞRETMENSEN, ÖZDEVSEN ve MEKDAV gibi kuruluşların da destek verdikleri İslami Kimliğe yönelik küresel ve yerel saldırılara, hakaretlere yönelik protesto amaçlı basın açıklaması Ankara’da Abdi İpekçi Parkında yapıldı.
Basın açıklamasına 2 bini aşkın kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Katılanların yarıdan fazlası ise basın açıklamasını müteakip Danıştay’ın önüne gittiler ve üzerinde “Resmi ideolojiden ve oligarşiden bağımsız karar veremeyen kimi yargıçların, keyfi bir tutumla, maaşlarını ödeyen halkın inancını ve Allah’ın ayeti başörtüsünü tahkir eden kararını ve başörtüsü yasağını protesto ediyoruz” yazılı iki siyah başörtüsünü Danıştay’a bağladılar. Danıştay’ın önündeki meydan tekbir sesleriyle inledi.
Basın Açıklamasını okuyan İLKAV Başkanı Mehmet PAMAK şu hususlara değindi: “Küresel saldırılara ve vahşi “haçlı” kuşatmasına ilaveten, bir de kendi ülkemizde saldırıya uğruyoruz. Bu ülkenin Müslümanları olarak, on yıllardır laik sistemin modernleştirme, batılılaştırma projelerinin ürettiği baskı ve yasaklara muhatap kılınıyoruz. Dayatılan seküler Batı değerleri adına İslami kimliğimiz yok edilmeye çalışılıyor. Allah’ın ayetleriyle savaşılıyor. Egemen oligarşi ve başta YÖK, Yargı olmak üzere yönlendirdiği kurumlar, İslami kimliğe ve Allah’ın ayetlerine baskı, yasak, hakaret ve keyfiliklerle saldırıyorlar. YÖK’ün ve Yargının keyfi, ideolojik, kanunsuz ve adaletsiz uygulama ve kararlarıyla, İslami kimliğimiz ve Allah’ın tesettür ayeti saldırıya uğruyor, aşağılanıyor… Danimarka’daki hakaretlerin benzeri daha baskın versiyonlarıyla Türkiye’de gerçekleştiriliyor… İslami şiarlarımıza, mukaddeslerimize ve onurumuza saldırılıyor…
Allah’ın ayeti olan başörtüsü bağlamanın “çocuklar için kötü örneklik teşkil ettiğini” ifade eden aşağılayıcı sözlere bizzat Danıştay kararında yer veriliyor… YÖK Başkanı aynı hakareti utanmadan tekrar ederek “Okulda aç, pazarda türban tak kabul edilemez" diyebiliyor ve tesettürlü hanımların “kadınlıklarından utandıkları için örtündüklerini” iddia edecek kadar seviyesiz ve Müslüman halkı aşağılayıcı beyanlarda bulunabiliyor. Bu sözler hangi hukuk mantığı, hangi insani erdemle bağdaştırılabilir? Bu sözleri söyleyenler, hukuka ve temel haklara dost olmayabilirler, ancak bu seviyesiz yaklaşıma kendi yasalarından da bir dayanak gösteremezler. Çünkü bu yaklaşımları tamamen keyfi, tamamen düşmanca ve tamamen ideolojiktir. İşte böyle haddini bilmez tutumlarla, adaletsizliğin, keyfiliğin, hakaretin ve aşağılamanın en çirkini Türkiye’deki kimi kurumlarca, Avrupa’daki hakaretlerle eş zamanlı olarak gerçekleştiriliyor… Batıyı taklit edenlerin zulmü efendilerini geride bırakıyor.”
“Post modern darbe”cilerin brifing davetine icabet etmek üzere Bakanlarını bile dinlemeden askeri garnizona koşanların, yetkilerini aşarak ve hukuku çiğneyerek siyasi konuşmalar yapan darbecileri ayakta alkışlayanların, oligarşiyle ve resmi ideolojiyle bu kadar bütünleşenlerin, bağımsız ve objektif kararlar vermeleri mümkün olmuyor / olamıyor. Yılların birikimi ve ideolojik eğitim sisteminin sağladığı kirlenmeyle oluşan bu ideolojik taassuptan ve resmi ideolojinin dogmalarıyla aklı devre dışı bırakan bağnazlıktan kurtulmadan adil ve özgürlükçü bir sistem oluşamaz. Bunun için, başta silahlı güçler ve yargı kesimi olmak üzere tüm devlet kurumlarında çalışanların önemli bir kısmının, insan haklarını ve özgürlükleri esas alan bir eğitim programı çerçevesinde ciddi bir rehabilitasyondan geçirilmesi, özgürlükçü bir döneme uyum sağlayabilmeleri bakımından kaçınılmaz bir gerekliliktir.”
“Halkının onurunu, şahsiyetini rencide eden, mukaddeslerine hakaret eden devlet ve kurumları ancak kendilerini aşağılamış olurlar. Devlet ve kurumları; halka zorbalıkla tahakküm etmek ve olgarşinin ideolojisini dayatmak için değil, halkına hizmet etmek, halkını özgürleştirmek için var olmalıdır. Halkının güvenliğini ve özgürlüğünü tehdit eden, yasaklarla yok eden devlet ve kurumları saygınlığını, onurunu ve ahlakiliğini kaybeder.”
“Eğer halkımız, devletten ve kimi devlet kurumlarından, özellikle de güvenliği sağlamakla görevli silahlı güçlerden ve adalet dağıtma görevi verilen Yargıdan korkar hale getirilmişse, buna sebep olanlar utanmalıdır. Halkımız güvenliğini, canını, İslami değerlerini ve mukaddeslerini kimi devlet kurumlarından nasıl koruyabileceğinin endişesine düşürülmüşse, ki bugün çok yaygın hal maalesef budur, o zaman derini ve görüneniyle devlet ve tüm kurumları kendini hesaba çekmelidir. Biz bu ülkenin vergi veren halkı olarak, devlete ve kurumlarına ne yaparlarsa yapsınlar saygı duymak zorunda değiliz. Ama Devlet ve kurumları bize, İslami kimliğimize, değerlerimize ve haklarımıza saygı duymak ve yanlışlarından, haksızlıklarından dolayı da hesap vermek zorundadırlar. Yani bizler devlet ve kurumları tarafından hesaba çekilme değil, tam tersine onlara hesap sorma makamındayız. İşte bugün burada bu hesabı sormak için toplanmış bulunuyoruz.”
“Halka adalet ve özgürlük vadiyle parlamentoda büyük çoğunluğa sahip olan AKP yönetimine gelince: tüm bu zulümleri, keyfilikleri, hukuksuzlukları kaldırmak için hiçbir ciddi çaba sarf etmeden seyretmeniz, halka vaat ettiklerinizi yerine getirmekte gösterdiğiniz zaaf, zalimlerin daha cüretkâr olmalarına sebep oldu. Bu beceriksiz, duyarsız, maddi ve siyasi çıkarlar uğruna ahlaki değerleri ve ilkeleri feda eden yaklaşımınız sonucunda zulmün daha da artmasına sebep oldunuz. Halka adalet ve özgürlük vaatlerinizle ilgili olumlu hiç bir şey yapmadınız. Hiç yapılmaması gereken bir şey yaparak, hak ve özgürlükleri, zulmedenlerin insafına ve mutabakatına bıraktınız ve böylece zulmün bir parçası haline geldiniz. Sanki muhalefetmişsiniz gibi sadece eleştirmekle yetinemezsiniz. Siz hükümetsiniz ve çözüm üretme makamını, hem de çok büyük bir parlamento çoğunluğu ile işgal ediyorsunuz. Sizden beklenen eleştirmek değil sorunlara çözüm üretmektir. Ve daha öncekiler gibi zulme seyirci kalarak aynı akıbete doğru hızla sürüklendiğinizi fark etmeli, oligarşiden korkmaktan daha fazla Allah huzurunda vereceğiniz hesaptan, tarih ve toplum nezdinde düşeceğiniz konumdan korkmalısınız. Adalet yerine ataleti tercih eden iktidarsız yönetiminizin bu iradesizliğini, elindeki büyük güce rağmen gösterdiğiniz aczinizi ve iktidar ve rant hesabıyla zulme seyirci kalan tutumunuzu da protesto ediyoruz.”
“Sonuç olarak ifade etmek istiyoruz ki, egemen oligarşi ve yönlendirdiği kurumlar ne yaparlarsa yapsınlar, hangi keyfi ve ideolojik kararlarla hangi yasakları getirirlerse getirsinler, bizi İslami kimliğimizden, Kur’an ve İslam eğitimini almaktan, İslamı yaşamaktan ve diğer insanlara da Kur’an mesajını taşımaktan asla koparamazlar. Allah’ın ayeti olan başörtümüz, İslami kimliğimiz ve onurumuzdur. Hiçbir baskı ve yasakla ve hiçbir ideolojik kararla bizi onurumuzu korumaktan, İslami kimliğimizi savunmaktan vazgeçiremezler. Çünkü biz biliyoruz ki, bunlar bizim var oluş sebebimizdir.”
Basın Açılaması süresince atılan sloganlar:
Zulme karşı direneceğiz
Tevhid adalet özgürlük
İslami kimliği koruyacağız
İslami direniş engellenemez
İslami eğitim hakkımız bizim
İslami eğitim engellenemez
Başörtü onurumuz koruyacağız
Başörtüye uzanan eller kırılsın
İslami kimlik onurumuzdur
Müslümanca yaşamak temel hakkımız
Kuranı hayata taşıyacağız
Kurana uygun yaşayacağız
Azınlık hakkına çoğunluk hasret
uyan diren özgürleş
Danıştay şaşırma sabrımızı taşırma
Hükümet uyuyor yargıçlar vuruyor
Hükümet uyuyor Danıştay vuruyor
Hukuksuz yargı- iktidarsız hükümet -çözüm direniş
Muhammed’e can feda- başörtüye özgürlük
yargıtay danıştay başörtüye düşmanlar
hukuksuz yargı iktidarsız hükümet
başörtüsü düşmanı zorba danıştay
batı’da medya türkiye’de danıştay
danıştay kararı söndüremez islamı
küstah avrupa inancıma dokunma
alemlere rahmet muhammed’ e can feda
islam düşmanı emperyalist avrupa
hükümet kukla danıştay cunta
direniş ateşi zalimleri yakacak
üzülme gevşeme allah bizimle
islam düşmanı kahrolsun danıştay
cuntaya hayır başörtüye özgürlük
yök’e hayır eğitime özgürlük
başörtüye uzanan eller kırılsın
direniş adalet özgürlük
baskılara son başörtüye özgürlük
uyan diren özgürleş
zulme karşı direneceğiz
başörtüsü onurumuz koruyacağız
Taşınan pankart ve dövizler:
– HAKLAR, ZALİMLERİN MUTABAKATINA
BIRAKILAMAZ
– BAŞÖRTÜSÜ KÖTÜ ÖRNEKSE İYİ ÖRNEK NE?
– Hükümet uyuyor yargıçlar vuruyor
– Hükümet uyuyor Danıştay vuruyor
– Zalimler için yaşasın cehennem
– Mülk DE, hüküm de Allah’ınDIR
DÜN KAMU – BUGÜN SOKAK – YARIN EV
BACIMIN İFFETTİ BATMAKTA REZİLİN GÖZÜNE,
ACIRIM TÜKRÜĞE,BİLLAHİ TÜKÜRSEM YÜZÜNE.
MEHMET AKİF ERSOY
-BAŞÖRTÜSÜ İLE SAVAŞ ALLAH İLE SAVAŞTIR
-İSLAMİ KİMLİK ONURUMUZ KORUYACAĞIZ
-TÜRKİYE’Yİ TUNUS’LAŞTIRTMAYACAĞIZ
-KAMU YADA ÖZEL
HER YER ALLAH’IN
-İSLAMİ KİMLİĞE SALDIRILARI
PROTESTO EDİYORUZ
-İSLAMİ KİMLİK ONURUMUZ
ÇİĞNETMEYİZ KORURUZ
– BAŞÖRTÜSÜ İSLAMİ KİMLİĞİMİZ ONURUMUZDUR
– ALLAH’IN AYETLERİ İLE SAVAŞANLARI UYARIYORUZ
– DİLEYEN İMAN, DİLEYEN İNKÂR ETSİN AMA KİMSE KİMSEYE ZULMETMESİN
– YARGI; ADALETİN TERAZİSİ Mİ?
YOKSA RESMİ İDEOLOJİNİN KIRBACI MI?
– YARGI DESPOTİZMİNE HAYIR
– İSLAMA HAKARET; AVRUPADA MEDYA
TÜRKİYE’DE YÖK VE DANIŞTAY
– İDEOLOJİK KARAR ALINCA YARGI
KALMADI DANİMARKA’DAN FARKI
– YARGI; OLİGARŞİDEN VE RESMİ
İDEOLOJİDEN BAĞIMSIZ DEĞİL
– “KİM ALLAH’A VE RASULÜNE DÜŞMANLIK EDERSE
MUHAKKAK Kİ ALLAHIN CEZASI ÇOK ŞİDDETLİDİR.” ENFAL 13
– HAK, HUKUK ALININCA ASKIYA
KEYFİLİK HAKİM OLDU YARGIYA
– HUKUK YOK EDİLDİ, ADALET İSE ASKIDA
YARGI KULLANILDI, İDEOLOJİK BASKIDA
– ZULME SEYİRCİ KALDI, İKTİDARSIZ HÜKÜMET
MUTABAKAT UĞRUNA TERCİH EDİLDİ ZİLLET
Basın Açıklamasının tam metni aşağıdadır:
İLKAV BAŞKANI MEHMET PAMAK’IN YAPTIĞI
BASIN AÇIKLAMASI
18 Şubat 2006
Sayın Basın Mensupları!
Değerli Müslümanlar!
Bilindiği üzere soğuk savaş dönemini müteakip, yüce dinimiz İslam ve Müslüman halklar, cahili Batı medeniyeti tarafından düşman ilan edildi. Bu sebeple kimi ABD ve AB yetkililerinin ağzından açıkça ifade edildiği üzere “haçlı seferi” adı altında çok yönlü ve çok boyutlu saldırılar yapılıyor. İslam’a ve Müslüman halklara yönelik, işgal, istila, işkence, tecavüz, sömürü ve dönüştürmeye yönelik birçok proje ve operasyonlar ardı ardına uygulamaya konuluyor. Başta Kur’an’ımız ve Aziz Peygamberimiz olmak üzere, mukaddes değerlerimize en çirkin hakaretler “düşünce ve basın özgürlüğü” kamuflajı altında ahlaksız bir cüretkârlıkla gerçekleştiriliyor.
İngiliz ve Amerikan katil orduları, tüm dünyanın gözleri önünde, terör devleti İsrail’in kılavuzluğunda Müslüman halkın çocuklarına akıl almaz işkence ve tecavüzleri gerçekleştiriyorlar. Her gün yayınlanan yeni işkence görüntüleri yüreklerimizi dağlıyor.
Bu küresel saldırılara ve vahşi “haçlı” kuşatmasına ilaveten, bir de kendi ülkemizde saldırıya uğruyoruz. Bu ülkenin Müslümanları olarak, on yıllardır laik sistemin modernleştirme, batılılaştırma projelerinin ürettiği baskı ve yasaklara muhatap kılınıyoruz. Dayatılan seküler Batı değerleri adına İslami kimliğimiz yok edilmeye çalışılıyor. Allah’ın ayetleriyle savaşılıyor.
Egemen oligarşi ve başta YÖK, Yargı olmak üzere yönlendirdiği kurumlar, İslami kimliğe ve Allah’ın ayetlerine baskı, yasak, hakaret ve keyfiliklerle saldırıyorlar. YÖK’ün ve Yargının keyfi, ideolojik, kanunsuz ve adaletsiz uygulama ve kararlarıyla, İslami kimliğimiz ve Allah’ın tesettür ayeti saldırıya uğruyor, aşağılanıyor…
Danimarka’daki hakaretlerin benzeri daha baskın versiyonlarıyla Türkiye’de gerçekleştiriliyor… İslami şiarlarımıza, mukaddeslerimize ve onurumuza saldırılıyor…
Allah’ın ayeti olan başörtüsü bağlamanın “çocuklar için kötü örneklik teşkil ettiğini” ifade eden aşağılayıcı sözlere bizzat Danıştay kararında yer veriliyor… YÖK Başkanı aynı hakareti utanmadan tekrar ederek “Okulda aç, pazarda türban tak kabul edilemez" diyebiliyor ve tesettürlü hanımların “kadınlıklarından utandıkları için örtündüklerini” iddia edecek kadar seviyesiz ve Müslüman halkı aşağılayıcı beyanlarda bulunabiliyor. Bu sözler hangi hukuk mantığı, hangi insani erdemle bağdaştırılabilir? Bu sözleri söyleyenler, hukuka ve temel haklara dost olmayabilirler, ancak bu seviyesiz yaklaşıma kendi yasalarından da bir dayanak gösteremezler. Çünkü bu yaklaşımları tamamen keyfi, tamamen düşmanca ve tamamen ideolojiktir.
Aynı Danıştay Bingöl’de gayri meşru hayat yaşayan bir bayan öğretmenin memuriyetten atılmasını bozan kararında “önemli olan öğretmenin mesleğinde başarılı olmasıdır” diyerek kararı bozmaktadır. İslam’ın hayat veren evrensel mesajına tahammül edemeyip tavır koyan Danıştay verdiği bu kararla ahlaki yozlaşmayı meşrulaştıracak katkılarda bulunmaktan çekinmemiştir.
İşte böyle haddini bilmez tutumlarla, adaletsizliğin, keyfiliğin, hakaretin ve aşağılamanın en çirkini Türkiye’deki kimi kurumlarca, Avrupa’daki hakaretlerle eş zamanlı olarak gerçekleştiriliyor… Batıyı taklit edenlerin zulmü efendilerini geride bırakıyor.
Hukuku ayaklar altına alarak uygulana gelen keyfi Başörtüsü yasağı sokağı da kapsayacak şekilde yaygınlaştırılıyor… Eğer susarsak, tepkilerimizi yaygınlaştırmazsak sıra evlerimize de gelecektir. Çünkü bu ideolojik taassup, sınır tanımaz bir azgınlıkla ilerliyor. Anlaşılıyor ki, kendi ülkemizde Müslümanca, özgürce yaşama imkânımız tamamen yok edilmek isteniyor…
Bu kadar yaygın zulümlerin yapılmasına, en temel hak ve özgürlüklere yönelik bu kadar açık ve yaygın saldırıların, ihlallerin bu kadar cüretkârca gerçekleştirilmesine rağmen, Yargıtay Başkan’ının “Bana Avrupa’da olup da Türkiye’de olmayan bir özgürlük söyleyebilir misiniz?” sözü, zulme uğrayan insanlarla alay etmekten başka ne anlama gelebilir?
İslami kimliğin, etnik kimliğin ve resmi ideolojiyi benimsemeyen diğer kesimlerin önündeki sayısız engel, yasak ve bu kesimlerin özgürce yaşamalarını engelleyen baskılar, hak ihlalleri artık tüm dünya insanlığının görüp tespit edebildiği açık gerçeklerdir. Batı insanı için tanınan hakları kendi halkına tanımamakta ısrar ettiği için Türkiye sürekli AB’nin baskılarına maruz kalmakta değil midir? Şüphesiz ki, Batı Müslümanlara model olabilecek nitelikte değildir. İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda Avrupa, hep çirkin bir çifte standart uygulamış, kendi halkına tanıdığı hakları bile Müslümanlara tanımayan bir haçlı kinini temsil etmiştir. Ancak Batıyı kendi halkına sağladığı hak ve özgürlükler bakımından, Türkiye ile mukayese etmeye kalkmak bile abestir.
İslami kimliğe yönelik baskı ve yasakların tamamını bir basın açıklaması içinde saymak dahi mümkün değildir. En büyük baskı ve yasak ise eğitim alanında yaşanmaktadır. Bir yandan Müslüman halktan toplanan vergilerle finanse edilen “devlet” alanı ve laik eğitim kurumlarında İslami kimliğimizle, başörtümüzle memur, öğretmen ve öğrenci olmamız yasaktır. Diğer taraftan alternatif İslami alanlar ve İslami eğitim kurumları açmak da, yine taklit ettikleri Avrupa’nın aksine yasak kapsamındadır. Halbuki biz Müslümanların da, kendi dinimizin eğitim kurumlarını açmak ve çocuklarımızı bu eğitim kurumlarında eğitmek vazgeçilmez, kısıtlanamaz en temel hakkımızdır. Çocuklar bizim çocuklarımızdır, devletin değil. Bu sebeple çocuklarımızın nasıl bir eğitim alacağına karar verme yetkisi de tıpkı taklit edilen Avrupa’da olduğu gibi sadece bizimdir, devletin değil. Buna rağmen laik devlet bize rağmen ve zorla çocuklarımızı resmi ideolojinin kıskacındaki seküler eğitimden geçirmektedir ki, bu en büyük zulümdür. Üstelik laik eğitimi dayatan devlet, bu okullara bile İslami kimliği yansıtan başörtü ile girmeyi de yasaklayarak zulmün daha da artmasını sağlamaktadır. Yani hem İslami eğitim hakkımız gasp edilmiştir, hem de laik eğitim kurumlarından başörtüsüyle eğitim almamız yasaktır. Yargıtay ve Danıştay Başkanları, böylesine şedit zulümleri, insanlık onurunu ayaklar altına alan ve vahşet boyutlarına ulaştırılan hak ihlallerini, taklit ettikleri batının kendi insanına reva gördüğünü söyleyebilirler mi?
Avrupa’da yargı bir resmi ideolojinin kıskacında değildir. Türkiye’de ise Yargı bir türlü resmi ideolojiden ve egemen oligarşiden tam anlamıyla bağımsız karar verme yeteneğini kazanamamıştır. Avrupa’da hiç mümkün olmayacak şekilde Türkiye’de yargı, bir dönem askeri bürokrasinin siyasi brifingleriyle bile yönlendirilebilmiştir. Halkı terbiye etmek, hizaya sokmak, tek tipleştirmek ve resmi ideoloji kalıbına sokmak isteyen oligarşi bu amaçla yargıyı bir kırbaç gibi kullanmak alışkanlığından bir türlü vazgeçmiyor.
Bugün ibretle görüyoruz ki, Batılı emperyalistlerin, İslam düşmanlarının, İslam’ın mukaddeslerine yönelik saldırı ve hakaretlerinin benzeri ve hatta daha tesirlisi Türkiye’deki batıcı resmi ideoloji tarafından gerçekleştiriliyor. Oligarşi ve resmi ideolojiden bağımsız davranamayan kimi yargıçlarca, Müslümanca yaşama alanlarımızı tamamen yok etmeye yönelik keyfi ve ideolojik kararlar çok rahatlıkla verilebiliyor ve hem de cüretkârca savunulabiliyor. Akıl ve mantığın tamamen devre dışı bırakıldığı, düşünce ve tefekkürün dumura uğratıldığı, insani erdemlerin ve insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, kin ve düşmanlığın, ideolojik taassup ve bağnazlığın son derece belirleyici olduğu uygumlalar devlet adına ortaya konuyor.
Halbuki devlet ve kurumları, bu ülkenin tüm insanlarına ayrım gözetmeksizin hizmet etmek için vardır. Devlet ve kurumları korkulmak, her şeye rağmen saygı duyulmak, ne yaparsa yapsın itaat edilmek için değil, hepimizin haklarımızın, özgürlüklerimizin bekçiliğini yapmak için vardır.
Eğer halkımız, devletten ve kimi devlet kurumlarından, özellikle de güvenliği sağlamakla görevli silahlı güçlerden ve adalet dağıtma görevi verilen Yargıdan korkar hale getirilmişse, buna sebep olanlar utanmalıdır. Halkımız güvenliğini, canını, İslami değerlerini ve mukaddeslerini kimi devlet kurumlarından nasıl koruyabileceğinin endişesine düşürülmüşse, ki bugün çok yaygın hal maalesef budur, o zaman derini ve görüneniyle devlet ve tüm kurumları kendini hesaba çekmelidir. Biz bu ülkenin vergi veren halkı olarak, devlete ve kurumlarına ne yaparlarsa yapsınlar saygı duymak zorunda değiliz. Ama Devlet ve kurumları bize, İslami kimliğimize, değerlerimize ve haklarımıza saygı duymak ve yanlışlarından, haksızlıklarından dolayı da hesap vermek zorundadırlar. Yani bizler devlet ve kurumları tarafından hesaba çekilme değil, tam tersine onlara hesap sorma makamındayız. İşte bugün burada bu hesabı sormak için toplanmış bulunuyoruz.
Halkının onurunu, şahsiyetini rencide eden, mukaddeslerine hakaret eden devlet ve kurumları ancak kendilerini aşağılamış olurlar. Devlet ve kurumları; halka zorbalıkla tahakküm etmek ve olgarşinin ideolojisini dayatmak için değil, halkına hizmet etmek, halkını özgürleştirmek için var olmalıdır. Halkının güvenliğini ve özgürlüğünü tehdit eden, yasaklarla yok eden devlet ve kurumları saygınlığını, onurunu ve ahlakiliğini kaybeder.
Taklit edilen Batı hukukunda, girilmek istenen AB’nin standartlarında bile devlet olmanın en temel gereği işte bu asgari şartları taşımaktır. Halkın vergileriyle maaşları ödenen kimi yargıçların, hem de halk adına bir yetkiyi kullandıkları iddiasıyla verdikleri bir kararda, halkın İslami kimliğine, değerlerine ve başörtüsüne düşmanca tavır takınmaları ve aşağılayıcı bir üslup kullanmaları, sadece hukuka aykırılık teşkil etmekle kalmaz, ahlaki açıdan da zaaf oluşturur.
Yargı içinde de, insan haklarına saygılı, hukuk endişesi taşıyan, şahsi düşünce ve ideolojilerini vereceği kararlara yansıtmayan, objektif olma çabası gösterenler tabii ki vardır. Biz bunları tecrübeyle de tanımış bulunuyoruz. Bu sebeple de eleştirilerimiz, yargı kesiminin bütününü hedef almamaktadır. Ama maalesef ideolojik tarafgirlikle karar verenlerin çok sayıda olduğunu da artık herkes biliyor ve görüyor. Ancak yasama ve yürütmeye yönelik en ağır üsluplarla eleştiriler sürekli yapılabilirken, sıra yargıya geldiğinde sanki bir kutsallık zırhı ile korunmak istenmektedir. Üstelik yargı, yasama ve yürütmeyi denetlerken, zaman zaman da yasama ve yürütmeden yetki gaspı yapabilirken, bu kadar yetkiye sahip olan yargıyı denetleyecek kendisi dışında bir güç de bulunmamaktadır. İşte bu açığı halk tamamlamalı, vergi veren halkımız yargıyı hesaba çekmeli, keyfiliklerine, adaletsiz, hukuksuz kararlarına asla göz yummamalıdır. Aksi taktirde, yargı despotizmini engellemek mümkün olmayacak, tuz koktuğunda ise zulmün yaygınlaşması ve zirveye tırmanması kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.
Bizler bu ülkede yaşayan Müslümanlarız. Kendi ülkemizde insanca, Müslümanca ve özgürce yaşamak en temel hakkımızdır. Ancak yaklaşık 80 yıldır bu hakkımız gasp edilmiş, İslami kimliğimiz de sürekli saldırıya ve hakarete maruz bırakılmıştır. Bu duruma rıza göstermemiz ve kanıksamamız asla mümkün değildir. Ne pahasına olursa olsun hak ve özgürlüklerimizi geri alacağız. Hak ve özgürlüklerimizi alana kadar da adalet mücadelemizi sürdüreceğiz.
Allah, “dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” ayetiyle yargı mensupları da dahil her insanı iman ve inkâr konusunda serbest bırakmıştır. Bu sebeple bu imtihan dünyasında dileyen yargıçlar da inkârı tercih edebilirler. Bu tercihleri kendilerini bağlar ve bizi ilgilendirmez. Çünkü “dinde zorlama olmadığını” yine Rabb’imiz ifade ediyor. Ancak kendilerinin bu tercihlerini, verdikleri kararlara yansıtmaya, inancımıza hakaret etmeye hakları ve yetkileri yoktur.
Halkın inancına, mukaddeslerine yönelik hakareti içeren, hukuka da, kanunlara da aykırı kararlar nasıl bu kadar kolay verilebiliyor? Bu yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak? Yok mu hesap soracak bir yetkili? Yargı ilah mı? Neden haksızlıkların hesabı sorulamıyor? Neden hep kollar kırılıp yen içinde bırakılıyor? Yargı içindeki erdemliler, objektifliği, resmi ideolojiden bağımsız karar vermeyi, hiç olmazsa mevcut yasaları objektif uygulamayı esas alanlar, azınlık bile olsalar, neden bu gidişe, bu keyfiliğe, yargı adına gerçekleştirilen bu ideolojik baskıya itiraz etmiyorlar? Böyle yaparak, sözüm ona çok hassa oldukları yargı kurumunun yıpratılması sonucunu bizzat kendileri sağlamış olmuyorlar mı?
Biz Müslümanlar, adaleti, merhameti ve gerçek anlamda barışı savunuyor ve onu fesadın, zulmün, zorbalığın yerine ikamet etmeyi şiar edinmiş bulunuyoruz. Bu sebeple halkı teşkil eden tüm kesimlere adaletle yaklaşıyor, farklı kesimleri birbirine karşı kin ve düşmanlığa tahriki de reddediyoruz. Buna rağmen bizi sürekli “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten yargılayan ve her zamanki gibi keyfi ve ideolojik kararlarla haksız yere mahkum edenler, bizzat yargı kararlarıyla halk kesimleri arasında ayrımcılık yaparak ve büyük bir kesimin kutsallarını aşağılayarak gerçekten “kin ve düşmanlık” tohumları ekmektedirler. Ancak hesap soracak ve onları yargılayacak bir merci çıkmıyor. Evet tuz kokuyor ve müdahale edilemiyor.
Allah’ın ayetine hakaret içeren, bu keyfi ve ideolojik karara rağmen saygı bekleyenler bilsinler ki; adalet ve hukuk ve Allah’ın belirlediği temel haklar herkesin ve her kurumun üstündedir. Yargı da bu temel değerlere hizmet ettiği, bağlılığını sürdürdüğü kadar saygındır. Bu temel değerlere ve insanlık onuruna zarar verenler asla saygıya layık olamazlar.
“Post modern darbe”cilerin brifing davetine icabet etmek üzere Bakanlarını bile dinlemeden askeri garnizona koşanların, yetkilerini aşarak ve hukuku çiğneyerek siyasi konuşmalar yapan darbecileri ayakta alkışlayanların, oligarşiyle ve resmi ideolojiyle bu kadar bütünleşenlerin, bağımsız ve objektif kararlar vermeleri mümkün olmuyor / olamıyor. Yılların birikimi ve ideolojik eğitim sisteminin sağladığı kirlenmeyle oluşan bu ideolojik taassuptan ve resmi ideolojinin dogmalarıyla aklı devre dışı bırakan bağnazlıktan kurtulmadan adil ve özgürlükçü bir sistem oluşamaz. Bunun için, başta silahlı güçler ve yargı kesimi olmak üzere tüm devlet kurumlarında çalışanların önemli bir kısmının, insan haklarını ve özgürlükleri esas alan bir eğitim programı çerçevesinde ciddi bir rehabilitasyondan geçirilmesi, özgürlükçü bir döneme uyum sağlayabilmeleri bakımından kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Halka adalet ve özgürlük vadiyle parlamentoda büyük çoğunluğa sahip olan AKP yönetimine gelince: tüm bu zulümleri, keyfilikleri, hukuksuzlukları kaldırmak için hiçbir ciddi çaba sarf etmeden seyretmeniz, halka vaat ettiklerinizi yerine getirmekte gösterdiğiniz zaaf, zalimlerin daha cüretkâr olmalarına sebep oldu. Bu beceriksiz, duyarsız, maddi ve siyasi çıkarlar uğruna ahlaki değerleri ve ilkeleri feda eden yaklaşımınız sonucunda zulmün daha da artmasına sebep oldunuz. Halka adalet ve özgürlük vaatlerinizle ilgili olumlu hiç bir şey yapmadınız. Hiç yapılmaması gereken bir şey yaparak, hak ve özgürlükleri, zulmedenlerin insafına ve mutabakatına bıraktınız ve böylece zulmün bir parçası haline geldiniz. Sanki muhalefetmişsiniz gibi sadece eleştirmekle yetinemezsiniz. Siz hükümetsiniz ve çözüm üretme makamını, hem de çok büyük bir parlamento çoğunluğu ile işgal ediyorsunuz. Sizden beklenen eleştirmek değil sorunlara çözüm üretmektir. Ve daha öncekiler gibi zulme seyirci kalarak aynı akıbete doğru hızla sürüklendiğinizi fark etmeli, oligarşiden korkmaktan daha fazla Allah huzurunda vereceğiniz hesaptan, tarih ve toplum nezdinde düşeceğiniz konumdan korkmalısınız. Adalet yerine ataleti tercih eden iktidarsız yönetiminizin bu iradesizliğini, elindeki büyük güce rağmen gösterdiğiniz aczinizi ve iktidar ve rant hesabıyla zulme seyirci kalan tutumunuzu da protesto ediyoruz.
Sonuç olarak ifade etmek istiyoruz ki, egemen oligarşi ve yönlendirdiği kurumlar ne yaparlarsa yapsınlar, hangi keyfi ve ideolojik kararlarla hangi yasakları getirirlerse getirsinler, bizi İslami kimliğimizden, Kur’an ve İslam eğitimini almaktan, İslamı yaşamaktan ve diğer insanlara da Kur’an mesajını taşımaktan asla koparamazlar. Allah’ın ayeti olan başörtümüz, İslami kimliğimiz ve onurumuzdur. Hiçbir baskı ve yasakla ve hiçbir ideolojik kararla bizi onurumuzu korumaktan, İslami kimliğimizi savunmaktan vazgeçiremezler. Çünkü biz biliyoruz ki, bunlar bizim var oluş sebebimizdir.
Bizler adaleti ve merhameti temsil eden, hikmetli davranışı esas alan Müslümanlarız. Bizim değerlerimize hakaret edenlerin, bize zulmedenlerin bile kurtuluşuna vesile olacak, karanlıklardakileri aydınlığa çıkaracak bir mesajın adil şahitleri olmak en büyük sorumluluğumuzdur. Kimseye hakaret ve zulüm yapmayız, şiddete başvurmayız. Ancak kendimize zulüm yapılmasına da asla müsaade etmeyiz. Bize zulmedenler, hakaret edenler hak etseler ve layık olsalar da, onların anladığı dilden değil, İslam’ın adil ve hikmetli diliyle konuşmayı ısrarla sürdüreceğiz. Onların zulümlerini, adaletsizliklerini ve haksızlıklarını, bugün yaptığımız gibi protesto ve ifşa edip, tarih ve toplum nezdinde layık oldukları utançla anılmalarını, körelmemiş, katılaşmamış vicdanlarda mahkum olmalarını sağlayacağız.
Yaşasın tevhid, adalet ve özgürlük mücadelemiz.
Yaşasın onurlu başörtüsü direnişimiz.
Ne mutlu Allah yolunda gayret gösterenlere…
Ne mutlu zulme sessiz kalmayarak meydanlara koşanlara ve zalimlerin
yüzüne hakkı haykıranlara…
Ne mutlu ibadet bilinciyle İslami kimliğine ve Allah’ın ayeti
başörtüsüne sahip çıkarak, yasaklara karşı onurlu bir itirazı
yükseltenlere…
İLKAV – İLMİ VE KÜLTÜREL ARAŞTIRMALAR VAKFI
Destek Veren Kuruluşlar:
HAKSÖZ DERGİSİ – GENÇ BİRİKİM DERGİSİ
ÖĞRETMENSEN – ÖZDEVSEN – MEKDAV