1,3K
Hutbe : Allah’ın ve Rasul’ünün önüne geçmeyin
“Ey iman edenler! Allah'ın ve onun Resûl'ünün önüne geçmeyin. Allah'tan sakının. Çünkü Allah, işitendir, görendir.” (Hucurât: 1)
Değerli müminler, bugün Hicrî Şaban ay’ının 1’i 1443/Cuma.
Rabbimiz bizleri Allah ve Rasulü’ne itaat edip, kurtuluşa erenlerden eylesin.
Müminlerin hayatında Rasul’e iman önemli bir yer tutar. Kur’an detaylı bir şekilde Rasul kavramını izah eder. Konuya dair ayetler incelendiğinde konu ile ilgili tüm gerekli malumatın teferruatı ile anlatılıp vuzuha kavuşturulduğu görülecektir. Biz bu hutbemizde daha çok kulluğumuzda Rasul’ün yerini anlamaya çalışacağız.
Aslında âyet çok açık ve net olarak iman iddiasında bulunanların Allah’ın beyanlarına ve Rasul’ünün uygulamalarına itaat edip onunla yetinip Allah’ı razı etmenin başka bir yolunun olmadığının farkında olarak teslim olmalarını emretmektedir.
Ayrıca, “Sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allah'ı çok zikreden kimseler için Allah Resulü'nde güzel örnek vardır.” (Ahzab: 21) buyrularak Rasul’ün Allah’ı razı etmede, takvayı kuşanmadaki önemi ve belirleyiciliğine vurgu yapılır. Yani Rasulullah’ın kulluk adına yaptıkları bizler için bağlayıcıdır sünnettir. Onun namaz kılış şekli, evlilikleri eşlerine olan rıfk ile muamelesi, şirk otoritesi ile mücadele yöntemi, davetteki tavizsiz ve net tutumu, müminlere karşı tevazu ve merhameti bizler için örnektir, itaat gereklidir. Ancak günümüzde ve tarihte bununla yetinmeyip farklı anlayış ve yorumlar geliştirilmiştir. Bu anlayışlardan bazılarına şu şekilde değinebiliriz:
– Bugün kimi kesimler namazda oruçta ve diğer bazı ibadetlerinde mezhep imamlarını taklid ederek sözde Rasul’ün önüne geçmez iken Kur’an’ın yani Rasul’ün hayatın birçok alanına dair söylemlerinin ve eylemlerinin önüne geçerek bilerek ya da bilmeyerek bu âyetin uyarısına muhatap olmaktadırlar. Devletin dininin adalet olduğunu belirterek hevâya dayalı bir adaletten söz etmektedirler. Halbuki rabbimiz emretme yetkisinin A’raf: 54. âyetinde açıkça Allah’a ait olduğunu vurguladığı halde bu söylemleri ile Allah’ın ve Rasul’ünün önüne geçerek zulüm işlenmektedir.
Yaratıcının bildirisine rağmen adalet tesisi mümkün mü? Yani aslında beşerî münasebetlere, ihtilaflara, hukuka, ticarete, eğitime, yönetime kısacası dünyaya Allah ve Rasul’ü karıştırılmak istenmemektedir. Ve maalesef bu anlayış ve tutum meşrulaştırılmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dini, dinin hayata dair hükümlerini kitabın sayfalarına hapsetmek ve fakat bireysel kulluğa dair kalıplaşmış ritüelleri yerine getirmeyi gerçek dindarlık olarak görmek en azından gaflettir, değilse ihanettir, belamlıktır.
– Bir başka anlayışa göre ise demokrasi, laiklik, kemalizm gibi modern anlayışlara sahip olmak İslâm’la çelişmez, hatta gerçek dindarlığın ta kendisidir. Bu anlayışa göre ekonominin dini olmaz, hatta dinin birçok nassı güncellenmelidir.
– Bir başka anlayış ise Rasul’ün yaşantısından farklı uzak doğu ve Asya kültürlerinin ürünü zühd ve takva anlayışını gündem yapmak sureti ile bağlılarına dünyayı terk edecek derecede yoksulluğu önerirken, kendilerinin ise dünya nimetlerinin en iyilerinden faydalandıklarına şâhid oluyoruz.
Bunlar sünnette olmayan nefis tezkiyesi ve terbiyesi, kendilerince ürettikleri tesbihat ve zikirlerle, köleliğe benzer adap algısı ile daha fazla dindarlaşacaklarını sanırlar. Ayrıca verdikleri virdleri yerine getirmeyi, verilen emir ve yasaklara uymayı ve teslimiyeti Allah’ı razı etmenin bir gereği olarak görürler.
– Başka bir anlayışta ise, tepkisellikle Rasul’ü bir postacı mesabesinde gören kendilerinde gördükleri âyetleri yorumlama, dinde rehberlik gibi yetkileri Rasul’e layık görmeyerek Rasul’ün önüne geçmektedirler.
Bu anlayışları ile kendilerini de gerçek muvahhid olarak vasıflandırmaktadırlar. Bu cahilî anlayış sahipleri kendilerince namaz, dua, oruç, modelleri oluşturarak Rasul’e tanımadıkları yetkiyi kendilerinde görmek suretiyle hadlerini aşmaktadırlar.
– Diğer bir anlayışta ise Rasul’e tabi olma yerine onu yüceltme adına, ona aşkın yetkiler vererek, onu ilahlaştırmak sureti ile Rasul’ün önüne geçerler. Ümmet coğrafyasının çoğunda yaygın bir şekilde tezahür eden nur-u Muhammediye, hakikat-i Muhammediye felsefelerinde ve Mevlid şiirinde geçtiği gibi bir anlayış da Rasul’ün önüne geçme anlayışına dair örneklerdendir.
Pes Muhammeddir bu varlığa sebeb
Sıdk ile ânın rızasına kıl taleb
[Bu varlıkların (varoluş) sebebi (nedeni) yalnızca Muhammed’dir.
Sen de doğrulukla onun rızasını iste]…
(Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid’e göre, varlıkların sebebi Muhammed’dir (a.s.). O var olmasaydı hiçbir şey var edilmezdi. Oysaki Kur’an’a göre Allah kâinatı hiçbir insan hatırı için yaratmamıştır. Allah her şeyi bizim için (Bakara: 29), O’na kulluk etmemiz (Zariyat: 56) ve imtihan olmamız için yaratmıştır (Hud: 7; Mülk: 2). Âhirette bize sadece Allah’ın rızası bir yarar sağlayacaktır (Nisa: 114).
Gel Habibüm sana âşık olmışam
Cümle halkı sana bende kılmışam
[Gel ey sevgili, ben de sana âşığım.
Bütün yaratıkları bu yüzden sana bende (kul, köle) eylemişim].
(Mevlide göre hiçbir şey yaratılmamışken Rasulullah varmış ve adeta düğün hediyesi gibi ona ikram için yaratılmış kâinat! Allah Nebimize Kur’an’ın hiçbir âyetinde habibim/sevgilim dememiştir. Çünkü Allah’ın eşi, çocuğu ve sevgilisi yoktur, olamaz da.
Allah âşık olabilir mi? Aşk bir anomalidir, hastalıktır. Allah için böyle bir şey söz konusu olabilir mi?
Yine Allah, insanların bir insana kul-köle olmasını istemez, tam tersine kula kulluğu ortadan kaldırmak için gelen İslam bunu yasaklar. Kulluk ancak ve sadece Allah’a yapılır. Halbuki burada Allah’ın Nebimize bütün yaratılmışları kul-köle yaptığı bizzat Allah’ın adıyla)
Zâtıma mir’âd edindim zâtını
Bile yazdım adım ile adını
[Zâtımın bir aynada yansıması olarak senin zâtını yarattım.
Senin adın ile adımı birlikte yazdım].
(“Kendime ayna edindim seni” diye yine Allah’a Nebimize hitaben bir söz söyletiliyor. Yani bu sözde, Muhammed’in (a.s.) aslında Allah’ın yansıması, yani kendisi olduğu Allah’a söyletiliyor. Yani, Muhammed=Allah (hâşâ) deniliyor.)
Sakal-ı şerif uygulamaları, ravza ziyaretlerindeki aşırılıklar, şiirlerdeki şathiyeler bu anlayışın uzantısı olarak değerlendirilebilir.
Oysaki Rabbimiz biz kullarından her şeyi yerli yerince değerlendirmelerini, aşırıya gitmemelerini, Allah’ı gereği gibi tanıyıp takdir etmelerini, Rasulünü de ilahlaştırmadan, ancak sıradanlaştırıp devre dışı da bırakmadan hayatın her anında ve alanında rehber ve ölçü edinerek itaat etmelerini istemektedir.
Ne mutlu Allah’tan nasıl ittika etmek gerekiyorsa öylece ittika ederek haşyet ile saygı ile gönülden boyun eğenlere. Korkarak ve umarak, en içten duygularla, O’na yönelip ve kulluk edenlere… O’na gereği üzere boyun eğenlere, O’ndan başkasına eğilmeyenlere.. Yazık bilerek ya da bilmeyerek, ondan uzak kalanlara Rasul’ün önüne geçen bedbahtlara…
04.03.2022
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU