3,6K
Bizim hayat kaynağımız Kur’an’dır. Biz, ancak Kur’an’ı yaşadığımız ve hayatımızı Kur’an’a göre yönlendirdiğimiz zaman, gerçek anlamda Müslüman oluruz.
Yoksa Müslümanlığımız isbatsız bir iddia olmaktan öteye geçemez.
Kur’an, hayatın kitabıdır. Günlük hayatta yaşanmak için inmiştir. Bütün emir ve yasaklarıyla eksiksiz yaşanmak için…
Ne yazık ki, yüzyıllardır, biz Müslümanlar bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek Kur’an’ı hayatımızdan uzaklaştırdık.
Bunun sonucunda biz de hayattan uzaklaştık. İnsanlığa lider olmak üzere gönderilmiş bir ümmetken zira Al-i İmran 110’da “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” buyurulur, Kur’an’dan uzaklaşmamız sonucu yeryüzündeki diğer toplumların peşinden sürüklenen ölü bir kitle olduk.
Nasıl Müslümanlığımız sadece bir isimden ibaret hale gelmişse, elimizde bulunan Kur’an da sadece klasik bir metin haline getirilmiş bulunuyor.
Biz bu metnin anlamını kavrayıp hayatımızda uygulamak yerine, onu; ölülerimiz için okunan bir dua ve hastalarımız için okunan bir şifa kitabı haline getirdik.
Alimlerimiz; Kur’an’dan yaşanan pratik bir hayat nizamı çıkaracaklarına, onun yalnız dil ve üslub özellikleri üzerinde durdular. Fesahat ve belagat yönünden eşsiz bir eser olduğunu- ki bunda şüphe yoktur- daha çok gramer bakımından ondan yararlanma yoluna gittiler. Tefsirlerimizin büyük bir kısmı, onu metin çözümlemesi için bir malzeme olarak kullandı.
Onun hayata uygulanmasından ibaret olan fıkıh, bir müddet sonra, teferruat içinde kaybolup gitti.
Kısaca, elbirliğiyle, Kur’an’ı hayatımızdan uzaklaştırdık. Kur’an’dan uzaklaşınca da hayattan uzaklaştık.
Günümüzde bir uyanışın içinde bulunan Müslümanların tez elden, yeniden Kur’an’a dönmeleri ve Kur’an’ın ışığında yeni bir hayat tarzını tekrar ortaya koymaları zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Bunun için de Kur’an’ı bir başucu kitabı haline getirmek ve onun buyruklarını sürekli olarak canlı ve gündemde tutmak zorundayız.
Bunu yapabildiğimiz an, hayatımızın akışı değişeceği gibi, olayların peşinden sürüklenmek ve hep “antitez” olarak çıkmak yerine, olayları kendi doğrultumuzda yönlendirip “tez” şeklinde ortaya çıkmamız mümkün olacaktır.
Kur’an bize kendi özel diyalektiğini verir. Biz olaylara, daha başlangıçta, Kur’an’ın perspektifi ile bakar ve önceden değerlendiririz. Beklenen olay ortaya çıkınca da apışıp kalmayız. Her olaya Kur’an’ın koyduğu temel ölçüler içerisinde izah tarzı buluruz.
Kur’an bize geniş ufuklar açar. Hayatı dar çerçeveden değil de geniş açılardan görmemizi sağlar. Meydana gelen şeylerin ardında Allah’ın gerçek gücünü görmemizi temin ederek basit gelişmelerle, kolay çözümlere gitmemizi önler. Bu sebeple, bazan aleyhimizdeymiş gibi görünen olaylarda bile bir hayrın saklı bulunduğunu ve bizim dar ufkumuzun, bilgi vasıtalarımızın bunu kavramaktan aciz olduğunu öğretir.
Kur’an diyalektiğine sahip olan kişi; maddi değerlerin köleliğinden kurtulur. Ve gerçek anlamda özgürlüğe kavuşur. Hiçbir baskı onun hürriyetine engel olamaz.
Kur’an’ı yaşayan kişi; eşsiz bir direnme gücü kazanır. Baskı ve sıkıntılar karşısında eğilip bükülmez. Çünkü her şeyin ardında saklı duran ilahi gücü bilir ve neticeyi O’na havale eder.
Kur’an’ı yaşayan kişide ihtiras olmaz. Çünkü hırs; aşırı isteklerin ve tükenmez emellerin mahsulüdür. Halbuki Kur’an’ı yaşayan kişi için bir sonuç elde etme veya insanlara bir şey sahibi olduğunu isbat etme zarureti yoktur. O sürekli çalışmakla mükelleftir. Netice ise Allah’a havale edilmiştir.
Kur’an’ı yaşayan kişi; aşırı bir tutkuyla hayata sarılmaz. Çünkü dünyanın geçici olduğunu, her şeyin burada sonuçlanmayacağını, buranın ahirete giden yolda sadece bir durak olduğunu bilir.
Kur’an’ı yaşayan kişi; her şeyde hakka riayet eder. Öncelikle yeryüzünde hakkın hakim olmasını ve batılın yok olup gitmesini ister. Bilir ki batılı ve bilcümle şer güçleri ortadan kaldırmak için cihad etmek zorundadır. Cihad etmeyenlere Allah’ın gazabı ve bunun yanı sıra da zillet vardır.
Kur’an’ı yaşayan kişi; yalan sözlemez, ikiyüzlülük yapmaz, gıybet etmez, kimseyle alay etmez, iftira etmez, zulüm yapmaz, zulmetmeyeceği gibi zulme rıza da göstermez, zalime yardımcı da olmaz. En büyük zulüm olan şirkin, küfrün ve tağutun hakimiyetine rıza göstermez.
Kur’an’ı yaşayan kişi; hakimiyetin Allah’a ait olduğunu bilir. Allah ile kul arasına aracılar koymaz. Allah ile kul arasına giren aracıların adları ne olursa olsun şirki temsil ettiğini ve insanların hep bu yüzden doğru yoldan saparak küfre sürüklendiklerini bilir.
Kur’an’ı yaşayan kişi; fuhşun, ahlaksızlığın her türlüsünden kaçınır. Sağlam karakter yapısına sahip kişiler; şehvet düşkünlüğünün insan için bir eksiklik olduğunu bilirler.
Kur’an’ı yaşayan kişi; haksız yere hiçbir yaratığın canına kıymaz. Çünkü haksız yere cana kıymanın insanlık için büyük bir felaket olduğunu, haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu bilir. Kötü yola düşmüş veya tehlike ile yüz yüze gelmiş bir insanı kurtarmanın da bütün insanlığı kurtarmak gibi olduğunu bilir.
Kur’an’ı yaşayan kişi; haksız kazanç sağlamaz. Özellikle toplumlar için en büyük felaket kaynaklarından birisi olan ve insanın insanı sömürmesi esasına dayanan faize kesinlikle karşıdır.
Kısacası, Kur’an’ı yaşayan kişi; bütün davranışlarında kendini Allah’a ve Rasulüne teslim eder. Allah’ın hükmünü yerine getirir ve O’nun buyruklarına uyar. Ve bilir ki; bunda hayat vardır. Yaşamak; bir bitki, bir madde gibi belirli zaman dilimini doldurup gitmek değil, bir iz bırakmak ve Allah’ın insana yüklediği hılafet görevini yerine getirmektir. Bu şuurla hayatını Allah’a ve Rasulüne adar.
29.11.2013
Emrullah AYAN