Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa BASIN AÇIKLAMALARI Yargıç Ve Savcıların Rehabilitasyona İhtiyacı Var

Yargıç Ve Savcıların Rehabilitasyona İhtiyacı Var

by İlkav Editor
2,4K 👁
A+A-
Reset

YARGI, ASKERİ VE İDEOLOJİK BAĞIMLILIKTAN KURTULMADAN HUKUKTAN BAHSEDİLEMEZ

 
İLKAV – İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı Mehmet Pamak; “Yargının acil olarak hukuk ve insan hakları eksenli yeniden yapılanmaya, yargıç ve savcıların büyük ekseriyetinin de ideolojik taassuptan kurtulmalarını, insan haklarını ve hukuku içselleştirmelerini sağlayacak ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı var”. “Yargı, asker bürokratlardan ve resmi ideolojiden bağımsızlaştırılmadan, yargı kararları ideolojik tarafgirlikten ve keyfilikten kurtarılamaz” dedi.

“Son Danıştay kararları ile zirveye çıkan, ideolojik bağımlılığa dayalı anayasa ve yasa tanımaz ideolojik kararlar, Türkiye’nin hukuk devleti değil kanun devleti bile olamadığının en açık göstergesidir.”

“Devlet ve ideolojisi ile vatandaş arasındaki ihtilaflara her şeye rağmen devletin haklı olduğu inancıyla yaklaşmak, devletin ve ideolojisinin her şeye rağmen korunması amacıyla vatandaşın insan haklarını ihlal etmek, devlet kurumlarını korumak refleksiyle vatandaşın hak, hukuk ve özgürlüklerini feda etmek, hukuk mantığı ve adalet anlayışı ile bağdaştırılabilir mi?”

“Hukuk adamlarında, ideolojik dogmatizmden arınmış niteliksel bir gelişme, insan hak ve özgürlüklerinden yana olumlu bir değişim gerçekleşmediği, devleti ve ideolojisini değil, insanı ve insan onurunu esas alan hukuk anlayışı oluşmadığı sürece, ideolojik, keyfi ve insan haklarını ihlal eden, halkı resmi ideoloji çizgisinde hizaya sokma amaçlı çok davalar açılmaya, halkın inanç ve yaşam biçimi aleyhine ideolojik, keyfi ve hukuksuz kararlar verilmeye ve bir çok düşünce adamına sadece düşüncelerinden dolayı bedel ödetilmeye devam edilecektir.”

“Hukuka ve hukuk adamlarına yakışan, dogmatizmin ve ideolojik taassubun bekçiliğini ve savunuculuğunu yapmak, halkın dini inancı ve yaşam biçimi ile savaşmak değil, insan haklarının, düşünce ve inanç özgürlüğünün öncülüğünü yapmaktır.”
 

Mehmet Pamak’ın açıklamasının tam metni:
 

“Geçmişten bugüne süre gelen hukuka aykırı geleneğe göre; bir İstiklal Mahkemesi hâkiminin ifadesiyle, “ulusal bir amaç vardır, (kendi vehimlerine göre devleti korumak olan) bu (ideolojik) amaç uğruna gerektiğinde Kanunların üstüne (dışına) çıkmakta” bir sakınca görmemektedirler. Bugün de hâlâ aşılamayan bu kötü alışkanlık sebebiyle, Türkiye bırakın hukuk devleti olmayı, anayasa ve kanunların bile bağlayıcı olmaması sebebiyle kanun devleti bile olmayı başaramamaktadır. Devleti ve ideolojisini ilahlaştıran ve resmi ideoloji malulü olan Türkiye’de resmi “hukuk adamları”nın önemli bir kısmı, ne yapıp yaparak, gerekirse kanunları çarpıtarak, alakasız yorumlarla sertleştirip genişleterek, hatta TCK’da tedvin edilmemiş suçlar icat ederek, ama statüko muhalifi olarak gördükleri muhataplarını mutlaka mahkum etmek, ya da resmi ideolojiye aykırı gördükleri hayat tarzlarını yok etmek için özel gayret göstermektedirler. Yargı, sistemin kuruluşundan beri kendisine biçilen, resmi ideolojiyi dayatarak halkı zorla dönüştürmeye çalışan oligarşinin elinde, halkı sindirmek, hizaya sokmak amacıyla kullandığı kırbaç rolünü ısrarla sürdürmektedir.
Hukuk ve hukukçuluk bu mudur? Hukuk adına hareket edenler, gerekirse yasaları bile keyfi yorumlarla genişletip muhatabı illa mahkûm etmek, ya da kendi ideolojik tercihine aykırı gördüğü hayat tarzını yok etmek, halkı oligarşinin isteklerine göre hizaya sokmak için mi çaba sarf etmelidirler? Devlet ile vatandaş arasındaki ihtilaflara her şeye rağmen devletin haklı olduğu inancıyla yaklaşmak, devletin ve ideolojisinin her şeye rağmen korunması amacıyla vatandaşın insan haklarını ihlal etmek, devlet kurumlarını korumak refleksiyle vatandaşın hak, hukuk ve özgürlüklerini feda etmek, hukuk mantığı ve adalet anlayışı ile bağdaştırılabilir mi? Ancak maalesef Türkiye’de, hukuku ve yasaları objektif uygulayanlar, bağımsız ve tarafsız karar verenler yanında, tam aksi yönde, tarafgirlik ve taassupla hareket edip, sonuçta çoğu kez ideolojik karar veren, devleti koruma adına hukuku feda eden savcı ve yargıçların varlığı ve sayılarının az olmadığı da acı bir gerçektir. Mesela, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) “yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları” başlıklı araştırması, kendilerine “Devletin çıkarları mı, adaletin gerekleri mi?” sorusu yöneltilen hakim ve savcıların, “Ben devletçi hukukçuyum”, “Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk dinlemem”, “önce devlet gelir” gibi cevaplar verdikleri tespiti yapılmış bulunuyor. Sorulara cevap veren hakim ve savcıların %63’ünün, “adalet ile devlet çıkarının çatıştığını” ifade ettikleri tespit edilmiş bulunuyor. “Devlet çıkarı ile adalet çatıştığında” ise, devletin çıkarının korunacağı görüşü savunuluyor. (Zaman Gazetesi, 29 Kasım 2007 Sh. 19).

Hukuk adamları, hukukun üstünlüğü prensibi gereğince, temel insan hak ve özgürlüklerinden yana olan, inisiyatifi vatandaşı mahkûm etmek için değil de özgürleştirmek için kullanan, adaletin tecellisini ideolojik ön yargılarına ve bir takım korkularına kurban etmekten sakınan, kabul etmekte zorlandığı düşüncelerin ve şahsi fikirlerine zıt görüşlerin sahipleri için de, ne pahasına olursa olsun adil olmaya büyük bir titizlikle dikkat eden şahsiyetler olmayı başardıklarında, hukukun geleceğine biraz daha umutla bakılabilecektir. Hukuk adamlarında, böyle niteliksel bir gelişme, insan hak ve özgürlüklerinden yana olumlu bir değişim gerçekleşmediği, devleti ve ideolojisini değil, insanı ve insan onurunu esas alan hukuk anlayışı oluşmadığı sürece, ideolojik, keyfi ve insan haklarını ihlal eden çok davalar açılmaya ve bir çok düşünce adamı sadece düşüncelerinden dolayı bedel ödemeye, halkın inanç ve yaşam biçimi aleyhine ideolojik kararlar verilmeye devam edilecektir. Sonuçta, düşüncenin önünün kesildiği özgürlüklerin yok edildiği ülkemiz; çetelerin, ideolojik taassupların, düşmanlıkların, keyfiliklerin, hukuksuzlukların zemini ve halkımız da gelişmeye kapalı bir geriliğin mahkûmu olmaya, ideolojik dogmaların cenderesinde ezilmeye ve sömürülmeye devam edecektir.

Hukuka ve hukuk adamlarına yakışan, dogmatizmin ve ideolojik taassubun bekçiliğini ve savunuculuğunu yapmak, halkın dini inancı ve yaşam biçimi ile savaşmak değil, insan haklarının ve düşünce özgürlüğünün öncülüğünü yapmaktır. Toplumumuzun ve ülkemizin olumlu anlamda önünü açacak ilerleme ve gelişmeler de, görece bir adalete ulaşmak da, ancak bu tür sorumluluk ve duyarlılığa sahip hukukçularla, insan hak ve onurunu koruyup yüceltme, toplumsal yapıya adalet ve özgürlük getirme mücadelesi veren düşünce adamlarının birlikte sağlayabilecekleri bir sonuçtur.

Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası Stratejik Araştırma Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’nin gerçekleştirdiği araştırmaya göre, Yargının, güvenilirlik sıralamasında %15 gibi düşük bir oranla 8. sırada yer aldığı tespit edilmiştir. Elde edilen sonuç, yargı sistemi açısından yüz karası olarak nitelendirilebilecek bir sonuçtur. Çünkü yargı, “et kokarsa tuzlarsınız, ya tuz kokarsa” özdeyişindeki “tuz” konumundadır. Toplumları ayakta tutan temel unsur olan “adalet” kavramının bu kadar yıpranmış ve kirlenmiş olması, “tuz”un koktuğunu ortaya koyan son derece çirkin bir sonuçtur.

Askeri bildiri ve brifinglerle yönlendirmeye açık, resmi ideolojiyi korumanın görevi olduğuna inanan bağımlı bir yargıdan, hukuki kararlar beklemek beyhudedir. Hatta anayasa ve yasalarını bile bu ideolojik amaç uğruna çiğnemeleri doğal bir sonuçtur. Bu sebeple, askeri bürokrasi ve resmi ideoloji bağımlısı yargıdan sık sadır olan ideolojik, tarafgir, keyfi ve hukuka aykırı kararlarla yargıya güvenin zaten çok aşağı seviyelerde seyrettiği ülkemizde, artık güvensizlikten de öte bir durum oluşmuş ve “kendimi yargının keyfiliklerine karşı nasıl korurum” endişesi öne çıkmış bulunmaktadır. Kimi yargı mensuplarının, AB’ye uyum için gerçekleştirilen yasal değişiklikleri, Başörtüsü yasağı konusunda olduğu gibi görece özgürleşmeye yönelik kimi düzenlemeleri, devletin altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri görmezden gelmesi, hâlâ eski ideolojik baskı dönemlerinin önyargıları ile hareket etmeleri, yani yargı içindeki bu kötü örnekler, yargının keyfiliklerinden korunma endişesinin devam etmesine yol açmaktadır.

Emeklisiyle, çalışanıyla yargı başsavcılarının ve kimi yargı kurumları başkanlarının sürekli yaptıkları siyasi, ideolojik, halkın İslami kimlik ve yaşam tarzını irtica diye yaftalayıp aşağılayan açıklamalar, darbeleri yücelten, savunan ve kışkırtan ifadeler, hukukun yok edildiğini, anayasa ve yasaların bile rafa kaldırıldığını ortaya koyan söylemler, ideolojik tarafgirlikle malül kararlar hiçbir soruşturmaya muhatap olmamakta, yargı içinden de hiçbir tepkiyle karşılaşmamaktadır. Bu durum yargıyı bir bütün olarak sorumluluk altına sokmaktadır.

Yasaları dikkate almayan, yasal mesnet olarak gösterdiği maddelerin içeriğiyle alakasız ideolojik taassup kokan iddialarda bulunarak, insan hakları ihlali yapan yargı mensuplarının varlığı, şüphesiz ki, en fazla ve öncelikle yargı içindeki hiç olmazsa mevcut kanunlara sadık, insan haklarını gözeten, hukuku belirleyici kılan ve ideolojik kimliğini kararlarına yansıtmayan dürüst ve objektif yargı mensuplarını rahatsız etmelidir. Bu tür kanunsuzlukları önleyici, haksızlıkları giderici ve kendi içlerinde de birbirini düzeltme amaçlı çabaları geliştirmelerine yol açmalıdır.

Yaşanan ideolojik keyfilikleri içine sindiremeyen, objektiflikten ve bağımsızlıktan yana olan yargı mensuplarının, yargıya egemen bu kötü görüntüyü gidermek, hukuksuzluklara, keyfiliklere, ideolojik kararlara bir biçimde tepki göstermek, en azından ifşa edip tavır koymak, ya da böyle ideolojik bağımlılık ve taassupla karar veren savcı ve yargıçları ilgili makamlara bildirerek, sonuç alınamasa bile, bu tür hukuksuzlukların, keyfiliklerin resmi kayıtlara geçmesine vesile olmak, insan haklarını, hukuku, insani erdemleri ve insan onurunu savunarak, bunlara zarar veren meslektaşlarına karşı, hiç olmazsa caydırıcı olmak için, dışlayıcı ve mahkum edici tavırlar geliştirmek durumunda olmaları gerekmez mi?. Bu anlamda bir tepkiyi dahi göstermeksizin, adaleti zulme çeviren tüm bu yapılanları suskunlukla karşılayanlar, bilmelidirler ki, sonuçta kendileri de bu keyfiliklerin sorumluluğunda pay sahibi olarak vebal altında kalmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü “toplumsal sorumluluk” diye bir şey vardır. Kendilerinin de müntesibi oldukları, içinde bulundukları bir camiada, yapılan haksızlıklara itiraz edip engel olmaya çalışmayanlar, düzeltme çabası göstermeyenler, hele bir takım dünyevi korku ve çıkar hesaplarıyla, “haksızlık karşısında susan dilsiz” konumuna razı olanlar, şüphesiz ki, aynı sorumluluğu paylaşmaktan kurtulamazlar.

Son Danıştay kararlarında zirveye çıkan ve süreklilik kazanan hukuksuzluklar, keyfilikler, haksızlıklar, ideolojik kararlar aslında çok önemli bir hususu gündeme getirmektedir. İdeoloji dayatan eğitim sisteminin resmi ideoloji taassubu ile yetiştirdiği, 28 Şubat ve öncesi baskıcı süreçlerin ve askeri brifinglerin tesirinden kurtulamayan kimi yargıç ve savcıların, AB uyum yasaları ve sonrası görece özgürleşme ortamına uyum sağlamalarının kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu sebeple, görece özgürlük getirmeye yönelik değişiklikleri yapan hükümetlerin aynı zamanda yeni döneme uyum sağlamaları için yargı mensuplarını ciddi bir insan hakları eğitiminden geçirmeleri de gerekmektedir. Yargı mensuplarına, resmi ideoloji yandaşlığından kurtulup, hukuku esas almaları gerektiği bilincini, devlet ve ideolojisi ile vatandaş arasında objektif olma niteliğini ve özgürlükçü, insan hakları savunucusu bir kimliği kazandıracak, ciddi bir rehabilitasyon ve eğitim projesinin uygulamaya konması, yargının insan hakları ve hukuk temelinde yeniden yapılandırılması acil ve ertelenemez bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır. Aksi taktirde, yasalarda yapılan kimi değişikliklerin hiçbir anlamı olmayacak, adalet ve güvenlik ihtiyacının hayati önemi dikkate alındığında ise, büyük ıstıraplar yaşanmaya, halkımız hukuksuzluklara ve keyfiliklere kurban edilmeye devam edecektir. Sonuçta, yasaları değiştirip de yargıdaki ideolojik zihniyeti değiştirmeyenler; yaşanan tüm bu haksızlıkların müsebbibi olarak tarihe geçmekten de kurtulamayacaklardır. Çünkü, yasalarda ve sistemde yapılan görece özgürleştirmeye yönelik değişikliklerin, yargıda hukuk ve insan hakları eksenli bir yeniden yapılanma gerçekleştirilmedikçe, topluma yansıması mümkün olmayacaktır.”
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon