Bismillâhirrahmânirrahîm
İblis ile onun insanlar ve cinler içinden devşirdiği “ins ve cin şeytanları”, hep birlikte insanları Allah’ın yolu olan Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam anlayışından uzaklaştırıp saptırarak şeytanî bâtıl yollara sürüklemek için, büyük maddi imkânları da kullanarak dünya çapında seferber olmuş vaziyettedirler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, güçleri sadece hevalarına uyup şeytana meyledenleri veli edinmeye ya da saptırmaya yetmektedir.
Şeytanın, İnsanları Etkileme ve Saptırma Yolları
Bilindiği üzere Rabbimiz, insanın fıtratına iyiliğe ve kötülüğe, takvaya ve fücura doğru meyledebilme potansiyelini ilham edilmiş bulunmaktadır. (Şems, 91/8). İşte bu sebeple, insanın bilgi edinmesini, karar vermesini, arzu etmesini ve eyleme geçmesini sağlayan psikolojik yapı içinde yanıltıcı, olumsuz, çirkin ve günah olan kararlara, eylemlere götüren, iten unsurlar da vardır. Bu yüzden her bir fert psikolojik hayatında, şahsî tecrübesinde içindeki iyi ile kötüyü, iyiliğe çeken güçle kötülüğe çeken gücü tanır, hisseder ve bu ikisi arasındaki çatışmayı yaşar. Bu güçler, akıl denilen melekeyi de etki altına alarak insanın yanlış bilgi ve kanaat üretmesine, yanlış yöne gitme kararı almasına sebep olabilirler. İnsanın ruh yapısında mevcut olan bu ikilinin iyi olanı rahmana, O’nu dinlemeye, O’na itaat etmeye; kötü olanı ise şeytana, onu dinlemeye ve onunla iş birliğine açıktır, yatkındır.
Şeytanların başı İblîs Allah’ın emrine karşı gelmiş, onun hemcinsleri de bu özelliği devralmışlardır. İşte şeytan ile onun dostu olan cin ve insan şeytanları, insanın içindeki kötülüğe meyletme potansiyelini iğvalarıyla harekete geçirirler ve sonuçta da sapmasını sağlamış olurlar. Başta putperestlik olmak üzere hak ve hakikate ters düşen dinlere ve ideolojilere intisap eden kimseler olsun, müslüman oldukları halde günah işleyen, amelde kusuru olan şahıslar olsun bu inanış ve davranışlarıyla günaha girmiş olmaktadırlar. Şirk ise, en büyük günahtır, büyük bir zulümdür. İnsanları bu günaha iten güçler arasında şeytan da vardır. Şu halde putu, tağutu ya da hevasını ilah edinip onlara tapan yani Allah’tan başkasına tapan aslında şeytana tapmakta, ona itaat etmektedir. Özellikle putların İnsanları etkileme güçleri de yoktur, put adına insanları etkileyenlerin başında Allah’ın emrine karşı çıkan şeytan vardır.
Nisa Suresi 118. âyette şeytanın kovulması ve onun cevabı şöyle ifade edilir: “Allah, o şeytana lânet etti ve o da, ‘Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım’ dedi.” Şeytan Allah’ın lanet ettiği bir varlıktır. Allah’ın lanet etmesi onu kovarak cezalandırmasıdır. Lanetin anlamının bir kısmını, A’râf Sûresinin 13. âyeti açıklamaktadır: Rabbimiz, “in oradan, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın!” buyurdu. Bu âyetten anlaşıldığı üzere lanetin bir anlamı da kovulmaktır. Şeytan lanetlenince, yani Allah onu rahmetinden kovunca o da karşıt eylemini şu şekilde yapacağını bildirmiştir: “Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay alacağım.” Bunun anlamı “kullarını etkim altına alacağım” demektir. A’râf Suresi 16-17. âyetlerde de şeytan kovulduğunda, yani lanetlendiğinde insanları çeşitli entrikalarla etkileyeceğini ve yoldan çıkaracağını itiraf etmişti. “Kullarından bir pay alacağım” ifadesinin bir başka mânasını da, daha önce açıklanan İsrâ Sûresinin 64. âyeti vermektedir ve buna göre de “pay almak” insanların düşüncelerine, amellerine, hayatlarına, mallarına ve evlâtlarına ortak olmak anlamına gelmektedir.
Aslında pay almak ifadesinin ne olduğunu bir sonraki âyette şeytanın şu sözleri açıklamaktadır. Nisa Suresi, 119. âyet: “…’Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.’…”. “Puta adanan devenin kulağını yarmak” biçimindeki örnek aslında bütün akıl ve ilim dışı kabullere ve hurafelere işaret sayılmalıdır. Allah’ın yaratış düzenini değiştirmek örneği ise, fıtrata ve selim tabiata aykırı tüm sapmalara dikkat çekmektedir.
Başka ayetlerde de, şeytanın “Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!” (İsra, 17/62), diyerek insanların çoğunu etkileyip kendi buyruğu altına alacağına yemin ettiği bildirilmektedir. Hicr Suresi 41-42. âyetlerde ise, Rabbimiz şöyle buyurmuştur; “Allah dedi ki; ‘İşte bana ileten doğru yolum budur. Sana uyan sapıklar dışındaki kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun, hiçbir etkileme gücün (hâkimiyetin) yoktur’.” Böylece şeytana şunlar söylenmiş olmaktadır: “Şüphesiz ki ey İblis, senin Benim kullarımı saptırma gücün ve yetkin yoktur. Sen, onları Bana kulluktan uzaklaştırıp kendin gideceğin cehenneme onları da götürme gücüne sahip değilsin. Ancak sana uyanlar, sana tâbi olan sapkınlar bunun dışındadır. Senin yoluna uyan, seni dinleyen, senin vesveselerin ve iğvaların ardınca giden azgınlar müstesnadır. Sen ancak onları saptırabilirsin.” Allah’ın iradesi, hidayet ve sapıklık noktasında bu yolun kanun ve hüküm olmasını öngörmüştür.
Şeytanın insanı etkilemesi için en etkili silahı, vesvesesi, sesi ve dilidir. O, insanın sinesine konuşur, sine de onun konuşmasını anlar, insan eğer arzu, ihtiras ve hevasına uyarsa şeytanın bu iğvâsından etkilenir ve onunla yönlendirilir. Bu sebeple Rabbimiz, şeytanın vesvesesini hissettiğimizde ne yapmamız gerektiğini şu âyetlerinde bize bildirmektedir: “Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” “Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlayıp) sonra hemen gözlerini açarlar (gerçeği görmeye başlarlar). (Âraf, 7/200-201). İşte mü’minler, bu şekilde Allah’a sığınıp Hakk’a sarılarak şeytanın iğvalarından, vesveselerinden ve sonuçta da saptırmasından korunurlar.
Yüce Allah şeytanın insanı nasıl etkileyeceğini açıklayarak onun tuzağına düşülmemesinin taktiğini vermektedir: Şeytan saptırır, çünkü onun işi saptırmaktır. Nisa Sûresinin 119. âyetinde şeytanın saptırması “dalle” fiili kullanılarak söylendiği halde; A’râf Sûresinin 16 ve Sâd Sûresinin 81. âyetinde “gavâ” fiili kullanılarak ifade edilmektedir. Başka âyetlerde ise, şeytanın bu saptırmayı, “insanları önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından etkileyerek, onları şükretmekten uzaklaştırarak” (A’râf, 7/17), ayrıca “onlara haram olanı yedirtip hayâ duygularını zayıflatmak yoluyla” (A’râf, 7/20); “insanlara hile ile yaklaşarak, onları kandırarak” (A’râf, 7/22), “insanlara vesvese vererek” (En’am, 6/112; Âraf, 7/200-201; Hac, 22/53) yapacağı bildirilmektedir.Ancak onun, kullar üzerinde cebredici bir etkisi yoktur. Rabbine samimiyetle kulluk eden müminlerin şeytandan yana bir korkuları olamaz. Şeytan, imanı zayıf, ibadeti eksik, bu sebeple aklı ve iradesi yalnız, desteksiz ve zayıf kalmış insanları; doğrudan, iyiden, haktan saptırmaya çalışır, onları olmayacak kuruntularla, tatlı hayallerle oyalar, aldatır; iyi davranışlardan, hayırlı fiil ve sâlih amellerden alıkoyar.
Ayrıca şeytan, insanları boş kuruntu peşinde koşturur. Âyette geçen “ümenniyennehüm” kelimesi “onları boş kuruntulara salacağım” anlamına gelmektedir. Boş kuruntu, dibi belli olmayan emeller, yani onların gönlünde inilmesi mümkün olmayan emel kuyuları oluşturacağım, dipsiz ümitler meydana getireceğim; yalan, sahte sevdalar, tutkular salacağım, bâtıl düşünce, felsefe ve idealler peşine koşturacağım anlamına gelir. Gerçekle alâkası olmayan düşünce, ideal ve sevdalar peşinde koşan, hakikate aykırı fikir ve ideolojilere kapılan insanların, hatta İslam konusunda Allah’ın bildirmediği gayba dair hususlarda haddi aşan heva ve zanna dayalı açıklamalar ve bilgisizce tartışmalar yapanların da şeytanın etkisi altında oldukları bilinmelidir. “Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş ve kendilerini uzun emellere, boş ümitlere düşürmüştür.” (Muhammed, 47/25). İşte önce mü’min olarak bilinenlerden, daha sonra bu kimliğe zarar veren ve hatta İslam’ın tahrifi anlamına gelecek söylemlere savrulanları, İslam’a ve müslümanlara zarar veren düşünce ve hayat tarzına kayanları bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Yüce Allah (c), Nisa Sûresinin 117-119. âyetlerinde, büyük zulüm, sapıklık ve şirkin kaynaklarının neler olduğunu anlatarak insanı uyarmaktadır. Şirk olayında şeytanın etkinliğinin analizini yapmakta, bu etkinliğin insanı dört tarafından nasıl sarmaladığına dikkat çekmektedir. Evet, şeytan Allah’ın lanetine uğramıştır. Bu lanet onu insana düşman etmiştir. Rabbimiz Nisa Sûresi 119. âyette şeytanın bu düşmanlığını nasıl gerçekleştirdiğini anlatmaktadır. Şeytanı dost/veli edinme, aslında apaçık düşman olan ve bu düşmanlığı asla değişmeyecek olan sapkın bir varlığı veli/dost edinmektir. Allah’ı bırakıp şeytanı veli/dost edinmek doğal olarak birinci derecede şirktir. Şirkin anlamı da tevhid inancını kaybetmektir. Tevhid inancını kaybetmek ise, sonu ebedi azap olan büyük bir hüsrandır.
Şeytanı Veli Edinmek ve Şeytanın Hizbi Olmak Büyük Hüsran Sebebidir
“Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli/dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisa, 4/119). Peki, İnsan şeytanı nasıl veli/dost edinir? Bu sorunun cevabını şöyle verebiliriz: Allah’ın emrettiklerini yapmayan ya da O’nun yasakladıklarını yapan kişi Allah’ı veli/dost edinmekten vazgeçmiş, şeytanın dediklerini yapan insan ise onu veli/dost edinmiş demektir. Böylece Allah’ı bırakıp da şeytanı veli edinenler için, şeytanın emrettikleri Allah’ın emrettiklerinin yerine geçmektedir. Çünkü dost çağrıya uyan ve emredileni yapandır. Nisa Sûresi 118. âyette şeytan Allah’a “kullarından bir pay edineceğini” söylerken, ona o payı veren insan da onun dostu olmuş demektir. Şeytanın dostluğu için imanını veren insan, kendisini büyük bir hüsrana, ebedi azaba ve ateşe sürükleyen en kötü manevî ticareti yapmış demektir. Şeytanın insanları nasıl veli edineceğinin ve onlardan nasıl bir pay alacağının cevabını özel mânada bir sonraki âyet ve Kur’an’ın diğer âyetleri vermektedir. Nisa Sûresi 120 ve 121. âyetlerde ise, Rabbimiz, “Şeytan onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor. İşte onların barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.” buyurmaktadır.
Yüce Allah Nisa Sûresi 117. âyetten itibaren insanın şeytanla, şeytanın insanla olan ilişkilerini anlatmakta ve onun insanı nasıl kıskıvrak yakaladığını açıklamaktadır. İnsanın şeytandan dilekte bulunması, onun etkisi altında kalıp Allah’ın yolundan çıkması, onun etkisiyle kuruntulara, hayallere kapılması, hayvanları kutsallaştırması; Allah’ın yaratışını onun emriyle değiştirmeye teşebbüs etmesi; onun boş sözlerine kanması ve ona aldanması cehennemi tutuşturmaktadır. Rabbimiz, “Böylelerinin varacağı yer cehennemdir” buyururken bir taraftan insanı şeytanın dostluğundan kurtarmaya, diğer taraftan da yanlış işlerden caydırmaya yönelik bilinç aşılamaktadır. Buraya kadar anlatılan şeytan-insan ilişkisi, bu grup ayetin öncesinde Nisa Sûresi 116. âyette zikredilen“affolması mümkün olmayan şirk” olgusunu açıklamaktadır. Âhirette aftan yararlanamayacak olan kâfir ve müşriklerin, bu dünyada nasıl şeytanın etkisinde kalıp şirke saptıkları anlatılarak, çıkış yolu olmayan cehenneme gidecekleri belirtilmektedir.
Şeytanın etkisinde kalıp onun dostluğunu elde edenler, Allah’ı terk ettiklerinden şirke düşmektedirler. Şirk de, çıkış yolu olmayan cehenneme sürüklemektedir. Şeytanın her çağrısına uyan, her sözüne inanan ve sonuçta onu veli edinen insan, kendi gönlünde şirk ateşini yakmakta ve âhirette de cehennemini oluşturmaktadır. İman ettikten sonra şeytanı dost edinen kimse, Nisa Sûresi 115. âyetteki “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra Rasûle karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” hükmünde zikredildiği gibi Rasûl (s) ile bağları koparır ona âsi olur; mü’minlerin gittiği yoldan çıkar; çünkü ilah edinip kulluk yaptığı şeytanın ondan isteği budur. Bunlar için Nisa 121’de beyan edilen “Oradan kurtulacak bir yer de (bir kaçış yolu da) bulamayacak” ifadesi bize, şirkin ebedî cehennemde kalışa yol açacak çok büyük bir günah olduğu fikrini vermektedir. Ayrıca Rabbimiz başka bir âyetinde de, şeytanların kendilerini veli edinen müşriklere yönelik iğvalarıyla, onlara mü’minlere karşı mücadele etmeleri için gizli çağrılarda bulunacaklarını bildirmekte, sonuçta onlara boyun eğip itaat edenlerin de müşriklerden olacakları uyarısını yapmaktadır: “…Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına (fısıldarlar, telkinde bulunurlar) gizli çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am, 6/121).
Allah (c), Kur’an’da birçok âyette şeytanın velî (dost-yardımcı) edinilmemesi konusunda kullarını uyarmaktadır: “…Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize veliler/dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir! (Kehf, 18/50). “Ona yazılmıştır: ‘Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir.” (Hac, 22/4). Rabbimiz şeytanı veli/dost edinenlerin iman etmeyenler olduğunu beyan etmektedir: “…Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların velileri/dostları kıldık.” (Âraf, 7/27). Şeytanı veli edinenlerin sapıklığı hak ettiklerini ise bir başka âyette açıklamaktadır: “Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları veli/dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.” (Âraf, 7/30) İlginç olan ise, pratikte bolca örneğine rastlandığı üzere, şeytanı veli edinip sapıtanların hâlâ “kendilerinin doğru yolda, hidayet üzere olduklarını, ıslah ediciler olduklarını sanmalarıdır”. “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/37). “Bunlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler.” (Bakara, 2/11).
Doğrudan şeytanı veli edinenler yanında, aynı zamanda şeytanın insanlardan veli edindiği tağutların da kâfirlerin velisi olduğu ve onları aydınlıktan karanlıklara götürdüğü bildirilir. (Bakara, 2/257). Mü’minlerin velisinin de Allah olduğu ve bunların bir adının da “Hizbullah” (Allah taraftarları) olduğu; işte karanlıklardan aydınlığa çıkanların, kurtuluşa erenlerin de sadece bunlar olduğu, üstünlüğün de sadece bunlara ait olduğu pek çok âyette zikredilir. (Bakara, 2/257; Maide, 5/55-56 vd.).
Rabbimiz, Mücadele Sûresi 14-19. âyetler arasında da bir gurup insanın özelliklerini şu şekilde sayar; “Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.”, “Onlar ne kötü işler yapıyorlar!”, “Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah’ın yolundan alıkoydular.”, “Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir.”, “Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur.” Rabbimiz işte bu vasıflarla nitelediği gurubun; “Hizbuşşeytan”/Şeytanın hizbi, taraftarı, fırkası olduklarını ve sonlarının hüsran olduğunu bildirmektedir. “…İşte onlar, şeytanın hizbidir/fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücadele, 58/19). “Şeytan size düşmandır. Siz de ona düşman olun. O, ancak kendi hizbini/taraftarlarını çılgın ateşin halkı olmaya çağırır.” (Fatır, 35/6). Aklını doğru kullanan insan, kendine zararlı ve düşman olanı veli/dost tutmaz ve kendisini cehenneme sürükleyecek olan düşmanının taraftarı/hizbi olmaz. Ama insanların çoğu verilen akıl nimetini yerli yerince kullanmaz, akletmez, düşünmez ve hidayet rehberi olarak gönderilen vahye sarılmaz. Tabi ki sonuçta da şeytanın yoluna savrulmaktan, şeytanın velisi ve hizbi olmaktan kurtulamaz. Mücadele Sûresinin 22. âyetinde ise, akledip Allah’a yönelerek iman etmiş ve Allah’ın ipine sarılmış, O’na teslim olmuş, O’nun koyduğu hudutlara ciddiyetle riayet edip Allah’a ve Rasûlüne itaat eden ve Allah’ın kendilerinden razı olduğu “Hizbullah”tan, Allah’ın hizbinden (fırkasından), Allah taraftarlarından bahsedilir ve sadece bunların yani Allah taraftarı olanların kurtuluşa erecekleri müjdelenir.
Anlaşılmaktadır ki, insan tercihleri sonucunda ya Allah’ı veli edinir ya da şeytanı, ya Allah’ın hizbi olur, ya da şeytanın hizbi (fırkası, taraftarı) olur. (Mücâdele, 58/19, 22). İnsanın yaratılış gayesi de, her davranışı da bazı kurallara itaattir ve bu da ibâdettir; insan ya Allah’ın hükümlerine uyup O’na ibâdet eder ya da şeytanın ve hizbinin veya tağutların istek ve yasalarına uyarak onlara ibadet eder. Kur’an ise, insanın sadece Allah’a kulluk ve ibadet etmek üzere yaratıldığını bildirmekte ve insanları, kendisine düşman olan şeytana kulluk/ibadet yapmamaya çağırmaktadır. (Zâriyât, 51/56; Yâsin, 36/60). İşte yolların ayrılış noktası burasıdır; insan ya Allah’ın emirlerine uyup Hablullah’a sarılarak Hakk’a itaat edecek yahut da şeytana uyup onun emirlerine itaat edecektir. Üçüncü bir yol yoktur. Ya Allah, ya şeytan. Ya hidâyet, ya dalâlet. Ya Hak, ya bâtıl. Ya kurtuluş, ya hüsran. Kur’an’ın bütünüyle anlattığı hakikat işte tam da budur. Diğer bütün düşünceleri, hükümleri ve insanları ilgilendiren tüm ölçü, kural ve halleri Kur’an, bu temel hakikat üzerine bina eder.
Rabbimiz bizleri, şeytanın etki alanına girip onun velisi ve hizbi olmaktan da, şeytanın velisi ve hizbi olmuş cin ve insan şeytanlarının aldatıp günaha yönlendirdiği kesimler içinde yer almaktan da muhafaza eylesin. Rabbimiz hepimize, cin ve insan şeytanlarının oyun, tuzak ve iğvalarını deşifre edip onların fesadına karşı tevhidî davet ve ıslah mücadelesi veren mü’min kullarından olmayı nasip etsin inşaAllah.