İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı İLKAV’ın “Resulün (s.a.v.) Önderliğindeki İlk Kuran Neslinin Mekke Cahiliye Toplumu İçindeki Mücadele Örnekliği” konulu paneli 06 Nisan 2014 Pazar günü Necmettin Erbakan Kongre Merkezinde gerçekleştirildi.
Panel Mehmet Yaşar kardeşimizin Kur'an tilaveti ile başladı, daha sonra Radyo Denge yayın yönetmeni Alper Tuna “Sana Gül Diyorlar Ey Resul” isimli şiirini seslendirdi. Şiirin ardından İLKAV yönetiminden Şeyho Duman hoca kısa bir açılış konuşması yaptı. Şeyho Duman hoca özetle şunları söyledi:
"Allah Rasulü (sav) veda hutbesinde, 'size Allah'ın kitabını bırakıyorum' demiş ve O'na sarıldığımız müddetçe sapmayacağımızı ve kurtuluşa ereceğimizi bizlere bildirmiştir. Günümüzde insanlık binası yıkılmaya doğru gitmektedir, kurtuluş Rabbimizin Kur'an-ı Kerimine sarılmaktan ve O'nun belirttiği 'Allah'ın Rasulün'de sizin için güzel örnekler vardır' buyruğu istikametinde Rasulün güzel örnekliğine sarılmaktan geçmektedir. Eğer biz Kur'an'a ve sünnete sarıldığımız müddetçe İnşaallah Allah'ın fazlına sahip olacağız ve kurtuluşa ereceğiz."
Şeyho Duman hocamız, konuşmasının devamında şunları söyledi; "Allah ve Resulü bizi diriltecek, hayat verecek şeye (vahye) çağırdıklarında O'na itaat edelim, Allah'ın yaratmış olduğu temiz fıtratı, şirkle, günahla, yanlışlarla bozmayalım. Fıtratı bozduğumuz, temiz fıtrat ile vahyi bütünleştirme çabası göstermediğimiz zaman Allah ve Rasulünün mesajı fayda vermeyecektir. O halde fıtratı bozmadan Allah'ın boyasıyla boyanarak yani vahiyle hayatımızı inşa ederek O'nun huzuruna çıkabilirsek, o zaman Meleklerin 'selam size temiz yaşamışsınız, kirlenmemişsiniz, hayat seyrinizde Allah'ın çizdiği yoldan başkasını tercih etmemişsiniz, yüzünüzü Allah'a dönmüş bir vaziyette gelmişsiniz, buyurun cennete girin' diyecekler. O halde bilelim ki, kurtuluşumuz Allah'ın (c) Kitabına ve O'nun Rasulüne (s) tabii olmakla mümkün olacaktır".
Açılış konuşmasını müteakiben panele geçildi.Oturum Başkanlığını İLKAV yönetim kurulu üyesi Emrullah Ayan’ın yaptığı panelde sırasıyla Prof. Dr. Celaleddin Vatandaş, araştırmacı yazar Ramazan Yazçiçek ve İLKAV başkanı Mehmet Pamak sunumlarını gerçekleştirdiler.
Emrullah AYAN, oturumu açış Konuşmasında şunları ifade etti:
"Kur’an-ı hakkıyla okuyup yaşamayanların Allah Teala’yı gereği gibi takdir etmeleri düşünülemez. Aynı zamanda Peygamber (sav)'i de gereği gibi anlamaları söz konusu değildir.
Muhammed (sav)’i tanımak, onun hayatının her yönüyle bilinmesi ve örnek alınmasıdır. Çünkü Muhammed (sav) Kur’an’ın ifadesine göre mü’minler için “en güzel örnek”, Aişe Validemizin (ra) ifadesi ile de "onun ahlakı Kur'an'dı" ve bu sebeple de onun “Yürüyen Kur’an” yani Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş şekli olan bir model oluşu söz konusudur. Tabii ki bu örnek ve model oluş onun gibi olunabilirliği içinde barındırmaktadır. Yoksa birilerinin zannettiği gibi ulaşılamaz, onun gibi olunamaz değildir. Her mü'min, takvaca onun seviyesine ulaşılamasa da, onun gibi olma çabası içinde olmak zorundadır. Çünkü o mü'minlerin her konuda güzel örneği ve modelidir.
Muhammed (sav)’i çok sevdiğini söyleyen günümüz Müslümanları da vahyin kılavuzluğundan yoksun olmaları sebebiyle bu sevgide öyle sapmalar sergiliyorlar ki; Peygamber (sav)’i insanüstü bir noktaya getirip, hatta Allah’u Teala’nın sıfatlarından bazılarını ona vererek tevhidden sapmanın bariz örnekliğini teşkil etmiş oluyorlar. “Kainatın Efendisi”, “Zamanın ve Mekanın Efendisi” gibi ifadeleri kullanmaktan çekinmiyorlar.
Günümüzde “Kutlu Doğum” programları adı altında bidat ve hurafelerle örülü bir anlayışı Peygamber algısı olarak topluma lanse ediyorlar. İLKAV olarak, Kur’an’ın ve Peygamber (sav)’in kendisini tanıttığı ve olduğu gibi topluma sahih bir Peygamber algısı kazandırabilmenin gayretiyle bu tür programları yapıyoruz. Bildiğiniz üzere 10 yıl süreyle gerçekleştirdiğimiz "Ramazan ve Kur'an" panellerimizden sonra son iki yıldan beri de "Resulün (s) siyeri" panelleri düzenleyerek, Resulün ve ilk neslin mücadele sünnetini halkımızın gündemine taşımaya ve örnek alınmasına vesile olmaya çalışmaktayız. Bu yıl 2. sini düzenlediğimiz bu panellerimiz de inşallah her yıl devam ettirilecektir."
Bu giriş konuşmasını müteakip Emrullah Ayan ilk sözü Prof Dr. Celaleddin Vatandaş’a verdi. C. Vatandaş konuşmasında özetle şunları söyledi:
"Allah, son elçisiyle insanlığa hidayet rehberi olan ilahi kitaplar dizisinin sonuncusunu takdim etti. Öncekiler sadece belirli bir bölgede ve zamanda yaşayan insanlara, sahip oldukları problemlerin çözüm yollarını göstermesine karşılık; bu sonuncusu (Kur'an) hem toplumlar üstü ve hem de zamanlar üstü kılındı. O, tüm insanlığa hitap etti. Bütün insanlığın bireysel ve toplumsal hayatında her zaman açığa çıkabilen problemlerin çözümlerini verdi. Dosdoğru ve güzel bir hayat tarzının özelliklerini açıkladı. Verdiği bilgi ve cevaplarında sadece teoriyle yetinmedi; bizzat hayatın kendisine yöneldi ve bildirdiklerinin, açıkladıklarının doğruluğunu hayatın içinde yer alarak gösterdi. Bunu ise herkesten önce ‘Elçi’sini eğiterek, onu ‘alemlere rahmet’ şahsiyet yaparak (Enbiya, 21:107), insanlık için ‘en güzel örnek’ kılarak (Ahzâb, 33:21) gerçekleştirdi.
Fakat bu istisna bir durum olmadı. Cehalet bataklığında debelenen diğer bazı insanları da, o bataklıktan kurtarıp, her türlü erdemin yer aldığı ve insanlığın kendi çaba ve çalışmalarıyla bir kısmına dahi ulaşamadığı, ulaşamayacağı zirvelere çıkardı: Zorbalardan adaletin sembollerini, azgınlardan hayırlıların önderlerini, cahillerden alimlerin liderlerini, hayasızlardan güzel ahlâkın en güzel örneklerini… çıkardı. Zira O, herhangi bir Kitap değil, Kur’an’dır; Allah’ın insanlara lütfettiği hidayet rehberidir
Kur’an, aydınlığın ve esenliğin rehberliğini yaptı
Kur’an, kendisini, inancı ve hayatı dosdoğru kılacak bilgi ve ilkelerin kaynağı olarak tanımladı. İnsanlık tarihini yanlışlarla, zulüm ve baskılarla, ıstıraplarla doldurmuş inanç ve dinlerin, düşünce ve felsefelerin aksine; Kur’an, aydınlığın ve esenliğin rehberliğini yaptı. Bunu ise tarihsel bir gerçeklik olarak ortaya koydu. ‘Altın çağ’ ile sembolize ettikleri aydınlık ve esenliğe sadece söylemlerinde sahip olabilen dinlerin ve felsefelerin aksine; Kur’an, insanlık tarihinde inşa ettiği bir dönemle aydınlık ve esenliği somutlaştırdı. Aydınlık ve esenliği inşa edici oluşunu ispatladı. Tarih içinde de birçok defa bu özelliğini belki bütün boyutlarıyla değilse bile bazen büyük oranda, bazen bir kısmıyla açıkça ortaya koydu. Ancak ne var ki bugün durum çok farklı. Bilindiği ve kolaylıkla görüldüğü üzere, bugün Kur’an’ın bildirdikleriyle ‘Müslümanların’ durumları birbirlerinden çok farklı niteliklere sahip. Kur’an’ın çizdiği yol ile ‘Müslümanların’ yolları tamamıyla örtüşmüyor; hatta çoğu zaman birbirlerine yakın bile değil.
Kur’an kendisini ‘esenliğin yolu’ (Yunus, 10:25), ‘en doğru yolun rehberi’ (İsra, 17:9) olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenleri’ esenliği başka yerlerde arar durumdalar; çok farklı yolların yolcuları olmuş haldeler; her biri, diğerini yanlış yolun yolcusu olmakla itham edecek kadar birbirlerinden uzaklar.
Hayat kitabı Kur'an'ı sevdiğini iddia edenlerin çoğunluğu
bugün zillet bataklığında debeleniyor
Kur’an kendisini ‘insanı en güzel ve en doğru şekilde yaşatacak’ (Enfal, 8:24) bir hayatın kitabı olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenlerinin’ önemli bir kısmı zillet bataklığında debeleniyor; başları eğik, kişilikleri problemli, onurları zedelenmiş bir haldeler.
Kur’an kendisini ‘kalplerdeki şüpheleri gideren bir şifa’ (Yunus, 10:57) olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenlerinin’ kalpleri şüphelerle dolu; ne gidişatlarından, ne durumlarından, ne de yollarından eminler ve memnunlar.
Kur’an kendisine tabi olanları ‘karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını’ (Hadid, 57:9) vaadetti, ama bugün onun ‘sevenleri’ kendilerini aydınlıkta hissetmiyorlar; düşüncenin ve hayatın karanlıklarında oturup, gıptayla başkalarının alacakaranlıklarını seyrediyorlar.
Kur’an kendisine tabi olanlara ‘göğüslerini rahatlatarak, bellerini büken yükleri atarak huzurlu ve rahat bir hayat sunacağını’ (İnşirâh, 94/1) bildirdi, ama bugün onun ‘sevenlerinin’ kalpleri daralıyor, sırtlarındaki yükler bellerini kırıyor; her yeni günle yüklerinin daha da ağırlaştığını hissediyorlar.
Kur’an, kendisine inananların ‘üstün geleceklerini’ (3/139; 5/56; 28/35) müjdeledi, ama bugün onun ‘sevenleri’ ezilmiş, aşağılanmış, yenilmiş bir haldeler; aşağılarda olmayı adeta kader olarak kabullenmiş durumdalar.
Kur’an kendisini ‘gerçek’ olarak tanımladı ve karşısında ‘batılın yok olup gideceğini’ (Araf, 7:118; İsra, 17:81), ‘her türlü batılın tarumar olacağını, beyninin parçalanacağını’ (Enbiya, 21/18) bildirdi, ama bugün onun ‘sevenlerinin’ zihinleri ve hayatları batıl olduğu bilinen şeylerle dolu; düşüncelerinde, inançlarında ve hayatlarında batıl şeyler adeta cirit atıyor.
Hayat kitabı Kur'an hayattan soyutlanıp ölülere okunuyor
Kur’an, kendisini ‘yaşayanları uyarmak için gönderilmiş’ (Yasin, 36/70) bir kitap olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenleri’onunla ve hatta ilgili ayetin bulunduğu sûre ile kendilerini değil; ölülerini kurtarmanın beklentisi içerisindeler; kendi kurtuluşlarını ise başka yerlerde arıyorlar.
Kur’an, kendisini ‘apaçık’ (Yasin, 36/69) bir kitap olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenleri’, onu şifreler kitabı, gizemli bir metin olarak düşünüyorlar; onu, ancak bazı seçkin kimselerin yolunu bulabileceği karmaşık bir labirent olarak görüyorlar.
Kur’an, kendisini ‘hidayet ve rahmet’ (Yunus, 10:57) olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenleri’ hidayet ve rahmete hasret kalmış bir haldeler; hidayet ve rahmet, hayallerinden hayatlarına bir türlü inmiyor.
Kur’an, kendisini, hayatın binbir türlü problemleri karşısından tutulacak ‘sapasağlam tutamak’ (Urvetü’l vüskâ) (Bakara, 2/256) olarak tanımladı, ama bugün onun ‘sevenleri’ ellerinde tuttukları kitabı dosdoğru bir inancın ve hayatın tutamağı olduğu konusunda itiraf edemedikleri kuşkulara sahipler. Çünkü kendisinin ‘insanlar için güçlük nedeni olmadığını’ (Taha, 20:2,3) bildiren Kur’an’ın bizzat kendisi, ‘sevenlerinin’ düşüncesinde problemler kaynağına dönüşmüş durumda.
Ve daha niceleri…….
Küçük bir araştırmayla veya az bir düşünmeyle tespit edilebilecek daha nice çelişkiler; Kur’an ile ‘Müslümanların’ mevcut durumları arasında tespit edilebilecek çatışmalar, farklılıklar….
Neden böyle oldu? Neden Kur’an’ın vaatleri ile ‘sevenlerinin’ durumları birbiriyle çelişir oldu? Neden Kur’an’ın söyledikleri ‘sevenleri’ için görünür, yaşanır bir gerçek olmaktan çıktı? Çünkü, muhaliflerinin her türlü olumsuz tutum ve tavırlarına başarılı bir şekilde karşı koyan ve muhalifleriyle olan mücadelelerinden her zaman daha güçlü çıkan Kur’an, ‘sevenlerinin’ ihanetine uğradı. Hidayet rehberlerine konuşan dil, çalışan el, yaşayan beden olması gereken ‘sevenleri’ onu iki kapağın arasında sessiz duran bir metne dönüştürdüler.
Kur’an, uğradığı bu ihanetle kültürün bir unsuru, kutsalı oldu. Hayatı yönlendirip, şekillendiren bir özne olmaktan uzaklaştırıldı. İnanç ve düşünceleri kuşatması gerekirken, yanlış veya eksik inanç ve düşünceler tarafından kuşatıldı. Aydınlığın ebedi kaynağı iken, inşa ettiği aydınlık ancak hatıralarda yaşar hale geldi; ‘karanlıklar’ her yeri kuşattı. Bugün onun ‘sevenleri’, onu niçin sevdiklerini bile düşünemez haldeler. Onu, hidayet rehberi olduğu için değil, kültürlerinin kutsal bir nesnesi olarak sevdiklerinin farkında bile değiller. Böyle olunca da aydınlık ve esenliğin pusulasını ellerinde tutarlarken, rotalarını kaybetmiş bir hale geldiler."
Celaleddin Vatandaş’ın konuşmasını müteakip Emrullah Ayan, ikinci sözü Ramazan Yazçiçek'e verdi. R. Yazçiçek ise, Resulullah’ın önderliğindeki ilk Kur’an neslinin mücadele örnekliği hakkında şunları söyledi:
"Bugün burada bildik manada bir siyer konuşması yapmak istemiyorum. Konuşmama daha ziyade şu hususa dikkat çekerek başlamak istiyorum!
Risaletten önce var olan sistem, inanç ve yaşam tarzının doğru okunması yeni dinin farklı olarak neyi getirdiğini; düşünce ve yaşam tarzı olarak neyi önerdiğinin bilinmesi açısından zorunludur. Bu durum Lailahe illalah’ın iki taraflı bir red ve kabulü gerekli kılmasındandır. Yani reddedilen, inkâr edilen neydi? Yerine önerilen, iman edilen nedir? Farklı bir ifadeyle Bi’seten önce ve sonrayı ayıran teorik ve pratik (İman ve amel) temel unsurlar nelerdi?
Bu sorulara verilecek doğru cevaplar bizi sonraki meseleleri de doğru anlamaya taşıyacaktır.
Tebliğimde İslam düşüncesinin temel özelliklerini ilk Kur’an neslinin örnekliğinden karelerle paylaşmak istiyorum.
Cahiliyeden İslam’a değişimin boyutu, sadece belli bir bölgeye ve belli bir zaman aralığına münhasır değildi
Cahiliyeden İslam’a değişimin boyutu sadece belli bir bölgeyi ilgilendiren sosyal bir olay olmadığı gibi belli bir zaman aralığına münhasır bir hadise de değildi. Âlemler ile vahyin son kez irtibatı kuruluyordu. Ümmü Eymene’nin tabiriyle ‘bir daha gelmeksizin gökten vahiy kesilecekti’.
Cahiliye sanılanın aksine sıradan anlamıyla “bilgisizlik” olmayıp, bilme “alime”nin değil, sakin olma “halüme”nin karşıtıdır. Yani bilginin değil hilmin karşıtı bir ifadedir cahiliye.
İslâm’ın geldiği günlerde hak ile bâtıl, gerçek ile düzmece, din ile hurafe, felsefe ile masal birbirine karışmıştı. Hâsılı karaları ve denizleri fesadın kapladığı bir dünyadan söz ediyoruz. (Rum, 30/41)
Cahiliyede Dine karşı din vardı
Cahiliyede Allah’ın inkârı, dinin inkârı yoktu, dinsizleşme de yoktu. Dine karşı din vardı. Hatta onlar dinde Teşeddüd (aşırılık/ şiddetli olma) ehliydiler ve davranışlarında da teşeccü vardı. Vahyin son kez geldiği cahiliye toplumu dinsiz bir toplum değildi. Bu vurgu doğru anlaşılmalıdır. Ve hatta o toplum için teşeddüd ehli bir toplum, dindar bir toplum da denilebilir. Bu dindarlık, ruhbanîyet cihetiyle ortay konulan bir dindarlık olmayıp şecaat cihetiyle ortaya konulan bir dindarlıktı. Arap toplumu için vakıa olan cehalet ve rezalet dönemin diğer toplumlarını da çepeçevre sarmıştı.
İslam’ın yegâne getirdiği şey tek Allah inancı mıdır? Sırf manevî, uhrevî olana dair bir sükûn mu telkin edilmiş? Ekonomik ve Sosyal hayatı ahlakî temeller üzerine inşa eden bir ahlakçı hareket midir? Sorularının burada önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu ve bunun gibi soruların hiç birinin cevabı İslam’ın geliş amacını karşılamaz. Yeni dinin getirdikleri bu tanımlamalara denk düşmez. Bu izahlar İslam’ı tanımlamak ve getirdiği mesajı anlamaktan uzaktır.
İslam düşüncesinin esaslarını anlayabilmek için Kur’an’ın temel kavramlarını; İslam düşüncesinin anahtar kavramlarını bilmekte yarar vardır. Buna, Kur’an’ın varlığa bakışı; Kur’an’ın hayata bakışı bir anlamda Kur’an’ın dünya görüşü de diyebiliriz.
Bütün dönemlerde esas mesele, Kulluğun Allah’a has kılınması meselesiydi.
Nitekim bugünde esas mesele aynıdır. Lailahe İllellah sağlam bir inanç sisteminin özü ve özeti olarak bir iman ilkesi olduğu gibi aynı zamanda bir ahlak ilkesidir. Risaletle birlikte Arap toplumu özelinde tüm insanlık için inançla beraber sosyal hayatın temel taşları da yeniden inşa edilmiştir. İslam’ın dünya görüşü bütün insanlığın sorunları için kökten çözüm öneriyordu. İslam hayatın bütün alanlarında fıtrî, insanî ve pratik çözümler getiriyordu.
İslam, tasavvurları vahiy ile inşa ederken hayatı da sünnet ile ihya ediyordu.
İslam değişen bireysel ve toplumsan dinamizme değişmeyen İslamî değerlerle çözüm sunma karakterine sahiptir. İslam düşüncesinin temel özelliklerini Kur’an’ın toplam mesajından ve Resulullah’ın tebliğ ve tebyininden (açıklayıp-göstermesinden) anlamak durumundayız.
İslam, insan merkezci, doğa, atalar yolu vs. merkezli algının yerine Allah merkezli bir inanç getirmiştir. Ardından Allah (cc)’ın ne olduğunu tarifin yanında ne olmadığını da tanıtmıştır.
Kur’an mümin bir şahsiyet inşa ediyor. Kur’an bu şahsiyet öznesi eliyle yeni bir toplum inşa ediyordu.
Alak Sûresi’yle bildirilen anahtar kavramlar oldukça açıklayıcıdır. Örneğin ‘bilginin kaynağı sorunu’, ‘Kerim kavramı’, ‘Rabb kavramı’, ‘Hadi kavramı’, ‘Taği’ ve ‘İstiğna’ kavramlarını sayabiliriz.
Risaletle birlikte yine halledilen ilk sorunlarda biri Bilginin Kaynağı Sorunu olmuştur. Kur’an’da, Alak, Kalem, Müzemmil ve Müdessir Surelerinde verilen sıralı mesaj, “Oku, yaz, kalk ve uyar!” şeklindedir."
Bu uyarıların karşılığı olabilecek örnekleri ayetlerle ve Resulullah’ın hadisleriyle açıklayan Yazçiçek, özellikle temel Kur’an kavramlarının bugün bizim için ne anlam ifade ettiği üzerinde durdu. Kulluğu Allah’a has kılmanın nasıl anlaşılması gereğine dair nasları ashabın hayatından örneklerle anlatan Ramazan Yazçiçek, ümmete; dünya mazlum ve mağdurlara dua ederek konuşmasını tamamladı.
Yazçiçek'in bu konuşmasını müteakiben Ayan son sözü Mehmet Pamak'a verdi. Pamak, "Resul (s) ve beraberindeki ilk neslin, cahiliye toplumu ve sisteminden ayrışıp alternatif bağımsız bir yapı oluşturma örnekliği" üzerinde durdu ve bu örnekliğin bugün cahiliye toplumları içinde yaşayan mü'inleri de ilkesel bakımdan bağlayan bir örneklik olduğunu vurguladı. Pamak, konuşmasında özetle şunları söyledi:
"Yapısal planda cahiliyeden ayrışma ve İslami yapının,
ilk Kur’an nesli nüvesinin inşası:
"Mekke'de inen surelerin yönlendirmesiyle öncelikle yaşanan zihni dönüşüm ve imani inşa ile sağlanan zihni ve imani alanda cahiliyeden ayrışmayı müteakip, ameli ve ahlaki planda cahiliyeden ayrışma ve dönüşüm yaşandı. Böylece cahiliye amellerinden İslami salih amellere hicret etmek, ameli inşa ve vahye şahidlikle, iman-amel bütünlüğüyle İslami şahsiyetler ortaya çıktı ve bunların birlikteliğiyle de cahiliye sistemi ve toplumundan ayrışmayı esas almış, bu yapıya muhalif ayrı bir yapı olarak İslami cemaat, ilk Kur'an toplumu nüvesi oluşturuldu.
Bu süreçte vahiy Mü’minleri, iman Kardeşliğiyle, velayet bağıyla ve “biz” bilinciyle bütünleşmeye, kabile koruması ve güvenlik dairesinden çıkarak yalnızlaşan kardeşleriyle bütünleşip, akıde ortak paydasında yeni bir güvenlik alanı oluşturmaya yönlendirir. Böylece, cahiliyeden ayrışılarak, alternatif İslami yapının oluşturulması sağlandı. İslam kardeşlik hukuku içinde, tam anlamıyla ve çok boyutlu bir yardımlaşma ve dayanışma içine girildi. Dini hayata hakim kılın ve dinde ayrılığa düşmeyin, parçalanmayın emriyle birlik ve beraberliklerini sürdürdüler. İslami cemaat içinde kitap ve hikmetin eğitimini gerçekleştirdiler. Dar-ül Erkam'da kitabın ve hikmetin eğitimini alarak Kur'an'la teçhiz oldular, bütün mü'minlerin Kur'an okuma ve anlama, fıkhetme çabası içinde olduğu, yani lugavi anlamıyla herkesin müçtehid olduğu "Müçtehid Toplumu", yani inşa edici ve kurucu vasfı olan "Kur'an toplumu" nüvesini oluşturdular.
Mekke'de inzal olan vahiy ilk muhataplarını siyasi alanda da cahiliye sisteminden ve kurumlarından ayrışmaya ve alternatif oluşturmaya yönlendirdi:
Mevcut düzeni, egemen sistemi ve uygulamalarını sosyo-ekonomik yönden eleştiren ayetler yanında, daha Mekke döneminde, siyasal yönlendirme yapan ve mü’minleri siyasal tercihe ve bu konuda tavır almaya, mevcut şirk sisteminden ayrışmaya yönlendiren ayetler de vardır. (Alak 96/19, Kalem 68/8 – 9, Müzemmil 8 – 9, Müzzemmil 73/10 – 11, Şuara 26/150-15).
Araf Suresi’nin ilk kısmında Mekke döneminde indirilen 7/54. Ayette; “Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de yalnızca O’nundur. ……” hükmü vazedilmiştir. Allah bu hükümle, yarattığı kullarını başıboş bırakmadığını, onların bireysel ve toplumsal hayatının, siyasal, hukuki, sosyal ve ekonomik bütün alanlarını kuşatan hükümler vazetme yetkisinin de kendisine ait olduğunu beyan etmekte ve bu tür hükümler indirmektedir. Bu hükümle; “Yaratan kimse, doğrudan doğruya yönetsel velayet ve egemenlik hakkını da tekelinde bulundurur denmek isteniyor.” Yukarıdaki ayetlerde, daha Mekke’de siyasi bir düşünce ve modelin ortaya konduğunu, mevcut siyasi otoriteye ve onların emretme, yönetme yetkisine açıkça karşı çıkıldığını görüyoruz.
Mekke’de inen (Casiye 45/18.) (Şura 42/21.) (Şura 42/38.) (Hacc 41) bu ayetler de ortaya koymaktadır ki, bir cemaat ve şuraya dayalı yönetimden bahsedilmekte ve Allah’ın şeriatına bağlanmak, Allah’tan gayrısının heva (istek) ve kurallarına uymamak ve iktidar olunduğunda emri bil maruf ve nehyi anil münker yapmaları emredilmektedir. Ayrıca egemen cahili yapıyla herhangi bir yakınlık içine de girmemelerini, onlara itaat etmemelerini, ayrışma içine girmelerini de talep etmektedir. Bu süreçte Resul önderliğindeki ilk nesil, nihai anlamda hükmetme yetkisini Allah'tan alıp insanlara veren cahiliyenin siyasetine dahil olup içinde yer alıp ya da onu ele geçirip cahiliye hükmüyle hükmetmeye devam etmek yerine Dar-un Nedve’ye karşılık, Darü’l Erkam’ı, cahiliye nadiyesine karşı, İslami nadiye’yi (meclisi) oluşturdular. Toplumsal olarak cahili yapı ve kurumlarından ayrışılıyor, onlara itaat reddediliyor, sapkın inanç ve uygulamaları eleştiriliyor, bu sürecin doğal sonucu olarak da alternatif bir çekim merkezi oluşturuluyordu. (Kâfirun 109/1-6, Necm 53/29, Meryem 19/173, Yunus 87).
Bütün kuşatılmışlığa, çaresizliklere, imkansızlıklara, zulümlere, işkencelere, katledilmelere, zayıflığa, bir avuç insan olmalarına rağmen, önlerine gelen; devletin başı olma, devleti birlikte yönetme, zenginleşme vb tekliflere onurlu bir red cevabı vererek cahiliye sistemiyle uzlaşmadılar, bütünleşmediler. Cahiliye sisteminden ve şirki esas alan kurumlarından beraatlarını ilan ederek uzaklaştılar, Nuh (as) gibi tevhid gemisini inşa etmekte, alternatif İslami yapıyı inşada yoğunlaştılar. Sistem içi araçlardan, sadece İslami kimlik ve şeriata ters düşmeden, hududullahı aşmadan kullanabileceklerini, karşılığında hiçbir taviz ve taahhütte bulunmadan kullandılar. Sistemi revize ve reforme etmeye değil, sistemi kökten değiştirmeye ve bu amaçla öncelikle toplumun özündekini tevhidi istikamette değiştirmesine vesile olma sorumluluklarını yerine getirmeye çaba gösterdiler. Müşriklerin meclislerinde oturmamaları, izzeti yanlış yerde aramamaları, tagutlardan kaçınıp yalnız Allah'a kulluk ve itaat yapmaları emredildi. (Fatır 10. EN’AM 68, Nahl 36)).
İstikameti korumak, en temel meseledir. Resulullah (s) En'am 153. ayetini tefsirini kum üzerine çizdiği bir grafik üzerinde izah ederek bu konuyu açıklamıştır:
Ena’am 151 ve 152. ayetlerde sayılan, akıdevi, ailevi, ahlaki, ibadi, ekonomik, siyasi ve hukuki hükümler zikredildikten sonra Rabbimiz En’am 153. ayetinde işte bu hayat yolunu, dosdoğru olan yolu olan sırat-ı müstakımini takip etmeye, Kur’an yoluna uymaya, Hakka tabi olmaya, bizi, Nur (aydınlık) olarak nitelenen bu hak yoldan ayıracak olan ve zulümat (karanlıklar) olarak nitelenen, başka yollara, batıl yollara uymamaya çağırmaktadır. Rabbimizi devam eden 155. ayette ise uyulması gereken bu yolun Kur'an'ın belirlediği ve kamu-özel, bireysel-toplumsal hayatın bütün alanlarını kuşatan İslam olduğunu ortaya koymaktadır ve sadece ona uymaya çağırmaktadır. "İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin". (Enam 155.)
Resulullah (s) eline bir çubuk alıp, kuma dosdoğru istikameti gösteren bir çizgi çekiyor, aynı merkezden çıkan ve bu doğru çizginin iki tarafına yanlara doğru saparak giden birçok çizgiler çekiyor ve En'am 153. ayeti okuyor. Önce ortaya çizdiği doğru çizgiyi kastederek, ayetin birinci kısmını okuyor: “İşte bu, benim dosdoğru yolumdur (sıratımüstakımimdir). Şu halde ona uyun.” Sonra da yanlara çizdiği çarpık çizgileri kastederek, ikinci kısmını okuyor: “Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.”
Dosdoğru yol, Kur’an’da tekil olarak ifade edilen aydınlığa çıkarıcı, kurtarıcı tek yol olan “Nur”u, yanlara çizilen diğer yollar ise, Kur’an’da çoğul olarak ifade edilen “zulumat”ı oluşturmaktadır. Zulumat ise, kendi içinde hepsi de hüsrana götüren pek çok farklı yoları barındırmaktadır. Bunlar, bir yelpaze gibi, karanlığın en koyu tonlarından en açık gri tonlarına kadar açılım gösteren, insanları kurtuluşa ve aydınlığa çıkaran tek yol olan Allah’ın yolundan uzaklaştırıp saptıran bütün bâtıl yollardır.
– Rabbimiz, günde beş vakit "bizi sıratı müstekımine yönelt" dedirterek bu temel konuda taahhüdümüzü yenilememizi ve unutmamamızı sağlar.
– Tagutu ve taguti sistemi reddetmek, ondan uzak durmak, kaçınmakla emrolunduklarını hiçbir zaman unutmadılar ve ertelemediler. ( Nahl 36, Zümer 17)
– Hak – Batıl Uzlaşmazlığının, Ayrışmasının ve Hakkın batıla üstünlüğünün ısrarla vurgulanıp, her şartta tavizsiz bir biçimde sürdürülmesi istendi. (İsra 81, Enbiya 18)
– Çoğulculuğun ve hak batıl sentezi birlikte yönetim tekliflerinin reddi emredildi ve bu konuda hepimizi bağlayan güzel bir örneklik oluşturuldu. (En'am 22, Mü’minun 71, Enbiya 25)
– İşte bu tür hükümlerle vahiy, ilk nesli, sistemin tümünü kökten değiştirme hedefine kilitledi ve onlar sistem içi değişimde asla taraf olmadılar ya da taraflardan birinde aktif rol üstlenmediler. Sistem içi zulumat'ın gri tonlarında yer almak ya da aktif destekçi olup kimlik ve davetlerini kirlendirmek asla gündemlerinde yer almadı.
– Onlar, daha Mekke’de kulluk ve ahret eksenli hayat tasavvuru içinde, eğer toplum layık olursa İslami bir iktidara da yönlendirilmişlerdi. Bu sebeple iktidar olduklarında ümmeti ne ile yöneteceklerinin, neler yapmakla görevli olacaklarının temel ilkeleri de daha Mekke’de bildirilmekte, siyasi perspektif kazandırılmakta ve siyasi hedefler gösterilmektedir.
Uzlaşmazlık, itaatsizlik, ayrışma, bağımsızlık çerçevesinde
sistem içi siyasete/yönetime yaklaşımları:
Cahili Mekke toplumunun bugünle mukayese edilmeyecek ağır işkence ve zulüm ortamında bile ilk surelerden itibaren açıklanan ayetlerin çerçevesinde sisteme karşı çok net ve açık tavırlar koyulmuştur. Mekki Surelerde aktarılan Peygamber kıssalarındaki tavizisiz mücadele örneklikleri de Mekke'deki davetin ilk muhataplarını zorlu şartlar altında tavizsiz ve uzlaşmasız bir mücadele pratiğine yönlendiriyordu. En zor şartlarda peygamberin ve ilk neslin kavram ve modeli var mıydı? Vahiy daha yeni inzal oluyor siyasal kavram ve modelin temel taşları Mekke’de konsa da tamamlayıcı hükümler Medine’de inzal oluyordu. Mekke’de “ne yapalım bizim siyasal kavram ve modellerimiz yok, bu zarüretle ve geçici olarak, merhale ve tertil fıkhı gereğince ödünç almak suretiyle batılın ehveni şer olan kavram ve modellerini tercih edebiliriz” dediler mi? Tam tersine şirk sisteminin kendilerine yapacağı bütün uzlaşma tekliflerini bile akamete uğratacak en yüksek seviyeye oturttular hedef çıtalarını.
Sistem içi siyasete destekçi olanlar, sistemden çok alt seviyede kimi sistem içi haklar talep ederler ve sistem tıkandığında bu tür hakları iade ederek, "statükonun dini"/"atalar dini" çıtasını halkın bu arzularını karşılayacak seviyeye çıkarıp yenileyerek bu kesimleri razı eder ve sonuçta sisteme eklemler. Resulullah (s) döneminde ise, talep ve hedef çıtası, bütün bireysel ve toplumsal alanlara Allah’ın hükümlerinin hakimiyetini esas alan en zirve noktada tutuldu. Bu zirvedeki söylemde şunlar vardı; “yaratmak da emretmek de Allah’a aittir” (Araf 54), “Allah’ın emrinden oluşan şeriatına tabi olunmalı, bilmeyenlerin hevalarına değil” (Casiye 18), “Göklerde olduğu gibi, yerde de hüküm ve ilahlık Allah’a aittir” (Zuhruf 84), “toplumun Allah’ın hükümleriyle yönetilmesi gerekir”, “Allah’ın izin vermediklerini yasa haline getirenlere benimseyerek itaat etmek, onları hüküm konusunda Allah’a eş koşmaktır” (Şura 21), “topluma hevalarıyla yaptıkları yasalarla hükmedenler, hevalarını ilahlaştırmış ve küfre girmiş olurlar ve Allah’tan başkasının hükümlerini benimseyenler de onları ilah edinmiş olurlar” (Casiye 23). İşte çıta buraya konup, bu mesaj tavizsiz bir biçimde topluma yayılmaya başlayınca, yeryüzü ilahlığını tagutlara veren statükonun dini ve onu kullanan egemenler çok büyük tepki gösterip saldırıya geçtiler.
Zulüm, baskı ve şiddetle vazgeçiremeyince, bu sefer uzlaşma teklifleriyle tavize karşı taviz istemeye yöneldiler. Alınacak tavize karşılık, kendileri de taviz verip hak-batıl karışımı ortak bir paydada buluşup, çoğulcu bir yönetimde devlet başkanlığını da Resulullah’a vermeyi teklif ettiler. Yunus suresi 15. Ayette bildirildiği üzere, “bu Kur’an’ı değiştir ya da statükoya uyumlu yeni bir Kur’an getir” dediler. Yani statükonun dinini, Resulullah’ın getirdiği vahiyden de bazı unsurları kabul edip ekleyerek yenilemeyi, Resulullah (s) ile uzlaşmayı, ama yeryüzü ilahlığını elde tutarak, kendilerine çıkar sağlayan statükoyu yeniden üretip sürdürmeyi planladılar.
Ama Allah ©, “emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun, istikametinizi koruyun” (Hud 112), “zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur, cehennemlik olursunuz” (Hud 113), “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık” (İsra 73-75) gibi uyarılarıyla onları istikameti korumaya, uzlaşmazlığa, kafirlere ve onların taptıklarına, onların hevalarına, tapmamaya ve itaatsizliğe yönlendirdi. Görüldüğü üzere, en zorlu şartlarda, en ilkeli ve onurlu duruşu sergiledikleri halde, uzlaşma teklifleriyle sistemin içine çekilmek istenen Resul (s) önderliğindeki ilk Kur'an nesline Rabbimiz Hud Suresiyle istikameti koruma çağrısında bulunarak, "festekım kema umirte" emriyle "emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun" ve "zalimlere meyletmeyin size ateş dokunur" uyarısını yapar. Resulullah (s)'in "Hud Suresi beni kocattı" dediği rivayet edilir. Bize şahidlik yapan önderimiz, örneğimiz olan Resulullah (s)'i kocatan bu hükümler bizi de bağlamıyor mu ve şirk sistemi içindeki duruşumuzu sorgulamaya sevk etmesi ve sarsması gerekmiyor mu?
Sistem içi taleplerle sınırlı siyasi söylem, zamanla bunlarda görece bir iyileşme yapılırsa bununla yetinmekte ve bu tür görece kazanımlar üzerinden sisteme eklemlenme, sistem içi değişime aktif destek verip o kulvarda rol üstlenmeye başlama zaafına sürüklenmektedir. Halbuki, sistemi aşan, sistemi kökten değiştirmeyi ya da sistemin vermesi asla mümkün olmayan köklü talepleriyle kendi gündemini oluşturup diğerlerini bu tartışmalara çekenler, bu temel strateji istikametinde ilkeli bir mücadeleyi sürdürürken, sistem içi değişimle bir takım haklar verildiğinde de bundan fazla etkilenmeden, köklü değişim talepleri istikametinde devam ederler. Bu tür devrimci kesimleri sistem verdiği tavizlerle kendi alanına çekme imkanını yakalayamaz. Çünkü talepler köklü ve tamamının verilmesi sistemin kökten değişimini gerektirecek taleplerdir.
Resul(s) önderliğindeki ilk Kur'an neslinin, sistem içi araçları kullanmada ve daha az zalim ortamlara sığınmadaki ölçüleri:
Resulullah (s) ve beraberindeki ilk nesil, İslami kimliği zedelemeden, şer’i ölçü ve hudutları aşmadan, hiçbir taviz ve uzlaşmaya yanaşmadan, bu anlamda herhangi bir taahhütte bulunmadan sistem içi kimi araçları kullandılar.
Himaye – Eman (can güvenliği): Resulullah (s) sistemin hukukunda zaten var olan bu müesseseden faydalanıp, eman istiyor. Olmayan böyle bir müesseseyi içine koyacağımız yeni bir hukuk sistemi hazırlayalım teklifinde bulunmuş ve bu yolda sistem içi siyasi çaba göstermiş değildir. Yani sistem içi bazı kazanımlar elde etmek amacıyla da olsa, şirk sisteminin iç siyasetine dahil olmamış, sistem içi taraflardan birisinin yönetime gelme çabası anlamında iç siyasetine destek vermemiştir.
Kabile dayanışması ve îlâf (ticari anlaşmalar- Müslümanların da İslami kimlik ve ilkelerinden hiçbir taviz ve taahhütte bulunmadan bu anlaşmalardan faydalanarak ticaret yapmaları.)
Panayırlar : (Bugünün yayın organları, internet sitleri, konferans ve paneller, dergi ve gazetelerle oluşan sesini duyurma alanlarının İslam'ın tebliği için Müslümanlarca da kullanılmaları). Bu konuda ölçü, tevhidi ilkelere, şer'i hudutlara sadakat, tavizsizlik, uzlaşmama ve her hangi bir taahhütte bulunmamaktır.
İnsanlara zulmetmeyen hükümdar Necaşi'ye sığınma: Birinci olarak, Necaşi, kendi ülkesindeki bir alternatif, hele de İslamilik iddiasında, ılımlı İslam gibi sapmaları temsil eden ve ülkesini yöneten bir alternatif değildir ve mü'minler ülkesindeki diğer alternatife karşı ona destek vermek üzere oraya gitmiş değillerdir. ikinci olarak da, müminler oraya gidip onun sistemine aktif destek veren, onun anayasa ve yasalarının yapımına iştirak eden bir konumda olmamışlar, sadece var olan onun Mekke şirk sistemine göre görece hür ve insanlara zulmetmeyen yönetiminde can güvenliği elde etmişlerdir. Üstelik daha baştan itibaren Necaşi'yi ve çevresindeki Hıristiyan din adamlarını rahatsız etme ihtimali olan Allah'ın ayetlerini bile açıkça ifade etmekten çekinmemiş, ertelememiş, taviz vermemişlerdir.
Rum ordusunun galibiyetine sevinilmesi:
-Rumlar bozulmuş da olsa kitap ehli olmas ve daha uzak bir tehlike olması, Sasaniler ise Zerdüşt, ateşperest olmaları ve yakın tehlike olması ve sonuçta bu iki tehlikenin birbirlerini yıpratması, son olarak da, Rumların galibiyetinden ziyade yakın tehlike olan Sasanilerin mağlubiyeti sevinç vesilesi olmuş olabilir. Ama Elmalılı Hamdi Yazır'ın ifadesiyle aynı zamana denk gelen Bedir zaferinden kaynaklanan sevinç de kast edilmiş olabilir.
– Velev ki Sasanilerin Rum ordusunca mağlup edilmesine sevinilmiş olsa bile, bu iki taraf da Müslümanlara binlerce kilometre uzaklıktadır. AKP hükümeti ise bizim ülkemizde ve bizi yönetmektedir. Üstelik kendisini İslam'a nispet eden öncü kadroları sürekli İslam hakkında açıklamalar yaparak, laikilikle, kapitalizmle uzlaştırmaya çalışmakta, dinimizi tahrif etme rolü de oynamaktadırlar.
-Ayrıca, Rum ordusunun Sasanileri mağlup etmesine sevinilmiş bile olsa, bu savaşta taraf olunmamış, Rum ordusunun galibiyeti için çaba sarf edilmemiş, ona eklemlenilmemiş, fiili aktif destek verilmemiş, saflarında yer alınmamış, lojistik destek bile sağlanmamıştır.
-Üstelik bugün Rum ordusu konumuna oturtulup galibiyetine sevinilienler, zahiren de olsa içimizden birileri olarak bizi yönetiyorlar, dolayısıyla sevinilmesi bile riskli olabilir, zamanla eklemlenmeye yol açabilir. Bu sebeple, AKP'nin galibiyetine değil, en fazla daha şedit düşman olan rakiplerinin mağlubiyetine sevinmekle yetinilmeli, taraf olunup, destekçi olunmamalı, eklemlenilmemeli, hatta tam tersine onun da tehlikeli yanları ifşa edilerek Müslümanlar uyarılmalıdır.
Ebu Talip ve diğer eman alınanlar ile Necaşi'ye sığınma ve Rum ordusunun galibiyetine sevinme gibi konular, maalesef tevhidi uyanış süreci öncüleri tarafından istismar edilip, kendi yanlış tercihlerini meşrulaştırmak amacıyla saptırılmış yorumlarla kullanılmak istenmektedir. Halbuki, bu konularda da, ilk neslin örnekliğinde herhangi bir taviz ve taahhüt söz konusu olmadığı gibi, onlara taraf da olunmamıştır. Bu kesimler, tebliğin muhatabı görülüp, açıkça yüzlerine Hak söz söylenmiş ve gerektiğinde kendileriyle savaşılan şirke ait alanda konumlandırılmışlardır. Bunlarla kurulan ilişkiler sonucunda, sistem içi mücadeleye yönelim yoktur. Uzlaşma, çoğulcu yönetim, şirke itaat yoluna gidilmemiştir. Onların kavram ve modellerinin ödünç alınmaları, ehven-i şer olarak tercih edilmeleri söz konusu olmamıştır.
Yusuf (as)’ın konumu: Bu sure Mekki'dir, eğer Allah'ın hükmünü değil de tagutun hükmünü esas alan Firavun yönetiminde görev kabul etmiş olsaydı, Hz. Muhammed'e de (s) böyle bir yönlendirme yapılmış, böyle yapabileceğinin mesajı verilmiş olurdu ve o da devlet başkanlığı teklifi, birilerinin iddia ettiği "maliye bakanlığından", "hazine müsteşarlığı"ndan daha üstün olduğuna göre kardeşlerinin çok zor şartlarını, şehid edilişini, işkence altında oluşunu sona erdirmek gibi önemli bir maslahat da varken, bu teklifi kabul ederdi. Yusuf (AS), kimliğini ve ilkelerini gizlemeden ve hiçbir tâviz vermeden Mısır yönetiminde geniş bir inisiyatif alanı ele geçirmiştir, tüm ülkede tam yetkili ve tek başına iktidar sahibi olmuştur. Kur'an'ın beyanlarıyla Hz. Yusuf'a (a.s.), tüm iktidar tevdi edilmiş ve bir yöneticinin tüm imtiyazı verilmiştir.
– Ayrıca, bazı kardeşlerimiz, "günümüzün Mekke'si olan ulus devletlerin kuşatması altındaki Müslümanların önündeki iki yol vardır, biri gizli silahlı mücadeleyle rejimleri devirmek, diğeri sistem içi hükümet arayışını temsil eden demokratik seçim yöntemidir" diyebilmektedirler. Bu tamamen yanlış ve Kur'an'dan da siyerden de dayanağı gösterilemeyen büyük bir saptırmadır. Hiç bir Peygamber'in (ASV), gizli silahlı mücadeleyle rejim devirmeye ya da sistem içi siyasete dahil olup, sistem içi yönetimde rol alıp kazanımlar elde ederek toplumu bu şekilde dönüştürmeye yöneldiği görülmemiştir. İddia edenler de her hangi bir delil ortaya koyamamaktadırlar.
İslami iktidar ve medeniyeti (Medine'yi) inşa edecek kadronun ve Kur'an toplumu nüvesinin Mekke'nin zorlu şartlarında yetiştirilmesi öncelikli sorumluluktur:
Mekke İslami şahsiyetin, ümmeti ve Medine’yi inşa edecek kadronun ve model İslami cemaatin, Kur’an toplumu nüvesinin inşa edilme sürecidir. Mü’minlere yönelik zulümler dayanılmaz boyutlara ulaşınca ve onlar artık kendi ülkelerinde yaşayamaz hale gelince gerçekleşen mekânsal hicrete kadar Mekke’de kalıp cahiliyeye alternatif oluşturmakta, ümmeti inşa edecek ilk ümmet nüvesini, ilkeli onurlu örnek nesli inşa etmekte ısrarcı oldular. İşte bu direngen kadroyu oluşturan ilk nesil, hiçbir maslahatla tavize yanaşmadılar, kendilerini anlamsız kılıp alternatif olmaktan çıkaracak bir sapmaya, savrulmaya meyletmediler, uzlaşmadılar, cahiliye sistemine eklemlenmediler. Buna rağmen Rabbimiz onları “zalimlere meyletmeyin size ateş dokunur, cehennemlik olursunuz” “emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun, aşırı gitmeyin” diye uyarıyordu. Ayrıca mal ve evlat çoğaltma yarışına kapılarak yaşanacak dünyevileşmeye dair uyarılarıyla, savrulmaları engelleyerek ayaklarını daha da sabit kılacak yönlendirmelerde bulunuyordu.
İşte Mekke’nin zor, sıkıntılı şartlarında ve büyük imkânsızlıklar içinde yetişen böylesine net tevhidi kimlikli, ilkeli ve tavizsiz duruşlu, hiçbir şartta cahiliye sistemine eklemlenmeyen, şirk sistemine itaat etmeyen bu ilk Kur’an nesli, kurucu inşa edici "müçtehid Kur'an toplumu" nüvesi ümmeti inşa etti ve bu yolda ilkesel bazda kıyamete kadar geçerli olan güzel bir örneklik, çağlar üstü bir model oluşturdu. İktidar eksenli değil, kulluk eksenli hayat tasavvuruna sahip bu nesil, tevhidi davet ve şahidlikle toplumu vahyin ölçüleri istikametinde dönüştürüp Allah’ın vaat ettiği mübarek yardımını hak edince, Allah onlara rahmeti ve yardımıyla lütuflarda bulundu, İslami adalet sistemini takdir etti. Zaten Hak batılla uzlaşmak ve sentezler oluşturmak için değil batılı zail etmek üzere inzal olunmuştu. O halde Hakkın temsilcilerinin toplumu batıl ilkelerle ve batılla uzlaşıp bütünleşerek değil, ancak ve sadece Hak ile yönetmeleri vazgeçilmez bir sorumluluktur. Eğer Hakkın temsilcileri Allah’ın yardımını celbedecek fedakarlıklar yaparak Hak yolda ilkeli bir ısrarla tevhidi mücadeleyi sürdürebilirlerse, sonuçta Hakkın batıla galip gelmesi kaçınılmaz bir sonuçtur, çünkü Allah bu galibiyetin yardımcısı ve güvencesidir.
Hedef sistem içi yönetimi kendi lehinde değiştirmek ya da içinde yer almak değil, sistemi değiştirecek Kur'ani inkılabı gerçekleştirmektir. Sistem inkılapla, sistem içi yönetimler/hükümetler ise seçimle değişir.
Mekke, daha ziyade İslami şahsiyet, İslami cemaat, ilk Kur’an toplumu nüvesinin ve bu zeminde oluşan örneklikle toplumsal dönüşüme vesile olacak akıde merkezli, iman amel bütünlüğü içinde sosyalleşme eksenli bir inşanın gerçekleştiği yerdir. Siyasal, ekonomik ve hukuki toplumsal alanlar ve yaşanan sorunlar için Rabbimiz tertil üzere naslar indirmekte, hayatın bu alanlarıyla ilgili uyarı ve emirleriyle, bu alanların temel ilke ve sınırlarını belirlemektedir. Bu alanlardaki sapma ve yanlışlara yönelik kınama, eleştiri ve emirlerle, bir yanda davetin muhataplarına dinini tanıtmakta, onlara hakların, hukukun temel esaslarını bildirmekte, iman edenlerin ise, bu konularda sahih bilgiyle buluşmalarını, bilinç kazanmalarını ve güçleri yeten kısmıyla amel etmelerini hedeflemektedir.
MEDİNE ise, bu sosyal inşa ve toplumsal dönüşüm sonucunda Allah’ın takdiri ile siyasal inşanın, ekonomik, hukuki sistem, proje ve yapılanmanın gerçekleştiği yerdir. Her türlü toplumsal meselenin konuşulup istişare edildiği, çözüm üretildiği, şura ile kararların alındığı, eğitim ve ibadetlerin yapıldığı mekan olarak ilk mescidin (Mescid-i Nebevi) inşa edildiği yerdir. Siyasi, ekonomik, hukuki boyutlarıyla İslami modelin oluştuğu yerdir."
Mehmet Pamak konuşmasını şu çağrıyla bitirdi;
"Bütün insanlık vahyin mesajına muhtaç iken ve karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kurtuluşa taşıyacak bu mesajı ihtiva eden muhteşem Kur'an bizim elimizde olduğu ve biz bu kitabı okuduğumuzu iddia ettiğimiz halde, cahiliyeye muhalif olan tek kurtarıcı alternatifi oluşturmayı bırakıp egemen şirk sistemine ve küresel kapitalizme (modern cahiliyeye) eklemlenme sonucu doğuran sistem içi yollara sapmamalıyız. Eğer böyle yaparsak, hem Allah hesap sorar, hem de bu kitabın mesajına muhtaç oldukları halde bizim ilkesizliklerimiz ve doğru bir temsil ortaya koyamamamız yüzünden ona ulaşamayan bütün insanlık hesap sorar.
İşte bu hesap bilinciyle ürpererek, Rabbimizi razı etmek ve sorumluluklarımızı yerine getirmek amacıyla, Kur'an'ın kurtarıcı mesajını, ferdi ve ümmet planında şahidliğini yaparak, hayatımızda örnekleyerek insanlığa sunalım. Cahiliye sistemleri, ideolojileri ile uzlaşmadan, onlara itaat etmeden, onlara eklemlenmeden, modern ve geleneksel bütün cahiliyeyi reddederek özgün bir alternatif oluşturmakta ısrarcı olalım. Gücümüzün yettiğini yaptığımız, sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz halde, dünyevi ölçülerle bakıldığında bir başarı elde edemesek bile, hiç değilse şehid Seyit Kutup misali "yoldaki İşaretler"i bir daha belirginleştiren, dikkat çeken bir çığlık da biz atarak, tavizsiz bir biçimde hakkı haykırarak can verelim. Böylece hiç değilse, takip edilmesi gereken Kur'ani, Peygamberi yolu hayatın içinde örneklemek suretiyle bugünün "yoldaki işaretçiler"i olma vasfını hak etmeye çalışalım ve Resulün önderliğindeki ilk neslin bıraktıkları 'Yoldaki İşaretler'i gelecek nesillere, batıla bulaştırmadan, açık ve net biçimde intikal ettirelim".
İLKAV