Çarşamba, Aralık 11, 2024
Ana sayfa HABERLER Kardeşlereli Derneği:´Toplumsal Muhalefet´

Kardeşlereli Derneği:´Toplumsal Muhalefet´

by İlkav Editor
2,7K 👁
A+A-
Reset

Kardeşlereli Derneği tarafından düzenlenen seminere konuşmacı olarak katılan Sayın Hüseyin Alan, " Tolumsal Muhalefet " adlı seminerinde,var olan yapı içerisinde,müslümanın kimliği ve çizgisi konusunda net bir tavır sergilemesi gerektiğini,geçmişten günümüze birçok deneyimleri yaşayan,sürekli aldatılan müslümanların artık daha akıllı olmalarının zaruretine değinerek üst kimlik olarak Müslüman olmayı gündeme getirdi.


Hüseyin Alan'ın konuşmasında özetle şunları söyledi:


Yaklaşık dört yüzyıldır dünyayı yöneten modern liberal ideoloji, günümüzde kendisini neo-liberalizm olarak ama aynı paradigmadan hareketle yenileyerek sürdürmektedir. Modern çağlar da denen ve kendi tanımlaması ile geleneksel tolum olarak da tanımladığı eski devlet-toplum yapısını değiştirerek yenileyen, eski yapıdan radikal bir kopuşla yeni bir toplumsal yapıyı oluşturan ideoloji liberalizmdir. Siyasal ideoloji olarak liberalizmin kapitalist ekonomi politiği, gaddar, kıyıcı ve zalim bir sermayeci politikaya dayalıdır. Marksizm, aynı paradigmadan hareketle liberalizme karşı başka bir toplumsallık üretir. Bu iki ideoloji de devrimcidir, eskiyi değiştirip yeni bir toplumsallık kurduğu için. Muhafazakarlık ise, devrimci iki ideolojinin temel yapısına itiraz etmeksizin, toplumun hızlı değişimine karşı geleneğin, ahlakın ve dinin hepten yok sayılmadan, bunlara da dikkat ederek ve daha yavaş bir değişim savunan anlayışı savunmuş, her iki toplumsl yapıda siteme itiraz etmeksizin yer almıştır. Özetle, üç ideolojik akım, modern paradigma üzerine kurulu bir anlayışı ve günümüzü simgeler. Günümüzü anlamak için bu üç ideolojiyi doğru tanımamız gerekmektedir.
Din, modern dönemlerde toplumsal yapıdan çıkartılmış, hayatın dışında tutulmuş, dolayısı ile insan vicdanı ve tanrı ile kişinin kendi arasında özel bir alana hapsedilmiştir. Dolayısı ile o gün bu gündür, dinin tanımı ve algısı değişmiş, dini iradenin yönlendirmesi ile oluşabilecek toplumsal bir yapı örnekliği de kaybolmuştur.
Modern paradigma, öncelikle bilginin kaynağı üzerine yoğunlaşarak, eski toplumda bilginin kaynağını temsil eden din-kİlise-ruhban sınıfını reddeder, onun yerine saf akıl dediği tek hakikat belirleyici olarak rasyonalizmi koyar. Üniversite-bilim-bilim adamı, yeni bilgi kaynağı olarak kabul edilir. Artık hakikatın tanımını yapmak, hayatı anlamlandırmak ve değer üretmek, bilimin tekelindedir. Bu durum karşımıza laik-seküler bir hakikat anlayışını getirecektir. (Günümüzde, bilimin tekelci hakikat anlayışı terk edilmiş, bilginin kaynakları artırılarak çoğulcu hakikat anlayışına geçilmiştir )
Keza eskinin insan tanımı değiştirlerek, "birey" denen yeni bir insan tanımı yapılmıştır. Bireyin doğuştan sahip olduğu varsayılan, inanç-kültür-etnik yapı-cinsiyet olarak temellendirilen hakları vardır ve bunlar devredilemez. Birey, amaç ve sondur, başka bütünler, değerler ve kutsallar bireyi kendi amaçları için araçsallaştıramaz. Devlet, toplum, din, kamusal yarar ve ortak iyi gibi bütünler, bireyden sonra vardır dolayısı ile bireyi kendi amaçları uğruna kullanamazlar. Bu birey, kentte kendi kazanıp kendi harcayan, kimselere hesap vermeyen, kendisinin ve mülkünün efendisi özgür bir varlıktır. Birey, rasyonel olduğu için, davranışları da rasyonel yani çıkar temeli üzerine oturacaktır.
Modern ideolojilerin en temel özelliği ve ortak paydası; yeni bir paradigma kurduktan sonra, ekonomik ilkelerin ve alanın, sosyal-siyasi-hukuki diğer toplumsal yapıdan ayrı olarak düşünülmesidir. Bunun anlamı şudur; toplumsal alanlar, ekonomik ilkelerle belirlenecek, ekonomik değerlerle kurulacaktır. Ekonomik ahlak ve kurallar, genel ahlakı ve kuralları da belirler. Buradan hareketle, modern toplumun ve devletin üzerine oturduğu üç saç ayağı veya toplumsal kurumsal yapısı; siyasi-politik alan, sosyal alan ve ekonomik alan üzerine oturmaktadır. Başka bir deyişle, modern insan, bu üç alan üzerine günlük hayatını yürütmekte, gelecek tasavvurunu bu üç alanın hedefleri ile kurmaktadır.
Burada şu hususun altını önemle çizebiliriz; Müslümanlar dahil diğer din saliklerinin bu üç alanla ilgili bir toplumsal tahlilleri ve kendi değerleri üzerine oturacak özgün bir toplumsal önerileri yoktur. Dolayısı ile ve genel olarak tüm dini kesimler ve dini algılar, modern insana ve onun günlük hayatına hitap etmemektedirler. Bu bakımdan modern insanın din algısı, devlet-toplum hayatı yerine kişisel özel alanları kuşatabilmektedir. Modern paradigma, diğer dinleri değiştirip dönüştürdükten sonra, sahip olduğu tecrübelerden de hareketle, kendisine rakip gördüğü İslam dini algısını da şimdilerde değiştirmeye başlamıştır.

Ekitap için tıklayın

Modern ideolojilerin toplumsal yapısını, bahsetiğimiz üç temel alanla değerlendirelim:

1-Ekonomik alan: Özel mülkiyet, serbest ticaret esastır. Müdahalesiz devlet anlayışı, devleti sadece savunma ve adaletin korunması yetkisine sahip kılmaktadır. Gerçekte devlet, sermaye lehine piyasaya her zaman müdahale etmesine rağmen bu yutturmacayı kabul ettirmişlerdir. Kamusal gelirden elde edilen rantlar, teşvikler, krediler ve imtiyazlar sermaye lehine kullandırılırken, krizlerde fatura sermayeye değil halka yüklenmektedir. Sermayenin niteliği bellidir; acımasız, sömürücü, zalim ve kıyıcı olmaktır. En büyük yalanlar, en büyük yalancılara söyletilirmiş; bunlarda bilim adamları, aydınlar, gazeteciler, araştırma kuruluşları ve iletişim araçlarındaki uzantılarıdır. Sürekli propagandalarla sermayenin çıkarı, herkesin çıkarı imiş gibi kabul ettirilmektedir. Asgari ücretin sürekli gündem edilip tartışılması yanında servetin ve adil bir kaynak dağıtımının yapılmasının hep unutturulması, buna en güzel örnektir.
Ekonomik değerler, dayanışma ve işbirliğini değil, rekabetçi bir anlayışı getirmektedir. Ekonomik çıkarlar her şeyin üzerindedir. Marksizm, buna tepki olarak çıkmış, insanlığın vicdanı olarak görülmüştür ama aslında o da aynı paradigmanın ürünüdür. Nitekim o, özel mülkiyeti değil kamu mülkiyetini, serbest ticareti değil kamu yararını, bireyi değil topluluğu esas alarak farklılaşır.

2-Sosyal alan: Liberalizmde birey esastır. Birey, kendisine tanınan kurumsal yapı olarak STK'larda örgütlenecek, kendi tercihi olan etnik-kültürel-dini ve cinsel özgürlük haklarından aynileştiği bireylerle örgütenecek ama diğer hakları savunanların özgürlüklerine de saygı duyacak ve onları da savunacaktır. Etnik-kültürel-dini ve cinsel kimlikler, hakikatı tek başına temsil etmediğine, diğer kimlikler de hakikatın bir bölümünü temsil ettiğine göre, bunlar da bireyin en temel hakları olduğuna göre, çoğulcu anlayış içerisinde diğerlerinin kimlik hakları ile birlikte barış içinde yaşamayı kabul edeceklerdir. Dinler arası diyalog da buraya oturmaktadır. Öyle ya; İslam dahil hiç bir din, tek başına hakikatın bütünün temsil etmemektedir. Öyleyse, hakikatın diğer parçalarını da temsil eden diğer dinlerle diyaloga geçmeli, çoğulcu hakikat anlayışı içinde birlikte bir yaşam formu üretmelidirler. Aksini iddia eden bir din, totaliter, baskıcı ve dayatmacı yaftasını hemen yiyecek ve dışlanacaktır. Keza, cinsel özgürlüklerini ve farklı tercihlerini savunanlar da, kendi kimlikleri ile toplumda yer alacak, diğerleri bunların haklarını da savunacaktır.
STK'ların üst kimliği, ulus kimliğidir. Ulus, toplumda karşılığı olmayan üretilmiş bir kavramdır. Kültüre referansla oluşturulmuş üstün bir kimliktir. Ulus, kendini inşa ederken, diğer kültürel üst kimlikleri yok saydığı, kendi tanımladığı kimlik dışında kalanları asimilasyon yahut tasfiye tabii tuttuğu içindir ki, her ülkede belirlenen ulus kimlik üst kimliktir ve belirleyicidir. Bu nedenle de, ulus kimliği kabul edip o kimliğe biat eden bireyler, kendilerine tanınan diğer kimliklerden hareketle kendilerini yeniden tanımlayacaklardır. Sosyal yapı, ulus üst kimliği altında örgütlenmiş bir toplumsallığı ifade etmektedir. Ulus kimlik de seküler ve laik olmak zorundadır. Marksizm, seküler ve laiklik temelinde sosyal yapıyı ve örgütlenmeyi, detay farklarla örerek farklılaşmaktadır. Ulus yerine sovyetik bir yapı üst kimlik, işçi sınıfı, sendikalar ve sınıf bilinci alt kimliktir.

3-Siyasi alan: Ekonomik değerlere göre sınflı bir toplum yapısı vardır; sermaye sahipleri ve diğerleri. Liberalizmde politik iktidar sermaye sahiplerine aittir. Devlet, bir işletme gibi yönetilir. Eskiden temsili olan demokratik yapı günümüzde katılımcı bir yapıya evrilmektedir. Devlet, serbest pazar ekonomisini ve mülkiyet özgürlüğünü, hukukun üstünlüğü propagandası ile korumalıdır. Serbest seçim aldatmacası, uzmanlık işine dönen devlet yönetimini, seçmenlerin belirlediğini sandığı hükümetler, halkın yararını değil sermayenin çıkarını gözterek yürütürler. Marksizmde ise politik alanı, üretim araçlarının mülkiyeti belirlemektedir. İktidar, mülk sahipleri eli ile değil, mülksüzler eli ile yürütülmelidir. Proleterya, yeterli sınıf bilincine ulaşamadığı için, zamanı gelinceye kadar iktidarı onun yerine parti, öncü grup yapacaktır…

Çağımızda, toplum ve devlet yapısı deyince, mevcudu aşıp kendine has yeni bir yapı gündem olunca, bu üç alanda görüşü olan, rakibine karşı eleştirisi ve önerisi olan ideolojiler konuşulmakta, insanların aklına en evvel bunlar gelmektedir. Bu ideolojiler de kendilerini sürekli üreterek var kalmaya çalışmaktadır. Son iki yüzyıldır sahih dini hat dediğimiz İslamcı çizgi hariç diğer müslüman gruplar da, kendilerini bu üç siyasi-ekonomik ve sosyal ideolojinin paradigması ve kavramları ile tanımlamakta, toplumsal hayata bunların değerleri ile katılmakta ve hayatlarını da mevcuda uygun olarak düzenlemektedir. Nitekim eskilerin demokrat-ırkçı-sosyalist İslam tanımları, yenilerde gündemi belireyen ideolojilerin yükselen değer olmasına bağlı kalarak kendilerini yeniden tanımlamalarına yol açmaktadır. Nitekim günümüz muhafazakar çizgideki Müslümanlarının bir kısmı demokrat İslamı yeniden keşfederken kimileri de sol İslamı keşfetmektedir. Bu savrulma, sahici hattaki İslamcıların, sahih din anlayışına dayanan ve dinin kendine has toplumsal örgütlenmelerini ve devlet yapılarını belirgin ve anlaşılır biçimde otaya koymalarına ve kendi aralarında değerlerine uygun örgütlenmelerini gerçekleştirmelerine bağlı olarak devam edecektir.

Bu bağlamda, modern hayatta karşılık bulacak, insanların doğrudan ilgisini çekecek anlayışa uygun olarak, İslamcı çizginin kendi toplumsal yapısını açıklamaya çalışalım:

1-Siyasi alan: İslam, bir toplumu, siyasi ilkelere uygun olarak kurar. Bunu da, adalet temeline oturtur. Yeryüzünün imarı, şehirle, şehirli toplum ve medeniyetle alakalıdır. İnsanların ıslahı da, bu ilkeye dayanır. Dolayısı ile, İslam iktidarının varlık gerekçesi; vahiy referanslı bir ilke ile kendine has bir toplumsallık inşasını önermektedir. Bu bakımdan Müslümanlar, bulundukları toplumu-şehri ya değiştirirler yahut da kendi şehirlerini kurarlar. Bunun ortası, uzlaşması veya diğeri ile ortaklığı yoktur. Politik alan, ehil olanlara ve hak edenlere aittir. Cahiliye olarak nitelenen her hangi bir siyasi-toplumsal yapıda, kendi değerlerinin aşağılandığıni ve yok sayıldığını bilen müslümanlar, en temelde mücadelesinin anlamını siyasi hedefleri doğrultusunda, kendi yöntemleri ile örgütlü bir yapı kurarak yürütür. Bu hedef bütünlüğü ve talebi yoksa, diğer alanlarda yapacağı çalışmalar, İslama ait olmaz. Bu, ekonomik ilkeye dayanarak toplum inşa etme iddiasında bulunan modern ideolojilerin tam tersi bir önermedir.

2-Sosyal alan: İslam toplumu, inanç temelli yeni bir toplumsallık üretir, diğerleri ile karışmaz. Müslümanlık, kan bağı, kavim-soy bağı, vatandaşlık-ulus bağı, sermaye sahibi-mülksüz sınıf bağı gibi ayırımları ve bağları kabul etmez, bunları aşarak ve bunların üzerinde inanç bağı ile yeni bir sosyal asabiye inşa eder. Bu, her hangi bir grubun yahut sınıfın, her hangi bir bağa dayanarak diğerine üstünlük taslamayacağı bir bağdır. İnsanlar arasında eşitlik ilkesi değil burada da adalet ilkesi geçerlidir. İslami sosyal asabiye de üstünlük, takva ölçüsü bir değer olarak anlam ifade eder. Günümüz cahili topluluklarında, kendini islami siyasi taraf olarak ortaya koyan her grup, büyük islam ümmetinin küçük bir parçası olarak bir anlam ifade edecektir.
Müslümanlar, aileyi sosyal yapının en temel örnekliği olarak görür. Mahalli ve yerel örgütlenmeler, siyasi ümmet yapısı hedefi çerçevesinde kalarak çalışmalarını yütürürler. Toplumun diğer grupları ile, kendi değerleri ve ölçüleri üzerinden ilişki kurarlar. Söz gelimi evlilikleri rast gele olmaz. Saflar ayrılıncaya kadar da, uzak yakın akraba ve çevre ilişkilerinde, adaletli olmaya, onlara güzellikle davranmaya bakarlar. Tebliğin ve şahitliğin bir gereğidir bu. Adalet ilkesi, topumun her alanında geçerli değerdir. Ahlaki ve hukuki değerler, her alanı ve her ilişkiyi belirler. Hiç bir alan diğer alandan bağımsız değildir. Hayat bir bütündür, hayatın alanları da bu bütüne göre inşa edilir. Müslüman grubun varlığı ve dışa açılımı, cihad gibi kutsal bir amaçla yapılır. Sömürü ve emperyal ilişkiler yasaktır.

3-Ekonomik alan. Bağımsız ve kendi değerleri ile işleyen bir alan değildir. Genel ahlak ve haram-helal ölçüsü, ekonomik alanı da belirler. Harama dayalı, rıza dışında bir kazanç reddedilir. Rant, insanları ve siyasi iktidarları kullanarak elde edilen kazanç, ganimet merduttur. Rüşvet, hile ve dolandırıcılık kabul edilmez. Rızaya dayalı, helale açık kazanç mübahtır. Bir Müslüman, her şey de olduğu gibi rızık ararken de Allah'ın rızasını gözetir, ona sığınır. Gurur, kibir, tahakküm ve üstünlük amacı getirmeyen mal, iyidir, teşvik görür. Sermayesi ile övünmek ve yarışmak haramdır. İnsana hükmeden mal değil insanın hükmettiği mal esası geçerlidir.
Müslümanın serveti matematiksel sayı dizileri değildir. Bilakis, Allah'ın kendisine lutfettiği bir nimet, hak sahiplerinin haklarının verileceği bir emanettir. İslamda mal ve eşya bizatihi haram olan şeyler değildir. Aslolan mal ile kurulan ilişkinin niteliğidir.

Bu açıklamalrdan sonra, bir müslümanın toplumsal muhalefetinin esası ve çerçevesi, bu üç alana ilişkin söyleyeceği söze, ifadeye ve söylediklerini yaşanır kıldığı bir toplumsal örnekliğe bağlıdır. Hayat bu üç alan ile işlemekte, insanlar bu üç alanın kuralları ile kuşatılmaktadır. Dolayısı ile Müslümanlar bu üç alana dair dini söylemde bulundukları zaman, hayatta karşılığı olan bir şet söylemiş olacaklardır. Dolayısı ile , mevcudu eleştirip aşan, kendi ilkeleri doğrultusunda kendine has önerdiği bir toplumsal söylem ve yapı konuşulmuyorsa, bizler bir şey söylemiş yahut yapmış olmuyoruz. İnsanlar da bu nedenle söylediklerimize kulak vermeyecek, bizleri ciddiye almayacaktır. Nitekim günümüz örnekliği ve müslümanların durumu da anlattıklarımzı teyit etmektedir. Öyleyse ne yapmalıdır; soru budur.

Bunun cevabı, tahrif edilmiş ve modern ideolojilere teslim olmuş dini telakkilerde olduğu gibi, kişisel inanca, kuru itikadi söylemlere, dünyayı ihmal edip sadece ahirete yönelik manevi duyguları tatmine ve erdemliliğe yönelik bir söylem olmamalıdır. Bu durumda namaz; nasl transa geçilmiş bir hali ve duayı temsil ediyor olduysa, mevlana türbesini ziyaret ve tavaf da hac ibadeti yerine geçebilecektir.

İslam dini de, diğer ideolojiler gibi öncelikle bir zihin kurarak işe başlar. Bu, bilgini kaynağının değişmesine bağlı olarak yeni bir paradigma inşası, yeni bir insan tanımıdır. Bunun için insan, önce nefsini, niyetini ve kendini değiştirir. Kendini ıslah eder, tezkiye eder. Bu sürece giren bir Müslüman, velayet ve vekalet bağını Allah ile kurar. Allah ile ilişkisini de her türden ibadetleri ile sürdürür. burada ibadet, bilinen bazı ritüellerden ibaret olmayıp, siyasi-sosyal ve ekonomik ilişkileri de kapsar. Bu müslüman sonra, içinde yaşadığı toplumu tahlil eder ve toplumu ile kuracağı ilişkileri kendi değerleri üzerinden kurmaya bakar. Bu onun varlık gerekçesidir. Dünya hayatının ve kuluk anlayışını bir gereğidir. O halde, onun her hangi bir topluma katılması, toplumdan razı olması mümkün değildir.

Müslüman bir kul vahyin rehberliğinde, kendinin farkında olan, etken, iradeli, karar veren ve değiştirme gücüne sahip bir kuldur artık. Bunun için gerekli yeteneklerle donatılmış olduğunun da bilincindedir. Tarihe ve hayat müdahale edeceğini, tarihi ve hayatı değiştireceğini bilir o. Şahitlik ettiği ilkeler ona bu sorumluluğu yüklemiştir. Bunu da bilir o. O halde şahitlik, sistem içi bir yerde durmak, sistemin kendisine tanıdığı alanları genişletmek ve bunun için mücadele etmek değil, tam tersine, bizatihi sistemin kendisine muhalefet etmek, sistemi eleştirip aşmak ve kendi sitemini kurmak için mücadele etmektir. Bunun için söylediğ ve yaptığı her şey, her parça anlamlı ve değerlidir.

Hz. Muhammed (s) in, bizlere bu konuda örneklik ve rehberlik ettiğini biliyoruz. O halde bu işlerin nasıl yapılması gerektiğini, onun sünnetini doğru anlamaya bağlı olarak yeniden tartışabiliriz. Son yüz yılların sahih İslamcı hattı ve kutlu şahitleri de bizlere bu konularda doğru örneklikler sunmuşlardır. O halde bizim başka ideolojilere, başka değerlere değil kendi değerlerimizi gerekirse yeniden konuşmaya ve güncellemeye ihtiyacımız vardır. Bu bağlamda, Muhammed (s)'ın Kureyş toplumu içinde başlattığı siyasi mücadelesini dolayısı ile toplumsal muhalefetini ve bu konuda ortaya koyduğu örnekliğini kısaca hatırlayabiliriz.

1-Kureyş toplumunun dini-ideolojik-siyasi temeli ve iddiası, başta İbrahimi dinin geleneğine sahip olmak, ondan kalan ibadetleri yapmak ve atalarının yolundan gitmekti. Bununla övünüyorlar, bununla meşruiyet iddiasında bulunuyorlardı. Yönetim işleri için meclisleri vardı, imtiyazlı kabileler önemli görevleri üstlenmişlerdi… Allah; Hz. İbrahim'in müşriklerden olmadığını bildirerek, Mekke'lilerin dolayıs ile müşrik olduğunu apaçık beyan ederek onların en temel iddiasını reddetti. Keza, atalarının cehennemde oldukları, şayet onlar da atalarının yolunu takip edeceklerse, onların da cehennemi boylayacaklarını bildirdi. Bölece Kureyş'in ideolojik meşruiyeti boşa çıkartılmış, siyasi yapıları sarsılmış oluyordu. Neye çağrıldılar; tüm peygamberler de olduğu gibi, tek ilah olan Allah'a kulluğa…

2-Kureyş'in sosyal asabiyesi, birliği ve topluluk temeli, kabile anlayışına bağlı idi. İzzet, şeref ve üstünlük iddiaları kabile yapılarına aitti. İmtiyazlılık, kabilenin sayısal çokluğu ve zenginliği ile ilintili olarak geçerliydi. Bir Kureyşli bireysel varlığı ile değil bağlı olduğu kabilesinin üyesi olarak itibar görür, kabile şeyhinin kararlarını geçerli sayardı. Kan davası ve diyet gibi hukuki yaptırım, kazanç ve ganimet gibi getiriler dolayıs ile kabileye aitti… Muhammed (s) sosyal yapıyı alt-üst ederek, mevcut yapıyı redderek inanç bağı ile bağlı yeni bir toplum inşa etti. Müslümanlar, zihinsel ve toplumsal olarak mevcut yapıdan ayrıştılar. Bunun için de o, fitneci olmakla, kötü bir hemşeri olmakla ve kureyşi parçalamakla suçlandı…

3-Kureyş'in ekonomi politiği, günümüz modern toplumlarında olduğu gibi mal ve eşya ile kurulan ilişkide serbestlik, bu alanın bağımsızlığı, genel ahlak kuralları ile sınırlanmayışı ve harcamada sorumsuzlukla tanımlanabilir. Kazanç elde ederken hiç bir ölçüleri yoktu. Servetin çokluğu ile övünür onunla da yarışırlardı. Kibirlenmeleri ve tahakküm araçları olarak sermaye onlar için belirleyici idi… Vahy, onların servetlerinin beş para etmediğini, ahirette hiç bir işe yaramayacağını hatta cehennm de belaları olacağını beyan etti. Zenginle fakiri, köle ile efendiyi kardeş yaptı, dayanışma öğütledi. Ve, birbirimne sahip çıkan Müminleri oluşturdu.

Görüldüğü üzere, peygamber de kendi toplumsal ve siyasi yapısından radikal bir kopuşla kopmuş, bunun yerine kendi toplumsal örnekliğini inşa etmiştir. Kendi toplumuna katılarak, onun içerden ıslah ederek bir yol almak yerine, onu eleştirip aşarak, temel dayanaklarını çürüterek kendi önerisi doğrultusunda kendi toplumunu inşa etmiştir…

Bir Müslüman için muhalefetin ne anlama geldiği, nasıl yapılması gerektiği konusunda zihinsel bir açılım yapabildi isek, memnun oluruz. Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Hüseyin Alan'ın sunumunun ardından soru – cevap kısmına geçildi.bu bölümde sorulan sorulara Alan özetle şu şekilde cevap verdi:

"Bugün, yıllarca belli bir çizgide duran ve toplumun fikir önderliğini yapan kişilerdeki sapma,siyasi düzenin müslümanlara oynadığı oyunlardan sadece biridir.Bu oyun aslında daha öncede defalarca oynanmış,müslümanlar kandırılmış,aldatılmıştır.Tağuti sistemin kendileri bir kolaylık sağladığını savunan geçmişin radikal,günümüzün uzlaşmacı düşünce adamları,rüşdünü ispatladıkları kimliklerinden çok uzak,uzun zaman sürekli eleştirdikleri klasik cemaat anlayışıyle örtüşen bir düşünce yapısını benimsemeye başladılar.İman edenlerin taraf bile kabul edilmediği bir sistemde,aslına uygun olmayan yöntemlerin Allahın istediği düşünce ve eylem ile hiç bir bağının olamayacağı,bilinmesi gereken bir gerçektir.Sistemin Gösterdiği ılımlı Kemalizm yüzünün, ne müslümanlara ne kürtlere nede Romanlara yaranmak için değilde,kendi bekasını temin için yaptığı bir gerçektir.Aslına uygun olmayan direnişlerin hiç bir zaman sonuç getirmeyeceğini,sonuç getirebilecek tek mücadelenin Peygamberin(sav),izinin ve mücadelesinin takibiyle olacağını artık bütün İslam Alemi anlamalıdır.Kendi kaymalarını sorgulayanları,karşıt suçlamayla cevaplamaya çalışan müslüman aydınlar,sorgulamalar karşısında geçerli bir neden bulamayınca,tabiri caiz ise belden aşağı vurarak,savunma yapmaktadır.Tolumsal bir muhalefet olmadan,Tağuti sistemlerin Müslümanları ciddiye almayacağı bir gerçektir. Ciddi bir direniş için,tolumun sabırla eğitilmesi,müslümanların bilinçlendirme çalışmalarının hız kesmeden devam etmesi kaçınılmaz bir görevdir.Allahu Teala kendi rızası için çalışmayı,yolunda mücadele edilmesi gerektiğini,bununda yöntemini,peygamberleri aracılığle gösterdiğini biz iman edenlere bildirmektedir."

Bayanlarında ilgi gösterdiği seminer,soru cevap bölümüyle sona erdi.

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon