1,7K
KAÇAR: Biz Müslümanlar, savrulmalardan bir ve beraber olarak korunabiliriz…
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV'ın konferansları, Medeniyet Vakfı Ankara Şubesi Başkanı Ali KAÇAR'ın "Türkiye'deki Tevhîdî Uyanış Sürecinin Serüveni" başlıklı sununumu ile devam etti.
Program, Furkan AK kardeşimizin konuyla alâkalı Kur'an âyetlerini ve meallerini okuması ile başladı.
KAÇAR konuşmasında; Tevhîdî uyanış sürecinin 60'lı yıllarda başladığını bu sürecin 70'lerde devam ettiğini, 80'li yıllarda ise Afgan Cihad'ı ve İran Devrimi ile beraber ivme kazandığını söyledi.
28 Şubat darbesinde Müslümanların çok sıkıntı çektiklerini ve bu sürecin hemen akabinde kurulan AKP'nin Müslümanları kendine çektiğini zirâ 60'lı yıllardan beri gerçekleşen askerî darbelerden sonra hep sağcı, muhafazakâr hükûmetlerin iktidara geldiklerini, bu dönemde de aynısının olduğunu, bu konjönktürü AKP'nin değerlendirdiğini, Müslümanların da buna teşne bir vaziyette duruma uyum sağlayarak sisteme eklemlendiklerini söyledi.
KAÇAR, konuşmasına Müslümanların savrulmaları ve sisteme eklemlenmelerinin izahından sonra Tevhîdî uyanış için yapılacaklara dâir 13 maddelik değerlendirmesini sundu:
TEVHİDİ UYANIŞ İÇİN;
1- Mutlaka öze/kaynaklara yani Kur’an ve sünnete yeniden dönüş sağlanmalıdır. Çünkü Kur’an ve Sünneti esas almayan hiçbir çalışma, İslami çalışma olmayacağı gibi İslami anlamda başarılı olması da mümkün değildir. Dolayısıyla yeniden İslam’a, İslam’ın temel kaynaklarına dönülmelidir. Kaynaklarımız, önceliklerimizi, işimizi, aşımızı, aile düzenimizi, eğitim şeklimizi, ilişkilerimizi kısacası bütünüyle bireysel, ailevi ve toplumsal hayatımızı düzenleyen, müdahale eden/tanzim eden bir konumda olmalıdır.
2- İslami Çalışmalar kişi/şahıs merkezli olmamalıdır. Çünkü kişi merkezli çalışmalar, kişi ile başlar ve kişi ile de biter. Çalışmalarımız mutlaka Şura/istişare esaslı olmalıdır.
3- İslami çalışmalarda hedef, bireysel, ailevi ve toplumsal yaşantımızı vahye uygun olarak şekillendirmek olmalıdır. Dolayısıyla devlet olma/kurma endeksli bir hedef değil, vahye göre şekillenmiş bir cemaatin oluşturulması ve diğer cemaat ve gruplarla (yerel ya da evrensel) ittifak edilecek konularda yardımlaşılmalı, ihtilaf edilen konularda ise birbirlerini mazur görecek bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi hedeflenmelidir.
Uzun vadeli nihai hedef ise, vahye göre oluşan grup ve cemaatlerin mutlaka tek ümmet çatısı altında birliktelik oluşturmalarını sağlamak olmalıdır.
4- Vahye dayalı olmayan, vahye göre şekillenmemiş hiçbir toplum ve sistemle uzlaşmaya asla gidilmemelidir. Çünkü İslami toplumun yolu ve yönü ayrıdır, vahiy dışı beşer aklı ürünü olan sistemlerin yönü ve yolu ayrıdır. Vahiy dışı her sistem cahili ve İslam dışı bir sistemdir.
5- Tevhidi Mücadele, ilkeli bir mücadeleyi öngörmektedir. Her zaman ve her şart altında savunması gereken, yok olması pahasına koruması, muhafaza etmesi ve asla vazgeçmemesi gereken sabiteleri vardır. Tevhidi ilkelerden, sayımız azdır, gücümüz yeterli değildir, güçleninceye kadar vazgeçebiliriz ya da erteleyebiliriz tarzı bir düşünce asla kabul edilmemelidir. İslami Hareket’in mensupları ancak Ammar b. Yasir (ra) gibi yani ikrah altında kaldıklarında kalbleriyle tasdik etmemek şartıyla dilleriyle küfrü gerektiren sözleri dile getirmeleri müstesna! Zaten bu da bir ruhsattır. Bu şartlarda bile azimeti tercih etmek, ruhsattan daha evladır. (Nahl, 16/106)
6- Tevhidi mücadelenin ve bu mücadelenin izlemek zorunda olduğu metod vahye dayanır. Beşerî düşüncelerin, heva ve heveslerin bunda herhangi bir müdahalesi söz konusu olmaz. Tevhidi mücadelenin gidişatını da izleyeceği yol, yöntem ve metodunu da vahiy belirler.
Çünkü Tevhidi mücadelenin Nebevi Metoda uygun olması ve bu metoda ters düşmemesi bir ibadettir. İbadetlerde ise, aslolan vahye uygunluktur. Dolaysıyla Tevhidi mücadelenin, Nebevi Metodu kısmen ya da tamamen terk etmesi asla uygun değildir. Bu nedenle zamana, şartlara ve konjonktüre uygun çağdaş cahili yöntemleri benimsemesi asla doğru olmaz.
Nebevi Hareket evrenseldir. Ben Müslüman’ım diyen herkesi, dünyanın neresinde olursa olsun kapsar, onları kuşatır ve mensubu olarak kabul eder. Bu bağlamda, toprak, bölge, soy, kavim, dil gibi unsurların belirleyicilik/üstünlük özellikleri yoktur. Hz. Adem ile Hz. Ebu Bekir’i ya da günümüzde herhangi bir Müslüman’ı kardeş kabul eden bir hareket’tir. Dolayısıyla sadece içinde yaşadığımız çağı değil, ilk insan, ilk Peygamber’den bu yana gelen ve tarihi, insanlık tarihi ile eşit olan bir harekettir.
Tevhidi mücadelede, Nebevi Metodu izlemek ihtiyari değildir; bir zorunluluktur.
7- İslami Mücadele uzun soluklu ve uzun süreli bir mücadeledir. Uzun süreli olan bu mücadele, dünyevi başarılardan öte, Allah’ın rızasını uman bir mücadeledir. Bu nedenle bu mücadeleyi yürütenler bugünden yarına bir başarı, bir sonuç beklemezler. Zaten bugünden yarına bir sonuç bekleyenler, istedikleri gibi bir sonuç alamayacakları gibi çabucak yorulmak suretiyle, mücadeleden de vazgeçmek zorunda kalabilirler. Ömrü bütünüyle içine alan, ölüm sonrası hayatı da kuşatacak olan bir mücadeleyi göğüsleyenler, kolay kolay yorulmazlar, bıkmazlar ve usanmazlar. Emeklilik dolayısıyla köşelerine de çekilmezler. Çünkü Müslümanlar, 100 metrelik koşuya çıkanlar olmaktan öte, bir maraton koşucusu gibi bütünüyle ömrünü içine alacak bir mücadeleyi hedeflemelidirler. Bedende nefes alıp verecek mecal oluncaya kadar da mücadeleye asla ara vermemelidirler. (Şeyh Ahmed Yasin Örneği)
8- Tevhidi mücadele, anti-tez değil, tezdir, yani o, beşer ürünü diğer sistemler var olduğu için, onlara karşı muhalif bir hareket olarak sonradan çıkmış bir hareket değildir. O zaten vardı; çünkü o, ilk insan, ilk peygamber ile birlikte başlamış bir harekettir. Diğer bütün sistemler, izm’ler ona muhalif bir anti-tez olarak ortaya çıkmıştır.
9- İslam’i ilkelere göre faaliyet gösteren grup ve cemaatler, kendilerini sistemden icazetli ve sistemle bağlantılı birer STK olarak görmemelidir. Çünkü içinde yaşadıkları ve İslami olmayan sistemlerle barışık ve birbirlerinden razı bir şekilde ve bir arada yaşamaları mümkün değildir. Zaten hiçbir beşerî sistem de İslami yönetimi hedef edinen bir anlayışı dost olarak kabul etmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla İslami olmayan sistemler içerisinde mücadele eden Müslümanların, mutlaka legal ve illegal çalışmalarının boyutlarını, çerçevesini İslami ilkelere uygun olarak yeniden belirlemeleri gerekmektedir. Her şeyimizi biliyorlar diye ortalıkta, bütünüyle açık ve aleni bir çalışma yapmanın muhalif hiçbir çalışma için uygun olmadığı yakın tarihe bakıldığı zaman açıkça görülecektir. Kaldı ki ellerindeki bütün imkânlara rağmen her şeyi bilmeleri de zaten mümkün değildir. Her şeyi bilen sadece ve sadece Allah’tır. Muhalif her çalışmanın kendine göre mahremiyetleri vardır ve olmalıdır. Bu mahremiyetlerin de mutlaka korunması gerekmektedir.
10- Akidemize, anlayışımıza ve teamüllerimize aykırı olmayacak şekilde sistem içi hangi araçların kullanılacağı her çalışma/grup/cemaat tarafından yeniden belirlenmelidir. Müslümanları, İslami olmayan tağuti sistemlere eklemleyecek, sistem içi hiçbir araç, Müslümanları geliştirir, sayısını ve imkânlarını artırır düşüncesiyle asla kullanmamalıdır.
11- Tevhidi mücadelede örgütlülük/cemaatsel çalışma esas olmalıdır. Örgütlü (organizeli) olmak, ilkeler ve o ilkelerden kaynaklanan bir program çerçevesinde ve belirli bir disiplin içerisinde faaliyet göstermek, bu yapıların temel özelliğidir. Hiyerarşik yapısı olmayan, dağınık, anlık ve günlük programlarla yapılacak bir çalışma uzun ömürlü ve Allah’ın rızasına uygun olması mümkün değildir. Peygamber (as) buyurduğu gibi, üç kişi bir yola çıktığınız vakit, aranızdan birini imam olarak belirleyin hadisi, başı boş olmamızı yasaklamaktadır.
12- Tevhidi mücadele, 'inkılapçı'dır. Bu mücadelede bulunanlar, "fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız ve bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar" mücadele etme göreviyle kendilerini yükümlü hissetmelidirler.
13- Tevhidi mücadelede bulunan Müslümanların, mezhepçi, etnik, grupçu bir anlayışı mutlaka terk etmelidirler. Bilinmelidir ki, Müslümanlar arasındaki bu farklılıkları kaşımak, derinleştirmek demokratik ve seküler ulusal ve küresel işgalci emperyal güçlerin, işbirlikçi hain bölgesel yönetimlerin işlerine gelmektedir. Emperyal ve Siyonist güçlerin, dünyamızda/topraklarımızda gerçekleştirdikleri işgal ve katliamlar çok güçlü olduklarından dolayı değil, bizim ayrılıklarımızdan, ihtilaflarımızdan ve didişmelerimizden faydalandıklarından dolayıdır. Sanılmasın ki Siyonist İsrail, ABD, Rusya ve diğer bütün emperyal küfür güçleri çok güçlüdürler. Hayır, onları güçlü kılan sadece ve sadece bizim dağınıklığımız ve parçalanmışlığımızdır.
Allah’u Teala ‘ayrılmayın gücünüz gider’ diyor, bizler ayrılmak için adeta gayret sarf eder bir haldeyiz.
Allah’u Teala ‘Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın’ diyor, bizler tam tersini yapmaya çalışıyoruz.
Allah’u Teala, ‘kardeşler olunuz’ diyor, Müslümanlar olarak bizler düşman olmak için bazen sıradan bahaneleri bile kullanıyoruz.
Bu nedenledir ki, Allah bize yardımını ve merhametini göndermiyor.
Allah’ın yardım ve merhametine mazhar olmak için ‘Allah’ın dinine yardım edelim ki, Rabbimiz de ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın.
“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.”
Bu değerlendirmelerinin ardından KAÇAR konferansını sonlandırdı.
Konferansın bitimine mütakip konuya yönelik soruların cevaplandırılmasından sonra program çay ve simit ikramı ile sona erdi.
Konferansın videosu aşağıda sunulmuştur.