Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa HABERLER İLKAV’DA DÜNYA KUDÜS GÜNÜ VE CUMA HUTBESİ

İLKAV’DA DÜNYA KUDÜS GÜNÜ VE CUMA HUTBESİ

by İlkav Editor
5,K 👁
A+A-
Reset

İLKAV’DA DÜNYA KUDÜS GÜNÜ VE CUMA HUTBESİ

İran devriminin lideri İmam Humeyni’nin teklifi ile 1980’li yıllardan beri tüm İslam coğrafyasında, Ramazan ayının son Cuma’sında gündemleştirilmeye başlanan ” Dünya Kudüs Günü” İLKAV’da da bir konferans ve Cuma namazı hutbesi ile idrak edildi.

Cuma namazı öncesi Genç Birikim Dergisi Yayın yönetmeni Ali Kaçar bir konferans verdi. Kaçar konuşmasında; Filistin–Kudüs davasının bir toprak, mazlumiyet, sınır ve insanlık davasından öte bir akide ve Müslümanların ortak onur davası olduğunu, Müslümanım diyen bir kişinin Mescid-i Aksa’nın ve Kudüs’ün tutsaklığına duyarsız kalamayacağını ifade etti. Siyonist İsrail’in bu coğrafyada rahatça zulüm, işkence ve entrikalarına devam etmesinin sebebinin Müslüman halkların Kur’an ve peygamberleri Muhammed (S)’in izinden kopmalarından kaynaklandığını, Müslümanların silkelenerek sahih, berrak kaynaklarına dönerek, ümmet birliğine doğru salih amellerini çoğaltmaları gerektiğini ifade etti. Ümmetin kurtuluşunun Müslümanların onuru, kutsal üçüncü mescidleri olan Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün özgürlüğünden geçtiğini sözlerine ekleyenKaçar’ın konuşmasının özeti aşağıda yer almaktadır.

Konferans sonrası Cuma namazı kılındı. Cuma namazını vakıf yönetiminden Servet Polat kıldırdı. Cuma hutbesinde de Kudüs, Filistin ve Mescid-i Aksa’ya ilişkin konular işlendi. Hutbenin özeti aşağıda verilmiştir. Cuma Gazze’ye gönderilmek üzere yapılan yardım çağrısı ile son buldu.

Ekitap için tıklayın

 

MESCİD-İ AKSA VE KUDÜS’ÜN FETHİ (Ali Kaçar ‘ın Sunumu)

Kudüs bir peygamberler şehri olduğundan tarih boyunca sürekli ilgi odağı olmuştur. Tarihi kayıtlara göre Kudüs, Kenaniler'in bir kolu olan Yebusiler tarafından M. Ö. 4000 yılında kurulmuştur. Coğrafi konumu dolayısıyla birçok kez saldırıya ve işgale maruz kalmıştır. Kudüs'ü M. Ö. 11. yüzyılda Hz. Davud (a.s.)'ın ordusu ele geçirmiş ve Davud (a.s.) da burayı krallığının başkenti yapmıştı. Davut (as)’dan sonra yerine oğlu Süleyman (a.s.) geçmişti. Mescid-i Aksa’nın inşa’sına Hz. Davud (as) döneminde başlanmış, ancak bitirilmesi Hz. Süleyman (as) nasip olmuştu.

Kudüs, Müslümanlar tarafından ise, 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) döneminde feth edilerek İslam topraklarına katılmıştır.

Bu durum, Haçlıların Kudüs’ü işgal ettiği 1099 yılına kadar devam etmiştir. Haçlıların 1099’da gerçekleştirdiği işgal ise 1187 yılına kadar yani 88 yıl devam etmiştir. Haçlıların işgali süresince sadece Müslümanlar değil, diğer din mensupları da insan aklının almayacağı tarzda baskı ve zulme maruz bırakılmışlardır. Batılı tarihçilerin verdikleri bilgilere göre, işgalin ilk günlerinde yapılan katliamlar neticesinde atların dizlerine kadar gelecek tarzda kan akıtılmıştır. Büyük komutan Selahaddin-i Eyyubi, 1187’de Hıttin Savaşı ile Haçlıları mağlup ettikten sonra Kudüs’ü tekrar eski hüviyetine kavuşturmuş ve her din mensubunun rahatlıkla, kendi dinlerince kutsal sayılan mekânları ziyaret etmeleri ve ibadet etmeleri serbest bırakılmıştır.

Kudüs, 30 Aralık 1517’de Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlıların hâkimiyetine geçmiştir. Bu hâkimiyet ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalandığı tarih olan 1918'e kadar tam 400 yıl sürmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımında Filistin bölgesi İngilizlerin hissesine düşmüştü. İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmedeki birçok amacının yanında bir amacı da, belki de en önemlisi Filistin topraklarında, bölgede kendi menfaatlerinin koruyucu bir karakol devlet olarak Siyonist Yahudi devletini kurdurmaktı. Dönemin emperyal devleti olan İngiltere bu niyetini, ta 1917’lerde açıklamıştı. Nitekim dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından 1917'de yayınlanan ve "Balfour deklarasyonu" olarak tarihe geçen belgede bu husus açıkça dile getirilmiştir.

İngilizler ve Siyonist örgütler, çeşitli ülkelerden Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmeleri akıl almaz vaad ve tekliflerde bulunmuşlardır. Bir taraftan da Filistinlileri yerlerinden yurtlarından etmek için de terör faaliyetlerine başvurmaktaydılar. Irgun ve Haganah Siyonist terör örgütleri, 1948’in ilk aylarında Samiramis Oteli ve Deir Yasin köyünde tam anlamıyla bir vahşet gerçekleştirmişlerdir. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden herkesi katletmişlerdir. Bu vahşetlerle de yetinmeyen eli kanlı Siyonist terör örgütleri öldürdükleri ya da yaraladıkları veyahut da esir aldıkları Müslümanları kamyonlara doldurarak şehirde dolaştırıyor ve bu kutsal şehri terk etmek istemeyen Müslümanlara yönelik olarak: "Eğer burayı terk etmezseniz sizin de sonunuz böyle olacak" şeklinde anonslar yapıyorlardı. Bu katliamlar doğal olarak sivil Müslümanların gözlerini korkutmuş ve Müslümanlar Siyonist terör örgütlerinin vahşice saldırılarından canlarını kurtarabilmek için göç etmek zorunda kalmışlardı. Göç etmek zorunda bırakılan Müslümanların evlerine, topraklarına ve işyerlerine Siyonist terör devleti tarafından el konulmaktaydı. 

Filistin topraklarında Siyonist İsrail, ikinci büyük işgalini ise 5 Haziran 1967’de başlayan ve 6 gün süren savaş sonrasında gerçekleştirmiştir. Haziran Savaşı'na kadar Doğu Kudüs, işbirlikçi Ürdün yönetiminin denetiminde bulunmaktaydı. Siyonist İsrail işgal yönetimi "Altı Gün Savaşı" olarak da anılan 1967 Haziran Savaşı'nda Arap yönetimlerin ihanetleri sayesinde Doğu Kudüs'ü de işgal etmeyi başarmış ve böylece şehrin her iki yakasını birden hâkimiyetine almıştır.

1967 hezimetinden sonra Şeyh Ahmed Yasin’in özellikle gençlere yönelik başlattığı çalışma 1987’de meyvesini vermiş ve 8 Aralık 1987’de Siyonistleri şaşkına çeviren ‘İntifadayı’ başlatmıştır. Kısa bir süre sonra da HAMAS (Harakat al-Muqawama al-Islamiya, İslami Direniş Hareketi) kurulmuştur. 1989’da cezaevine konup ömür boyu hapis cezası verildiğinde kendisine ‘Siyonist Devleti ve yapılan ikili anlaşmaları kabul et, seni bırakalım teklifine şu tarihi cevabı vermiştir; “Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki onun şartını kabul edeyim."

Şeyh Ahmed Yasin sekiz buçuk yıla yakın bir süre zindanda kaldıktan sonra 30 Eylül 1997 Salı akşamı serbest bırakılarak tedavi edilmek üzere Ürdün'ün başkenti Amman'a getirilmiştir. 22 Mart 2004’de sabah namazında çıkıp evine giderken tekerlekli sandalyenin üzerinde iken Siyonist katiller tarafından uçaktan atılan bir füze ile şehid edilmiştir.

Rabbimiz, İsra Suresinin 1.nci ayetinde; “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur” (İsra, 17/1) buyurmaktadır.

Peygamber Efendimiz ise, bir hadis-i şeriflerinde “Yolculuk –ibadet kastıyla- ancak şu üç mescidden birisine yapılır: Mescid-i Nebeviye, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya” buyurmuştur.

Bu ayet ve Hadis-i Şerif, Mescid-i Aksa ile diğer iki mescidin yani Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi’nin önemine ve faziletine değinmektedir. Üzülerek belirtelim ki, Allah’ın ve O’nun mübarek elçisinin önemine değindiği, faziletli kıldığı bu üç mescid de, bugün işgal altındadır; Mescid-i Aksa Siyonistlerin, diğer iki mescid ise Suud krallığının işgali altında bulunmaktadır. Her üç mescid de, mahzun bir şekilde bugün kurtulmayı ve özgürlüğüne kavuşmayı beklemektedir.

Müslümanlar, Hicretin 16-17’nci ayına kadar Mescid-i Aksa’ya yönelerek namazlarını kılmışlardır. Yani Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesidir. Şair Akif İnan’ın “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde/Bir çocuk gibi gibiydi ve ağlıyordu/Varıp eşiğine alnımı koydum/Sanki bir yeraltı nehir çağlıyordu… dizelerinde çok güzel bir şekilde anlattığı, Müslümanların ilk kıblesi ve Peygamber Muhammed (as)’ın Mir’ac’a yükseldiği Mescid-i Aksa bugün gerçekten mahzun ve ağlamaktadır.

Kudüs peygamberler şehridir. Birçok peygamberin ya uğradığı ya da belirli bir süre ikamet ettiği kutsal bir mekândır. Hz. İbrahim’in, Hz. İshak’ın Hz. Yakub’un ve daha birçok İslam peygamberinin ayak izini taşıyan bu mübarek mekânlar, Filistin coğrafyasının da kalbidir. Kudüs; vahye göre şekillenen birçok medeniyetin doğduğu ve geliştiği mukaddes bir mekândır.

Kudüs, Mescid-i Aksa davası, bütün Müslümanların ortak ve asla vazgeçemeyecekleri bir davadır! Bu dava, sadece Filistinli Müslümanlara emanet edilmiş bir dava da değildir. Mescid-i Aksa, Allah Rasul’ünden, Hz. Ömer’den ve Selahaddin-i Eyyubi’den bütün Müslümanlara bir emanet olarak bırakılmıştır. Bu emanete sahip çıkmak ve onu korumak, Filistinli Müslümanların olduğu kadar, diğer coğrafyalarda yaşayan bütün Müslümanların da görevidir. Dolayısıyla Müslümanlar bir ümmet bilinciyle, Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaları ve Siyonistlerin bu kutsal mekânları daha fazla kirletmelerine müsaade etmemeleri, onların sorumluluklarının bir gereğidir. Mescid-i Aksa ve Kudüs meselesi, sadece Filistinlilerin değil, bütünüyle İslam ümmetinin en önemli ve en yakıcı meselesidir. Çünkü bu kutsal beldede bütün Müslümanların ortak mukaddes değerleri çiğnenmektedir; orada Müslümanların ilk kıbleleri ve haram mescidlerinin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa'ları, Kudüs’leri ırkçı Siyonistler tarafından kirletilmektedir.

Siyonistler, yüzyıllardır batıl ve çağdışı inançları nedeniyle, Mescid-i Aksa’nın Süleyman heykelinin, diğer adıyla Siyon mabedinin bulunduğu yere yapılmış olduğunu iddia etmektedirler. Bu nedenle de Mescid-i Aksa’yı yıkarak onun yerine daha önce var olduğunu iddia ettikleri Süleyman heykeli dikmek istemektedirler. Bu amaçla da, Mescid-i Aksa’yı yıkmak için de, insanlık dışı her türlü hile ve tuzağa başvurmaktadırlar. Nitekim bu amaca yönelik ilk denemelerini 21 Ağustos 1969 tarihinde Denis Ruhan adlı fanatik bir Siyonist’in, Mescid-i Aksa’yı yakma girişiminde bulunmasıyla gerçekleştirmişlerdir. Ne yazık ki bu olayda, Mescid-i Aksa büyük zarar görmüştür; nitekim Mescid’in tarihi minberi tamamen yanarak yok olmuştur. Daha sonraki yıllarda da, Siyonist terör devletinin teşvik ve yardımıyla bu tür bireysel sabotaj ve saldırılar artarak devam etmiştir. Bu saldırı ve sabotajların en kanlılarından birisi ise 8 Ekim 1990 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Eli kanlı Siyonistler tarafından bu saldırıda 30 Müslüman şehid edilmiş, 800 Müslüman ise yaralanmıştır. Kudüs katliamı olarak tarihe geçen bu saldırı, ırkçı Siyonist İsrail yönetiminin eli kanlı fanatik Siyonist militanları kışkırtması ile gerçekleştirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim de, Hadis-i Şerifler de Kudüs’ümüzü, Mescid-i Aksa’mızı kurtarmak, en az Filistinli Müslümanlar kadar biz Müslümanların da sorumlu olduğunu göstermektir. Çünkü;

1- Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Filistin toprakları, İslam’ın kutsal topraklarıdır. Allah’u Teâlâ, İsra Suresi’nin birinci ayetinde “etrafı bereketli kılınmış” buyurularak, bu beldenin kutsallığına işaret etmektedir. Çünkü “etrafı bereketli kılınmış” yerlerden kasıt, başta Kudüs olmak üzere bütünüyle Filistin topraklarıdır.

2- Filistin toprakları, Hz Muhammed (as)’in İsra ve Mirac olayının gerçekleştiği mübarek topraklardır. Bu, yani İsra ve Mirac olayı, aynı zamanda Filistin topraklarına kutsiyet kazandırmış ve ayrıca diğer iki kutsal mekân Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa arasında da bir bağlantı kurmuştur.

3- Filistin toprakları peygamberler diyarıdır. Çünkü bu topraklar, birçok Peygamberin ya uğradığı ya da belirli bir süre ikamet ettiği topraklardır. Bütün peygamberler ise Allah’a ibadet etmek ve tağuttan kaçınmak, yani tevhidi yeryüzüne egemen kılmak üzere gönderilmişlerdir. Dolayısıyla tevhidin şekillendirdiği bu toprakların gerçek varisleri de, bugün tevhid çizgisini devam ettiren Müslümanlar olmalıdır.

4- Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerinin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa, Allah’ın ve Resulünün övgüsüne mazhar olmuş mübarek mekânlardır. Mescid-i Aksa, ibadet kastıyla ziyaret edilebilecek üç kutsal mekân birisidir. Bu kutsal mekânların işgal altında tutsak ve mahzun kalmasına hiçbir Müslüman duyarsız kalamaz.

5- Filistin toprakları Raşid Halife’lerden ikincisi olan Hz. Ömer (ra)’in kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslüman nesillere bir emanetidir. Emanetlerin ise sahiplenilmesi ve korunması gerekir. Nitekim Yüce Allah, bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet etmeyin.” (Enfal, 8/27)

6- Kudüs ya da Mescid-i Aksa davası, sadece bir avuç toprak ya da hükümranlık/egemenlik meselesi değildir. Bu dava, bir inanç, bir akide davasıdır.

  Bu ve benzeri başka nedenler, Mescid-i Aksa ya da Kudüs’ün ırkçı Siyonist işgalden kurtarılmasında bizim de en az Filistinli Müslümanlar kadar sorumlu olduğumuzu göstermektedir. Bu sorumluluk, savsaklanabilecek ya da ertelenebilecek bir sorumluluk değildir. Bu, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Peygamber Efendimizin bir Hadis-i şerifinde, bir İslam beldesi işgal edilirse, o beldedeki işgali kaldırmak için cihad etmek, her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayın olduğunu buyurmaktadır. Bu Hadis-i Şerif de göstermektedir ki, her Müslüman’ın, işgal altında bulunan ve özellikle de Mescid-i Aksa ya da Kudüs’ün işgalden kurtarılması için mücadele etmesi, tıpkı namaz gibi üzerine farz ayn bir görevdir. Ve bu mücadelenin İslam ümmetinin bağrına saplanan Siyonist işgal sökülüp atılıncaya ve Mescid-i Aksa’mız ve Kudüs’ümüz kurtuluncaya kadar da devam etmesi gerekmektedir. Bilinmelidir ki, işgal altında bulunan her İslam toprağının kurtarılması için verilecek mücadele de kutsaldır ve mübarektir. 

Sözlerimi, büyük İslam Kumandanı Selahaddin-i Eyyubi’nin, Kudüs’ün Haçlı işgalinde bulunduğundan dolayı duyduğu üzüntüyü bir soru üzerine verdiği tarihi cevapla bitirelim. Büyük komutan cevabında şöyle diyordu; "Kudüs ve Beytü'l-Makdis, Mescid-i Aksa, Haçlıların işgali altında bulunduğu müddetçe ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl olur da sevinebilirim ve istediğim gibi nasıl olur da yemek yiyebilirim? Hele hele, gözüme uyku nasıl girebilir?" 

İşte Allah’u Teala, Peygamberler şehri, Hz. Ömer (ra)’in emaneti olan Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarmayı böyle bir komutana nasip etmişti. Siyonist işgal altında bulunan Kudüs, bugün de, kurtarılmak için, İslami duyarlılığa sahip böyle bir komutan beklemektedir. Bu topraklar geçmişte nasıl böyle büyük komutanlar çıkarmışsa, bugün de, yarın da benzeri komutanlar elbette ki çıkaracaktır. Yeter ki, biz isteyelim ve buna layık olalım! 

 

CUMA HUTBESİ (Servet Polat )

Kudüs, Mescid-i Aksa ve Müslümanlar

“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir ve bütün noksanlıklardan beridir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra:1)

 

Kudüs, en başta Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa'yı bağrında barındırdığından dolayı, İslam'da ayrı bir yere ve öneme sahiptir.

Kudüs ve Filistin davası sadece Filistinlilerin veya Arapların değil, bütün Müslümanların davasıdır. Bugün Filistin topraklarında o toprakların bağımsızlığı, Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın kurtarılması için mücadele eden bir tek kişi olmasa bile Müslümanların yine de bu davaya sahip çıkmaları gerekir. Nitekim Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı bu inanç ve şuurla haçlılardan kurtarmıştı.

Onun haçlı işgalini içine sindirememesi ve o kutsal mekanlar için uykularının kaçması bir Filistinli Arap veya kürt olmasından değil, Müslüman olmasından kaynaklanıyordu. Aynı duyarlılığı gelin biz de gösterelim kıymetli müminler. Hala birçokları Filistin ve Kudüs meselesine bir Arap meselesi olarak bakıyor. Artık bu düşüncenin değişmesi çoktan değişmiş olması gerekirdi.

O gün bir Selahaddin Eyyübi’nin mücadelesi vardı, bugün de ümmetin mücahitleri ile devam ediyor. Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisi' gibi şehitler verilirken halen bu mücadele içinde olanlardan niceleri de sırasını beklemektedir.

 Filistin İslami Hareketi Lideri Raid Salah'tır. Siyonist İsrail tarafından Kudüs’e girip çıkması yasaklanan, akıl almaz sıkıntılara uğratılması, bizi de kaygılandırmalıdır. Bugün Kudüs’te mücadele eden bütün mücahid guruplar (Hamas, ve diğerleri ) Siyonist İsrail’in devamlı korkusu haline gelmiştir.

Bitmeyen bu korku, onu daha saldırgan hale getirmektedir. İman hassasiyeti taşıyan her Müslüman, Yüce Allah'ın mübarek kıldığını bildirdiği mekânların yeniden İslami kimliğine kavuşması için kendini de sorumlu tutuğunda bir şeylerin değiştiğini görecektir.

Gelin Müminler muhasebe yapalım, bu davaya yeteri kadar ehemmiyet verebiliyor muyuz? Verdiğimizi sanıyorsak, iç dünyamızda yeniden gözlem yapalım. Kudüs’teki kardeşlerimize verdiğimiz maddi ve manevi destek yeterli midir? Her mü’min kardeşim kendine bu soruları bir daha sorsun. Sorulan sorular boynu bükük geri dönecektir.

Bu demektir ki gerçekten Allah’a kul olmak, onun rızasını kazanmak için çok daha gayret sarf etmemiz gerekiyor. Halkı Müslüman olan bütün coğrafyaları istila eden, yaptığı talanına Müslümanları da suç ortağı eden ABD ve onun isimsiz çocuğu İsrail’e karşı gerçek bir tavrı koyamayan Müslümanlar bir daha düşünsünler.

Filistin de mücadele eden mümin kardeşlerimiz, öyle bir direniş ve azim içerisinde ki bunu başka coğrafyadakiler bir türlü anlayamadılar, anlamak istemediler. Orada ki direniş ümmetin direnişidir, oradaki direniş, ümmetin var olma, direnişidir, orası düşerse, bütün ümmet sıkıntıya düşer.

Güç birliği yapmanın ön şartı kardeş olduğumuzu hatırlayarak, üzerimizdeki sorumluluklarımızı paylaşmamız gerekir. Rabbimiz kardeş olmamızı, birbirimizi sevmemiz gerektiğini bakın şu ayetlerde nasıl izah ediyor?

“İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşınız.”[Maide: 2]

Bu konuda peygamberimiz de şöyle buyuruyor:

“Hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini (mü’min) kardeşi için de istemedikçe tam mümin olamaz.” ( Buhârî, Müslim )

Kıymetli müminler, bütün gücümüzü ve zamanımızı gereksiz tartışmalardan beri tutarak güç birliği yapmanın cemaatten geçtiğinin anlaşılması gerektiğini hatırlatmak gerekir. Allah’ın ayetlerini ne kadar anlarsak aramızdaki oluşacak sevgi bağları o derece kuvvetlenecektir.

Kardeş demek, birbirini seven, birbirinin gıyabında bile olsa onun hukukunu koruyan demektir. Bu anlayışla yapacağımız salih amel, bize muhakkak Allah’ın yardımını getirecektir. Hayırlı sonuçlar inşaallah bizim samimi bir şekilde ortaya koyduğumuz amellerimizle oluşacaktır.

Filistin’de yaşamak nasıldır, bilir miyiz mü’minler? Elbette bilemeyiz. Sabah bulduğunda yer, akşam bulamadığında da hüzünlü ve aç bir şekilde yatar. Bunu gönlünde duyabilen her mü’min, hem kendi ıstırabını hem de Filistinli kardeşinin ıstırabını hafifletmek için eyleme geçer. İşte takva sahiplerinin özelliği budur. Ne mutlu böylelerine!

Top mermileri ve uçak bombardımanları arasında bütün bir ömür yaşamak ve o toprakları kendi varlığını kalkan yaparak Allah için oraları terk etmemek, neticede şehit olmak. Hem de nasıl şehit olmak! İşte Filistin’de yaşamak budur. Mü’min kardeşinin ekmeğinde ve azığında hakkı olduğu halde isteme cüretini göstermeyen Filistinli kardeşin yine de seni seviyor biliyor musun?

Gün geçmez ki Siyonist askerlerin ayak darbelerine hedef ve mahkum olmak, işte Filistin’de yaşamak budur. Ramazan’ın son cuma günü olan bu günde duyarlılığımız artmalı, Siyonist terör devlet’ini her türlü ürettiği gıda ve araçlara boykot uygulayıp almayarak maddi destekten uzak olmalıyız.

Yapılan bu zulümleri her alanda ifşa etmeliyiz ki, emperyalist kafirlerin oyununu bozalım. Böl parçala yut projesinin tutmasının Müslümanların zaaflarının eseri olduğunu da unutmayalım. Bakın orta doğuya! Projeler bir bir uygulanıyor. Maalesef seyrediyoruz sıra bize ne zaman gelecek diye. Tarihin hiçbir devrinde bu kadar cesaret bularak Müslümanları katleden organizeli ABD, AB ve İsrailli soyguncu çeteleri olmamıştır. Çıkardıkları savaşlarla, birbirine düşürülen Müslümanları her iki tarafa da verdikleri silahlarla katlettiriyorlar.

Müslümanlar, gelin bu oyunları görelim, yapılanlardan ders alalım, tavır koyalım. Zalimlere karşı dik duralım. Salih amellerimizi kesintisiz olarak Allah için yapalım. Ey dünya Müslümanları! Gelin güçlerinizi birleştirin. Oluşturacağınız gücü gördüklerinde zalimlerin zulmederken, haksızlık yaparken, kan dökerken düşüneceklerini, çekineceklerini, bir daha düşüneceklerini unutmayalım. Biz kardeş olduğumuzda onların kalplerine bitmeyen korkular salacak olan Allah’ın hesabını unutmayınız.

Hutbemi çoğumuzun duymuş olduğunu ve bildiğini zannettiğim bir hadis-i şerifle bitirmek istiyorum.

“ Müminler biribirlerini sevmekte biribirlerine acımakta ve biribirlerini korumakta bir vucud gibidirler.Vucudun herhangi bir azası rahatsız olursa diğer azaları  Da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır” Buhari

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon