Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Tefrikadan sakınmak

Hutbe: Tefrikadan sakınmak

by İlkav Editor
537 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Tefrikadan sakınmak
“Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanmayın!… “ (Âl-i İmran: 103)
Kıymetli Müminler, bugün Hicrî Rabiu’l-Âhir ayının 23’ü1444/ Cuma
Rabbimizden tefrika ve şakîlikten uzak tevhid ve vahdet üzere bir ömür geçirmemizi temenni ederiz.
Hutbemizin konusu tefrikadan sakınmaya dâir olacaktır.
Rabbimiz Âdem (a)’dan Muhammed (a)’a kadar tüm insanlara elçiler vasıtası ile tevhid ve vahdet üzere bir din, bir yol vaz etmiştir. Ancak birçok âyette de işaret edildiği üzere kıskançlık, çekememezlik, ihtiras ve gelen mesajları zanlarınca yorumlamak ve bagy etmek sureti ile yoldan çıkmışlardır.
Rabbimiz bu sapmaların sonunda tekrar tekrar tevhidi ve vahdeti korumak için yeni elçiler ve mesajlar inzal buyurmuştur. Ancak insanlar yine aynı hatalı anlayışa sürüklenmişlerdir. Rabbimizden gelen mesajların temel esası vahdet, tefrikalaşmak ise arızî bir haldir. Tefrikadan sakınmamız şiddetle emredilmiştir. Sonuçları itibarı ile toplumları her yönden yiyip bitiren çok kötü bir hastalıktır. Tarihte ve günümüzde de devam eden birçok savaşın temelinde bu hastalıklı anlayış yatmaktadır.
Kitabımızda bu konuya dair geçen âyetlere baktığımızda öncelikle tefrikalaşanların kitap ehli gruplar olduklarını görürüz. Ama rabbimiz öncelikle sizler de onlar gibi davranarak aynı hataya düşmeyin demektedir bu âyetlerde.
İkinci olarak gene kitap ehli ve müşriklerin son elçiyi reddetmek sureti ile ayrılık çıkarıp tefrikaya düştüklerine işaret etmektedir.
Üçüncü olarak ve bizi ilgilendiren yönüyle dinde belirleyici olan temel esasın Kur’an olduğu diğer bilgi kaynaklarının Kur’an’la örtüştüğü, mutabakatı olduğu kadarı ile değerlendirilmesi ve delil olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Müslümanlar olarak sakın ha hizipleşip bölünmeyin! denmektedir. Yani Müslümanlar özellikle Kur’an’ı hem akîdede hem amelde öncelikli belirleyici kaynak olarak kabul etmelidirler.
Müslümanların tarihine ve günümüzde Müslüman coğrafyalarında devam etmekte olan mücadele ve savaşlara baktığımızda bu olanları anlamakta zorlandığımızı başımızın öne eğildiğini esefle itiraf etmeliyiz. Tarihte Müslümanlar farklı mezheplerden diye birbirlerinden kız alıp vermemişler, birbirlerinin arkasında namaz kılmamışlar hatta daha ileri giderek birbirlerinin kanlarını mubah görmüşlerdir. Tarihimiz bu acınası olaylarla doludur. Çevremizde de aynı hastalığın tezahürlerini fazlasıyla ve yaygın bir biçimde görebiliriz.
Vahdet dininin temsilcilerine bakar mısınız? Onca Kur’an âyeti güzel sesli hafızlar tarafından dinleyenleri mest etmek için seslendirilir, okuma yarışmaları düzenlenir. Oysaki bu seslendirilen âyetlerde rabbimiz “topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın, grup grup olup tefrikalaşmayın, birbirinizin boynunu vurmayın” uyarısı yapmış iken. “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde daimi kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ: 93) 
Bu âyet birbirlerini hayvan boğazlar gibi katledenleri her halde hiç ilgilendirmemektedir. Birbirlerini tekfir edip, bununla da kalmayıp öldürenlerin tamamı da aynı Allah’a inanıp, aynı kıbleye yönelmekte aynı kitabı okumaktadırlar. Tarihte yaşanan katliamları ve savaşları görmezden gelerek veya içtihat olarak yorumlayıp ölenleri de öldürenleri de tezkiye ederek hiçbir yere varamayız.
Mezhepler dinin daha rahat, kolay yaşanmasını sağlamak amaçlı oluşmuştur. İmamlar kendi usulleri çerçevesinde birer ekol olmuşlar, münazara yapmışlar, birbirlerinden istifade etmişler ve tefrika oluşturmaktan uzak durmuşlardır. Hatta kendisine daha doğru bilgi ulaşanların o delile tabi olması gerektiğini söylemişlerdir. Bu anlamda tutucu ve mezhepçi davranmamışlardır.
Ancak daha sonra gelen cahil mezhepçiler imamlarını kutsamışlar ve görüşlerini dinleştirmişlerdir. Ve sonucunda izahı zor mücadele ve savaşlara girmişlerdir. Hiçbir yol ve görüş Kur’an’ın üzerinde değildir, olamaz da.
Mezhepler İslam’ın içerisinde bir açılımdır, anlayıştır. Hiç birisi İslâm’ın tamamını temsil edemez. Bugün gerek mezhep anlayışından, gerek kavmî gerekse siyasî anlayıştan kaynaklı savaşların hiç biri cihad olarak tanımlanamazlar. Üstelik bu savaşlar ne insanlığa ne de Müslümanlara huzur getirmiştir.
Müslümanlar bırakalım kendi dinlerinden olanları kendileri ile fiili olarak savaşan ve dînî değerleri aşağılayanlar hariç hiçbir insanı öldüremezler. Ama ne yazık ki Orta Doğu’da Orta Asya’da ya da başka yerlerde sözde cihad ve Müslümanlık adına birbirlerini hunharca katlediyorlar. Bu cürümleri işleyenler Allah’a asla hesap veremezler.
Yapılması gereken öncelikle Kur’an’ı taassuptan, cahilî anlayış ve kirlerden uzak mezhepçi algıya sapmadan, usulüne uygun, anlamaya çalışmaktır. İtikadî konularda Kur’an’ın belirlediği sınırları zorlamayan bir anlayışa sahip olmaktır. Zannî konuları ise akîde dayatması olarak görmeyip, amelde tercih konusu olarak kabul etmektir.
Mezhebî görüşlerin dinin bir parçası olduğunu bilerek mezhebinin anlayışını dinin önüne geçirmemektir. Müslümanların en az gayr-i Müslimlere gösterdiği anlayış ve toleransı birbirlerine de göstermelidirler. Tarihten ve günümüzde yaşananlardan ders çıkarıp, aynı hataları yapmama kararlılığını göstermelidirler.
Kuran’ın emrettiği, aydınlık vahdet günlerine kavuşmak duası ile.
18.11.2022
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon