Hutbe: Mü’minler kalpleri katılaşanlar gibi olmazlar “İman edenlerin, Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.” (Hadid: 16) Kardeşlerim, bugün Hicrî Zilkâde ayının 18’i 1446/Cuma Gayelerinden uzun süre ayrı kalan ümmetlerin kalbi kararır. Bu ümmetlerin kimi kuşağı da yoldan sapıp gider. Tarihi Kıyamet’e kadar sürecek İslâm ümmeti de tıpkı İsrailoğullarının yaşadığı dönemlere benzer dönemler gibi zor dönemler geçirecektir. Allah, İslâm ümmetinin değişik kuşaklarındaki önder ve dava adamlarına, ümmetlerin başına dert olan belalardan nasıl çıkılacağını ve hastalığı teşhis ettikten sonra hangi tedavinin uygulanacağını öğretmiştir. Hidayet ve istikâmeti reddeden en katı kalpler; hakkı tanıdıktan sonra sapan kalplerdir. Ham ve gafil kalplerse, davaya icabet etmeye çok daha yatkındırlar. Çünkü davayla ilk defa karşılaşan bu kalpler, hemen etkilenir ve davetin ciddiyeti ve fıtratı sarsan göz kamaştırıcı niteliği karşısında dayanamayarak cahilî tortulardan arınmaya bakar. Daha önce daveti işitenlere yapılan ikinci çağrı ise, hiç şüphesiz ilk andaki ciddiyeti taşımayacak, sarsıntı meydana getirmeyecek, davanın ciddiyet ve büyüklüğünü de hemen hissetmeyecektir. Bundan dolayı bu tür insanlarla uğraşmak, kat kat bir çaba ve uzun bir sabır gerektirecektir. Tağutî terör ve kölelik boyunduruğu altında uzun zaman horlanan, ezilen ve boyun bükenler; davetçileri en çok uğraştıran kimselerdir. Bu davetçilere en zor gelen durumdur. Ayrıca bu zamanımızdaki topluluklarda sık sık görülen bir durumdur. Akideden kaçmalarının nedeni, akidenin getirdiği sorumluluklardır. Yığınlara karışıp onların yolunu izlemek, bu sorumluluklardan kaçışın bir sonucudur. Çünkü yığınlarla beraber yaşamanın hiçbir sorumluluğu yoktur. İşte akide ve şeriatın çare için uğraştığı en zor ve en ağır mesele budur. Gelenek, yönetim ve kanunların fıtratı ifsad edecek oranda meydana getirdiği zulmü, toplumsal yozlaşmayı, bulanıklığı ve ölçüsüzlüğü gören iyi niyetli kimselerin göğsü daralmaktadır. Halkın zulüm ve azgınlığa karşı suskunluk ve sessizliğini görmek bu sıkıntıyı daha da artırmaktadır. Bugün fıtrat öylesine buzulmuş ki; halk, mazlum bir insanın kendi kendisini savunup direnmesinden hoşlanmamakta, kendini veya başkasını savunana “terörist” bile diyebilmektedir. Çünkü bu hareketsiz insanlar, tağutun zulmüne alışmıştır. Hatta bu zulmün; adalet, fazilet ve ıslah olduğuna bile inanmıştır. Zulme karşı koyan bir mazlumun tâğûtu koruyan iktidarlarca konulan sun’î batıl engelleri kırıp parçalama çabasını gördüklerinde feryadı basmalarının nedeni budur. Ortalığı velveleye verip zulme karşı koyan bu mazluma “zorba ve kan dökücü” demelerinin nedeni budur. Ağır zulüm altında ezilen mazluma bir çare bulacaklarına, yerip kınamalarının nedeni budur. Çünkü bunlar, içtikleri zillet şarabının tadına varmış, aşağılık ve hor bir hayat yaşamaya razı olmuşlardır. Zilleti beğenip bozulan bir fıtrat; iyilik ve güzellik duygularını kaybetmiş, pisliği, kokuşmuşluk ve çürümüşlüğü anlama yeteneklerinden de uzaklaşmıştır. Pislik ve kokudan rahatsız olmayan bu insanları kurtarmak çok zor bir iştir. Zamanla bozulan insanlarla uğraşmak, dava adamının karşılaşabileceği en büyük zorluktur. Hele hele zamanla bozulup kimliğini kaybederek basit biri haline gelen bu tipler daha önce akideyle tanışmalarına rağmen tağutî zorbalığın gölgesinde yaşanan aşağılık hayatı benimsemişlerse, bu zorluk daha da artacaktır. İşte dava adamı, bu hallerde çok çaba harcamak ve sabırlı olmak zorundadır. Sapmaları, ilgisizliği, karakter bozukluğunu sabırla karşılamakla yükümlüdür. İnsanların aksiliklerine, beklenmeyen tepkilerine ve cahiliyeye karşı hemen tavır takınmamalarına sabretmek zorundadır. İnsanların düşüncesi sıkça değişebilir. Sık unutmak, insanın bir özelliğidir. Öyleyse gönüller sıkça uyarılmalıdır. Çünkü uyarılan gönüller parlaklık kazanır. Uzun süre uyarılıp nasihatle beslenmeyen gönüller, katılaşmaya mahkûmdur. Işık ve aydınlığını kaybeden bir gönül, kararmakla karşı karşıyadır. Öyleyse bu tür gönülleri öğüt vererek yoklamak ve sürekli bir uyarı altında tutmak gerekir. Maksat öğütlenip huşu duymasını sağlamak, duyarlılık ve inceliğini korumaktır. Katılık ve donmuşluğa meydan vermemektir. Her şeye rağmen sönük, katı ve kararmış gönüllerden umut kesmemek lazımdır. Çünkü tekrar aydınlanıp canlanabilir, Allah’ın zikriyle huşu duyabilir. Allah’ın dirilttiği ölü bir toprak yeniden hayat emarelerini gösterip çiçek ve bitkiler çıkardığı, ürün ve meyveler verdiği gibi kalplerin de tekrar canlanması mümkündür. “Bilin ki Allah, ölmüş toprağı tekrar diriltir.” (Hadid: 17) 16.05.2025 Hazırlayan: Emrullah AYAN