Hutbe: Allah’ın azabı sadece zulmedenlere inmez
“Aranızdan yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah, cezası çok çetin olandır.” (Enfal: 25)
Kıymetli müminler bugün Hicri Şaban ayının 6’sı 1445/Cuma. Rabbimiz bizleri uyardığı her türlü cezadan muhafaza eylesin.
Bir önceki hutbemizde zulmedenlerin kimleri kapsadığı ve bu zalimlerin yaptıklarının hesabının rabbimizce âhirette hesabının sorulacağını detaylı olarak anlatmıştık. Bugünkü hutbemizde de konunun devamı olarak zalimlere seyirci kalmanın mümine yakışan bir tavır olmadığı üzerinde duracağız.
Okuduğum âyette geçen fitne, sözlüklerde şu anlamlarda kullanılmıştır: “Sınama, maddî ve mânevî sıkıntı, belâ ve felâketle imtihan etme, şirk, küfür, müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları, şirke döndürmeyi amaçlayan baskılar, sapma, saptırma bâtıl inanç ve kuruntu nifak, delilik.
Zulüm hem şirk anlamı ile hem haksızlık yapmak, masum insanlara eziyet ve işkence etmek, onların haklarına riayet etmeyip gasp etmek anlamları ile en büyük haksızlık ve suçtur. Müminler olarak zulmün akidevî boyutuna dair etrafımızda yaşanmakta olan şirk vb. olumsuzlukları gücümüz ve seviyemiz nispetinde uyarı ile irşad görevimizi yerine getirmeliyiz. Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker diyebileceğimiz konuya dair Kur’an’da onlarca âyet mevcuttur.
Şirkin siyaset ve yönetimle ilgili yönleri olduğu kadar dua, yardım ve Allah’ın başka sıfatlarının gereği gibi takdir edilmemesinden kaynaklı yönleri de bulunmaktadır. Biz konunun daha çok gücü ellerinde bulunduran müstekbirlerin yaptığı zulümlerden bahsedeceğiz.
Kur’an bize yeryüzünde ilk günahı ve zulmü Âdem’in oğlunun işlediğini haber verir:”Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.” (Mâide: 30) Allah’a sunulan kurbanın kabul edilmemesinden kardeşini sorumlu tutan Âdem’in oğlu kardeşini katlederek ilk zulmü işlemiş oldu.
Bugünün dünyasında artık her türlü cinayet ve başkaca zulümler çok daha yaygın bir şekilde rahat, pervasızca daha teknolojik işlenmektedir. Zulmün sadece bunlarla sınırlı olmadığını ifade etmiş olalım. Hırsızlık, haksız ihale alımları, haksız yargı kararları, çürük, eksik ve hatalı ürün satışı, maden vb ürün elde etme adına yapılan çevre katliamları, insanları köle gibi düşük ücretlerle yer altında ve siyanür gibi zehirli maddelerle iç içe çalıştırarak kazanç temini de zulümdür. Birkaç kat yapıya müsait olan zeminlere kaçak fazla kat onayı vermek, gerekli kontrol ve denetimleri yapmamak suretiyle meydana gelen depremlerde insanların ölümüne sebep olmak hep zulüm olarak değerlendirilir İslâm nazarında. Bir taraftan alınan haksız ihalelerle yüksek meblağlarda garanti ödemeleri yapılanlar, diğer tarafta ülke insanının çoğunluğunu asgarî ücretin altında bir maaşla geçinmek durumunda bırakılanlar, hak etmediği halde 3-5 yerden alınan huzur hakları da zulümdür.
Tabii ki tüm bunlar yaşadığımız coğrafyada ve yeryüzünde İslâm’ın hâkim olmamasından kaynaklı rabbimizin Kur’an’da haber verdiği fesad ve zulümlerdir. Aslında yaşanılan tüm bu olumsuzlukların vahyin dışlanmasının neticesi ve seküler dünya görüşünün zihinleri işgal etmesinden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Haber kanallarında artık izlemekten bıktığımız, duymak istemediğimiz alçaklıklar, zulümler hep modern ve çağdaş dünyanın, demokratik, monarşik zihniyetin dünya insanlığına hediyesidir. Irak’a zalim Saddam sonrası getirilen demokrasinin ne tür güzellikler(!) halka reva gördüğü hâlen zihinlerde canlılığını korumaktadır.
Zalimin ırkı, dini, mezhebi olmaz. Çin’de Doğu Türkistan’lılara yapılanlar, Keşmir’de, Arakan’da yapılanlar, yıllardır İslâm ümmetinin ve dünyanın gözleri önünde devam etmektedir. Hâ kezâ Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de olanlar artık gündemden düşürüldü. Son olarak tüm dünya halklarını ayağa kaldıran Gazze’de Siyonist katillerce icra edilen 4,5 aylık büyük yıkım ve katliam. Artık açlık, susuzluk, ağır yaşam şartları hat safhalara ulaştı.
Ve bu yapılan soykırıma yönelik 2 milyara yakın nüfusları olmakla övünen sözde İslâm âlemi halen kınamakla, slogan atmakla, yapılanların endişe verici olduğunu ifade etmekle ve dünya milletlerinin İsrail’i durdurmak için harekete geçmeleri gerektiğini son yapılan Refah saldırılarından çok büyük endişe duymak ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, uluslararası toplumu İsrail'i durdurmak için gerekli adımları atmaya çağırmak ciddiye alınacak ifadeler değildir.
Bunu söyleyenlere; “siz ticârî ilişkilerinizi askıya alın, ABD üslerini kapatın, elçiliklerinizi çekin, Gazze’ye gıda ve yardım gemilerinizi harekete geçirin” demezler mi? İsrail’e veya diğer zalimlere en ağır cümlelerle bebek katili veya zalim demek yetmez. Onun kalkan elini tutmak hatta kırmak gerekir.
Değerli Kardeşlerim bu ülkeden halen İsrail’e günlük 7-8 yük gemisi gitmekte. Ticari anlaşmalar gereği gıda, lojistik destek, inşaat malzemesi çoğu MÜSİAD üyesi muhafazakâr Müslüman (!) ortakların şirketleri tarafından karşılanmaktadır. “Yaşadığımız coğrafyada ABD üslerine yönelik en ciddi tepkiyi 1975 yılında 1. MC hükümeti ortaya koymuştur. Hükümet bakanlar kurulu kararı ile 25 Temmuz 1975 tarihinde ABD üslerini kapatma kararı aldı.“Bu hamle 1974'te Kıbrıs Harekâtı sırasında ABD Kongresi'nin Türkiye’ye ambargo uygulamasına karşılık olarak verilmişti.” Yani, ülkenin 70 cente muhtaç olduğu bir koalisyon hükümetince kapatılabilmişti.
Bu halkı Müslüman ülke yöneticileri ciddi, somut yaptırımlar uygulamazlarsa, Allah’ın tehdit ettiği bu azap sadece zulmedenleri kuşatmayacaktır. Bu azap zalimlerle beraber bu zulmü desteklemek anlamına gelen tavırlar gösteren, gerekeni yapmayan tüm halkları ve yöneticilerini de içine alır. Bu böylece biline…
16.02.2024
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU