Salı, Aralık 3, 2024
Ana sayfa YazarlarMehmet PAMAK Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, Somut Kazanç Sağlayan Politikaları İsrail’den Yanadır

Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, Somut Kazanç Sağlayan Politikaları İsrail’den Yanadır

by İlkav Editor
1,K 👁
A+A-
Reset
Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, Somut Kazanç Sağlayan Politikaları İsrail’den Yanadır 
 
Önceki yazımızda ifade ettiğimiz üzere, Herzog’un Türkiye’ye davet edilmesinin esas amacı, işgalci terör devleti İsrail’in Filistin’den çaldığı doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırma boru hattı projesinde anlaşmaya varmaktır. Üstelik Herzog’un Türkiye’ye davet sürecinde Şubat ayında, Siyonist işgali altındaki İslamî mekânlara yönelik engelleme ve ihlaller artmıştı. Filistin Vakıflar ve Dini İşler Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, sadece şubat ayında Mescid-i Aksa’ya 20 kez baskın düzenlenerek “kutsallığa saygısızlık” yapıldığı belirtildi. Açıklamada ayrıca, işgal altındaki Batı Şeria’nın El Halil kentinde bulunan Harem-i İbrahim Camisi’nde 43 vakitte ezan okunmasının engellendiği vurgulandı. Siyonist saldırganlar ezan okunmasını engelledikleri gibi, kendilerince çeşitli ayinler de düzenliyorlar. Yani bu süreçte de yıllardır süregelen bütün zulümler katlanarak devam ettiği halde, Erdoğan, hiçbir sorun yokmuş gibi terör devletinin başkanını davet edip devlet töreni ve aile görüşmesiyle ağırlıyor. Ne için?
 
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik yayılmacı siyaseti ve işgal girişimi, yaptığı sivil katliamları ve Avrupa’ya gaz naklinde sorunlar yaşanması, Rus gazına bağımlı AB’ni geleceğe dair büyük bir endişeye sevk etti. Bu yüzden ABD ve AB’ni, Avrupa’yı Rus gazına bağımlılıktan kurtarmak noktasında çözümler aramaya yöneltti. Bu arayış, Ortadoğu’daki temsilcileri olan işgalci İsrail’i daha da güçlendirmek konusundaki hedefleri bakımından da büyük bir önem arz ediyordu. İşte bu sebeplerle, Siyonist devletin Filistin’in hakkı olan sahaları gasp ederek çıkardığı gazı Avrupa’ya bir an önce ulaştırmak için harekete geçtiler. Bu yüzden, en düşük maliyeti yanında, en kısa ve en güvenli yol da olan Türkiye kara suları ve toprağı üzerinden geçecek boru hattı projesi için İsrail ile Türkiye’yi yakınlaştırma ve “normalleştirme” konusunu süratle gündemlerine alıp teşvik eden yaklaşımlar geliştirmeye ve Türkiye’ye ziyaretleri sıklaştırmaya başladılar.   
Ancak nedense, Filistin halkının hakkını gaspa yönelik yeni bir zulüm projesi, bu kadar açık biçimde Erdoğan’ın özel çabasıyla gündem olmuşken, Müslümanların protesto eylemlerinde ve açıklamalarında bu konu yeteri kadar yer almamıştır. Sonuçta Erdoğan, yıllardır sürdüre geldiği Filistin lehine İsrail’e yönelik somut karşılığı olmayan sert açıklamalarına rağmen, bugüne kadar verdiği desteklerin en büyüğü olmak üzere, yine Filistin aleyhine ve İsrail lehine yeni bir somut desteğin eşiğine gelmiş bulunuyor. Müslümanlar ise, küçük bir azınlık haricinde edilgen bir konumda seyrediyorlar. 
 
2019 yılında, İsrail’den doğalgaz almaya başlamasına karşı Ürdün halkının gösterdiği duyarlılık ise, takdiri hak eden onurlu ve ahlaklı bir tavır olarak tarihe geçmişti. Ürdün’ün başkenti Amman’da halk ayaklanmış ve hükümeti İsrail’e destek vermekle suçlayıp işgalci devletten doğal gaz satın almasını protesto etmişti. "Düşmandan gaz almak istemiyoruz", "İsrail ile gaz anlaşması iptal edilsin" yazılı dövizler taşıyarak, Filistin halkının hakkını gasp eden hırsızdan gaz alma anlaşmasının iptalini istemişlerdi.  Aralık 2019'da "hükümetin İsrail'den doğalgaz ithalatını önleyen bir yasa tasarısı sunmasına" ilişkin 130 milletvekilinden 58'inin imzaladığı muhtıra, Ocak 2020'de mecliste oybirliğiyle kabul edilmişti. 
Ürdün krallık rejimiyle yönetildiği halde, Müslüman halk, Filistin’den çaldığı petrol ve doğalgazın İsrail'den satın alınmasını ayaklanarak iptal ettirebiliyordu. Türkiye ise, sözde “demokratik cumhuriyet” ama Türkiye Müslümanlarının ayaklanıp Erdoğan'a geri adım attırmasını bırakın, bu konuda bir direniş ve eylem akıllarına bile gelmiyor. Böyle olunca da iktidarın sert çıkışları nasıl söylemde kalıp bir anlam ifade etmiyorsa, Müslümanların İsrail protestoları da hep sloganda kalıp sonuca müessir bir etki yapmıyor
 
Türkiye Müslümanları zaviyesinden bakıldığında “İsrail'in Filistin'den çaldığı gazı Türkiye'ye getirecek ve Avrupa'ya nakledecek boru hattına hayır” mitingleri düzenleyip bu haksızlığa karşı ciddi bir itiraz yükseltme söz konusu olmadığı gibi, konunun farkına varıp itiraz eden ciddi bir makale ya da konferans çabası bile görünmüyor. Herzog’un gelişini protesto eden eylemlerde ve yayınlanan bildirilerde bile bu Filistin gazının gaspı konusu ile çalınan gazın İsrail’e aitmiş gibi kabul eden yaklaşımıyla Türkiye’nin hırsıza yardım ve yataklık yapma eğilimi ciddi biçimde gündemleştirilmedi.
 
Hâlbuki İsrail'i maddi olarak güçlendirecek her katkı ve destek Filistin'e zulümdür. Üstelik bu maddi katkı, Filistin'den çalınan kaynaklar kullanılarak yapılıyorsa bu zulüm iki kat daha artmış olur. 
 
Erdoğan’ın, Gaz Alan Sert Söylemlerinin Filistin’denYana, Somut Katkı Sağlayan Eylemlerinin İsrail’den Yana Olduğuna Dair Örnekler
 
Önce bazı tarihî bilgileri aktaralım: AKP, İsrail’in toprak alımlarına kolaylık sağlamak için 4916 sayılı yasayı çıkardı ve 19 Temmuz 2003’te yürürlüğe soktu. Erdoğan Ocak 2004’teki ABD ziyareti sırasında Amerikan Yahudi Komitesi’nden Resmi ismi “Davut Boynuzu” olan “cesaret madalyası” aldı. Erdoğan bu madalyayı alan Yahudi olmayan tek isimdi. Davos’ta sözde “one-minute” krizi yaşanırken, TBMM’de Türkiye-İsrail Dostluk Grubu üyesi 361, Türkiye-Filistin Dostluk Grubu iyesi ise sadece 60 milletvekili bulunuyordu. 30 Ağustos 2004 tarihinde AKP’li Ömer Çelik, Egemen Bağış ve Mevlüt Çavuşoğlu kapsamlı görüşmeler yapmak üzere 3 günlüğüne İsrail’e gitti. Ömer Çelik, bu ziyaretten iki ay önce TBMM’de “Filistinlilerin yaptığını terör, İsrail’in yaptığını ise şiddet” olarak nitelendirdi. Erdoğan, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin 49 yıllığına İsrailli şirkete verilmesine itiraz edenleri “Yahudi düşmanlığı” yapmakla suçladı.  Bu bilgilerin, bugün “devlet gemisinin rotasını belirlediğini” iddia eden ve gerçekte de bir iktidar ortağı gibi iktidarın politikalarının belirlenmesinde çok etkili olduğu açıkça görülen Doğu Perinçek’in gazetesinde yayınlanmış olması da bir başka kayda değer husustur.
 
Bugüne kadar Erdoğan’ın söylemde kalan bütün sert çıkışları Filistin’den yana iken, muhatabına somut kazançlar sağlayan uygulamaları, eylemleri, politikaları hep İsrail’den yana olmuştur. Bu konuda somut bazı örnekleri hatırlatmak istiyorum:
 
1- İsrailli katil pilotların, eğitim için Türkiye hava sahasını kullanmaları, İsrail lehine olan eylemlerin en önemli olanlarındandı. Kendi hava sahası dar olduğu için İsrailli pilotlar 2009’a kadar Konya hava sahasında eğitim alıp Gazze’ye ve Filistin’e bomba yağdırıyorlardı. İsrail Anadolu Kartalı Tatbikatı’nın yapıldığı Konya’da 2004 yılının sonunda 40 bin dönüm arazi aldı. AKP’nin “Tarımsal İşbirliği ve Kalkınma Projesi” ile önünü açtığı bu satış işlemi ile verilen topraklar, ABD ve İsrail’in eğitim için kullandığı hava üssünün hemen yanında bulunuyordu.
 
2- Türkiye ile İsrail’in Doğu Akdeniz’deki ortak deniz tatbikatları 2010 yılına kadar aralıksız devam etmiştir. 2010’da bir kez bu katılımı veto etmesine rağmen 26 Aralık 2012’de İsrail’in Akdeniz Diyalogu çerçevesinde NATO çalışmalarına katılmasına onay verdi, dönemin NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in sunduğu uzlaşı formülünü kabul edip veto etme hakkını kullanmadı. Oysa İsrail’in, Mavi Marmara’yı açık denizde korsanca vurmasının üzerinden henüz altı ay geçmiş bulunuyordu.
 
3- 2010’daki Mavi Marmara katliamı sonrasında askeri ilişkilerin askıya alındığı ifade edilse de, Heron İnsansız Hava Araçları alışverişi ve NATO kapsamındaki ortak tatbikatlar devam ettirilmiştir. Savunma sanayi alanında ise şu projeler vardı: TC ordusuna ait 650 milyon dolarlık M60 tank ve 1 milyar doları bulan F-4E savaş uçaklarının modernizasyonu, 200 milyon dolarlık Heron silahlı İHA’ların tedarik ve operatif kullanımı, 200 milyon dolarlık elektronik keşif ve gözetleme sistemleri ile 150 milyon doları bulan füze ve akıllı mühimmat tedariği… 
 
4- 2012 yılında gerçekleşen BM Genel Kurulunda, İsrail'in bir an önce nükleer programını incelemeye açması çağrısı yapan ve Ortadoğu'da nükleer silahları yasaklamak için üst düzey toplantıyı destekleyen karar tasarısını kabul etti. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu toplantısında İsrail’in nükleer kapasitesi sorgulanmak ve İsrail’in de bu kurumun denetimini kabul etmesine dair çağrı yapan karar,  6 red ve 6 çekimser oyuna karşı 174 oyla kabul edildi. Türkiye’nin temsilcisi bir fikir beyan etmedi ve ‘çekimser’ oy kullandı. Bu İsrail için bulunmaz bir destekti. O sırada HAS Parti başkanı olan Numan Kurtulmuş haklı olarak şöyle feryad ediyordu: “İsrail’in bilinen 30 binin üzerinde nükleer silahı var… Türkiye İsrail yanlısı karar aldı.” 
 
5- 2016 Eylül-Ekim aylarında İsrail ile yakınlaşmasını, Gazze'ye yönelik kuşatma ve hava bombardımanlarının devam ettiği bir süreçte karşılıklı elçilerin gönderilmesini, terör devletine yönelik şehidlerin kanının takipçisi Mavi Marmara davalarının kanunla düşürülmesini sağlayarak İsrail’i rahatlatmıştır. Ve tazminat karşılığında uluslar arası sularda işlediği korsanlık ve insanlık suçundan terör devletinin kurtarılmasını sağlamıştır. Meclis tarafından onaylanarak yürürlüğe giren anlaşma uyarınca İsrail operasyon sırasında öldürülenler için Türkiye’ye 20 milyon dolar tazminat ödeyecek, ancak bu tazminat ex gratia, yani bir kusurun kabulü anlamına gelmeden, bir lütuf olarak kabul edilecekti. Bu bağlamda İsrail askerleri ve yetkilileri hakkında, Mavi Marmara’da ölenlerin yakınları veya Türkiye’deki diğer kişiler ve kurumlar tarafından açılabilecek tüm davalardan muaf tutulacak, bundan doğabilecek tüm kayıpları Türkiye karşılayacaktı. Türkiye tarafından altı yıldır üzerinde durulan, Gazze ablukasının kaldırılması şartı ise yazılı anlaşmada yer almadı. Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan gerekçede İsrail’in bu konuda “niyet beyanı” olduğu açıklandı. Fakat bu tarihten sonra Türkiye’den gönderilen yardımlar önce İsrail’in Aşdod limanında denetlendikten sonra Gazze halkına teslim edilerek, İsrail’in 2010’da Mavi Marmara’ya da uygulamış olduğu abluka zımnen kabul edilmiş oldu. 
 
    İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz Ekim 2016’da Ankara’yı ziyaret etti ve doğal gaz boru hattı projesi hakkında Türkiye Enerji Bakanı Berat Albayrak ile görüştü. AKP, Berat Albayrak’ın enerji bakanlığı döneminde, Filistinlilere ait doğalgazın çalınmasında Siyonistlere suç ortağı olma yönünde bir girişimde bulunulmuş, o zaman buna “normalleşme” adı verilmişti. Mavi Marmara Davası’nı Türkiye mahkemelerinde düşürecek bir uluslararası antlaşma iki ülke tarafından imzalanmıştı. Bu görüşmenin ardından iki ülkenin karşılıklı olarak büyükelçi ataması kararlaştırıldı. Aralık 2016’da anlaşma uyarınca Mavi Marmara’ya yapılan operasyona dair İstanbul’da yürütülen yargılama düşürüldü. 
 
6- Şubat 2018’de ABD’nin Kudüs Büyükelçiliği’ni İsrail’in kuruluş günü olan 14 Mayıs tarihinde açacağı duyuruldu. Erdoğan Bosna-Hersek’te düzenlenen mitingi sonrasında, İslam İşbirliği Konferansı’nın kararıyla İsrail ürünlerinin boykot edilebileceğini, Türkiye’nin bunu seçimlerden sonra değerlendireceğini söyledi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan tüm ülkelere yaptırım uygulayacaklarını belirterek, “Bundan sonra yaptırım var, önlem var, tedbir var… Sadece çağırıp kınamayacağız bundan sonra” dedi.
 
    Üstelik bundan sonraki süreçte “Yüzyıl İhaneti” ve “İbrahim Anlaşmaları” ile Filistin’i tamamen yok etmeye yönelik zulüm planları yürürlüğe kondu. Bütün bunlardan geri adım da atılmadığı halde Erdoğan terör devleti İsrail’in Cumhurbaşkanı Herzog’u davet edip İsrail ile ticareti daha da arttırmanın ve en önemlisi de Filistin’den çalınan doğalgazın İsrail’e ait olduğunu onaylayarak ona daha büyük kazançlar sağlarken kendisi de pay almanın hesabını yapabiliyor.
 
    İşgalci terör devletiyle enerji alanında önemli anlaşmaların konuşulması ve petrol ve doğalgazın çıktığı deniz sahaları Filistin'in olduğu halde, İsrail'e büyük maddi imkânlar sağlayacak olan bu kaynakların Avrupa'ya ulaştırılması görüşmelerinin, esas sahibi Filistin’e rağmen işgalci güçle yapılması söz konusudur. 
 
7- Daha önceki yıllarda da, 2010 Ocak ayında İsrail Dışişleri Bakan yardımcısı Danny Ayalon’un Türkiye Büyükelçisi Ahmet Oğuz Çelikkol ile görüşmesinde elçiyi kendisinden daha alçak bir sandalyeye oturtması yeni bir diplomatik krize yol açmıştı. Buna rağmen ve üstelik "one minute" çıkışından hemen sonraki bir süreçte, Türkiye, İsrail’in Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyeliğine olur verdi. İsrail'in 25 yıldır bekleyip önceki TC hükümetlerince veto edildiği için alamadığı OECD üyeliğini, veto etmeyerek ve hiçbir şart da koşmadan, hiç değilse Gazze ve Filistin halkı için bazı taleplerde bile bulunmadan vermeyi Erdoğan gerçekleştirmişti. Filistin lehine herhangi bir karşılık bile almadan adeta hediye olarak onaylaması Filistine yapılan bütün insanlık suçlarını aklamak ve temize çıkarmaktı. Kendisini oylarıyla destekleyen birçok Müslüman STK bizzat onaylamaması için ricada bulunduğu halde bu onay verildi. Oysa Türkiye'nin OECD'deki veto hakkı, OECD üyeliğine hayati önem atfeden İsrail üzerinde baskı kurmak için eşsiz bir fırsattı.  
 
    Küresel kapitalist sistemin dünya hegemonyasını sürdürürken kullandığı önemli araçlardan biri olan bu örgüte yirmi beş yıldır İsrail de, hem siyasal, hem de ekonomik yeni imkânlar ve meşruiyet katkısı sağlamak amacıyla girmeye çalışıyor ve giremiyordu.  Örgütün sözde kalan bir ilkesi de var, insan hakları ihlalleri yapanları bu örgüte almamak. İsrail yirmi beş yıl sonra, OECD’ye kabul edildi ve bir meşruiyet daha kazandırıldı. Buna engel olmak için “one minute”ci Erdoğan’ın yani TC hükümetinin veto hakkı vardı. Türkiye’deki ve dünyadaki insan hakları kuruluşları, birçoğu AKP politikalarına eklemlenmiş kimi STK’lar bu konuda özel ziyaretler, özel açıklamalar yaptılar. Hatta Avrupa’dan gelip hükümetle görüşenler ve bu konudaki büyük sorumluluğunu hatırlatanlar oldu. “Lütfen veto edin” diye rica ettiler. En azından İsrail’e bir takım yaptırımları şart koşun, bunları yapmadıkça bu üyeliği onaylamayın diyenler de oldu. Buna rağmen, Filistin lehine hiçbir somut adım attırmadan, Amerika’nın AKP’ye baskısıyla ve tamamen hediye olarak bu üyelik İsrail’e verildi. İsrail terör devleti yönetimi ise, 'OECD üyeliği bizim için tarihi bir zaferdir, rüyamız nihayet gerçek oldu' söylemleriyle bayram yaptı.  
 
    OECD; üyesi olan ülkelere büyük ekonomik ve sosyal güç katmakta, siyasal itibar kazandırmaktadır; "finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartlarının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması; ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyoekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi" gibi imkânlar sağlamaktadır. Ayrıca üyelik şartları arasında, "demokrasiye, temel insan hak ve özgürlüklerine bağlılık" ilkesi olduğundan, üye kabul edilen ülkenin bu şartları haiz olduğu da tasdik edilmiş olmaktadır. Bu yüzden Türkiye bir yandan "terör devleti" olarak niteleyip katliam yapmakla suçladığı İsrail'in üyeliğini onaylamak suretiyle, ona sadece birçok siyasi ve ekonomik imkânlar sunmakla kalmadı, aynı zamanda onun "insan haklarına bağlı, özgürlüklere saygılı" bir devlet olduğunu da resmen onaylamış oldu, hem de Mavi Marmara katliamından iki hafta önce.
 
8- İsrail'in tüm kuşatma ve vahşetinin devam ettiği süreçlerde, Erdoğan "one minute"i sözde bırakıp ticari ilişkilerini zirveye çıkararak, askerî silah ve eğitim anlaşmalarını sürdürerek son derece tutarsız ve İsrail üzerinde tesirini giderek yitiren bir konumda yer almıştır. Ticaret Bakanı 2020 Yılı Dış Ticaret Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada "2020 yılında ülkelere göre ihracatta, ihracat rekoru kırdığımız 44 ülke bulunmaktadır. Bunlardan ilk 3’ü sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Güney Kore olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Yani Türkiye ile İsrail’in gergin siyasi ilişkileri ticaret hacmini etkilememiş görünüyor. 2002’de, yani AK Parti işbaşına geldiği yıl iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1 milyar dolar civarında iken bu rakam 2011’de 4 milyar doları aşmıştır… 2012 boyunca Erdoğan ve Davutoğlu İsrail’in bir “terör devleti” olduğunu, Gazze’ye yapılan saldırıların “insanlık suçu” olduğunu çeşitli demeçlerinde tekrarladılar. 2013 Ocak ayında Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’a ait “Safran-1” gemisinin Ceyhan’dan İsrail’e petrol sevkiyatı yapmaya devam ettiği ortaya çıktı.  
 
    Araya Davos Krizi, Mavi Marmara Katliamı ve diğer irili ufaklı sözlü sataşmalar girmesine rağmen iki ülke ticareti 2013’te de durmamış ve TÜİK verilerine göre 5 milyar doları aşmıştır. Erdoğan 2014 yılında Ordu’da düzenlediği bir mitinge İsrail’i “soykırım” yapmakla suçladı ve Gazze’ye yapılan saldırıların “barbarlıkta Hitler’i geçtiğini” iddia etti. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca düzenlediği mitinglerde İsrail’in Gazze’de terör estirdiği ve soykırım yaptığı iddiasını tekrarladı ve “Türkiye olarak, şahsen ben bu görevde bulunduğum sürece hiçbir zaman İsrail’le olumlu bir şey düşünemem.” dedi. 2014 sonu itibariyle Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi ise 5,8 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Yine TÜİK verilerine göre 2014'de ticaret 6 milyar doları aşmıştır ki bu da siyasi açıdan en sorunlu sayılan 2008-2014 arasında İsrail-Türkiye ticaret hacminin % 90.2 artması anlamına gelmektedir.  
 
    Ekonomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin İsrail’e ihraç ettiği başlıca kalemler arasında savaş araçları ve silah üretiminde de kullanılan çelik ile Filistinlileri hapseden utanç duvarında ve topraklarını işgal eden yerleşimlerde kullanılan demir, seramik ürünleri, kablo ve çimento yer alıyor. Resmi verilere göre sadece Mavi Marmara'dan bugüne İsrail-Türkiye ticareti yüzde yüz oranında artmış durumda. Mavi Marmara olayında Türkiyeliler açık denizde İsrail askerlerince öldürüldükten sonra dahi resmi hiçbir somut müeyyide uygulanmamıştır. Mart 2022’deki Herzog’un ziyaretinde ise ticaret hacminin 10 milyar dolar olmasının hedeflendiğini Erdoğan beyan etmiştir.   
 
     Bilindiği üzere Erdoğan, tevhide aykırı bir inançla sık tekrar ettiği bir sözünde; "ekonominin, sermayenin dini imanı olmaz" diyor. Her halde bu inancı sebebiyle olsa gerek, ekonomik ilişkilerde bu kadar rahat davranılmış, en sert söylemlerle İsrail'in "terör devleti" olarak suçlandığı süreçlerde bile ekonomik ilişkiler, neo-liberal politikalar gereği piyasa ilahının arzularına uygun ölçüler içinde zirve yaparak sürdürülmüştür. Tabii böylece Filistinli kardeşlerimizi katleden Siyonist ordunun savaş finansmanına dolaylı katkı sunulmuştur. Hatırlayacak olursak, özelleştirmelerde de Türkiye'nin, uzun sınırları boyunca mayınlı arazilerin temizlenmesi karşılığında 49 yıl tarım yapma hakkının verileceği stratejik konumda olan geniş araziler dâhil birçok ekonomik kuruluş ve imkân İsrailli sermayedarlara verilmek istenmişti ve basının başka amaçlarla da olsa olayı ifşa edip üzerine gitmesi üzerine o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, bunlardan Galataport ihalesine yönelik eleştirilere cevap verirken, "Kimse kuru kuruya Yahudi düşmanlığı yapmasın. Daha fazla parayı kim veriyor, biz ona bakıyoruz" demişti. 
 
9- Yine ümmet aleyhine işlenen bir başka cürüm olan, sadece İsrail'i korumak ve bölgenin istihbaratını terör devletine aktarmak üzere Türkiye halkına ve ümmete ise sadece zararı dokunacak olan "NATO Füze Kalkanı"nın Malatya Küreciğe yerleştirilmesini onaylayan da yine Erdoğan’dı. 2012 yılında Malatya Kürecikte doğrudan İsrail’i füzelerden korumak ve bölgede istihbarat toplayıp NATO ülkeleri ve İsrail ile paylaşmak ve sonuç olarak da İsrail ABD güdümündeki PKK ile de paylaşmak üzere kurulmuş Füze Kalkanı üssü hâlâ bu misyonunu ifa etmeyi sürdürüyor.
 
10- “Ümmetin umudu” diye takdim edip Müslümanları onu desteklemeye çağıranların bazılarının bile kınamak zorunda kaldıkları Erdoğan’ın İsrail’den yana bir başka somut destek eylemi de şu olmuştur: Terör devleti İsrail, Türkiye'nin veto hakkını kullanması sebebiyle yıllardır ulaşamadığı NATO ile hukuki ilişki kurma imkânına da Erdoğan’ın Mayıs 2016'da vetoyu kaldırmasıyla kavuşmuştur. Batı’nın şımarık çocuğu İsrail çok uzun bir zamandır NATO’nun bir parçası olmak ve emperyalist güçlerle zaten fiili olarak sürdürdüğü iç içeliğini resmileştirmek istiyordu. NATO da bu yönde güçlü bir irade ortaya koymasına rağmen, Türkiye sahip olduğu veto hakkını kullanarak bu girişimi engelliyordu. Ancak gelinen aşamada Türkiye’nin uzun bir dönemdir kullandığı veto kartını geri çekmesi neticesinde küresel egemenlerin muradı gerçekleşti ve AKP iktidarının göz yummasıyla İsrail’e NATO yolu açıldı. 2016 Mayıs ayında Türkiye NATO üyesi olmayan İsrail’in kurum içinde kalıcı temsilcilik açması konusundaki vetosunu kaldırdı.
 
11- ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğini buraya taşıması Filistin sorununu bir çıkmaza sürüklerken, Türkiye – İsrail diplomatik ilişkilerinde de görünüşte yeni bir krize yol açtı. Buna rağmen, TBMM’de muhalefet partilerinin talep ettiği, İsrail’le imzalanan ikili anlaşmaların iptal edilmesi ve İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulanması ise AKP ve MHP milletvekillerince reddedildi. 
 
12- Türkiye, BOP eşbaşkanlığının da gereği olarak ABD ve İsrail'in rızasını kazandıracak bir başka hizmete daha soyunmuştu. İsrail terör devletinin Başbakanı Ehud Olmert ile Suriye despotu Beşşar Esed'in arasında ara buluculuk yaparak uzlaştırmaya çalışıyordu. Ki bu İslam ve Müslümanlar aleyhine bir eylemdi. En son görüşme 2008 yılında Ankara'da yapılmış ve Ehud Olmert bu toplantıdan sonra, Türkiye ile yaptığı ticari anlaşmalardan 600 milyon doları da alarak İsrail'e döner dönmez Gazze'ye saldırıp katliam yapmıştı. Yaklaşık 1,400 Filistinlinin öldürüldüğü operasyon için Erdoğan, yine “devlet terörü” ve “insanlığa karşı suç” ifadelerini kullandı. Venezuela devlet başkanı Çavez, İsrail’in Gazze katliamından sonra Erdoğan ve AKP'nin yapamadığını yapmış, İsrail terör devletiyle bütün ilişkilerini kopararak kendi elçisini geri çekmiş, İsrail elçisini de tam tâbiriyle kovmuştu. Türkiye ise ilişkileri sürdürmüştür, üstelik 2008 sonunda Türkiye – İsrail ticaret hacmi bir önceki yıla göre yüzde 24 artarak 3,4 milyar dolara ulaştı.
 
13- Erdoğan, Davosta’ki toplantıda İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e "one minute" diyerek "siz çocuk katlisiniz" tepkisini gösterdi ve böylece ABD-İSRAİL’e karşı ikinci ters düşmesi gerçekleşti. 12 Ocak 2009’da dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bir genelge hazırlayarak tüm okullarda Filistin’le dayanışma için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulmasını istemişti. Genelgeye eğitim sendikaları karşı çıkmış, uygulama Türkiye’deki Musevi okullarında da sıkıntıya yol açmıştı. Bu dahi Erdoğan'dan henüz umudun kesilmesine yol açmadı ve model olması hatırına sessizlikle geçiştirildi. Erdoğan Davos’tan döndükten sonra Türkiye’de İsrail mallarının ve şirketlerinin boykot edilmesi çağrıları popüler destek buldu ve hızla yayılmaya başladı. Bunun üzerine M.E. Bakanı Hüseyin Çelik 13 Şubat 2009’da okullara yeni bir genelge göndererek Türkiye’nin bir ekonomik kriz içinde olduğunu ve yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyduğunu belirterek İsrail mallarının boykot edilmemesini istedi. 
 
AKP Hükümeti ve Erdoğan'ın Bu Tür Çelişkileri Neyle İzah Edilebilir?
 
AKP hükümetinin İsrail politikasındaki büyük çelişkisini ortaya koyan bu örnekler, maalesef çok sayıda ve ciddi boyutlardadır. AKP Hükümeti, geçmişten bugüne bölgenin Müslüman halklarının aleyhine İsrail'in lehine olan bu önemli ve somut desteklerle Siyonist katillerin özgüven, şımarıklık ve azgınlaşma katsayısını arttıran katkılar sunmuş oldu. Bu büyük çelişkiler, Erdoğan'ın sert açıklamalarının; katil İsrail tarafından Türkiye yönetiminin "halkının gazını alma" amaçlı çıkışları olarak görülmesine ve ciddiye alınmamasına sebep olmuştur. 
Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in bir röportajında, “Başbakan’ın bu çıkışları olmasa Türkiye’de antisemitizm daha çok artar” demesi üzerine söyleşiyi yapan gazeteci, “yani bir anlamda şişede biriken gaz mı kaçırılmış oluyor?” diyor. Çelik, “elbette, halk verilmesi gereken tepkiyi benim devletim veriyor zaten diyor, rahatlıyor” cevabını veriyor.  Peygamberimize hakaret içerikli filmle ilgili tartışmaların yapıldığı süreçte de, “Arap sokakları ayakta Türkiye sakin, neden?” sorusuna Başbakan Erdoğan, “Son on senede aşırılıklar törpülendi. Bir anlamda paratoner gibi olduk, gaz aldık” diyordu.  
Hatırlanacak olursa, Necmettin Erbakan Başbakan olduğu süreçte de, o günlerde Kudüs'ü işgalde yeni ileri adımlar atılmakta, Mescid-i Aksa'yı yıkmaya sebep olacak tüneller, kazılar yapılmaktaydı. İsrail Dışişleri Bakanı Levy Türkiye'deydi ve kendisini Başbakanlıkta ziyaret ediyordu. Erbakan, basının önünde elini bile sıkmadığı Bakan’a karşı Siyonist işgalin Kudüs'e yönelik yeni yerleşim politikasını ağır bir dille eleştirmiş, sonra kapalı ikili görüşmeye geçilmişti. İsrail Dışişleri Bakanı Türkiye'den ayrılırken Esenboğa hava alanında gazeteciler, basın önündeki eleştirisini hatırlatarak, Başbakanın bu eleştirisi hakkında düşüncesini sordular. Siyonist Dışişleri Bakanı, "Evet kamuoyu önünde öyle davranmış olabilir ama içerideki ikili görüşmede bana çok sıcak davrandı. ‘Ben en yakın dostlarıma ballı kuşburnu çayı ikram ederim bu yüzden size de ballı kuşburnu çayı ikram ediyorum’ dedi" mealinde bir açıklama yapmıştı. Erbakan konuğuna ballı kuşburnu çayı ikram ederek, atmosferi ısıtmıştı!.. Sonra da Levy'ye kapıya kadar eşlik ettiğinde elini 'sıcak bir şekilde' sıkmıştı… 
İşte bu açıklama da, öteden beri Türkiye'yi yönetenlerin, İsrail ile ilgili söylem ve tutumları açısından kamuoyu önünde sert ve hesap soran (gaz alan), arka planda ise, "ulusal çıkarlar"(!) gereği farklı davranan bir pozisyonu sürdüre geldiklerini göstermektedir. “Ulus devlet”lerde laik ulusçu bir anlayışla, ulusal çıkarlar tıpkı devlet gibi kutsallaştırılıp putlaştırılır ve sahip olunduğu var sayılan kimi ahlâkî değer ve ilkelere ters düştüğünde, değerler feda edilip ulusal çıkarlar tercih edilir. Üstelik bu tutum İsrail tarafından da böyle anlaşılmakta, bu da bu tür sert çıkışların İsrail üzerinde etkisiz kalmasına, hatta cür'etini arttırıcı bir etki yapmasına sebep olmaktadır. 
Sonuçta da İsrail'e dair söz konusu çelişkili politikalar eşliğinde gündemleşen AKP önderliğinin zirveye çıkan kimi sert söylemleri, bu açıklamalar da bilinerek değerlendirildiğinde, halkın gazının alınmasına vesile olsa da, kanaatimce terör devleti açısından anlam ve tesirini kaybetmiş, hatta onun daha da azgınlaşmasına yol açmıştır.
 
Ümmet, Kudüs, Aksâ ve Filistin Nasıl Kurtulur?
 
Ümmetin Hablullah’a topluca sarıldığı izzetli günlerden sonraki yüzyıllarda, Kur’an ve sünnetten uzaklaşıp tevhidî zindeliğini ve vahdetini kaybederek sürüklendiği bu zilletten kurtuluşun yolu, ancak Kur’an’a dönüş yaparak ve Rasûlün nebevi yöntemini takip edip yoldaki işaretleri dikkate alarak ümmeti vahiyle yeniden inşa etmekten geçmektedir. Bu süreç sonunda ise, farklı bölgelerdeki ümmet parçalarının da tekrar Hablullah’a topluca sarılarak tevhidde vahdeti sağlaması gerekmektedir.
 
Bu olmadan ve Ankara, Kahire, Şam, Riyad, Tahran, Bağdat vb. başkentlerde gerçekten İslâmî olan yönetimler kurulmadan ümmetin onuruyla özdeş olan Kâ’be, Mescidi Nebevî ve Mescidi Aksâ’nın yer aldığı Mekke, Medine ve Kudüs de asla gerçek anlamda kurtulamaz.
 
Kudüs’ü de Mekke’yi de ümmeti de zilletten kurtaracak bu esas sorumluluğu yerine getirmek yerine, Müslümanlara ait STK’lar laik demokratik hatta kemalist iktidara oy vermeye çağıran savrulmalarla yozlaşmaya ve bu kurtarıcı inşa sürecinden geri gidişlere yol açıyorlar. Bu sebeple de bu iktidar’ın İsrail lehine yaptığı bütün uygulamalardan ve Filistinli kardeşlerimizin gördükleri zulümlerden de dolaylı biçimde sorumlu olmak konumuna sürükleniyorlar.  
 
İşte bu sebeple, bu oy desteği karşılığında İsrail’e karşı somut bir adım dahi attırmadan, mesela hiç değilse “Kürecik üssü kapatılmazsa ve İsrail terör devletiyle ilişkiler kesilmezse bir daha oy vermeyeceğiz” içerikli bir bildiriyle ya da İsrail elçiliği yerine AKP genel Başkanlığı ya da Saray önünde bu edilgenliği protesto etmeye bile yönelmiyorlar. Sonuçta da Erdoğan’ı İsrail’e karşı somut adımlar atmaya, yaptırım uygulamaya zorlamak yerine, Erdoğan’ın gaz alma amaçlı sert söylemlerine selam çakarak slogan atıp İsrail dostu TC devletinin bayraklarıyla İsrail’i protesto eylemi yapmak suretiyle büyük çelişkiler yaşıyorlar.
 
Artık bu oyun bozulmalı, tepkiler, işgalci terör devleti İsrail ile işbirliği yaparak bunca desteği veren iktidara yöneltilmelidir. Erdoğan hükümetine şöyle seslenilmelidir: “Yeter artık! Bundan sonra Filistin lehine ve İsrail aleyhine söylemde kalan tek cümle istemiyoruz, yeter ki İsrail’e karşı, zulmünde geri adım attıracak somut eylemler yapın.”
 
Yaklaşık yüz yıldır, hem protesto eylemleri hem de terör devletinin işgalleri sürüyor ve tek adım ileri gidilmiyor. Sloganlar protestolar, sert açıklamalar, tekrarlanıp duruyor, gaz alıp rahatlanıyor, ancak işgal, ilhak ve zulümler geçen her zaman diliminde artıyor, daha ileriye gidiyor. Sonuçta da Filistin ve mukaddes beldelerimiz giderek daha fazlasıyla terörist devletin eline geçiyor ve tamamen yok olmaya doğru sürükleniyor.
 
Bu sebeple, bir yandan mazlum Filistin halkından yana çok boyutlu mücadelelerimizi sürdürürken, diğer yandan esas sorumluluğumuz ve kesin çözüme götürecek uzun soluklu yürüyüşümüz olan ümmeti vahiyle yeniden inşaya yönelmeli, tebliğ, eğitim ve şahidlik eksenli mücadeleye yoğunlaşmalıyız. Böylece toplumsal özümüzdekini vahiyle değiştirip  Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek hâli kazanmalıyız. Eğer Allah’ın (c) razı olacağı ölçülerde mü’minler olabilirsek, Rabbimiz, “…İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.”  buyurmaktadır. Bir diğer âyetinde ise, “Ey İman edenler, eğer Allah'a yardım ederseniz, (Allah’ın dinine ve yardım edilmesini emrettiği şeylere yardım ederseniz. Allah’ın öğütlerini tutarsanız. O’nun dinine hizmet ederseniz.) O da size yardım edecek ve ayaklarınızı sabit kılacaktır.”  Şüphesiz ki, Allah’ın vadi haktır, “o yardım ederse, asla bize galip gelecek olmayacaktır.” “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, Somut Kazanç Sağlayan Politikaları İsrail’den Yanadır

by İlkav Editor
888 👁
A+A-
Reset
Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, Somut Kazanç Sağlayan Politikaları İsrail’den Yanadır 
 
Önceki yazımızda ifade ettiğimiz üzere, Herzog’un Türkiye’ye davet edilmesinin esas amacı, işgalci terör devleti İsrail’in Filistin’den çaldığı doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırma boru hattı projesinde anlaşmaya varmaktır. Üstelik Herzog’un Türkiye’ye davet sürecinde Şubat ayında, Siyonist işgali altındaki İslamî mekânlara yönelik engelleme ve ihlaller artmıştı. Filistin Vakıflar ve Dini İşler Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, sadece şubat ayında Mescid-i Aksa’ya 20 kez baskın düzenlenerek “kutsallığa saygısızlık” yapıldığı belirtildi. Açıklamada ayrıca, işgal altındaki Batı Şeria’nın El Halil kentinde bulunan Harem-i İbrahim Camisi’nde 43 vakitte ezan okunmasının engellendiği vurgulandı. Siyonist saldırganlar ezan okunmasını engelledikleri gibi, kendilerince çeşitli ayinler de düzenliyorlar. Yani bu süreçte de yıllardır süregelen bütün zulümler katlanarak devam ettiği halde, Erdoğan, hiçbir sorun yokmuş gibi terör devletinin başkanını davet edip devlet töreni ve aile görüşmesiyle ağırlıyor. Ne için?
 
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik yayılmacı siyaseti ve işgal girişimi, yaptığı sivil katliamları ve Avrupa’ya gaz naklinde sorunlar yaşanması, Rus gazına bağımlı AB’ni geleceğe dair büyük bir endişeye sevk etti. Bu yüzden ABD ve AB’ni, Avrupa’yı Rus gazına bağımlılıktan kurtarmak noktasında çözümler aramaya yöneltti. Bu arayış, Ortadoğu’daki temsilcileri olan işgalci İsrail’i daha da güçlendirmek konusundaki hedefleri bakımından da büyük bir önem arz ediyordu. İşte bu sebeplerle, Siyonist devletin Filistin’in hakkı olan sahaları gasp ederek çıkardığı gazı Avrupa’ya bir an önce ulaştırmak için harekete geçtiler. Bu yüzden, en düşük maliyeti yanında, en kısa ve en güvenli yol da olan Türkiye kara suları ve toprağı üzerinden geçecek boru hattı projesi için İsrail ile Türkiye’yi yakınlaştırma ve “normalleştirme” konusunu süratle gündemlerine alıp teşvik eden yaklaşımlar geliştirmeye ve Türkiye’ye ziyaretleri sıklaştırmaya başladılar.   
Ancak nedense, Filistin halkının hakkını gaspa yönelik yeni bir zulüm projesi, bu kadar açık biçimde Erdoğan’ın özel çabasıyla gündem olmuşken, Müslümanların protesto eylemlerinde ve açıklamalarında bu konu yeteri kadar yer almamıştır. Sonuçta Erdoğan, yıllardır sürdüre geldiği Filistin lehine İsrail’e yönelik somut karşılığı olmayan sert açıklamalarına rağmen, bugüne kadar verdiği desteklerin en büyüğü olmak üzere, yine Filistin aleyhine ve İsrail lehine yeni bir somut desteğin eşiğine gelmiş bulunuyor. Müslümanlar ise, küçük bir azınlık haricinde edilgen bir konumda seyrediyorlar. 
 
2019 yılında, İsrail’den doğalgaz almaya başlamasına karşı Ürdün halkının gösterdiği duyarlılık ise, takdiri hak eden onurlu ve ahlaklı bir tavır olarak tarihe geçmişti. Ürdün’ün başkenti Amman’da halk ayaklanmış ve hükümeti İsrail’e destek vermekle suçlayıp işgalci devletten doğal gaz satın almasını protesto etmişti. "Düşmandan gaz almak istemiyoruz", "İsrail ile gaz anlaşması iptal edilsin" yazılı dövizler taşıyarak, Filistin halkının hakkını gasp eden hırsızdan gaz alma anlaşmasının iptalini istemişlerdi.  Aralık 2019'da "hükümetin İsrail'den doğalgaz ithalatını önleyen bir yasa tasarısı sunmasına" ilişkin 130 milletvekilinden 58'inin imzaladığı muhtıra, Ocak 2020'de mecliste oybirliğiyle kabul edilmişti. 
Ürdün krallık rejimiyle yönetildiği halde, Müslüman halk, Filistin’den çaldığı petrol ve doğalgazın İsrail'den satın alınmasını ayaklanarak iptal ettirebiliyordu. Türkiye ise, sözde “demokratik cumhuriyet” ama Türkiye Müslümanlarının ayaklanıp Erdoğan'a geri adım attırmasını bırakın, bu konuda bir direniş ve eylem akıllarına bile gelmiyor. Böyle olunca da iktidarın sert çıkışları nasıl söylemde kalıp bir anlam ifade etmiyorsa, Müslümanların İsrail protestoları da hep sloganda kalıp sonuca müessir bir etki yapmıyor
 
Türkiye Müslümanları zaviyesinden bakıldığında “İsrail'in Filistin'den çaldığı gazı Türkiye'ye getirecek ve Avrupa'ya nakledecek boru hattına hayır” mitingleri düzenleyip bu haksızlığa karşı ciddi bir itiraz yükseltme söz konusu olmadığı gibi, konunun farkına varıp itiraz eden ciddi bir makale ya da konferans çabası bile görünmüyor. Herzog’un gelişini protesto eden eylemlerde ve yayınlanan bildirilerde bile bu Filistin gazının gaspı konusu ile çalınan gazın İsrail’e aitmiş gibi kabul eden yaklaşımıyla Türkiye’nin hırsıza yardım ve yataklık yapma eğilimi ciddi biçimde gündemleştirilmedi.
 
Hâlbuki İsrail'i maddi olarak güçlendirecek her katkı ve destek Filistin'e zulümdür. Üstelik bu maddi katkı, Filistin'den çalınan kaynaklar kullanılarak yapılıyorsa bu zulüm iki kat daha artmış olur. 
 
Erdoğan’ın, Gaz Alan Sert Söylemlerinin Filistin’denYana, Somut Katkı Sağlayan Eylemlerinin İsrail’den Yana Olduğuna Dair Örnekler
 
Önce bazı tarihî bilgileri aktaralım: AKP, İsrail’in toprak alımlarına kolaylık sağlamak için 4916 sayılı yasayı çıkardı ve 19 Temmuz 2003’te yürürlüğe soktu. Erdoğan Ocak 2004’teki ABD ziyareti sırasında Amerikan Yahudi Komitesi’nden Resmi ismi “Davut Boynuzu” olan “cesaret madalyası” aldı. Erdoğan bu madalyayı alan Yahudi olmayan tek isimdi. Davos’ta sözde “one-minute” krizi yaşanırken, TBMM’de Türkiye-İsrail Dostluk Grubu üyesi 361, Türkiye-Filistin Dostluk Grubu iyesi ise sadece 60 milletvekili bulunuyordu. 30 Ağustos 2004 tarihinde AKP’li Ömer Çelik, Egemen Bağış ve Mevlüt Çavuşoğlu kapsamlı görüşmeler yapmak üzere 3 günlüğüne İsrail’e gitti. Ömer Çelik, bu ziyaretten iki ay önce TBMM’de “Filistinlilerin yaptığını terör, İsrail’in yaptığını ise şiddet” olarak nitelendirdi. Erdoğan, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin 49 yıllığına İsrailli şirkete verilmesine itiraz edenleri “Yahudi düşmanlığı” yapmakla suçladı.  Bu bilgilerin, bugün “devlet gemisinin rotasını belirlediğini” iddia eden ve gerçekte de bir iktidar ortağı gibi iktidarın politikalarının belirlenmesinde çok etkili olduğu açıkça görülen Doğu Perinçek’in gazetesinde yayınlanmış olması da bir başka kayda değer husustur.
 
Bugüne kadar Erdoğan’ın söylemde kalan bütün sert çıkışları Filistin’den yana iken, muhatabına somut kazançlar sağlayan uygulamaları, eylemleri, politikaları hep İsrail’den yana olmuştur. Bu konuda somut bazı örnekleri hatırlatmak istiyorum:
 
1- İsrailli katil pilotların, eğitim için Türkiye hava sahasını kullanmaları, İsrail lehine olan eylemlerin en önemli olanlarındandı. Kendi hava sahası dar olduğu için İsrailli pilotlar 2009’a kadar Konya hava sahasında eğitim alıp Gazze’ye ve Filistin’e bomba yağdırıyorlardı. İsrail Anadolu Kartalı Tatbikatı’nın yapıldığı Konya’da 2004 yılının sonunda 40 bin dönüm arazi aldı. AKP’nin “Tarımsal İşbirliği ve Kalkınma Projesi” ile önünü açtığı bu satış işlemi ile verilen topraklar, ABD ve İsrail’in eğitim için kullandığı hava üssünün hemen yanında bulunuyordu.
 
2- Türkiye ile İsrail’in Doğu Akdeniz’deki ortak deniz tatbikatları 2010 yılına kadar aralıksız devam etmiştir. 2010’da bir kez bu katılımı veto etmesine rağmen 26 Aralık 2012’de İsrail’in Akdeniz Diyalogu çerçevesinde NATO çalışmalarına katılmasına onay verdi, dönemin NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in sunduğu uzlaşı formülünü kabul edip veto etme hakkını kullanmadı. Oysa İsrail’in, Mavi Marmara’yı açık denizde korsanca vurmasının üzerinden henüz altı ay geçmiş bulunuyordu.
 
3- 2010’daki Mavi Marmara katliamı sonrasında askeri ilişkilerin askıya alındığı ifade edilse de, Heron İnsansız Hava Araçları alışverişi ve NATO kapsamındaki ortak tatbikatlar devam ettirilmiştir. Savunma sanayi alanında ise şu projeler vardı: TC ordusuna ait 650 milyon dolarlık M60 tank ve 1 milyar doları bulan F-4E savaş uçaklarının modernizasyonu, 200 milyon dolarlık Heron silahlı İHA’ların tedarik ve operatif kullanımı, 200 milyon dolarlık elektronik keşif ve gözetleme sistemleri ile 150 milyon doları bulan füze ve akıllı mühimmat tedariği… 
 
4- 2012 yılında gerçekleşen BM Genel Kurulunda, İsrail'in bir an önce nükleer programını incelemeye açması çağrısı yapan ve Ortadoğu'da nükleer silahları yasaklamak için üst düzey toplantıyı destekleyen karar tasarısını kabul etti. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu toplantısında İsrail’in nükleer kapasitesi sorgulanmak ve İsrail’in de bu kurumun denetimini kabul etmesine dair çağrı yapan karar,  6 red ve 6 çekimser oyuna karşı 174 oyla kabul edildi. Türkiye’nin temsilcisi bir fikir beyan etmedi ve ‘çekimser’ oy kullandı. Bu İsrail için bulunmaz bir destekti. O sırada HAS Parti başkanı olan Numan Kurtulmuş haklı olarak şöyle feryad ediyordu: “İsrail’in bilinen 30 binin üzerinde nükleer silahı var… Türkiye İsrail yanlısı karar aldı.” 
 
5- 2016 Eylül-Ekim aylarında İsrail ile yakınlaşmasını, Gazze'ye yönelik kuşatma ve hava bombardımanlarının devam ettiği bir süreçte karşılıklı elçilerin gönderilmesini, terör devletine yönelik şehidlerin kanının takipçisi Mavi Marmara davalarının kanunla düşürülmesini sağlayarak İsrail’i rahatlatmıştır. Ve tazminat karşılığında uluslar arası sularda işlediği korsanlık ve insanlık suçundan terör devletinin kurtarılmasını sağlamıştır. Meclis tarafından onaylanarak yürürlüğe giren anlaşma uyarınca İsrail operasyon sırasında öldürülenler için Türkiye’ye 20 milyon dolar tazminat ödeyecek, ancak bu tazminat ex gratia, yani bir kusurun kabulü anlamına gelmeden, bir lütuf olarak kabul edilecekti. Bu bağlamda İsrail askerleri ve yetkilileri hakkında, Mavi Marmara’da ölenlerin yakınları veya Türkiye’deki diğer kişiler ve kurumlar tarafından açılabilecek tüm davalardan muaf tutulacak, bundan doğabilecek tüm kayıpları Türkiye karşılayacaktı. Türkiye tarafından altı yıldır üzerinde durulan, Gazze ablukasının kaldırılması şartı ise yazılı anlaşmada yer almadı. Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan gerekçede İsrail’in bu konuda “niyet beyanı” olduğu açıklandı. Fakat bu tarihten sonra Türkiye’den gönderilen yardımlar önce İsrail’in Aşdod limanında denetlendikten sonra Gazze halkına teslim edilerek, İsrail’in 2010’da Mavi Marmara’ya da uygulamış olduğu abluka zımnen kabul edilmiş oldu. 
 
    İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz Ekim 2016’da Ankara’yı ziyaret etti ve doğal gaz boru hattı projesi hakkında Türkiye Enerji Bakanı Berat Albayrak ile görüştü. AKP, Berat Albayrak’ın enerji bakanlığı döneminde, Filistinlilere ait doğalgazın çalınmasında Siyonistlere suç ortağı olma yönünde bir girişimde bulunulmuş, o zaman buna “normalleşme” adı verilmişti. Mavi Marmara Davası’nı Türkiye mahkemelerinde düşürecek bir uluslararası antlaşma iki ülke tarafından imzalanmıştı. Bu görüşmenin ardından iki ülkenin karşılıklı olarak büyükelçi ataması kararlaştırıldı. Aralık 2016’da anlaşma uyarınca Mavi Marmara’ya yapılan operasyona dair İstanbul’da yürütülen yargılama düşürüldü. 
 
6- Şubat 2018’de ABD’nin Kudüs Büyükelçiliği’ni İsrail’in kuruluş günü olan 14 Mayıs tarihinde açacağı duyuruldu. Erdoğan Bosna-Hersek’te düzenlenen mitingi sonrasında, İslam İşbirliği Konferansı’nın kararıyla İsrail ürünlerinin boykot edilebileceğini, Türkiye’nin bunu seçimlerden sonra değerlendireceğini söyledi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan tüm ülkelere yaptırım uygulayacaklarını belirterek, “Bundan sonra yaptırım var, önlem var, tedbir var… Sadece çağırıp kınamayacağız bundan sonra” dedi.
 
    Üstelik bundan sonraki süreçte “Yüzyıl İhaneti” ve “İbrahim Anlaşmaları” ile Filistin’i tamamen yok etmeye yönelik zulüm planları yürürlüğe kondu. Bütün bunlardan geri adım da atılmadığı halde Erdoğan terör devleti İsrail’in Cumhurbaşkanı Herzog’u davet edip İsrail ile ticareti daha da arttırmanın ve en önemlisi de Filistin’den çalınan doğalgazın İsrail’e ait olduğunu onaylayarak ona daha büyük kazançlar sağlarken kendisi de pay almanın hesabını yapabiliyor.
 
    İşgalci terör devletiyle enerji alanında önemli anlaşmaların konuşulması ve petrol ve doğalgazın çıktığı deniz sahaları Filistin'in olduğu halde, İsrail'e büyük maddi imkânlar sağlayacak olan bu kaynakların Avrupa'ya ulaştırılması görüşmelerinin, esas sahibi Filistin’e rağmen işgalci güçle yapılması söz konusudur. 
 
7- Daha önceki yıllarda da, 2010 Ocak ayında İsrail Dışişleri Bakan yardımcısı Danny Ayalon’un Türkiye Büyükelçisi Ahmet Oğuz Çelikkol ile görüşmesinde elçiyi kendisinden daha alçak bir sandalyeye oturtması yeni bir diplomatik krize yol açmıştı. Buna rağmen ve üstelik "one minute" çıkışından hemen sonraki bir süreçte, Türkiye, İsrail’in Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyeliğine olur verdi. İsrail'in 25 yıldır bekleyip önceki TC hükümetlerince veto edildiği için alamadığı OECD üyeliğini, veto etmeyerek ve hiçbir şart da koşmadan, hiç değilse Gazze ve Filistin halkı için bazı taleplerde bile bulunmadan vermeyi Erdoğan gerçekleştirmişti. Filistin lehine herhangi bir karşılık bile almadan adeta hediye olarak onaylaması Filistine yapılan bütün insanlık suçlarını aklamak ve temize çıkarmaktı. Kendisini oylarıyla destekleyen birçok Müslüman STK bizzat onaylamaması için ricada bulunduğu halde bu onay verildi. Oysa Türkiye'nin OECD'deki veto hakkı, OECD üyeliğine hayati önem atfeden İsrail üzerinde baskı kurmak için eşsiz bir fırsattı.  
 
    Küresel kapitalist sistemin dünya hegemonyasını sürdürürken kullandığı önemli araçlardan biri olan bu örgüte yirmi beş yıldır İsrail de, hem siyasal, hem de ekonomik yeni imkânlar ve meşruiyet katkısı sağlamak amacıyla girmeye çalışıyor ve giremiyordu.  Örgütün sözde kalan bir ilkesi de var, insan hakları ihlalleri yapanları bu örgüte almamak. İsrail yirmi beş yıl sonra, OECD’ye kabul edildi ve bir meşruiyet daha kazandırıldı. Buna engel olmak için “one minute”ci Erdoğan’ın yani TC hükümetinin veto hakkı vardı. Türkiye’deki ve dünyadaki insan hakları kuruluşları, birçoğu AKP politikalarına eklemlenmiş kimi STK’lar bu konuda özel ziyaretler, özel açıklamalar yaptılar. Hatta Avrupa’dan gelip hükümetle görüşenler ve bu konudaki büyük sorumluluğunu hatırlatanlar oldu. “Lütfen veto edin” diye rica ettiler. En azından İsrail’e bir takım yaptırımları şart koşun, bunları yapmadıkça bu üyeliği onaylamayın diyenler de oldu. Buna rağmen, Filistin lehine hiçbir somut adım attırmadan, Amerika’nın AKP’ye baskısıyla ve tamamen hediye olarak bu üyelik İsrail’e verildi. İsrail terör devleti yönetimi ise, 'OECD üyeliği bizim için tarihi bir zaferdir, rüyamız nihayet gerçek oldu' söylemleriyle bayram yaptı.  
 
    OECD; üyesi olan ülkelere büyük ekonomik ve sosyal güç katmakta, siyasal itibar kazandırmaktadır; "finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartlarının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması; ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyoekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi" gibi imkânlar sağlamaktadır. Ayrıca üyelik şartları arasında, "demokrasiye, temel insan hak ve özgürlüklerine bağlılık" ilkesi olduğundan, üye kabul edilen ülkenin bu şartları haiz olduğu da tasdik edilmiş olmaktadır. Bu yüzden Türkiye bir yandan "terör devleti" olarak niteleyip katliam yapmakla suçladığı İsrail'in üyeliğini onaylamak suretiyle, ona sadece birçok siyasi ve ekonomik imkânlar sunmakla kalmadı, aynı zamanda onun "insan haklarına bağlı, özgürlüklere saygılı" bir devlet olduğunu da resmen onaylamış oldu, hem de Mavi Marmara katliamından iki hafta önce.
 
8- İsrail'in tüm kuşatma ve vahşetinin devam ettiği süreçlerde, Erdoğan "one minute"i sözde bırakıp ticari ilişkilerini zirveye çıkararak, askerî silah ve eğitim anlaşmalarını sürdürerek son derece tutarsız ve İsrail üzerinde tesirini giderek yitiren bir konumda yer almıştır. Ticaret Bakanı 2020 Yılı Dış Ticaret Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada "2020 yılında ülkelere göre ihracatta, ihracat rekoru kırdığımız 44 ülke bulunmaktadır. Bunlardan ilk 3’ü sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Güney Kore olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Yani Türkiye ile İsrail’in gergin siyasi ilişkileri ticaret hacmini etkilememiş görünüyor. 2002’de, yani AK Parti işbaşına geldiği yıl iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1 milyar dolar civarında iken bu rakam 2011’de 4 milyar doları aşmıştır… 2012 boyunca Erdoğan ve Davutoğlu İsrail’in bir “terör devleti” olduğunu, Gazze’ye yapılan saldırıların “insanlık suçu” olduğunu çeşitli demeçlerinde tekrarladılar. 2013 Ocak ayında Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’a ait “Safran-1” gemisinin Ceyhan’dan İsrail’e petrol sevkiyatı yapmaya devam ettiği ortaya çıktı.  
 
    Araya Davos Krizi, Mavi Marmara Katliamı ve diğer irili ufaklı sözlü sataşmalar girmesine rağmen iki ülke ticareti 2013’te de durmamış ve TÜİK verilerine göre 5 milyar doları aşmıştır. Erdoğan 2014 yılında Ordu’da düzenlediği bir mitinge İsrail’i “soykırım” yapmakla suçladı ve Gazze’ye yapılan saldırıların “barbarlıkta Hitler’i geçtiğini” iddia etti. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca düzenlediği mitinglerde İsrail’in Gazze’de terör estirdiği ve soykırım yaptığı iddiasını tekrarladı ve “Türkiye olarak, şahsen ben bu görevde bulunduğum sürece hiçbir zaman İsrail’le olumlu bir şey düşünemem.” dedi. 2014 sonu itibariyle Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi ise 5,8 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Yine TÜİK verilerine göre 2014'de ticaret 6 milyar doları aşmıştır ki bu da siyasi açıdan en sorunlu sayılan 2008-2014 arasında İsrail-Türkiye ticaret hacminin % 90.2 artması anlamına gelmektedir.  
 
    Ekonomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin İsrail’e ihraç ettiği başlıca kalemler arasında savaş araçları ve silah üretiminde de kullanılan çelik ile Filistinlileri hapseden utanç duvarında ve topraklarını işgal eden yerleşimlerde kullanılan demir, seramik ürünleri, kablo ve çimento yer alıyor. Resmi verilere göre sadece Mavi Marmara'dan bugüne İsrail-Türkiye ticareti yüzde yüz oranında artmış durumda. Mavi Marmara olayında Türkiyeliler açık denizde İsrail askerlerince öldürüldükten sonra dahi resmi hiçbir somut müeyyide uygulanmamıştır. Mart 2022’deki Herzog’un ziyaretinde ise ticaret hacminin 10 milyar dolar olmasının hedeflendiğini Erdoğan beyan etmiştir.   
 
     Bilindiği üzere Erdoğan, tevhide aykırı bir inançla sık tekrar ettiği bir sözünde; "ekonominin, sermayenin dini imanı olmaz" diyor. Her halde bu inancı sebebiyle olsa gerek, ekonomik ilişkilerde bu kadar rahat davranılmış, en sert söylemlerle İsrail'in "terör devleti" olarak suçlandığı süreçlerde bile ekonomik ilişkiler, neo-liberal politikalar gereği piyasa ilahının arzularına uygun ölçüler içinde zirve yaparak sürdürülmüştür. Tabii böylece Filistinli kardeşlerimizi katleden Siyonist ordunun savaş finansmanına dolaylı katkı sunulmuştur. Hatırlayacak olursak, özelleştirmelerde de Türkiye'nin, uzun sınırları boyunca mayınlı arazilerin temizlenmesi karşılığında 49 yıl tarım yapma hakkının verileceği stratejik konumda olan geniş araziler dâhil birçok ekonomik kuruluş ve imkân İsrailli sermayedarlara verilmek istenmişti ve basının başka amaçlarla da olsa olayı ifşa edip üzerine gitmesi üzerine o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, bunlardan Galataport ihalesine yönelik eleştirilere cevap verirken, "Kimse kuru kuruya Yahudi düşmanlığı yapmasın. Daha fazla parayı kim veriyor, biz ona bakıyoruz" demişti. 
 
9- Yine ümmet aleyhine işlenen bir başka cürüm olan, sadece İsrail'i korumak ve bölgenin istihbaratını terör devletine aktarmak üzere Türkiye halkına ve ümmete ise sadece zararı dokunacak olan "NATO Füze Kalkanı"nın Malatya Küreciğe yerleştirilmesini onaylayan da yine Erdoğan’dı. 2012 yılında Malatya Kürecikte doğrudan İsrail’i füzelerden korumak ve bölgede istihbarat toplayıp NATO ülkeleri ve İsrail ile paylaşmak ve sonuç olarak da İsrail ABD güdümündeki PKK ile de paylaşmak üzere kurulmuş Füze Kalkanı üssü hâlâ bu misyonunu ifa etmeyi sürdürüyor.
 
10- “Ümmetin umudu” diye takdim edip Müslümanları onu desteklemeye çağıranların bazılarının bile kınamak zorunda kaldıkları Erdoğan’ın İsrail’den yana bir başka somut destek eylemi de şu olmuştur: Terör devleti İsrail, Türkiye'nin veto hakkını kullanması sebebiyle yıllardır ulaşamadığı NATO ile hukuki ilişki kurma imkânına da Erdoğan’ın Mayıs 2016'da vetoyu kaldırmasıyla kavuşmuştur. Batı’nın şımarık çocuğu İsrail çok uzun bir zamandır NATO’nun bir parçası olmak ve emperyalist güçlerle zaten fiili olarak sürdürdüğü iç içeliğini resmileştirmek istiyordu. NATO da bu yönde güçlü bir irade ortaya koymasına rağmen, Türkiye sahip olduğu veto hakkını kullanarak bu girişimi engelliyordu. Ancak gelinen aşamada Türkiye’nin uzun bir dönemdir kullandığı veto kartını geri çekmesi neticesinde küresel egemenlerin muradı gerçekleşti ve AKP iktidarının göz yummasıyla İsrail’e NATO yolu açıldı. 2016 Mayıs ayında Türkiye NATO üyesi olmayan İsrail’in kurum içinde kalıcı temsilcilik açması konusundaki vetosunu kaldırdı.
 
11- ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğini buraya taşıması Filistin sorununu bir çıkmaza sürüklerken, Türkiye – İsrail diplomatik ilişkilerinde de görünüşte yeni bir krize yol açtı. Buna rağmen, TBMM’de muhalefet partilerinin talep ettiği, İsrail’le imzalanan ikili anlaşmaların iptal edilmesi ve İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulanması ise AKP ve MHP milletvekillerince reddedildi. 
 
12- Türkiye, BOP eşbaşkanlığının da gereği olarak ABD ve İsrail'in rızasını kazandıracak bir başka hizmete daha soyunmuştu. İsrail terör devletinin Başbakanı Ehud Olmert ile Suriye despotu Beşşar Esed'in arasında ara buluculuk yaparak uzlaştırmaya çalışıyordu. Ki bu İslam ve Müslümanlar aleyhine bir eylemdi. En son görüşme 2008 yılında Ankara'da yapılmış ve Ehud Olmert bu toplantıdan sonra, Türkiye ile yaptığı ticari anlaşmalardan 600 milyon doları da alarak İsrail'e döner dönmez Gazze'ye saldırıp katliam yapmıştı. Yaklaşık 1,400 Filistinlinin öldürüldüğü operasyon için Erdoğan, yine “devlet terörü” ve “insanlığa karşı suç” ifadelerini kullandı. Venezuela devlet başkanı Çavez, İsrail’in Gazze katliamından sonra Erdoğan ve AKP'nin yapamadığını yapmış, İsrail terör devletiyle bütün ilişkilerini kopararak kendi elçisini geri çekmiş, İsrail elçisini de tam tâbiriyle kovmuştu. Türkiye ise ilişkileri sürdürmüştür, üstelik 2008 sonunda Türkiye – İsrail ticaret hacmi bir önceki yıla göre yüzde 24 artarak 3,4 milyar dolara ulaştı.
 
13- Erdoğan, Davosta’ki toplantıda İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e "one minute" diyerek "siz çocuk katlisiniz" tepkisini gösterdi ve böylece ABD-İSRAİL’e karşı ikinci ters düşmesi gerçekleşti. 12 Ocak 2009’da dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bir genelge hazırlayarak tüm okullarda Filistin’le dayanışma için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulmasını istemişti. Genelgeye eğitim sendikaları karşı çıkmış, uygulama Türkiye’deki Musevi okullarında da sıkıntıya yol açmıştı. Bu dahi Erdoğan'dan henüz umudun kesilmesine yol açmadı ve model olması hatırına sessizlikle geçiştirildi. Erdoğan Davos’tan döndükten sonra Türkiye’de İsrail mallarının ve şirketlerinin boykot edilmesi çağrıları popüler destek buldu ve hızla yayılmaya başladı. Bunun üzerine M.E. Bakanı Hüseyin Çelik 13 Şubat 2009’da okullara yeni bir genelge göndererek Türkiye’nin bir ekonomik kriz içinde olduğunu ve yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyduğunu belirterek İsrail mallarının boykot edilmemesini istedi. 
 
AKP Hükümeti ve Erdoğan'ın Bu Tür Çelişkileri Neyle İzah Edilebilir?
 
AKP hükümetinin İsrail politikasındaki büyük çelişkisini ortaya koyan bu örnekler, maalesef çok sayıda ve ciddi boyutlardadır. AKP Hükümeti, geçmişten bugüne bölgenin Müslüman halklarının aleyhine İsrail'in lehine olan bu önemli ve somut desteklerle Siyonist katillerin özgüven, şımarıklık ve azgınlaşma katsayısını arttıran katkılar sunmuş oldu. Bu büyük çelişkiler, Erdoğan'ın sert açıklamalarının; katil İsrail tarafından Türkiye yönetiminin "halkının gazını alma" amaçlı çıkışları olarak görülmesine ve ciddiye alınmamasına sebep olmuştur. 
Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in bir röportajında, “Başbakan’ın bu çıkışları olmasa Türkiye’de antisemitizm daha çok artar” demesi üzerine söyleşiyi yapan gazeteci, “yani bir anlamda şişede biriken gaz mı kaçırılmış oluyor?” diyor. Çelik, “elbette, halk verilmesi gereken tepkiyi benim devletim veriyor zaten diyor, rahatlıyor” cevabını veriyor.  Peygamberimize hakaret içerikli filmle ilgili tartışmaların yapıldığı süreçte de, “Arap sokakları ayakta Türkiye sakin, neden?” sorusuna Başbakan Erdoğan, “Son on senede aşırılıklar törpülendi. Bir anlamda paratoner gibi olduk, gaz aldık” diyordu.  
Hatırlanacak olursa, Necmettin Erbakan Başbakan olduğu süreçte de, o günlerde Kudüs'ü işgalde yeni ileri adımlar atılmakta, Mescid-i Aksa'yı yıkmaya sebep olacak tüneller, kazılar yapılmaktaydı. İsrail Dışişleri Bakanı Levy Türkiye'deydi ve kendisini Başbakanlıkta ziyaret ediyordu. Erbakan, basının önünde elini bile sıkmadığı Bakan’a karşı Siyonist işgalin Kudüs'e yönelik yeni yerleşim politikasını ağır bir dille eleştirmiş, sonra kapalı ikili görüşmeye geçilmişti. İsrail Dışişleri Bakanı Türkiye'den ayrılırken Esenboğa hava alanında gazeteciler, basın önündeki eleştirisini hatırlatarak, Başbakanın bu eleştirisi hakkında düşüncesini sordular. Siyonist Dışişleri Bakanı, "Evet kamuoyu önünde öyle davranmış olabilir ama içerideki ikili görüşmede bana çok sıcak davrandı. ‘Ben en yakın dostlarıma ballı kuşburnu çayı ikram ederim bu yüzden size de ballı kuşburnu çayı ikram ediyorum’ dedi" mealinde bir açıklama yapmıştı. Erbakan konuğuna ballı kuşburnu çayı ikram ederek, atmosferi ısıtmıştı!.. Sonra da Levy'ye kapıya kadar eşlik ettiğinde elini 'sıcak bir şekilde' sıkmıştı… 
İşte bu açıklama da, öteden beri Türkiye'yi yönetenlerin, İsrail ile ilgili söylem ve tutumları açısından kamuoyu önünde sert ve hesap soran (gaz alan), arka planda ise, "ulusal çıkarlar"(!) gereği farklı davranan bir pozisyonu sürdüre geldiklerini göstermektedir. “Ulus devlet”lerde laik ulusçu bir anlayışla, ulusal çıkarlar tıpkı devlet gibi kutsallaştırılıp putlaştırılır ve sahip olunduğu var sayılan kimi ahlâkî değer ve ilkelere ters düştüğünde, değerler feda edilip ulusal çıkarlar tercih edilir. Üstelik bu tutum İsrail tarafından da böyle anlaşılmakta, bu da bu tür sert çıkışların İsrail üzerinde etkisiz kalmasına, hatta cür'etini arttırıcı bir etki yapmasına sebep olmaktadır. 
Sonuçta da İsrail'e dair söz konusu çelişkili politikalar eşliğinde gündemleşen AKP önderliğinin zirveye çıkan kimi sert söylemleri, bu açıklamalar da bilinerek değerlendirildiğinde, halkın gazının alınmasına vesile olsa da, kanaatimce terör devleti açısından anlam ve tesirini kaybetmiş, hatta onun daha da azgınlaşmasına yol açmıştır.
 
Ümmet, Kudüs, Aksâ ve Filistin Nasıl Kurtulur?
 
Ümmetin Hablullah’a topluca sarıldığı izzetli günlerden sonraki yüzyıllarda, Kur’an ve sünnetten uzaklaşıp tevhidî zindeliğini ve vahdetini kaybederek sürüklendiği bu zilletten kurtuluşun yolu, ancak Kur’an’a dönüş yaparak ve Rasûlün nebevi yöntemini takip edip yoldaki işaretleri dikkate alarak ümmeti vahiyle yeniden inşa etmekten geçmektedir. Bu süreç sonunda ise, farklı bölgelerdeki ümmet parçalarının da tekrar Hablullah’a topluca sarılarak tevhidde vahdeti sağlaması gerekmektedir.
 
Bu olmadan ve Ankara, Kahire, Şam, Riyad, Tahran, Bağdat vb. başkentlerde gerçekten İslâmî olan yönetimler kurulmadan ümmetin onuruyla özdeş olan Kâ’be, Mescidi Nebevî ve Mescidi Aksâ’nın yer aldığı Mekke, Medine ve Kudüs de asla gerçek anlamda kurtulamaz.
 
Kudüs’ü de Mekke’yi de ümmeti de zilletten kurtaracak bu esas sorumluluğu yerine getirmek yerine, Müslümanlara ait STK’lar laik demokratik hatta kemalist iktidara oy vermeye çağıran savrulmalarla yozlaşmaya ve bu kurtarıcı inşa sürecinden geri gidişlere yol açıyorlar. Bu sebeple de bu iktidar’ın İsrail lehine yaptığı bütün uygulamalardan ve Filistinli kardeşlerimizin gördükleri zulümlerden de dolaylı biçimde sorumlu olmak konumuna sürükleniyorlar.  
 
İşte bu sebeple, bu oy desteği karşılığında İsrail’e karşı somut bir adım dahi attırmadan, mesela hiç değilse “Kürecik üssü kapatılmazsa ve İsrail terör devletiyle ilişkiler kesilmezse bir daha oy vermeyeceğiz” içerikli bir bildiriyle ya da İsrail elçiliği yerine AKP genel Başkanlığı ya da Saray önünde bu edilgenliği protesto etmeye bile yönelmiyorlar. Sonuçta da Erdoğan’ı İsrail’e karşı somut adımlar atmaya, yaptırım uygulamaya zorlamak yerine, Erdoğan’ın gaz alma amaçlı sert söylemlerine selam çakarak slogan atıp İsrail dostu TC devletinin bayraklarıyla İsrail’i protesto eylemi yapmak suretiyle büyük çelişkiler yaşıyorlar.
 
Artık bu oyun bozulmalı, tepkiler, işgalci terör devleti İsrail ile işbirliği yaparak bunca desteği veren iktidara yöneltilmelidir. Erdoğan hükümetine şöyle seslenilmelidir: “Yeter artık! Bundan sonra Filistin lehine ve İsrail aleyhine söylemde kalan tek cümle istemiyoruz, yeter ki İsrail’e karşı, zulmünde geri adım attıracak somut eylemler yapın.”
 
Yaklaşık yüz yıldır, hem protesto eylemleri hem de terör devletinin işgalleri sürüyor ve tek adım ileri gidilmiyor. Sloganlar protestolar, sert açıklamalar, tekrarlanıp duruyor, gaz alıp rahatlanıyor, ancak işgal, ilhak ve zulümler geçen her zaman diliminde artıyor, daha ileriye gidiyor. Sonuçta da Filistin ve mukaddes beldelerimiz giderek daha fazlasıyla terörist devletin eline geçiyor ve tamamen yok olmaya doğru sürükleniyor.
 
Bu sebeple, bir yandan mazlum Filistin halkından yana çok boyutlu mücadelelerimizi sürdürürken, diğer yandan esas sorumluluğumuz ve kesin çözüme götürecek uzun soluklu yürüyüşümüz olan ümmeti vahiyle yeniden inşaya yönelmeli, tebliğ, eğitim ve şahidlik eksenli mücadeleye yoğunlaşmalıyız. Böylece toplumsal özümüzdekini vahiyle değiştirip  Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek hâli kazanmalıyız. Eğer Allah’ın (c) razı olacağı ölçülerde mü’minler olabilirsek, Rabbimiz, “…İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.”  buyurmaktadır. Bir diğer âyetinde ise, “Ey İman edenler, eğer Allah'a yardım ederseniz, (Allah’ın dinine ve yardım edilmesini emrettiği şeylere yardım ederseniz. Allah’ın öğütlerini tutarsanız. O’nun dinine hizmet ederseniz.) O da size yardım edecek ve ayaklarınızı sabit kılacaktır.”  Şüphesiz ki, Allah’ın vadi haktır, “o yardım ederse, asla bize galip gelecek olmayacaktır.” “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon