İLKAV’dan Danıştay’ın Ret Kararına Protesto
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8. Daire’nin, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran düzenlemesine dair yürütmenin durdurulması kararına yaptığı itirazı reddetmesi üzerine, İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nın çağrısıyla Danıştay önünde toplanan Ankaralı Müslümanlar, söz konusu ideolojik kararı yaptıkları basın açıklamasıyla protesto ettiler.
Vakıf Başkanı Mehmet Pamak’ın okuduğu basın açıklaması tekbirler eşliğinde ve aşağıdaki sloganlarla devam etti.“Kahrolsun oligarşik diktatörlük / Siyasi yargı hukuk katili / Sorunların kaynağı oligarşi diktası / Darbecinin Yargısı Halkın Düşmanı / Yargı yanılma, darbeciyi kayırma / Danıştay’ın tutumu katlediyor Hukuku / Darbeciler çeteler Kemalist Katiller / Bürokrasi diktası zulümlerin kaynağı / Zulme karşı direneceğiz / Genelkurmay yargıdan elini çek / Direne Direne Kazanacağız / Halkımız meydanlara çıkmalı Darbeciden, yargıdan hesap sormalı / Direniş adalet Özgürlük”. “Oligarşik Diktatörlüğe ve İdeolojik Yargıya Hayır”, “Yargı Adaletin Terazisi mi? Yoksa Resmi İdeolojinin Kırbacı mı?”, “Yargı Despotizmine Hayır”, “Cübbeli Darbeye Hayır” içerikli bez afişler taşındı.
Basın açıklamasına Oligarşik Diktatörlüğü ve İdeolojik Yargıyı Protesto Ediyoruz sözleriyle başlayan Mehmet Pamak; “Tarihi, belgesel ve vakıa olarak bilindiği üzere; Türkiye ulus devleti “Cumhuriyet” adı altında, asker ve sivil bürokratların egemenliğinde oligarşik bir diktatörlük olarak yapılandırılmış ve halen bu yapısını ve bu yapılanmadan kaynaklanan çok boyutlu zulümlerini ısrarla sürdürmektedir. Bu oligarşinin merkezini TSK ve Yargı kimi üst bürokratları ile medyaya da sahip kimi büyük sermayedarlar oluşturmaktadır.”dedi.
Oligarşik sistemin İslam şeriatını tehdit ve düşman konumuna oturttuğu belirtilen açıklamada “Ulusalcı resmi din olan Kemalizm’in İslam düşmanı laiklik anlayışı ve Batının seküler değerleri kutsallaştırılarak, İslam şeriatı, İslami yaşam tarzı ve ümmet bilinci “irtica” olarak yaftalandı, tehdit ve düşman ilan edildi. Sistemin ömrü sürekli İslami ve Kürt kimliklerinden oluşturulan “iç düşman”a karşı savaşmakla ve bu savaş ortamında üretilen sorunlarla boğuşmakla geçti. Oligarşi adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarıyla hem tüm sorunlara kaynaklık etti, hem de bugün kendisine iktidar ve rant sağlayan statükonun sürmesi için her şeyi göze almakta ve sorunların çözümünün önünde en büyük engel olarak durmaktadır.” denildi.
Açıklamada“Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay tarafından bu amaçla verilmiş, hukuk katliamı yapan onlarca keyfi ve ideolojik karar söz konusudur. Bu yargı kurumlarının üst karar organlarında tam bir ideolojik ve siyasi kadrolaşma temin edilmiş olup, kararlarında ideolojilerini belirleyici kılan bu tür yargıç ve savcılar, adaleti ve hukuku ayaklar altına almaktan çekinmeyen keyfi kararlara kolayca imza atabilmişlerdir” denilerek aşağıdaki konulara dikkat çekildi.
“Yargı üst kurumları, yargıç ve savcıların çoğunluğu, askere ve resmi ideolojiye bağımlı ve İslam’a ve Müslüman’a karşı devlet ile ideolojisinden taraftırlar. Yargıç ve savcıların çoğunluğu bu bağlamda, hep adalete karşı ve zalimden, zulümden yana taraf olan ideolojik keyfi kararlara görev bilinciyle kolayca imza attılar… İşte bu askeri vesayete bağımlılık ve ideolojik tarafgirlikle, darbecilerin emriyle askeri garnizona brifing almaya koşabildiler ve darbecilerin hukuksuz, keyfi planlarını, darbe uygulamalarını hukuktan utanmadan ayakta alkışlayabildiler.
“Danıştay, ideolojik yandaşı olan ve darbecilerin emriyle hareket eden önceki YÖK’ü “katsayı konusunda tam yetkili” kabul eden birçok karara imza atıp “yeni bir katsayı belirleme ve hatta sınav sistemini değiştirme yetkisi, sadece YÖK’e aittir” demişken, daha objektif ve eşitlikçi davranan yeni YÖK’ü bu konuda yetkisiz ilan edip, katsayı eşitliği sağlayan yeni YÖK kararının yürütmesini durdurma kararını verebilmiştir. YÖK’ün, hukuka aykırı bu ideolojik karara yönelik son derece hukuki mesnetlere dayalı itirazı da, dünkü tarihle verilen yeni bir ideolojik kararla reddedilmiş ve bu son karar artık eşitliği sağlayan YÖK kararının iptal edileceği anlamını da taşıyan bir karar olarak ortaya çıkmıştır. Bu yönden çok önemlidir ve bu sebeple de bugün buradayız.
“Cunta kaynayan Genelkurmay ile darbe yandaşı Baronun ortak çabasıyla, brifingli ideolojik yargıdan, hukuku katleden, adaleti ideolojik çıkarlara kurban eden siyasi ve keyfi bir karar daha çıkıyor. Genelkurmay yargıyı bu amaçla yönlendirmeyi ısrarla sürdürüyor. Yargı da, askeri vesayet ve resmi ideoloji bağımlısı bir kurum olarak, ideolojik, tarafgir kararlar vererek halkın çocuklarının eğitim haklarını gasp etmeye devam ediyor.
“İslami eğitim hakkımız yok, yaygın eğitim ve ibadet mekânı camilerimiz resmi ideolojinin işgali altında, bizim vergilerimizle yapılan devlet okullarına İslami kimliğimizle başörtümüz ile girmemiz yasak, İHL’leri, aslında devletin laik eğitim kurumları oldukları halde, sadece bir miktar dini bilgi veriliyor ve çocuklarımız kısmen Kur’an’la buluşuyor diye yıllardır baskı ve yasaklara muhatap kılınıyor, engellerle kuşatılıyorlar.
Adalet ve özgürlük vaat ederek hükümet olanlar ertelemeci tutumları, beceriksizlikleri ve halkın iradesini temsildeki zafiyetleri sebebiyle, bir türlü iktidar olamamakta, oligarşi gerçek iktidar olmayı sürdürmekte ve sonuçta darbe süreçlerinde ikame edilen her alandaki zulümlerin sürmesine sebep olmaktadırlar… Halk da, oligarşiyi teşkil eden ideolojik kadroların, kendisine ve İslami kimliğine, İslam şeriatına, İslami hayat tarzına karşı düşmanca mücadele eden, Müslüman’ca yaşama hakkını gasp eden asker ve sivil bürokratların maaşlarını ve kendisine yönelttikleri silahları, kurumları vergileriyle finanse ettiğinin bilinciyle hesap sormak makamında olduğunu hatırlamalı ve itiraz etmek üzere meydanları doldurmalıdır. Halkımız, bütün bu zulümleri yapan, İslami kimliğine düşmanlık eden asker ve yargı bürokratlarına vergilerini haram ettiğini meydanlarda haykırarak işe başlamalıdır. Darbeci, çeteci faaliyetlerle meşgul olan, ideolojik siyasi kararlarla hukuku ve adaleti resmi ideolojiye kurban eden, “irtica” yaftası altında, aslında İslam şeriatı ve İslami hayat tarzımızla savaşan, ama vergilerinizle maaşları ödenen asker ve yargı bürokratlarına haklarınızı helal ediyor musunuz?”
“Bugün Danıştay başkanına ve ideolojik karar veren yargıçlara soruyoruz, Danıştay saldırısında arkadaşınızı katleden kimdi? O gün hemen ve aceleyle gene ideolojik bir tavırla “irtica” adı altında Müslümanları suçlamış ve gerçekleşmediği halde katilin içeride “Allah’ın askerleriyiz” sloganını attığını bile iddia etmiştiniz. Olayı Müslümanların üzerine yıkan yargılamanın yapıldığı mahkemede müdahil olarak bulundunuz, şimdi Ergenekon mahkemesinde neden müdahil değilsiniz? Bunca belge ve bilgiyle ideolojik yandaşlarınızın planıyla bu katliamın işlendiği ortaya çıktığına göre utançla başınızı yere eğip, haksız yere suçladığınız camiadan özür dilemeyecek misiniz? Aslında siz de biliyorsunuz ki, biz Müslümanlar asla şiddete başvurmayız, kimseye hakaret ve zulüm yapmayız. Biz tevhidi daveti, kurtuluşa ve barışa çağrıyı, merhameti, adaleti, barış içinde birlikte yaşamayı, ayrım yapmadan herkes için adalet ve özgürlük talebini temsil ediyoruz. Darbe, çete, şiddet, zulüm, hakaret, ayrımcılık, katliam, provokasyon, faili meşhur cinayet, kaos için çocukları katletmek, hatta kendi yandaşlarını bile öldürüp Müslümanların üzerine atmak ise resmi ideolojinin ve darbeci, çeteci Kemalistlerin işidir.
“Halkın meydanlara çıkması ve darbecilerden yargıdan hesap sormasının gerektiği belirtilen açıklamada “bu kadar büyük haksızlığa, bu kadar açık düşmanlığa, keyfiliğe rağmen susanlar, hak ve özgürlüklerini asla elde edemezler.” denildi. Yapılan açıklamada son olarak “Oligarşinin darbeci, çeteci provakasyonlarına, hukuku katleden ideolojik karar ve uygulamalarına karşı, hak ve özgürlüklerimizi, İslami kimlik ve değerlerimizi korumaya çalışıyoruz. Ve diyoruz ki, ne yaparsanız yapın, biz bu coğrafyanın Müslümanlarıyız, Müslüman kimliğimizle ve özgün hayat tarzımızla varız ve var olmaya da devam edeceğiz. Size ve zulümlerinize rağmen, kendi ülkemizde insanca, Müslüman’ca ve özgürce yaşama hakkımızı Allah’ın izniyle zalimlerden mutlaka geri alacağız.” denildi.
Tekbir sesleri arasında sona eren basın açıklamasına katılan coşkulu kalabalık açıklamanın okunmasının ardından sükûnetle dağıldı.
DANIŞTAY’I PROTESTO BASIN AÇIKLAMASI
11. 12. 2009
Oligarşik Diktatörlüğü ve İdeolojik Yargıyı Protesto Ediyoruz
Tarihi, belgesel ve vakıa olarak bilindiği üzere; Türkiye ulus devleti “Cumhuriyet” adı altında, asker ve sivil bürokratların egemenliğinde oligarşik bir diktatörlük olarak yapılandırılmış ve halen bu yapısını ve bu yapılanmadan kaynaklanan çok boyutlu zulümlerini ısrarla sürdürmektedir. Bu oligarşinin merkezini TSK ve Yargı kimi üst bürokratları ile medyaya da sahip kimi büyük sermayedarlar oluşturmaktadır.
İşte bu oligarşik diktatörler, halkı cahil ve güdülmesi gereken “göbeğini kaşıyan adamlar” güruhu olarak görmüşler, aşağılayıp dışlamışlar, halkın İslami kimliğine ve değerlerine düşmanca bir tutumla geniş halk kitlelerini tehdit ve düşman ilan etmişlerdir. Halkın hak ve özgürlüklerini gasp edip, yok etmişler, sadece vergi verip, askerlik yapan köleler konumunda tutup, sürekli ezmiş ve sömürmüşlerdir. Üstelik despotça yaptıkları tüm baskıları, zulümleri, katliamları, sömürüleri, jakobence uygulamaya koydukları zorla dönüştürme ve sekülerleştirmeye dair, zihinlere yönelik ideolojik işgali, inkârı, asimilasyonu, tehciri, mecburi iskânı da içeren plan ve projelerini meşrulaştırmak için, ne yapmışlarsa “halka rağmen halk için” yaptıklarını iddia ede gelmişlerdir. İşte bu bağlamda Yargı’nın da, halka, halkın İslami yaşam tarzına, başörtüsüne karşı ve halkın çocuklarının eğitim haklarını yok etmeye yönelik ideolojik kararlarını bile halk adına verdiğini iddia etmesi trajikomik olduğu kadar, halkı aptal yerine koyan, halkın idrakiyle alay eden darbeci bir tutumdur.
Oligarşik sistem, İslam şeriatını tehdit ve düşman konumuna oturtup, ümmet bilincini dışlayarak, laik batıcı Kemalizmi, Türk ulusalcılığını, pozitivizmi ve sekülerizmi içeren resmi ideolojiyi dinleştirip bütün topluma dayatınca; başlangıçta İslami kimlik, İslam hukuku/şeriatı, ümmet bilinci ve Müslüman halk ötekileştirilip, düşmanlaştırıldı. Tehdit ve tehlike algısında 1. sıraya oturtuldu. Ulusalcı resmi din olan Kemalizmin İslam düşmanı laiklik anlayışı ve Batının seküler değerleri kutsallaştırılarak, İslam şeriatı, İslami yaşam tarzı ve ümmet bilinci “irtica” olarak yaftalandı. Daha sonra bu tercihin kaçınılmaz sonucu olarak, Türk ulusalcısı resmi ideoloji önünde engel görülen Kürt kimliği, Kürt anadili de ötekileştirilip, düşman ve tehdit algısının 2. sırasına yerleştirildi. Sonuçta, sistemin ömrü sürekli bu iki kimlikten oluşturulan “iç düşman”a karşı savaşmakla ve bu savaş ortamında üretilen sorunlarla boğuşmakla geçti. Oligarşi adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarıyla hem tüm sorunlara kaynaklık etti, hem de bugün kendisine iktidar ve rant sağlayan statükonun sürmesi için her şeyi göze almakta ve sorunların çözümünün önünde en büyük engel olarak durmaktadır.
Oligarşik Diktatörlük; Darbeleri, Çeteleri, İdeolojik Yargı ve Medyayı,
Halkımıza Boyun Eğdirmenin Aracı Olarak Kullanmıştır
Bu ülkede yaşayan halklara, bu halkların İslami kimliğine ve etnik kimliklerine düşmanlık üzerine kurulan oligarşik diktatörlük; kendisine iktidar ve rant sağlayan statükoyu sürekli kılabilmek, tahakkümünü sürdürebilmek amacıyla, esas itibariyle silahlı gücün askeri vesayet baskısını kullanmıştır. Halkın vergileriyle alınan silahları halka karşı kullanmaktan utanmamıştır. Zaman zaman yapılan darbeler, darbelere hazırlıkta kullanmak üzere oluşturduğu çeteler ve bunlar eliyle gerçekleştirdiği yargısız infazlar, “faili meşhur” cinayetler, halkı birbirine karşı düşmanlığa tahrik edip çatıştırma senaryoları çerçevesinde halk kitlelerine ve muhaliflere yönelik katliam provokasyonları gerçekleştirmekten de çekinmemiştir. Bunun yanında İstiklal mahkemelerinden bugüne yargı gücünü de, halkı oligarşinin arzu ve istekleri istikametinde hizaya sokmak, resmi ideolojiyi ve jakoben Batılılaştırma projelerini kabule zorlamak, uymayıp hak ve özgürlük talebinde ısrar edenleri de statükoya boyun eğdirmek için terbiye edici bir kırbaç gibi kullanmıştır.
Oligarşi, kendisine güç ve çıkar sağlayan statükoyu korumak amacıyla, yeri geldiğinde askeri darbeleri, yeri geldiğinde yargı darbelerini devreye sokmakta, bu darbelere zemin hazırlamak için farklı halk kesimlerine yönelik katliamlar, suikastlar düzenlemek üzere çeteleri kullanmaktadır. Diğer yandan, halkın çocuklarını, zorunlu ideolojik eğitimle zihinlerini işgal edip öğüterek, kendi çıkarlarının bekçiliğini yaptıracağı itaatkâr vatandaşlar haline getirmeye, keyfi ve ideolojik yargı kararlarıyla da halkın önüne engeller koymaya, halkın çocuklarının temel haklardan eşit olarak istifadesinin önünü kesmeye özen göstermektedir.
İşte Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay tarafından bu amaçla verilmiş, hukuk katliamı yapan onlarca keyfi ve ideolojik karar söz konusudur. Bu yargı kurumlarının üst karar organlarında tam bir ideolojik ve siyasi kadrolaşma temin edilmiş olup, kararlarında ideolojilerini belirleyici kılan bu tür yargıç ve savcılar, adaleti ve hukuku ayaklar altına almaktan çekinmeyen keyfi kararlara kolayca imza atabilmişlerdir. Yolsuzlukları ayyuka çıkan 28 Şubat’çı başbakanlar, bakanlar, banka hortumcusu iş adamları, soygunun ortağı emekli generaller, fuhuş yaptığı için görevden alınan memurlar, katliam ve faili meşhur cinayet işleyen (Susurluk ve Şemdinli benzeri) çeteler, ya zaman aşımından istifade ettirilerek, ya suçsuz görülerek ya da uyduruk birçok gerekçe icat edilerek, ideolojik yandaşları olan yargıçlarca aklandılar, serbest kaldılar, görevlerine iade edildiler ya da hiç yargılanmadılar.
Ama sıra İslami kimlik, İslami hayat tarzı ve bu bağlamda başörtüsüne geldiğinde, kaplan kesilen aynı yargıçlar, okulda açmak zorunda bırakıldığı için ancak sokakta başörtüsü takan öğretmenin görevden alınmasını, sokaktaki başörtülü görüntüsünün de “çocuklar için kötü örnek teşkil edeceği” aşağılayıcı gerekçesini öne sürerek onaylayabilmişlerdir. Üstelik bu bağnaz ideolojik kadrolar, kendi arkadaşlarını katleden katil çeteleri korumak ve İslami kimliğe darbe vurmak amacıyla, ideolojik yandaşlarının gerçekleştirdiği yine kendi içlerinden birilerine yönelik cinayetleri bile Müslümanların üstüne atıp, “irtica” yaygarası koparabilmişlerdir. Bu tür suikastların kendi ideolojik yandaşlarınca gerçekleştirildiği açıkça ispat edildikten sonra bile, ideolojik yandaş çeteleri savunucu ve hâlâ Müslümanları suçlayıcı mutaassıp tavırlarını sürdürebilecek kadar ideolojik bir bağnazlığı temsil etmektedirler.
Bugün Danıştay başkanına ve ideolojik karar veren yargıçlara soruyoruz, Danıştay saldırısında arkadaşınızı katleden kimdi? O gün hemen ve aceleyle gene ideolojik bir tavırla “irtica” adı altında Müslümanları suçlamış ve gerçekleşmediği halde katilin içeride “Allah’ın askerleriyiz” sloganını attığını bile iddia etmiştiniz. Olayı Müslümanların üzerine yıkan yargılamanın yapıldığı mahkemede müdahil olarak bulundunuz, şimdi Ergenekon mahkemesinde neden müdahil değilsiniz? Bunca belge ve bilgiyle ideolojik yandaşlarınızın planıyla bu katliamın işlendiği ortaya çıktığına göre utançla başınızı yere eğip, haksız yere suçladığınız camiadan özür dilemeyecek misiniz? Aslında siz de biliyorsunuz ki, biz Müslümanlar asla şiddete başvurmayız, kimseye hakaret ve zulüm yapmayız. Biz tevhidi daveti, kurtuluşa ve barışa çağrıyı, merhameti, adaleti, barış içinde birlikte yaşamayı, ayrım yapmadan herkes için adalet ve özgürlük talebini temsil ediyoruz. Darbe, çete, şiddet, zulüm, hakaret, ayrımcılık, katliam, provokasyon, faili meşhur cinayet, kaos için çocukları katletmek, hatta kendi yandaşlarını bile öldürüp Müslümanların üzerine atmak ise resmi ideolojinin ve darbeci, çeteci Kemalistlerin işidir.
Türkiye’de Yargı, Askere Bağımlı, Resmi İdeolojiden Yana Taraftır
Yargı üst kurumları, yargıç ve savcıların çoğunluğu, askere ve resmi ideolojiye bağımlı ve İslam’a ve Müslüman’a karşı devlet ile ideolojisinden taraftırlar. Yargıç ve savcıların çoğunluğu bu bağlamda, hep adalete karşı ve zalimden, zulümden yana taraf olan ideolojik keyfi kararlara görev bilinciyle kolayca imza attılar. Bu görev bilinci, halka, halkın hak ve özgürlüğüne karşı mücadele veren oligarşik diktatörlüğün, statükodan iktidar ve çıkar devşiren egemen sömürücü sınıf “beyaz Türkler”in ayrılmaz bir parçası ve resmi ideoloji çerçevesinde kendisine biçilen, köleleştirilmiş halkı “terbiye edici, hizaya sokucu kırbaç” olma misyonunun gereğini yerine getirme bilincidir. İşte bu askeri vesayete bağımlılık ve ideolojik tarafgirlikle, darbecilerin emriyle askeri garnizona brifing almaya koşabildiler ve darbecilerin hukuksuz, keyfi planlarını, darbe uygulamalarını hukuktan utanmadan ayakta alkışlayabildiler.
Keyfiliğe iki örnek: Diyarbakır Barosu da, İstanbul Barosu da Danıştay’da doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen konularda dava açıyorlar. Birincisinin avukatlık mesleğiyle ilgili olmayan bir konuda dava açma ehliyeti olmadığını söyleyip reddederken, diğerinin açtığı eğitimle ilgili davayı kabul ediyor. Yani Danıştay dava açan Baro, sisteme ve resmi ideolojiye muhalifse farklı, darbecilerin ve resmi ideolojinin yandaşıysa farklı bir kararı kolayca verebilmekte, büyük bir keyfilikle açık ideolojik tutumlar sergileyebilmektedir.
Diğer yandan Danıştay, ideolojik yandaşı olan ve darbecilerin emriyle hareket eden önceki YÖK’ü “katsayı konusunda tam yetkili” kabul eden birçok karara imza atıp “yeni bir katsayı belirleme ve hatta sınav sistemini değiştirme yetkisi, sadece YÖK’e aittir” demişken, daha objektif ve eşitlikçi davranan yeni YÖK’ü bu konuda yetkisiz ilan edip, katsayı eşitliği sağlayan yeni YÖK kararının yürütmesini durdurma kararını verebilmiştir. YÖK’ün, hukuka aykırı bu ideolojik karara yönelik son derece hukuki mesnetlere dayalı itirazı da, dünkü tarihle verilen yeni bir ideolojik kararla reddedilmiş ve bu son karar artık eşitliği sağlayan YÖK kararının iptal edileceği anlamını da taşıyan bir karar olarak ortaya çıkmıştır. Bu yönden çok önemlidir ve bu sebeple de bugün buradayız.
Danıştay’ın birbiriyle çelişkili, hukukla asla bağdaşmayan her iki kararının da arka planında, Genelkurmay’ın yönlendirmesinin ve yargıçların ideolojik eğilimlerinin belirleyici rol oynadığı tartışmaya mahal vermeyecek kadar açıktır.
Oligarşinin Merkezinde yer Alan
Asker ve Yargı Bürokratlarının İslam’la Mücadelesi
İşte bu derece çelişik ve aynı konuda birbirine bu kadar zıt kararların aynı Danıştay tarafından kolayca veriliyor olmasının temel sebebi, Danıştay’ın sadece hukuku esas alan, bağımsız ve tarafsız bir yargı kurumu olamamasıdır. Danıştay ve diğer üst yargı kurumları, ideolojik ve siyasi bir kadrolaşmanın kuşatmasıyla hukuk kurumları olmaktan çıkarılarak resmi ideolojinin ve askeri vesayet rejiminin keyfi, hukuksuz infaz kurumları ve “irtica” kamüflâjı altında İslam’a karşı mücadele kurumları haline getirilmişlerdir.
28 Şubat darbe sürecinde, İHL’nin önünü kesmek amacıyla ideolojik YÖK tarafından getirilen ve Danıştay’ın da onayladığı katsayı eşitsizliğinin arkasında 28 Şubat darbesini yapan Genelkurmay’ın yer aldığı, 2. Başkan Org. Çevik Bir’in bu konuda tedbir alınması amacıyla YÖK’e yazılmış talimatının olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. Daha objektif ve hukuka uygun davranma çabası içindeki yeni YÖK’ün bu büyük eşitsizliğe son verip de yeniden ilk 17 yıllık uygulamaya geri dönme kararı vermesi üzerine Genelkurmay’ın yine devreye girdiğini görüyoruz. 2. İstihbarat Analiz ve Değerlendirme Daire Başkanlığı, YÖK'ün katsayı düzenlemesinin ardından konuya ilişkin rapor hazırlamış bulunuyor. Kendisini hiç ilgilendirmeyen eğitimle ilgili bir konuda Genelkurmay sürekli mesai yapıyor ve Genelkurmay raporuyla darbe yandaşı İstanbul Barosunun açtığı davanın takibe alınıp yönlendirilmesi kararı alınıyor.
Sonuçta, cunta kaynayan Genelkurmay ile darbe yandaşı Baronun ortak çabasıyla, brifingli ideolojik yargıdan, hukuku katleden, adaleti ideolojik çıkarlara kurban eden siyasi ve keyfi bir karar daha çıkıyor. Genelkurmay yargıyı bu amaçla yönlendirmeyi ısrarla sürdürüyor. Yargı da, askeri vesayet ve resmi ideoloji bağımlısı bir kurum olarak, ideolojik, tarafgir kararlar vererek halkın çocuklarının eğitim haklarını gasp etmeye devam ediyor.
Son yıllarda belgesel iddialar ardı ardına medyaya yansıdığı üzere TSK ve Genelkurmay karargâhı cuntacı, darbeci ve çete müntesipleri ile kaynıyor. TSK’nın topluma yansıyan görüntüsüne göre, orduyu adeta darbeci ve çeteler ele geçirmiş gibi görünüyor. Ülkenin her yanından, kara, deniz, nehir ve göllerden TSK’ya ait silahlar fışkırıyor. Önce en tepeden yalanlanıyor, sonra en tepedekini yalanlayan belge ve bilgiler ortaya çıkıyor. Bu silahların değişik halk kesimlerine karşı kullanılacağına, halkı birbirine düşürmek ve ülkede kaos çıkarmak amaçlı katliamlar, halkın çocuklarını müzede toplayıp topluca katletmeyi de içeren provokasyonlar gerçekleştirmek üzere kullanılacağına / kullanıldığına dair belgeler ve bilgiler ortaya çıkıp iddianamelerde yer alıyor. Halkın İslami kimliğini, değerlerini düşman ilan eden ordu mensuplarınca teşkil edilen illegal örgütlenmelerle, halka karşı psikolojik harp ve “topyekun savaş” planları uygulamaya konuluyor.
Öylesine güvenlikten yoksun, öylesine bir diktatörlükçe kuşatılmış durumdayız ki, halk olarak temel haklarımız ve güvenliğimizle ilgili gündemimizin ilk maddelerini şu soru teşkil etmektedir: Can, Mal ve Din Güvenliğimizi TSK’dan, Hukukumuzu ve Temel Haklarımızı Yargı’dan Nasıl Koruyacağız?
İslami eğitim hakkımız yok, yaygın eğitim ve ibadet mekânı camilerimiz resmi ideolojinin işgali altında, bizim vergilerimizle yapılan devlet okullarına İslami kimliğimizle başörtümüz ile girmemiz yasak, İHL’leri, aslında devletin laik eğitim kurumları oldukları halde, sadece bir miktar dini bilgi veriliyor ve çocuklarımız kısmen Kur’an’la buluşuyor diye yıllardır baskı ve yasaklara muhatap kılınıyor, engellerle kuşatılıyorlar. Sırf yüzde 2,5 oranındaki İHL’nin önünü kesmek amacıyla, yüzde 7,5 oranındaki diğer meslek liseleri de bu düşmanlıktan etkileniyor ve aynı adaletsizliğin kurbanı oluyorlar. İdeolojik diktatörler, keyfi ve ideolojik karar ve uygulamaları dayatarak yüz binlerce gencin istikbaliyle, hayatıyla oynuyorlar.
İsviçre’nin insan haklarına aykırı bir referandumla minare yasağı getirmesini, “İslam düşmanlığı” olarak tanımlayıp tepki gösteren CHP ve MHP gibi İslam düşmanı statükonun yılmaz savunucularına soruyoruz; Allah’ın emri bir ibadet olan başörtüsünü yasaklayan, başörtülü ve İHL’nin eğitim hakkına darbe vuran, İHL’nin önünü kesmek için yüz binlerce gencin eşit eğitim alma hakkını da yok eden Türkiye oligarşisi mi daha fazla İslam düşmanı ve daha şedit zalimdir, yoksa İHL’in ve başörtülülerin her üniversitesinde rahatça okuyabildiği İsviçre mi?
TSK ve Yargı Başta Olmak Üzere Devlet, Hukuk ve İnsan Hakları Ekseninde Yeniden Yapılandırılmadan Görece Bir Adalet ve Özgürlük de Sağlanamaz
Şurası iyi bilinmelidir ki, TSK, yargı ve eğitim basta olmak üzere, tüm devlet; insan hakları ve hukuk temelinde yeniden yapılandırılmadan sistem içi görece özgürlük de sağlanamaz. Mevcut asker ve sivil bürokratların, darbeci, çeteci ve bağnaz ideolojik olanları tasfiye, geri kalanlar da insan hakları ve hukuk eksenli rehabilitasyon programlarıyla terbiye edilmedikçe, sistem içi görece özgürleşmenin önünde en büyük engeli bu bürokratların oligarşik hâkimiyeti oluşturacaktır. Büyük halk desteği ile adalet ve özgürlük vaat ederek hükümet olanlar ise, maalesef koca 7 yılı boşa harcamışlardır. Bu temel konuda yeniden yapılanmayı ihmal ettikleri için, özgürlükler alanında hep adım atıp geri çekmişlerdir. Böylece, olumlu bir adım atarak halkı, geri adım atarak da oligarşiyi memnun edip vaziyeti idare etmişlerdir. Yargıyı ve TSK’yı, hiç değilse AB hukuku ve insan hakları eksenli yeniden yapılanmayla, hiç değilse fıtri erdemler ve vicdani adalet çizgisinde hizaya sokmayı sürekli erteleyenler, askeri darbe teşebbüslerine, muhtıralara muhatap olmakta ve yargı darbelerine boyun eğmek zorunda kalmaktadırlar. Eğitime görece özgürlük getiren ve 411 evet oyuyla geçen anayasa değişikliği dahi yürürlüğe konamamakta, Anayasa Mahkemesinin hukuk cinayetiyle TBMM’den yetki gaspı bile sineye çekilmekte, YÖK kararı da aynı sebeple korunamamaktadır.
Adalet ve özgürlük vaat ederek hükümet olanlar işte bu ertelemeci tutumları, beceriksizlikleri ve halkın iradesini temsildeki zafiyetleri sebebiyle, bir türlü iktidar olamamakta, oligarşi gerçek iktidar olmayı sürdürmekte ve sonuçta darbe süreçlerinde ikame edilen her alandaki zulümlerin sürmesine sebep olmaktadırlar. Hatta partilerinin sürekli kapatma tehdidi altında kalmasını engelleyecek hukuki değişiklikleri yapmaktan bile aciz kalmaktadırlar. Halk da, oligarşiyi teşkil eden ideolojik kadroların, kendisine ve İslami kimliğine, İslam şeriatına, İslami hayat tarzına karşı düşmanca mücadele eden, Müslüman’ca yaşama hakkını gasp eden asker ve sivil bürokratların maaşlarını ve kendisine yönelttikleri silahları, kurumları vergileriyle finanse ettiğinin bilinciyle hesap sormak makamında olduğunu hatırlamalı ve itiraz etmek üzere meydanları doldurmalıdır. Halkımız, bütün bu zulümleri yapan, İslami kimliğine düşmanlık eden asker ve yargı bürokratlarına vergilerini haram ettiğini meydanlarda haykırarak işe başlamalıdır. Darbeci, çeteci faaliyetlerle meşgul olan, ideolojik siyasi kararlarla hukuku ve adaleti resmi ideolojiye kurban eden, “irtica” yaftası altında, aslında İslam şeriatı ve İslami hayat tarzımızla savaşan, ama vergilerinizle maaşları ödenen asker ve yargı bürokratlarına haklarınızı helal ediyor musunuz? Hakkımızı helal etmediğimizi meydanlarda haykırmalıyız.
Sistem içi görece adalet ve özgürleşmeye yönelik değişimi temsil ettiğini iddia eden siyasiler, bir an önce TSK ve Yargı kurumları ile askeri ve sivil eğitimden başlayarak devleti insan hakları ve hukuk eksenli köklü bir yeniden yapılanmaya götürmeyi başarmalıdırlar. Aksi takdirde ciddi hiçbir özgürleşmeyi ve nispi bir adaleti bile tesis edemeyeceklerini bilmelidirler. Ayrıca TSK ve yargı içindeki darbeciliğe, cuntacılığa, çeteciliğe ve yoksuzluklara bulaşmış bütün kadrolar temizlenmelidir.
TSK ve yargı içindeki kadrolardan, ideolojik keyfiliklere, hukuksuzluklara, darbe ve çete faaliyetlerine, yolsuzluklara bulaşmamış, temiz kalmış, hukuka bağlı iyi niyetliler, bu temizlik için sorumlu davranıp, bildiklerini ifşa ederek ve kurumlarını da lekeleyen meslektaşlarına itiraz edip düzletmeye çalışmalı, suçluların ortaya çıkarılıp yargılanmasını, tasfiye edilmesini sağlayacak ve bu amaçla yeniden yapılandırmayı yürütecek olanlara yardımcı olmalıdırlar. Aksi takdirde kendilerinin de aynı pisliğin, zulmün sorumlusu olmaktan kurtulamayacaklarını bilmelidirler. Bütün bu zulümlerin muhatabı olan halklar da muhalefet bilinci kazanıp, vergi verdiklerini hesaba çekmek, sorgulamak ve hukuki haddini bildirmek kabiliyetini kazanmalıdırlar. Mazlum halklardan milyonlarca insan meydanları doldurup vergilerini harcayan bürokrat ve siyasilerden hesap sormalı, hukuksuzluklarına, adaletsizliklerine itiraz edip ıslah etmeyi becermelidirler. Evet, sayıları yüz binlerle ifade edilen meslek liseliler ve milyonları bulan aileleri neredeler? Bilinmelidir ki, bu kadar büyük haksızlığa, bu kadar açık düşmanlığa, keyfiliğe rağmen susanlar, hak ve özgürlüklerini asla elde edemezler.
İnsanca, Müslüman’ca ve özgürce yaşama hakkımızı zalimlerden mutlaka geri alacağız.
Kimi asker ve yargı bürokratlarından kaynaklanan bunca keyfiliğe, hukuksuzluğa rağmen, yapılan haklı eleştirileri ve hukuk eksenli talepleri bile, bu adaletsizlikleri yapan kadroları barındıran Genelkurmay, “asimetrik psikolojik saldırı”, yargı da “sistematik saldırı” olarak niteleyerek, yavuz hırsız misali ya da suçüstü yakalanmalarının telaşıyla yaygara koparıp üste çıkmaya çalışmaktadırlar. Halka ve değerlerine yönelik “sistematik saldırı”nın da, “asimetrik psikolojik harekâttan” “topyekûn savaş”a kadar her türlü saldırının da faali, hep bürokratik diktatörlük olmuştur.
Bizler kimseye saldırmıyoruz. Sadece, kimi asker ve yargı bürokratlarının öncülüğündeki oligarşik despotizmin, halkımıza, İslami kimliğimize, hak ve özgürlüklerimize yönelik, hem de “topyekun savaş” manşetleri eşliğindeki baskı ve yasaklarına, çok boyutlu saldırı ve zulümlerine karşı kendimizi ve adaleti savunuyoruz. Oligarşinin darbeci, çeteci provakasyonlarına, hukuku katleden ideolojik karar ve uygulamalarına karşı, hak ve özgürlüklerimizi, İslami kimlik ve değerlerimizi korumaya çalışıyoruz. Ve diyoruz ki, ne yaparsanız yapın, biz bu coğrafyanın Müslümanlarıyız, Müslüman kimliğimizle ve özgün hayat tarzımızla varız ve var olmaya da devam edeceğiz. Size ve zulümlerinize rağmen, kendi ülkemizde insanca, Müslüman’ca ve özgürce yaşama hakkımızı Allah’ın izniyle zalimlerden mutlaka geri alacağız.
İLKAV
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı