Dikkat edilirse bu davanın yolu, zorluk ve çile doludur. Öyle bir zorluk ve çile ki; olanca fedakarlığı, davaya bağlılığı, kararlılığı, sebatı, arılığı ve berraklığıyla Hz. Muhammed (S)’in kendisi bile bu Rabbani buyruğa muhatap olmuştur. Yani dava düşmanlarına sabret ve hemen helak olmaları için de acele etme diye emrolunmuştur. Evet, bu yolun meşakkati, dayanışma ve sabır ister. Ve bu yolda çekilen acı, ilahi azametin doyulmaz ve tertemiz tatlı şarabından yudumlamaktır.
“Azim sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret.”
Bu, İslam davasının zorlu ve uzun yolunda bulunması gereken bir destektir. Hem ruhun derinliklerinde, hem de küfre karşı açılan cihad yolunda bulunması gereken bir destektir. İkisi de gerçekten zorlu ve çilelidir.
Sabır, mü’minin İslam akidesini ve bu akide sorumluluğunu yüklenmesinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Bu sorumluluk, kesinlikle her adımda sabra ihtiyaç duyar. Nefsin şehvetlerine sabır… Halis bir İslam ve teslimiyet için sabır… Yani kalbin ve yüzün teslimiyeti… Hevaperestlik ve şehveti yenmek… Kısaca dinde istikamet… Oysa bu, nefislere gerçekten zor gelen bir şeydir. Sabrın en zoru, keyfiliğe, şehvete, kaypaklığa, kadir bilmezliğe, ukalalığa ve sapıtmaya karşı gösterilen türüdür. Sonra davanın meşakkatlerine karşı, insanların eziyetine, tutarsız hareketlerine, sapmalarına, zaaflarına ve aldatmalarına karşı sabır gösterilmelidir. Zorlu imtihan, denenme ve fitneye karşı da sabırlı olunmalıdır. Hem darlıkta hem de bollukta sabretmesini bilmek ki, bu da kolay bir şey değildir. Kısaca bütün konularda sabır göstermek, İslam hayat sisteminin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Zamanın derinliklerine kök salmış olan Allah’ın dinine davet kervanı, apaçık bir yol ve asla şaşmaz bir istikamette seyrine devam edegelmiştir. Bu kervan seyrini, yolunu tıkayan mücrimlerden, sapıklardan ve bunların yandaşlarından yılmadan, sarsılmaz bir azimle sürdürmüştür. Bundan dolayı davetçi, bu yolda eziyetlere uğrayacak, kanı dökülecek ve vücudu parçalanacak, ama kervan durmadan, eğilmeden, tökezlemeden ve davadan vazgeçmeden yoluna devam edecektir. Akibet ise, zaman ne kadar uzarsa uzasın muhakkak ki mü’minlerindir.
Allah’ın yardımı hep yolun sonunda gelir:
“Senden önceki peygamberler de yalanlandıkları halde buna sabrettiler ve yardımımız gelene kadar da eziyetlere uğradılar.” (En’am: 34)
Hz. Peygamber (S)’den sonraki İslam davetçilerinin yol ve görevleri en açık çizgileriyle belirlenmiştir. Zaferin yolun sonunda, yani yoldaki zorluk ve engelleri aştıktan sonra kendilerini beklediği de bildirilmiştir.
Davalara ilişkin sünnetullah Kur’an’da açık bir şekilde zikredilmiştir ki o da şudur; davanın çoğunluk tarafından yalanlanması, dava adamlarının eziyetlere uğraması, davetçilerin yalanlama ve eziyetlere sabretmesi ve sünnetullah, yani sonuçta zafer. Görülüyor ki Allah’ın yardımı, belirlenmiş vakitte gelir. Muhlis, iyi ve suçsuz davetçilerin yalanlama ve eziyetlerle karşılaşması veya sapan ve saptıran mücrimlerin durmadan mü’minleri yalanlayıp eziyete uğratmaları, bu yardımı öne almaz. Allah’ın yardımı, belirlenmiş vaktinden önce gelmez. Canından ve arzularından vazgeçen fedakar ve muhlis dava adamının, olanca arzusuyla kavminin hidayetini istemesi, dalalet ve azgınlıkları nedeniyle, dünya ve ahirette kendilerini bekleyen azap ve çöküşten dolayı üzüntü duyması da yardım va’dini çabuklaştırmaz. Evet, ilahi yardım bu sebeplerden hiçbiri için acele etmez. Çünkü Yüce Allah, yarattıklarından biri istedi diye acele etmez. Ama onun kelimeleri (buyrukları) da asla değişmez. İster bu buyruklar muhakkak zafere ilişkin olsun, isterse de ezelden belirlenmiş (yardım) zamanına ilişkin olsun.
Sabra davet ve sabra yöneltmek, bütün davetlere eşlik eden bir olgu, her peygamber ve peygamberi izleyen her mü’min için tekrarlanan bir buyruktur. Sabır, bir zarurettir. Dava yükünü taşımayı ve yol zorluklarında dayanmayı sağlayan bir zaruret… Davetçileri uzak ama ufuktaki hedeflerine bağlayıp dayanışmalarını sağlayan bir zaruret… Yani Yüce Allah’ın tedbirini alıp zamanını takdir buyurduğu nihai hüküm gelinceye kadar sabretmek…
“Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabret.” (İnsan: 24)
İşte, davetin asıl meşakkati, Yüce Allah’ın vaktini tayin ettiği hükmü sabırla bekleme meşakkatidir.
05.12.2014
Hazırlayan: Emrullah AYAN