İLKAV – 2009 yılı Ramazan ve Kur´an Paneli
İLKAV – 2010 yılı Ramazan ve Kur´an Paneli
Yorum yazın Cancel Reply
“Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırtedip açıklayan Kur’an’ın indirildiği aydır. İçinizden kim o aya yetişirse oruç tutsun…” (Bakara: 185)
Okumuş olduğum bu ayetten anlaşıldığına göre Ramazan’da oruç tutmak, sadece ibadet ve nefsi terbiye için değil aynı zamanda Ramazan ayında vahyedilen Kur’an sebebiyle Allah’a şükretmek için farz kılınmıştır. Bir nimete şükrünü göstermenin en iyi yolu, o nimetin emrediliş amacını yerine getirmek ve mümkün olan en iyi şekilde gereğini ifâya çalışmaktır. Allah’ın bizlere Kur’an’ı bahşetmesi, bu nimetin gereklerini yerine getirmemiz ve bu gerekleri başkalarına da tebliğ etmemiz yönündeki ilâhî iradenin yürürlüğe girmesi amacını taşımaktadır. Oruç bu amacın yerine getirilmesini sağlayan en önemli eğitim aracıdır. Hem bir fedakârlık hem de bahşedilen nimete şükretmenin göstergesidir.
Savm ve çoğulu sıyam; Allah rızası ve nefs terbiyesi yani hevâ ve hevesin dizginlenmesi için yeme-içme ve cinsel ilişkiden niyete bağlı olarak gün boyu uzak durmaktır.
Savm yani oruç, Kur’an’da neredeyse bütün detay ve incelikleriyle anlatılmıştır. Bu yönüyle o pek çok ibadetten farklılaşsa da ifâsının “muttakî olma” şartına bağlı kılınması cihetinden diğer ibadetlerle aynılaşır. Zira Bakara Suresi 183. ayette; orucun farziyeti bildirildikten hemen sonra “takva sahibi olmanız için” vurgusu çok bâriz bir şekilde ifade edilir.
“Takva” yani Allah’tan gereği gibi sakınma, Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olma, Kur’an’da bütün ibadetlerin temel amacı, hedefi olarak tebârüz eder. İbadetlerin ruhu, maksadı olarak ortaya konan takva, elbette biçimi yok sayan, onu göz ardı eden ya da hayatı, anlamı ve ibadetleri düalistçe bir yaklaşımla şekil ve öz olarak ayrıştırmayı meşrulaştıran, bütünlüğü ve dengeyi bozan bir anlayışı yansıtmaz. Zira İslam ve onun yüce kitabı Kur’an, hayatın hiçbir alanında düalizme, bölmeye, ayrıştırmaya izin vermez.
İslamî ibadetlerde bulunan biçim ve öz (ya da şekil ve takva) ilişkisi, bir öncelik-sonralık ilişkisi olarak ele alınamaz. Onun yerine burada birbirini tamamlayan, bütünleyen, biri olmadan diğeri olamayacak olan “mütemmim cüz” insicâmından ve bağlantısından söz edilebilir. Kur’an’daki bu sağlıklı irtibatın ve bütünlüğün yer aldığı birkaç ayeti hatırlatmak isteriz:
“Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi ise en hayırlısıdır.” (A’raf: 26)
“… (Hacc yolculuğuna çıkarken) yanınıza azık (yiyecek-içecek) alın. (Bununla birlikte) Azığın en iyisi Takva’dır.” (Bakara: 197)
“Onların (kurbanların), Allah’a ne etleri ne de kanları ulaşır. Fakat sizin Takva’nız O’na ulaşır.” (Hac: 37)
Yine namaz ve takva ilişkisinin kaçınılmazlığı için pek çok ayetle birlikte, Alak Suresi ayetlerine bakılabilir. Şimdi bütün bunlardan sonra ele almaya çalıştığımız oruç ibadetindeki takva vurgusunun anlamı daha bir belirginleşmiş olmalıdır. Tesettür, kurban, hacc, namaz gibi oruç da şekilsel bir ibadet olmakla birlikte, onlara muhteva kazandıran takvadan soyutlandıkları takdirde anlam ve değer kaybı kaçınılmaz olacaktır. Takvayı yani Allah’tan sakınmayı, korkmayı öncelemediği için değil midir ki birileri bugün tesettürü modayla, kapitalizmin, tüketim ve teşhir çılgınlığının sunumuyla birlikte anma cür’eti ve hayasızlığını gösterebiliyor. Yine değil mi ki bu ülkede, oruç gecesi “içki içilmesi” ya da Allah’ın çok açık bir şekilde ifade ettiği haramları, bir yandan oruç tutup bir yandan da rahatlıkla işleme densizlikleri, tartışma adı altında gündeme getirilebiliyor. Bütün bu münasebetsizliklerin gerisinde, hayatı ve ibadetleri bölen, birbirinden uzaklaştıran hatta alâkasızlaştıran bir din tasavvurunun derin izlerinin etkilerini görüyoruz. Kur’an’ın oruç ve diğer bütün ibadetlerimizdeki takva çağrısı, her tür edepsizlik ve münasebetsizliklere karşı bir uyarı olarak ortaya çıkmaktadır. Kur’an apaçık bir şekilde insanların ruhsuz, manasız, salt kuru bir şekle dönüşmüş ibadet adı altındaki kendilerini kandırma girişimlerine karşı her seferinde takva çağrısını tekrarlarken bunun kimilerince hiç anlaşılmadığı hususu malumdur. Söz konusu bu anlaşılamamayı derinleştiren, koyulaştıran bir anlayışın dini disiplinleri etkilediğini de söyleyebiliriz. İbadetlerin şekilsel yönleri üzerindeki kılı kırk yarma girişimlerinin (iyi niyetle olsa bile) bizi esasa, sadede gelme hususunda oyaladığını, pek çok kere de buna hiç imkân bırakmadığını söylemek mübalağa olmasa gerektir.
Ramazan ve oruç, bakışlarımızı göğe yükseltir. Bu da iki şekilde söz konusu olur. Birincisi; oruç, Ramazan ile birlikte gök kapılarının vahiyle açılmasının simgesidir. İnsan olarak yeryüzü serüvenimizde yalnız bırakılmadığımızı, Allah’ın bize vahiyle tenezzül buyurduğunu hatırlatır. İkinci olarak da oruç; kamerî aylardan olan Ramazan’da tutulmak suretiyle dışımızdaki kevnî ayetlere karşı bizi daha uyanık daha diri olmaya çağırır. Ramazan’ın yıllık hareketliliği, deveranı bize fanîliği, geçiciliği, yazı-kışı, baharı-güzü, uzun günleri, sıcağı-soğuğu, gündüzü ve geceyi, onlardaki ayetleri, ibretleri anlatır, hatırlatır. Evet hatırlatır. Geçmişimizin hatıraları arasında etkili bir iz bırakan Ramazan aynı zamanda hayatımızın da bir akış içinde olduğunu hissettirir. Bu ise, mü’min bilinçlere ahiretin yakınlaşmakta olduğu gerçeğini bir kez daha ama kuvvetlice bildirir. Ramazan, kainatın akışı, ömrün akışıdır. Ramazan gökyüzüdür, hilâldir, aya, göğe bakma fırsatıdır. Oruç şafağın kızıllığını, tanyerinin beyazlığını gözlemedir. Bunun ne demek olduğunu en çok mü’minler idrak ederler. Hele de modernizmin insanı tabiattan kopartan, Allah’ın kevnî ayetlerine yabancılaştıran, insanı tamamıyla sıkboğaz eden tavrını gözlemlediğimizde, Ramazan’ın bütün özellikleriyle bakışlarımızı yücelttiğini, bize dışımızdaki ibretlere/ayetlere yönelttiğini görürüz.
Kardeşlerim, sonuç olarak; nasıl ki namaz gündelik hayatımıza vahiyle çizgiler çekiyor, bizi pek de teşne olduğumuz anlamsız gaye ve hedeflerimizden, kaos ve anarşiden salah ve felâha çekiyor, çağırıyorsa; oruç da yıllık olarak hayatımıza aynı müdahaleyi yapmak üzere bizi tanzim ve tertibe çağırıyor.
Ramazan’ın yoğunlaştırılmış programına tâbî tutulan pek çok insanın, Ramazan sonrasında hayata daha iyi bir başlangıç yapabilmeleri onun sebeb-i hikmeti olarak yeter de artar bile…
16.06.2017
Hazırlayan: Emrullah AYAN