"Sağlıklı bir iletişim kurmadan yoksun kitlelerin evlatlarına sağlıklı bir eğitim verme imkanları yoktur"
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen Alternatif Eğitim Konferanslarında bu hafta, “Din Eğitiminde Temel İlkeler” konusu ele alındı. Bülent Koca’nın konuşmacı olarak katılığı konuşmada Din eğitimi değince İslami eğitimin anlaşılması gerekliği ve Din eğitiminin aslında bir Şahsiyet terbiyesi olduğu üzerinde duruldu.İslam itikadının amele yansıması gerektiği, amele yansımayan bir düşüncenin Kur’an ayetleriyle zemmedildiği çeşitli örneklerle gündeme getirildi ve İslami eğitimin müminlere kazandırması gereken vasıflar üzerinde duruldu. Eğitime ne kadar muhtaç olduğumuz hatırlatıldı.
“Her bilimin dili o bilim için yapılmış bir anahtardır. Anahtar hangi kilit için yapılmışsa o kilidi açar.” Sözünü hatırlatarak kavramların önemi üzerinde duran Koca, konferansın konu başlığındaki Din,Eğitim,Temel ve İlke kavramları üzerinde durdu ve şunları söyledi.“Asıl anlaşılmadan teferruat anlaşılamaz Allah kitabında Kur-an’ı kendisinde şüphe olmayan bir kitap olarak tanıtırken “huden lilmuttagıın “ diyor. Yani bu kitap Allah’tan ittika edenler için Allah’tan sakınanlar için, bir yol göstericidir. Nereye gideceğini bilenler için, ne yapmak istediğinin farkında olanlar için bir yol göstericidir. Yani bu kitap teslim olanların kitabıdır. Rabbine kul olmaya ve onun gösterdiği yoldan gitmeye kendini adayanların kitabıdır.Kısacası bu kitap ne yaptığını bilen, kararlı, azimli ve başıboş olmayan muttakilerin kitabıdır. Bu kitap gerçekten eğitilme gereği hisseden ve bunun için çaba sarf eden kullara yol gösteren bir rehber olarak inmiştir. Yoksa kendi iradesiyle bir yol arama ihtiyacı hissetmeyen ve kendi kimliğini ve niceliğini sorgulamayan, bir arayış içinde olmayan, kendini hevasından başka hiçbir şeye adamayanlar içinbu kitap yalnızca kitaplardan bir kitap veya duymuş olduğu güzel hitaplardan bir hitap olacaktır. Nitekim birçok Arap Kur-an’ı belagatının fesahatinin daha da güçlenmesi, ve hitabetinin daha güzel olması için okumaktadır. Birçok kişi Kur-an’dan birkaç sır keşfedip kendi adını duyurma telaşındadır. Birçok müsteşrik müminlerin kalplerini ifsat etmek için Kur-an’ araştırmaları yaparken birçok mülhit de Kur-an ayetlerinden yola çıkarak Allah’ı inkar çabası içindedirler.Oysa Kur-an sadece " huden lil muttagın"dir.Kur-an’ı indiren rabbi tanımadan ne için indirdiğinin de bilincinde olmadan okumak yalnızca gafillerin gafletini, ifsatçıların ifsadını,münafıkların nifakını,ve dalalet içinde yüzenlerinde dalaletini arttırmıştır, arttıracaktır.”
Konuşmasının devamında İslami eğitimin sekiz temel ilkesi üzerinde duran Koca, öncelikle kişinin eğitime ihtiyaç hissetmesi gerektiği üzerinde durdu ve “İhtiyaç İlkesi” temelinde şunları söyledi:
“İnsan ne ölçüde,ne kadar ihtiyaç içinde hissederse, o nispette eğitime muhtaç demektir. Çünkü ihtiyaç bir yokluğun ifadesidir.Yokluğun bilincinde olan elde etmenin çabası içine düşecektir. İnsanın fıtratının dışına çıkması, bir eğiticiye ihtiyacı kalmadığını hissettiği anda başlar. Eğitimciye ihtiyaç göstermeyen insan, davranış bozuklukları gösterir, karanlıkta olduğunu bilmez ve çevresine zarar verir Kendini kamil hissetmek gerçekten iblisin ayağını kaydıran bir durumdur.Bu yüzden “ihtiyaç hissetmeme duygusu” insanda bir an önce tedavi edilmesi giderilmesi gereken en önemli duygulardandır .Aksi takdirde bu hal insana zarar verdiği gibi, içinde bulunduğu topluma da zarar verir.”
“İnsanda insanın kendi iç dünyasında, bir şeyi anlamaya, dinlemeye ve öğrenmeye karşı bir istek oluşmazsa dışarıdan bu insan ne kadar teşvik edilirse edilsin ve eğitilmesi için hangi ortamlar hazırlanırsa hazırlansın insan yine öğrenmeye karşı kapılarını açmayabilir.Aslında istek her zaman destekten çok daha önemli olmuştur .İslami eğitimde yapılan çabalar daha çok bireysel iyi niyetli küçük guruplar tarafından yapıldığı ve birçoğu sadece başlangıç düzeyinde son bulduğu için, din eğitiminde birçok aksaklıklar birçok eğitim cinayetleri görmekteyiz. Sağlıklı bir iletişim kurmadan yoksun kitlelerin evlatlarına sağlıklı bir eğitim kazandırma imkanları yoktur. İslami eğitimde, aslı bir kenara atıp, parçalara takılıp kalanlar, parçaların düzeni, intizamı için aşırı derecede titizlik gösterenler ve basit bir aksaklıkta kardeşlerinin kalbini kırmaktan çekinmeyenler tevhit eğitiminden sınıfta kalırlar.Aslı idrak etmekten aciz kalırlar. Çünkü Bu tutum kalemi kırdı diye çocuğunun burnunu kıran babanın tutumuyla aynıdır.”
“Eğitimde geleneksel tutumun artık yavaş yavaş etkisini yitirdiği bir dönemdeyiz. İnsanı temel alan insanı temele oturtturan, insanı ilahlaştıran, bir sistemin batı ideolojisinin günümüz insanına sunduğu gerçekten bu ideolojinin temel yapısını ortaya koyan ilk bakışta göz alıcı ve ama aslında tamamen göreceli, “Kendiyle barışık olma” türünden tamamen sloganik eğitim projeleriyle karşı karşıyayız. Kendini tarif etmekten aciz bir sistem, insanı kendi olmaktan çıkarıp sorgulanamaz biz ilah seviyesinde gösteren, Hatta bunu yaparken bile son derece ikiyüzlü davranarak aslında insanı köleleştiren, bu emperyalist batıdan ve onun ürettiği paradigmalardan mı öğreneceğiz kendimizi ve barışı ve “ol” mayı.Öncelikle biz kendiyle barışık olmayı değil RABBİYLE BARIŞIK OLMAyı esas alan bir sistemin tabileriyiz. Evet, kendini tarif edemeyenin kendi olmanın farkında olmayanın, kendini yaratanı hakkıyla bilmeyenin, bizi süslü kelimelerle oyalaması ve bu süslü kelimelerini bize ilke olarak, öğretmesi ilginçtir. Ne yazık ki günümüzde birçok alanda olduğu gibi eğitimde de batıdaki aydınlanma dönemi dedikleri felsefenin etkisi altındayız. En insaflı fikir adamlarımız ile bu etkiden kurtulabilmiş değildir.”
Ardından Eğitimde “Fıtrilik İlkesi” ve “Güven ilkesi” üzerinde durarak şöyle devam etti: “Fıtratın insana doğuştan verildiğini ve her insanda bulunan ortak bir özellik olduğunu açıklamak için birinci kaynağımız olan vahiyden bir çok delil zikrettik.Evet bizim iddiamız fıtratın bütün insanların yaratılıştan getirdiği ortak özelliği olmasıydı .Bundan dolayı toplumsal yaşantıda da fıtratın etkilerini ortaya çıkarmamız zor olmayacaktır.Ben bu noktada iki guruba dikkatinizi çekmek istiyorum.Biri tarih boyunca var olan bütün toplumların kabul ettikleri ve el üzerinde tuttukları “toplumsal değerler”dir.İkincisi ise fıtratı henüz zedelenmemiş yavrular yani “çocuklar” hem de yeryüzünün bütün çocukları.araştırıldığında rahat bir şekilde görülecektir ki ADALET ,DOGRULUK, HAKKANİYET duyguları bütün insanlık tarihinde insanlar üzerinde etkin olan ve tabi olarak kabullendikleri; yemek, içmek, konuşmak, kadar fıtri davranışlardır.”
“Güven insanın hayatında ki en temel ihtiyaçlarındandır.Gelişim psikolojisinde çocuktaki güven duygusunun oluşumu üzerinde önemle durulur.Biz güven meselesini İslam’ın insana yüklediği “emanet” kavramı içerisinde ele almayı daha uygun görüyoruz.Ve buradan hareketle insanlık şahsiyetinin korunması ve kimliğin zedelenmemesi gerekliliği konusuna kısaca değineceğiz.İnsan bir emanet yüklenmişse ve rabbim ona bir emaneti yüklenme kapasitesi vermişse ve bu emaneti kaldıracak gücü de ona ihsan etmişse o zaman bu en önemli özelliği demektir.İnsanında en önemli özeliği emaneti yüklenmesidir, eminliğidir.İnsan emin olduğu kadar insandır.Emin bir davayı ancak emin şahsiyetler ortaya koyabilir ve bu dava emin şahsiyetlerin sırtında yükselir.Bu noktadan hareketle İslami eğitimde bizler,çocukların eminlik güvenilirlik duygularını zedeleyecek sözlerden ve davranışlardan kaçınmalıyız.Onlara tıpkı rabbimizin bize yüklemediği gibi kaldıramayacakları altında ezilecekleri yükleri yüklememeliyiz.Aksi taktirde emanete ihanet etmiş oluruz. Allah’a kulluk yapacak şahsiyetli nesiller yetiştirmek yerine silik,kimliksiz ilkesiz bir nesil yetiştirmenin sorumluluğunu üzerimize alırız.”
Eğitimde “İlmilik ilkesi” üzerinde de duran Bülent Koca, bilginin kaynağı konusundaki tartışmalara değindi .Bilginin kaynağının Allah’ın Kevni ve Kuran-i ayetleri yani “Ayatullah” olduğunu söyledi.Bilmenin fıtri aşamalarının olduğunu ve bu aşamaların: Ne? sorusunun cevabı Teaakul,Niçin sorusunun cevabı,Tefekkür ve Nasıl? Sorusunun cevabı Tedebbür olduğunu söyleyerek konu ile ilgili deliller getirdi.Konferansta ayrıca ilim ve ma’lumat arasıdaki farka değinildi ve çağdaş dünyada bilğiye ulaşmanın oldukça kolay olduğu fakat bir usul koymanında o derece zorlaştığı üzerinde duruldu.Son dönem İslami hareketlerin ilmilikten çok malumat ve kültür ağırlıklı bir görünümleri olduğuna dikkat çekildi.
Konferansta eğitimde “Bütünlük İlkesi” üzerinde şunlar söylendi; Eğitimde önemli olan verilen bilginin sığ sınırlar içerisinde değil bir bütün içerisinde olmalıdır.yani kısmi doğrular değil, külli doğrular esas alınmalıdır.Kısmi doğrular üzerine hareket edildiğinde mutlaka kısır ve eksik sonuçlara ulaşılır.Kısmı doğruların külli kabul edilmesi ise tamamen ifsaddır.İki kaynaktan birinin tamamıyla reddedilmesi,diğer kaynaktan alınan veriler ne kadar doğru olursa olsun insanı yanlışa götürecektir. Aklı kabul edip vahyi kabullenmeme gibi. Günümüzde insan üzerine üretilen ve bilimsel olarak nitelendirilen ne kadar teori varsa hepsi insanın hareket eden bir canlı olması sebebiyle bedensel gelişimi içgüdüsel tepkileri ritmik istek ve arzuları üzerine bina edilmiştir.Bu düşüncenin temelinde bir çok bilim adamı Freud'u ve onun teorisi olan psikanalizi temel almışlardır. Ne yazık ki elimizdeki psikolojik ve eğitimle ilgili İslami dediğimiz bir çok kitap İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan psikanaliz teorisini temel almıştır.Bu konuda yazılmış ve İslami diye addedilen birçok kitap ayet ve hadislerle süslenmiş önümüze sunulmuştur.”
Konferansta insanlar arasındaki mizaç ve kavrama farklılıklarının eğitimde “Bireysellik İlkesi”yle aşılabileceği anlatıldı.Mevsimlerin değişmesi gibi yer zaman ortam ve konumların değişmesiyle de eğitimde değişiklikler olabileceğinin ve bu konuda katı bir eğitim sisteminden yana olan yapıların zaman içinde kendini koruyamayacakları bildirilerek eğitimdeki “Esneklik İlkesi” açıklandı.
Ayrıca “Kulluk ilkesi” başlığı altında, Eğiticinin her zaman kendinin de eğitildiğinin bilincinde olması gerektiği ve bu yüzden eğitim verdiği insanlara karşı kendinde bir büyüklenme hissetmemesi gerektiği vurgulandı.Eğitimin bir sorumluluk duygusu çerçevesi içerisinde ele alınması gerektiği, asıl eğiticinin alemlerin Rabbi olduğunun hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gerektiği hatırlatıldı.