Tevhîdî Mücadeleye Aynı Azim ve Fedakârlıkla Vahdeti Sağlayarak Devam Etme Duasıyla
İstikameti Korumada Titiz, Akîdeye Sadakatte Tavizsiz Bir Müslüman, Tevhidî Mücadelede Fedakâr Dava Adamı Ahmed Kalkan Hocamıza Allah Rahmet Eylesin.
Bismillâhirrahmanirrahîm
“innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” – “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz/(Allah’a aid kullarız) ve şüphesiz O’na döneceğiz”. (Bakara, 2/156).
Ahmed Kalkan Hocamızın vefatının üzerinden bir yıl geçti. Onu çok özledik. Mütevazı, fedakâr bir âlim, ilkeli duruşu ve tavizsiz mücadelesiyle güzel bir örnek, adanmışlık ahlakıyla yiğit bir dava adamı olan Ahmed Kalkan hocamızın yerini doldurma konusunda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Onu rahmet ve mağfiret dualarımızla anıyor, mekânı cennet olsun diyoruz. Onun güzel örnekliğini anlamaya katkı bağlamında hazırladığımız kısa bir videoyu ilginize sunuyoruz.
Mücadele süreçlerinde ve ilmî konularda karar almada sürekli istişare ettiği ve yıllarca yol arkadaşlığı yaptığı Mehmet Pamak hocamızın, ölümünden bir hafta sonra ve bugün yaptığı açıklamalarında onu anlatan sözlerinden bazı alıntıları paylaşmak istiyoruz:
“Allah’a aid ihlaslı bir kul olan, Hak yolunda yol arkadaşım, tevhide davet mücadelesinde birlikte olduğum kardeşim Ahmed Kalkan hoca, En’am Sûresi 162. ayet gereğince “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” inancıyla bütün hayatını âlemlerin Rabbi Allah için yaşayıp sadece O’na itaat ve kullukla geçirdiği ömrünü tamamlayıp ilâhî takdire teslimiyetle Rabbimize döndü. Bu kısacık imtihan dünyasında her nefis, Rabbimizin takdir ettiği kadar bir ömrü yaşayıp dünyada edindiği her şeyi burada bırakarak geldiği gibi “tek başına” Allah’a dönecektir. (Ankebut, 29/57). Rabbimiz bu güzel mü’mine, Allah’a adanmış bir dava adamı olan Ahmed Hocamıza rahmet ve mağfiret eylesin inşâAllah.
Bizler şahidiz ki, Ahmed Kalkan kardeşim, süreklilik arz eden çok ağır hastalıklarına rağmen son derece fedakârca çabalarla bıkmadan, yorulmadan, yılmadan ve ertelemeden ölüme kadar, Allah’a ve Rasûlüne itaat üzere bir hayat yaşayarak ve başkaları da hidayete ulaşıp kurtulsunlar diye adeta gece gündüz çırpınarak Allah’ın rahmetini hak etmeye çalıştı. Allah bu fedakârca çabalarını katında makbul olan ibadetlerden kılıp ecrini kat kat versin ve ona rahmetiyle muamele etsin inşâAllah.
İstikamet krizinin, tevhidî uyanış süreci öbeklerinin büyük çoğunluğunu kuşatıp laik sistemin partilerine doğru savurduğu bir süreçte, Rasûlullah’ın (s) “beni kocattı” diyerek zorlu sorumluluğa dikkat çektiği Hud Suresi 112. âyetteki “festakim kemâ umirte” emrini idrak eden bir mü’min olarak istikameti korumada titiz, akîdeye sadakatte tavizsiz bir müslimdi. Tevhidî mücadelede fedakârlığın zirvesinde olan, tam anlamıyla Allah’a adanmış bir dava adamıydı, kardeşim Ahmed Kalkan.
Her mü’minin, istikameti korumak ve inandığını iddia ettiği ve konuşmalarında söylediği Hakkı öncelikle kendisi yaşayarak tutarlı olmak sorumluluğu ve zorunluluğu vardır. (Bakara, 2/44; Saf, 61/2, 3). İşte Ahmed Hocamız, böyle tutarlı bir mü’min olma çabası içinde ömrünü tamamladı. İnsanlara tavsiye ettiği iyiliği öncelikle kendi hayatında yaşayarak Vahye şahidlik eden ve öncelikle hal ile daveti gerçekleştiren ahlaklı bir mü’mindi. Allah ondan razı olsun.
Dünyevileşmenin, hatta giderek yaygın bir sekülerleşme ve yozlaşmanın “Müslümanım” diyen kitleleri iyice kuşattığı tam bir fetret döneminden geçerken, o çevresinde toplanan mü’min kardeşleriyle önce kendilerini bu beladan koruyacak, sonra da başkalarının da sığınıp kurtulabileceği tevhid gemisini inşa etmeye adanmıştı. Yolunu şaşıran kitlelere, Rasûlullah (s) ve ilk Kur’an neslinin “nebevî yöntemini” ve Mekke-Medine sürecinde bize bıraktıkları yoldaki işaretleri haykırarak istikameti göstermeye ve çağımızın yoldaki işaretçisi olma sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyordu. Bugün hepimizin, tüm bu sorumluluklar için ölüm gelene kadar seferber olmak yükümlülüğümüz vardır.
İşte tüm bu amaçlara hep omuz omuza birlikte ve kardeşçe dayanışma halinde hizmet etmeye çalıştık. Gerçekten başkasıyla olmadığı kadar çok yakın ve çok uyum içinde olduk ve çok samimi bir dayanışmayla birlikte çalıştık. Yaptığımız ortak açıklamalarımız ve Kemalist rejimin zulümlerini protesto eylemlerinde yaptığımız konuşmalarımız sebebiyle birlikte soruşturmalara tabi tutulduk ve savcılara ifade verdik.
Kardeşlik ve dayanışmamız elhamdülillah çok ileri derecede idi. Çok kapsamlı ve kuşatıcı istişarelerimiz olurdu ve o, değerli birikimiyle çok iyi ve çok liyakatli bir şûra ehliydi. Son yıllarda ikimiz de yazdığımız kitapları bile birbirimize okutmadan yayınlamıyorduk. Onun okumasından geçen kitap ve makalelerimi daha mutmain olarak kamuya açık alanlarda yayınlıyordum. Bu yüzden, ondan sonra kendimde önemli bir eksiklik hissetmekteyim, onu arıyor ve çok özlüyorum. Allah ona rahmet eylesin ve mekânını cennet eylesin ve hepimizi cennetinde onunla buluştursun inşâAllah.
Ahmed Hocamız ile birlikte en çok arzuladığımız ve gerçekleşmesi için çırpındığımız konu mü’minlerin birlikteliği, tevhidde vahdetin sağlanması konusuydu. O Rabbimize dönene kadar da bu önemli konu hep gündemimizin birinci maddesi olmayı sürdürdü.
Bu konudaki ilk teşebbüsümüz, 2009 yılında bu konuyu kendilerine açtığımız bazı kardeşlerimizle birlikte “Kur’an Nesli Platformu oluşturulabilir mi?” sorusuna cevap aramak ve bu konuda hayırlı bir zemin oluşturmak üzere çalışmalara başladık. Bu amaçla, biri İstanbul’da, diğeri ise Ankara’da düzenlediğimiz kamuya açık iki panel gerçekleştirdik. Artık sıra bir müddet baş başa çalışacağımız bir ortam oluşturup mutabakatlarımızı yazılı metin haline getirmeye gelmişti. Ancak o süreçte 2010 anayasa referandumu gündeme geldi ve bir daha da bir araya gelmemiz mümkün olmadı. Söz konusu süreçte de biz Ahmed Kalkan kardeşimle aynı istikameti korumakta ısrarcı olurken, diğer gruplar “vesayeti geriletmek” maslahatını mü’minlerin vahdetine yönelik çalışmalara dair maslahattan daha çok önemseyip demokrasi sandığına koştular. Tevhidî uyanış süreci bakıyesi çoğunluk grupların ittifakıyla gazetelere ilanlar vererek, ortak bildiriler yayınlayarak, yalnız Kur’an’a davet etmekle mükellef olduğumuz toplumu ve tevhidî uyanış sürecindeki mü’minleri bir de şirk anayasası değişikliğine “evet oyu” vermeye çağırdılar.
Bâtıl yolla Hakk’a ulaşmaya çalışmanın, sistem içi iktidarla Hak ve adalet arayışının, bâtıl sisteme eklemlenerek İslam ve Müslimler için “maslahat” ummanın, büyük bir sapma olduğu, yaygın bozulma, çürüme ve yozlaşmaya yol açtığı konusu, teorik olarak böyle olduğu gibi, bedeli ağır olsa da artık 20 yıllık Türkiye pratiğinde fiilen de ispatlanmış olan açık bir hakikattir. Üstelik, bu arkadaşlarımız umdukları maslahatlara da ulaşamayıp yeni vesayetlerin oluşumuna destek vermiş oldular.
Bu sebeple vahdetin şartlarını oluşturma çalışmamız akamete uğrayınca, yine durmadık ve ikinci bir teşebbüste bulunduk; bu sefer mutabakatları daha yüksek olan ve üstelik sistem içi siyasete aktif destek çağrılarına da itibar etmeyip istikametini koruyan kardeşlerimizi, tanıdığımız bildiğimiz kadarıyla Ahmed Hocamızla istişare sonucu hazırladığımız bir listeyle İstanbul’da düzenlediğimiz bir toplantıya çağırdık. Böylece öncelikle bizim sağlığımızda bu kardeşlerimizi birbirleriyle tanıştırmayı amaçlamıştık. İkinci olarak da bu kardeşlerimizin, zamanla tanışmaları ilerledikçe belli periyotlarla tekrarlanacak toplantılarla ortak sorunları ve konuları istişare ederek vahdete doğru yürümelerine bir zemin oluşturmayı hedefledik ve böyle bir süreç başlattık.
Daha sonra “Kur’an’a Davet Platformu” adını alan bu süreçte, bizim en başta önerdiğimiz “zamana yayarak ve tanışmaları, güveni ve mutabakatları inşa ederek ilerleme ve iyice olgunlaşmadan topluma deklare etmeme” stratejisi bazı kardeşlerimizin aceleci tutumuyla ve istişareyi dikkate almayan ferdi çıkışlarıyla terk edildi. Sonuçta istişare de edilmeden aceleci biçimde topluma “büyük bir yapılanmaya gidiliyor” mesajıyla duyurulup altı da doldurulamayınca kaçınılmaz olarak akamete sürüklendi. Birinci teşebbüsümüz, bazı grupların ilkesizlikle laik sistem içi siyasete destekçi olma kararıyla ortaya çıkan ilkesel ayrışma sebebiyle başarısız olmuştu. Bu ikinci teşebbüsümüz ise, ilkesel ve fikrî mutabakatları daha yüksek olan grupların önemli bir kısmının, nefsânî geçimsizlik, hazımsızlık ve vahyin şura emrini, Rasûlün istişare sünnetini dikkate almayan ferdî kararlarını dayatmaya kalkmaları sonucunda akamete uğramıştı.
Hatta o kadar ki, platformun istişare kurulunun başında Ahmed Kalkan hocamız gibi ilim ehli ve tecrübesiyle gidişata doğru bir yön belirlemede faydası olacak fedakâr bir dava adamı yer alsın teklifimize bile tahammül edemeyip nefsânî tepkiler verenler oldu. Ahmet Hocaya rencide edici sözler sarf ederek onu çok üzdüler. Bunlar benim teklifime rağmen bu yanlışlarından tevbe edip Ahmed Hoca ile birlikte hakkımızda yazdıkları haksız biçimde suçlayıcı yazıları sebebiyle “helallik isteyerek yeni bir başlangıç yapma” çağrımıza bile, “helallik isteyecek bir şey görmüyoruz” diyerek uzak durdular. O kadar nefisleri kabarıktı ki, sonuçta Ahmed Hocayla helalleşemediler ve artık bu hesap ahirete kaldı. Şimdi bu arkadaşların bazıları bir takım dergi ve sitelerde yazılar yazıp İslam’dan bahsettiklerini gördükçe, keşke bu bilgilerinin ahlakını da kuşanarak güzel bir örneklikle kâl ile tebliğden önce hâl ile tebliği yapabilseler diye dua ediyorum.
İşte bu çabamız da malum sebeplerle akamete uğrayınca Ahmed Hocamızla yine umutsuzluğa düşmedik ve daha dar çerçevede birliktelikler inşa etmek için yeni başlangıçlar yapmayı sürdürdük. Üçüncü teşebbüsümüz, başta İLKAV ve Kalemder olmak üzere, Ma’ruf Mescidi, Şirinevlerdeki çalışmalar ve bir başka müstakil grup arasında bir vahdet oluşturma çabamız oldu. Birkaç toplantı yaparak mutabakatarımız üzerinde ilmî çabalar gösterdik ve sonunda her grubu temsilen birer kişinin katıldığı bir komisyon kurduk. Onlar mutabakatlarımızı bir metin halinde toparlayıp yazılı hale getireceklerdi. Ancak onlar yaptıkları toplantılarda nefsânî gerginlikler yaşayıp bir daha geri dönmediler. 3. teşebbüsümüz de böyle akâmete uğratıldı.
İşte böyle, bir taraftan mü’minlerin vahdetini sağlayacak bir güzel örnekliğin oluşumuna dair çabalarımız sürerken, bir yanda da biz Ahmed Hoca kardeşimle yine yollara revan olmuştuk. Bu sefer bütün bölgelerde farklı illerdeki kardeşlerimizi İstanbul’a çağırmak yerine, bu sefer bizzat kendi yerlerinde ziyaret ederek sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı istişare etmeyi ve neler yapmamız gerektiği konusunda görüş alış-verişinde bulunmayı da sürdürüyorduk. Böylece daha önce defalarca denemenin hüsranla sonuçlanmış olması acı vakıasını dikkate alarak bu sefer daha tedbirli, daha sabırlı ve tabiri caizse ilmek ilmek dokuyarak adım adım hedefe ulaşmayı planlıyorduk.
Yaşanan büyük savrulma ve yozlaşma sürecinde, istikamet krizi ve ilkesizliklerin tevhidî uyanış süreci öbeklerini kuşattığı fetret döneminde, onunla hiç umutsuzluğa düşmeden ve yılmadan sürekli bir yeniden başlangıcın ve yeni umutlar yeşertecek tohumlar ekmenin gerekliliğine inanarak yola çıktık. Türkiye çapında farklı illerdeki istikametini koruyan mü’min kardeşlerimizi ziyaret edip hem kendimize hem de onlara moral ve motivasyon sağlayacak istişareler yapmak için birlikte binlerce km yol kat ettik.
Bu süreçte, mü’minler arasında ortak mütevatir hattı üzerindeki akîde ve sabiteler alanında mutabakatları oluşturmaya ve bu hat altında kalan alandaki farklılıklarımızı ise hoş görüp ihtilafa yol açacak biçimde öne çıkarmamaya dair tekliflerimizi paylaşmak suretiyle İslâmî grupların vahdetine vesile olmak suretiyle daha güçlü ve kuşatıcı bir yapıyı oluşturmaya yönelik çabalar gösteriyorduk.
Binlerce km yolu giderken, o çok daha büyük fedakârlık yapıyordu. İkimizin de uyku sorunu vardı. İkimizin de şeker, tansiyon ve nörolojik ortak hastalıklarımız ve ortak ilâçlarımız vardı. Hatta bazen o ilacını yanına almayı unutur, benimkileri paylaşırdık. Ama onun, ilaveten, ilaçların bile dindiremediği dayanılmaz ağrıları da vardı. Gece uyuyamaz, gündüz uzun süre oturamaz, zaman zaman ayağa kalkmak ve yürümek zorundadır. Belli bir süre yol alınca durup onu yolda yürütmek zorundayız. İşte o binlerce km yolu böyle giderdik. Aynı odada yattığımız zamanlar onun büyük ıstıraplarına daha yakından şahid olup yüreğim yanarak dualar ederdim. Bir bakarım ki, gece yarısı sırt üstü yatıp ayaklarını kaldırarak sürekli bacaklarını yumrukluyor ve acısını bu şekilde biraz da olsa dindirmeye çalışıyor. Ama bütün bunlara rağmen onun hiç şikâyetçi olduğunu görmedim. Tam tersine yaptığı hizmet sebebiyle o ağrılar içinde zorlanırken bile mutlu olur ve yüzü hep gülerdi. Onun için hizmetten uzak durup dinlenmek yoktu. O her şartta hizmete devam eder, hizmet alanında ağrılarını unutup mutlu olurdu.
Bildiğiniz üzere, Ahmed Kalkan Hocamızla birlikte bahsettiğim ziyaretler sürecinde, önce 2017 yılında Karadeniz, sonra 2018 yılında Doğu ve Güneydoğu ve en son olarak da 2019 yılında Batı bölgelerindeki il ve ilçelerde tevhidî davet çalışması yapan ve istikametini koruyan mü’min kardeşlerimizi ziyaret etmiştik. Ziyaret ettiğimiz bu kardeşlerimizle, tanışmayı ve kardeşliği ilerletmeye, sorunlarımız ve sorumluluklarımız konusunda istişareyi esas alan sohbetler yapmaya, yaşanan büyük savrulma ve yozlaşma sürecinde artan sorumluluklarımızı ve mü’minlerin vahdetine dair konuları gündem yapmaya çalışmıştık.
Vefatından yaklaşık bir ay önce de Ege’nin ucundan başlayıp Akdeniz’den güneydoğuya uzanan istikameti yeni ziyaret güzergâhımız olarak belirlemiş ve salgınının seyrine göre ilk fırsatta hareket etme kararı almıştık. İnşâAllah en kısa zamanda sağlığına kavuşur da Allah yolunda yine birlikte yollara düşeriz diye dua ediyordum. Ancak nasip değilmiş, o dünya görevini tamamladı ve kalıcı esas yurdumuza döndü.
İşte bir yandan ülke çapında Müslümanları ziyaret edip istişareler yaparken Ahmed Kalkan hoca kadeşimle istişare edip, “böyle olmayacak, olmuyor, o halde önce en yakın olanların birlikteliğini inşa edip bir güzel örnek oluşturalım ve sonra da diğer gruplara başarılı olmuş bu örnek üzerinden açılalım” sonucuna vardık. İşte bir de bu yolu denemek üzere, birbirine hem mekansal olarak hem de hizmet alanı bakımından en yakın olan, birbirini tamamlayan çabaları olan Kalemder ve Ma’ruf Mescidi arasında bir birliktelik inşa edip bu başarıldıktan sonra da İLKAV ile bütünleştirerek adım adım ilerleme kararı aldık.
Kardeşlerim! Dediğim gibi çok yönlü çok boyutlu bir yardımlaşma ve dayanışma halinde çalışıyorduk, Ankara ve İstanbul’da yıllarca didinerek oluşturduğumuz İslâmî çalışma gruplarımızı da bir üst çatı altında bütünleştirip istikametini koruyan az sayıdaki diğer kardeş gruplarla vahdete doğru götürmenin yolunu arıyorduk.
Ahmed Kalkan kardeşim, daha başından beri, bir yandan tevhidî davetin hem yazılı hem de fiili anlamıyla kitabını yazmış bir mü’min olarak davetine icabet edenlerin altına girecekleri çatıyı da oluşturmuş ve böylece cemaat olma sorumluluğunu da yerine getirip bu çatı altında toplanan kardeşleriyle güç birliği yaparak, geleceğe yönelik davetçi nesiller yetiştirmeye yönelik çabalar da göstermişti. Yani fert olarak kalmayıp çevresindeki fedakâr mü’min kardeşleriyle kolektif iradeyi üreterek daha kalıcı hizmetler yapmayı da ihmal etmemişti. “Kalemder” çatısı altında bir cemaat oluşturmak suretiyle ferdi planda şahidlik ve tebliğ yanında vasat ümmet olmaya ve cemaat planındaki tebliğ, şahidlik (Bakara, 2/143) ve eğitime de ağırlık vermişti. Aynı şekilde Ahmet Turgut Ulucak kardeşimizin öncülüğünde süren bir çalışma da Ma’ruf Mescidi altında birbirine çok yakın mesafede sürdürülüyordu.
Bu sebeple, en kolay gerçekleşecek birliktelikleri örnek olmak üzere gerçekleştirerek, bu tür birlikteliklerin motivasyonuyla daha ileri adımların atılmasının daha sağlıklı olacağı inancıyla, önce Mescid-i Mar’uf ile Kalemder’in birleşip güzel bir örneklik oluşturması hedeflendi. İkisinin ilkesel olarak yakınlığı yanında mekânsal yakınlığı ve öğrenci yetiştirmeyi hedef alan çalışmalarının örtüşüyor olması ve birisinin kızlara diğerinin erkeklere yönelik eğitime yoğunlaşmış olması bakımından da birbirini tamamlıyor olmaları sebebiyle çok olumlu bir vasat söz konusuydu.
Elhamdülillah iki çalışmayı sürdüren kardeşlerimizin feraset, basiret, ihlas ve fedakârlıkları sonucu bu güzel ve örnek birliktelik Ahmet Hocamızın sağlığında Rabbimizin bir rahmeti bir lütfu olarak gerçekleşmiş oldu. Allah, bu vahdetin gerçekleşmesine ve dirayetle sürdürülmesine katkısı olan, başta rahmetli Ahmed Hocamız olmak üzere bütün kardeşlerimizden razı olsun ve ecirlerini kat kat versin inşâAllah. İşte “Kur’an’a Nebevî Davet” böyle bir süreç sonunda ortaya çıkıp güzel bir örneklik oluşturdu. Allah bereketli, sürekli ve hayırlı eylesin inşâAllah.”
İşte Ahmed Kalkan Hoca kardeşimin ölümünden bir hafta sonra bu değerlendirmeyi yapmıştım. Ama maalesef, Ahmed Hoca’dan kısa süre sonra onun bıraktığı emanete sahip çıkma ve aynı İslamî sorumluğu ondan sonra dirayetle sürdürme konusunda geride kalan kardeşlerimiz büyük bir zaaf gösterip yine ilkesel ve fikrî boyutu olmayan tamamen nefsânî sebeplerle ayrılığa sürüklendiler. Yani Ahmet Kalkan Hoca ile başlattığımız bütün vahdet çalışmalarımız, birincisindeki ilkesel ayrışma hariç, hepsi nefsânî sebeplerle akamete uğratıldı. İster hoca konumunda, isterse cemaatin içindeki kadroların önde gelenlerinden olsunlar, nefsânî geçimsizlikler ya da öfkeli dışlamalar sonucu vahdete zarar verenler, ahirette hesabını vermekte zorlanacakları büyük bir vebalin altına girmişler, dünyada da mü’minlerdeki güveni sarsmışlardır.
Bütün bunlardan sonra vardığım sonuç şudur; Müslümanlar küçük gruplar halinden çıkıp Nebevî yöntemdeki konumuna uygun kuşatıcı bir cemaat olmanın sorumluluklarını taşıyabilecek bir nitelik ve kaliteye henüz ulaşamamışlardır. Ancak her şartta yeni hamleler yapmak ve yeni başlangıçlara yönelmek zorunda olduğumuzun bilinciyle, ortaya çıkan zaaf ve nitelik sorunlarımızı da telafi ve tedavi ederek, umutsuzluğa ve yılgınlığa düşmeden yeni umutlar yeşertmek için seferberlik halinde olmalıyız.
İşte bu umutla, yaklaşık on aydır taraflarla gerek yakından görüşerek gerekse yazışmayla yaptığım temaslarla, bu büyük yanlıştan dönmelerini sağlamaya çalıştım. Halen de umudumu tamamen yitirmiş değilim. İnşâAllah kardeşlerimiz, ayrı ayrı Ahmed Kalkan hocayı anma ve anlama geceleri düzenleyeceklerine, yani Ahmed Hocayı ve mücadelesini başkalarına anlatmaya çalışacaklarına, öncelikle kendileri el ele verip birlikte Ahmet Hocayı anlamaya çalışmalı ve onun bıraktığı emanete Allah’ın da Ahmet Hoca’nın da razı olacağı biçimde birlikte sahip çıkarak bu ayrılık fitnesinden kurtulmayı başarmalıdırlar. Bu konuda ayırım yapmadan, birlikte olmaları gerekirken bugün iki taraf gibi görünen kardeşlerimizi kucaklayarak şu çağrımı tekrarlıyorum; Ne olur kardeşlerim, bir an önce bu büyük yanlıştan dönüp şeytanı üzüp mü’minleri sevindirecek ve Allah’ı ve Ahmet Hocayı da razı edecek kardeşliği yeniden tesis edin. Bu konuda bize düşen her hizmete ibadet bilinciyle koşacağımızdan emin olun.
Kardeşlerim, Ahmed Hoca son derece mütevazı ve Kur’an ahlakını kuşanmış olarak yaşadığı hayatının sonunda, ardında mal, mülk, servet gibi şeyleri miras bırakmadı.
- O ömrünü Allah için yaşayıp hayatını ibadet kılarak vahye şahidlik yapan güzel bir dava adamı örnekliğini ve her biri ciddi bir emek mahsulü olan onlarca ilmî eserini bıraktı.
- “Kur’an’ı hakkıyla tilavet edip hayatı Allah’a secde ve rüku ettirmek ve Allah yolunda takvayı hakkıyla kuşanıp hakkıyla cihad etmek nasıl olmalı, Kur’an ile büyük cihad olan tevhidî davet ve eğitim mücadelesi nasıl yapılmalı?”nın örnekliğini bıraktı.
- İstikametin korunması konusunda titiz ve tavizsiz olmanın, ilkeli ve tutarlı bir Müslim olmanın gereklerini, kitap, makale ve sohbetlerinde ifade ederek ve en önemlisi de hayatında örnekleyerek miras olarak bıraktı.
- Mü’minlerin parça bölük olmamaları, mutlaka tevhid ortak paydasında vahdet oluşturarak güç birliği yapmaları, davetin muhataplarına güven veren ve çevresine de umut olan kuşatıcı ve örnek bir cemaat halinde olmaları gerektiğinin bilincini ve bu uğurda verdiği mücadeleyi miras ve emanet olarak bıraktı.
- Nefsânî sebeplerle ayrılığa düşüp dağılmamaları, şeytanı sevindirip mü’minleri üzecek, sonunda da Allah’ın rızasını kaybettirecek fitnelerden kaçınmaları gerektiğinin şuurunu ve güzel örnekliğini miras ve emanet olarak bıraktı.
Rabbimiz hepimize, Vahyin ve Rasûlün (s) güzel örnekliğinin belirleyici olduğu İslam’ı tıpkı Ahmed Hocamız gibi Kur’an ve sünnetten öğrenip yaşamayı ve hayatımızı ibadet kılmayı lutfetsin. Bu bağlamda Ahmet hocanın bıraktığı bu miras ve emanetlere sahip çıkarak şeytanı üzüp Allah’ı razı edecek biçimde Kur’an’ın ve Rasûlün ahlakını kuşanmayı, mü’minlere umut olacak bir vahdet halinde bulunmayı, nefsânî çatışmalardan arınarak Allah’a adanmayı, mü’min kardeşlerimize karşı merhametli, şefkatli ve âdil olmayı başararak yüzümüzün akıyla huzuruna dönmeyi nasip etsin inşâAllah.
Hayat ve hidâyet Kitab’ı olan Kur’ân’ı hakkıyla okuyarak ona iman edenler, Allah’tan gelen sahih bilgi ve ilme ulaşanlar, akletme kabiliyetini kullanarak yaratılışı, dünya hayatını, imtihanı, ölümü, hesap gününü ve bütün bunların Sahibini, vahyin belirlediği boyutlarıyla kavrayabileceklerdir. Böylece kısacık dünya ömrünün bir imtihan alanı olduğu bilinciyle hareket ederek âhirete hazırlık yapabilecek ve hüsrâna uğramaktan kurtulma umudunu yakalayabileceklerdir.
Akleden herkes fark eder ki, ömürler, ne kadar da çabuk geçiveriyor. On yıllar, su gibi akıp bitiveriyor. Hepiniz de kendi hayatınızda fark etmişsinizdir, dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu ve ne kadar da çabuk bitiverdiğini. Kur’ân’da da, bu kısalığa birçok atıf vardır. İnsanlar dünyadayken, Allah’a döndürülüp hesaba çekilmeyecekmiş ve ömürleri hiç bitmeyecekmiş gibi sorumsuzca yaşarken, âhirette ise dünyada “bir gün ya da daha az kaldıklarını” ifade ederler. İşte ömrün bu kısalığını, dünyadayken fark edip ömür bitmeden Allah’ın vahyine uygun yaşamak ve âhirete hazırlanmak gerekir.
O halde, ölüm bize de gelmeden, ahiretimize zarar verecek olan bu bölünme fitnesinden kurtulmak için el ele verelim. Öncü konumunda olanlarımız, Ahmed Kalkan örnekliğinde de olduğu gibi, aslında farkında bile olmadan nefsaniyetin yol açması muhtemel bir zaafa kapılarak öfkeli davranmak yerine, İslamî ahlakın gerektirdiği mütevazılığın icabı merhametli, affedici ve kuşatıcı olması gerektiğinin bilinciyle davranmalıdırlar. Cemaat üyelerinden bazılar, nefsimize çok ağır gelebilecek bir söz ve eylemde bile bulunsalar, öncü konumundaki Müslümana düşen hemen tepki gösterip dışlamak asla olmamalı, tam tersine merhametle kucaklayarak onu yaptığı yanlış konusunda mahcup eden bir üslupla cemaatin içinde tutma gayreti öne çıkmalıdır.
Cemaat müntesiplerinin de öncü konumundaki abi ya da hocalarına karşı dik kafalı ve rencide edici üsluplar kullanmak yerine yine mütevazı bir üslupla saygılı davranarak meramlarını ya da eleştiri ve itirazlarını hikmetli bir biçimde ifade etmeyi öğrenmeleri önemli sorumluluklarıdır. Her iki konumdaki Müslümanlar da insan olmanın getirdiği zaaflara düşerek bu konularda yanlışa düştüklerinde ise, hemen İslamî sorumluluk bilinci ve İslâmî ahlakın gereğini yerine getirip kardeşinden helallik isteyerek kucaklamayı ve bu tür zaafların kalıcı bir gerginlik sebebiyle İslam cemaatini çürütüp bölünmelere kadar sürüklemesine fırsat vermemeyi öğrenmek ve imânî bir sorumluluk olarak bu ahlakı içselleştirmek zorundadırlar.
Öncü ya da cemaat müntesibi hiçbir kişinin nefsânî arzu ve istekleri, İslam’ın ve İslam cemaatının üzerinde değildir. Cemaat öncüsünün de cemaatin diğer kadrolarının da haddi ve hududu vardır ve bu hududu Rabbimizin ayetleri ve Rasûlünün güzel örnekliği belirlemiş bulunmaktadır. Öncüler, bu hudutlar içinde kalarak hareket etmeli ve ben merkezci bir tutumla ferdi nefsânî tercihlerini dayatarak değil İslâmî ölçülerde şûra kararlarına dayanarak yönetmelidir. Cemaatin tüm kadroları da aynı ölçülerle bağlı olarak şûra kararlarına itaat etmelidir. Her kim İslamî mücadeleye ve İslâm cemaatine bir zarar gelmemesi için nefsini ve nefsânî arzularını bastırıp Allah rızası için nefsinden fedakârlık ederek İslâmî ölçülere teslim olursa Allah katında o kazanır.
Değerli kardeşlerim, tıpkı Ahmed Hoca gibi işte bu bilinç ve ahlakı kuşanıp birlikte yardımlaşarak Ahmed hocanın öncülüğünü yaptığı hizmetleri, tevhidî davet, eğitim ve Kur’an neslini, İslam toplumunu inşa çalışmalarını daha ileriye götürmek için birlikteliğimizi yeniden inşa ederek fedakârlıklarda yarışalım tâ ki ölüm bize de gelene kadar. İnanın ki kardeşlerim, dünyevî ve nefsânî hiçbir hesap ve beklentinin, ahiret ve hesabın hakikati karşısında herhangi bir değeri yoktur. Ve bu kısacık dünya hayatı, dünyevî ve nefsânî kavgalarla ahirette hesabı verilmeyecek zaaflara sürüklenmeye ve sonsuz ahiret hayatına zarar vermeye asla değmez.
Son olarak bir daha dua edelim, değerli Ahmed Kalkan Hocamıza Allah rahmet eylesin, günahlarını bağışlasın ve mekânını cennet eylesin inşâAllah. Rabbimiz bizlere, onunla birlikte sürdürdüğümüz mücadeleyi aynı sorumluluk bilinciyle, asla yavaşlamadan ve aksatmadan, birlikteliğimizi yeniden inşa ederek ölüme kadar sürdürmeyi nasip etsin inşâAllah.
Allah bizlere de, onun gibi, İslamî tüm sorumluluklarımızın bilincine varmayı ve bu sorumlulukların gereğini hakkıyla yerine getirerek adanmış mü’minlerden olmayı ve onun gibi fedakârca hayırlarda yarışıp mübarek rızasını kazanmayı ve sonunda da yüz akıyla huzuruna dönmeyi nasip etsin inşâAllah.”
Mehmet Pamak hocamızın, yukarıdaki açıklamalarına aynen katılarak, bu âdil, merhametli ve kuşatıcı açıklama ve nasihatlerden kardeşlerimizin istifade etmesi için dua ediyor, hayırlara vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.
İLKAV
İlmî ve Kültürel Araştırmalar Vakfı