İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Gazze'ye yönelik Siyonist terör devleti saldırıları sebebiyle bir açıklama yayınladı.
Pamak; Siyonist katilleri ve başta ABD, AB olmak üzere suskun kalan, destekleyen emperyalist devletleri, bölgedeki edilgen işbirlikçilerini ve uluslararası kuruluşları protesto ve tel'in eden açıklamasında “Mübarek Mescidlerimizin de, Kudüs ve Filistin'in de, topyekun Ümmetin de kurtuluşu için; yüz yıllarca terk edilmiş bıraktığımız Kur’an’a (Hablullah'a) topluca yeniden sarılıp Allah'ın yardımını hak edecek hali yeniden kazanmamız gerekir” dedi.
İLKAV Basın Açıklamasının Tam Metni:
65 Yıllık Siyonist İşgal, BM ve Batı Desteğinde, İşbirlikçi Bölge Ülkelerinin Güvencesi Altında Mazlum Filistin Halkının Kanını Dökerek Sürdürülüyor
“Filistin topraklarını, Mescid-i Aksa ve Kudüs’ü işgal edip 65 yılı aşkın bir zamandan beri o toprakların aslı sahibi Müslüman halkın kanını akıtan terörist İsrail, halk ayaklanmaları sürecinde bölgede Müslüman halkların iradelerinin belirleyici olacağından çok korkmuş, telaşa kapılmıştı. Özellikle de Mısır ve Suriye’de kendisine sıkıntı çıkarmayan, tam tersine yardımcı olan despot yönetimler yerine, Müslüman halkın iradesiyle İhvan hükümetlerinin ortaya çıkacağı ve iki taraftan kuşatılacağı korkusu ve Filistin Müslüman halkının bu kardeşleri tarafından yardım göreceği endişesi içinde iyice paniklemişti.
İşte terör devleti tam böyle haldeyken imdadına başta Amerika ve AB olmak üzere hamileri olan emperyalist devletler ve bölgedeki işbirlikçileri despot yönetimler (Suudi Amerika, Körfez ülkeleri) yetiştiler. Mısır’da alçakça bir darbe yaptırarak İsrail dostu faşist generalleri yönetime getirdiler. Amerika ve İsrail köpeği generaller, bir yandan Mısır’da alçakça bir katliamla on bini aşkın Müslüman’ı katlederek, geri kalanları da öncü şahsiyetler yönelik kitlesel idam kararlarıyla bastırmaya, silahsız direnişten vazgeçirmeye, adalet, hak ve özgürlük taleplerini susturmaya çalışırken, bir yandan da Hamas’a karşı düşmanca davranıp, Gazze’nin can damarı, nefes borusu olan tünelleri ve Refah kapısını kapatarak terör devletine büyük destek verdiler.
Aynı Batılı emperyalist güçler, doğulu emperyalistlerle “yeni soğuk savaş oyunu” senaryosunda danışıklı dövüşle, bir yandan darbeyle Mısır’ı İsrail için tehdit olmaktan çıkarırken, diğer yandan da Suriye’de direkt ya da susarak dolaylı destek verdikleri Esed katilinin Müslüman Suriye halkına soykırım uygulamasını teşvik ederek, orada da bir diğer İhvan yönetiminin ortaya çıkmasını engelleyerek İsrail’e ikinci bir hediyeyi sundular. İşte böylece terörist İsrail’i iki taraftan Müslüman İhvan yönetimleriyle kuşatılma riskinden kurtarıp güvence altına alarak, onun vahşi işgalini sürekli kılmak için, hem Filistin, hem Suriye, hem de Mısır’da yüz binleri aşan katliamlarla, milyonları aşan sürgün ve mülteci yığınları oluşturarak, Müslüman halkı kitlesel idam kararları ve yasaklarla kuşatarak tam bir vahşet ve baskı rejimlerini alçakça sürdürüyorlar.
Bugün artık bölgede üç mescidimizi işgal altında tutan işgalci terör devletleri İsrail ve Suudi Arabistan(Amerika) birbirleriyle de yardımlaşıyorlar. Darbeyle Mısırı işgal edip Müslümanları katleden faşist general Amerikan köpeği Sisi’yi her ikisi birlikte destekleyip ortak düşman gördükleri İhvan’a saldırtıyorlar. Alçak Suudi çetesi ve Körfez emirliklerinin zalimleri, Müslüman halkların kaynaklarından çaldıkları milyarlarca petro-dolarlarını Mısırlı Müslümanları daha çok katletsin ve İsrail’e destek versin diye Siyonist yandaşı faşist generale aktarıyorlar. Böylece üç mescidi işgal altında tutanlar, İslam ve Müslüman düşmanlığında birleşip, faşist Mısırlı generallere destek ekseninde dolaylı olarak da olsa yardımlaşıyorlar.
Suriye ve Mısır'da İHVAN'ın Önünün Kesilmesi,
ABD, AB'nin Direkt, BM'in Dolaylı Desteği Siyonist Katilleri İyice Azgınlaştırmıştır
Suriye ve Mısır Müslümanları İsrail'in istediği gibi ekarte edilince, Siyonist terör devletinin korkulu rüyası olan İHVAN yönetimlerinin bu iki ülkede söz sahibi olması engellenince ve "Arap Baharı" olarak nitelenen Halk ayaklanmaları eğiliminin önü Mısır, Suriye, Ürdün, Yemen vb ülkelerde kesilince katil Siyonistler daha azgın biçimde Filistinli Müslümanları sıkıştırmaya başladılar. Üstelik İran'ın ve Hizbi Lübnan'ın bile katil Esed saflarında savaşa iştirak etmesi, ayrıca İran destekli Maliki diktatörlüğünün dayanılmaz zulümleri sonucunda Suriye, Irak ekseninde bir mezhep savaşına doğru zemin kayması yaşanınca (Allah daha beterinden muhafaza eylesin), farklı İslami Sünni grupların bile birbirini katletmeye doğru kışkırtılıp bu konuda sonuç alınması, Siyonist terör devleti yöneticilerinin özgüvenlerini ve cesaretlerini daha da arttırdı. Artık Suriye ve Mısır İHVAN'ına yapılanların benzerini, ABD; AB, Ürdün ve Sisi desteğinde HAMAS'a karşı da gerçekleştirip onu tamamen tasfiye edebileceklerine, Filistin direnişini kırabileceklerine inandılar. Mısır'da İHVAN'ı tasfiye planı başlatan darbeci Sisi'ye destek veren ABD, AB, Rusya vb emperyalist güçlerin ve onların güdümündeki BM'in, kendisinin İHVAN'ın Filistin'deki kardeşi HAMAS'ı tasfiye etme, yok etme saldırısına karşı da sessiz kalacaklarının, hatta destek vereceklerinin güvencesi altında yeni provokasyonlara girişti.
Bugün gelinen noktada yanılmadığını fiilen de gören İsrail terör devleti çeteleri, umdukları ve buldukları büyük Batı desteği altında, önce Mescid-i Aksa'yı zaman ve mekan bazında Yahudilerle Müslümanlar arasında bölme planlarını uygulamaya koydular. Mescidi Aksa'ya girişleri denetim altına aldılar ve Mescidi zaman zaman Yahudilere açıp çatışmalar çıkardılar. Ayrıca yeni yerleşimler gerçekleştirerek işgallerini daha da ilerletmeye çalıştılar. Yani sürekli saldırgan taraf oldular, tahrik edici provokasyonlar yaptılar. Sonuçta da zaten kuşatma altında tuttukları, her türlü imkânsızlıklar içinde sefalete mahkum ettikleri Gazze Müslüman halkına karadan, havadan, denizden saldırıya geçtiler. Çoğu çocuk ve kadın olan yüzlerce masum sivil insanı alçakça katlettiler ve daha fazlasını katletmeyi sürdürüyorlar. Sahilde oynayan çocukları bile füzelerle parçalayacak kadar vahşi bir saldırıyı tüm dünyanın sessiz, hatta destekleyen bakışları altında sürdürüyorlar. İnsanı, fıtratını bozarak hayvandan aşağı düşüren modern seküler şirk paradigmasının ürettiği sapkın kültürün kaçınılmaz sonucu budur; zulüm, haksızlık, sömürü ve adaletsizlik. Bu sebeple, Batının bölgemizdeki terörist Siyonist temsilcisinin bu vahşi katliamına itiraz eden, eleştiren, kınayan ve Siyonist katillere yaptırım için harekete geçen tek bir uluslararası kuruluş ve devlet çıkmıyor.
Türkiye'deki Gezi vandalizmine yönelik polis müdahalesine gösterdikleri tepkinin çok düşük bir versiyonunu bile, Siyonistlerin en güçlü silahlarla gerçekleştirdikleri bu vahşi saldırısı ve çocuk katliamı karşısında gündeme getirmiyorlar. Başta ABD ve AB olmak üzere bütün emperyalist devletler ve onların güdümündeki başta BM olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlar, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işlenen ağır insanlık suçunu kınamak ve engellemeye kalkmak yerine, hep birlikte "İsrail'in savunma(!) (saldırı) hakkını(!) destekliyoruz, ama katliamda fazla ileri gitmese iyi olur" kabilinden zalimden yana alçakça açıklamalar yapıyorlar. İslam coğrafyasındaki tüm krallık, şeyhlik, diktatörlük yönetimleri ise zaten batılı emperyalist efendilerinin kâhyaları olarak ya İsrail'i doğrudan destekliyorlar ya da suskun kalarak dolaylı biçimde zalimin safında yer almış bulunuyorlar.
Türkiye'nin, Sert Çıkışlarını Sözde Bırakarak İsrail'e Destek Politikalarını Sürdürmesi Siyonist Terör Devletinin Özgüvenini ve Şımarıklığını Arttırıcı Bir Rol Oynamıştır
Türkiye ise; Batıya, NATO'ya ve demokrasisine güvenerek Suriye ve Mısır'lı Müslümanları, birincisini silahlı mücadeleye, diğerini demokratik seçimlere girmeye yönlendirerek, daha sonra da Batıdan yediği kazıkla ortada yalnız bırakılmakla bölgedeki ortamın İsrail lehine bir konuma gelmesine istemeyerek de olsa dolaylı katkı sunmuş oldu. İsrail'in tüm kuşatma ve vahşetinin devam ettiği süreçlerde "one minute"i sözde bırakarak, ticari ilişkilerini zirveye çıkararak, askeri silah ve eğitim anlaşmalarını sürdürerek son derece tutarsız ve İsrail üzerinde tesirini giderek yitiren bir konumda yer aldı. Aynı süreçte Türkiye yönetimi, İsrail terör devletinin 25 yıldır kapısında beklediği OECD üyeliğini kolayca onaylayıverdi. Oysa Türkiye'nin OECD'deki veto hakkı, OECD üyeliğine hayati önem atfeden İsrail üzerinde baskı kurmak için eşsiz bir fırsattı. Buna rağmen AKP Hükümeti, "Müslüman kuruluşların" bütün veto etme çağrı ve uyarılarına rağmen karşılığında Gazze'ye yönelik zalim ambargonun kalkması gibi (bu üyeliğe nazaran çok daha küçük kalacak) bir karşılığı bile istemeden hediye kabilinden onaylayan tutumuyla İsrail'e büyük destek verdi. İsrail terör devleti yönetimi ise, 'OECD üyeliği bizim için tarihi bir zaferdir, rüyamız nihayet gerçek oldu' söylemleriyle bayram yaptı.
Sert çıkışları sözde bırakarak bunları yapan AKP Hükümeti aynı şekilde, Malatya Küreciğe İsrail'e yönelik saldırıları önleme amaçlı "NATO füze kalkanı" radarını yerleştirip bu radar üssünden İsrail ile sürekli istihbarat paylaşarak da terör devletine destek, bölge halklarına ise güvensizlik veren başka çelişkili politikalara da imza atmıştır. Bilindiği üzere daha önce de Suriye ile İsrail'i uzlaştırmaya çalışmakla, İsrail'e benzer destekler vermişti. Yani AKP Hükümeti, geçmişten bugüne bölgenin Müslüman halklarının aleyhine İsrail'in lehine olan bu önemli desteklerle Siyonist katillerin özgüven, şımarıklık ve azgınlaşma katsayısını arttıran katkılar sunmuş oldu. Bu büyük çelişkiler, Erdoğan'ın sert açıklamalarının; katil İsrail tarafından Türkiye yönetiminin "halkının gazını alma" amaçlı çıkışları olarak görülmesine ve ciddiye alınmamasına sebep olmuştur. Sonuçta da söz konusu çelişkili politikalar eşliğinde gündemleşen bu tür sert söylemler, halkın gazının alınmasına yarasa da, terör devleti açısından anlam ve tesirini kaybetmiş, hatta onun daha da azgınlaşmasına yol açmıştır.
Türkiye'nin Kemalist, sol, liberal muhalefeti ve medyası ise, emperyalist İslam düşmanlarının doğal işbirlikçileri olarak, Suriye'de Müslüman halka karşı Esed despotizmini, Mısır'da ise darbeci Batı uşağı Sisi'yi desteklemekte, HAMAS'ı ise "terörist" sayarak İsrail saflarında yer almaktadırlar. Bugün muhalefetin önemli bir parçası ve mihmandarı konumuna gelen Gülenist yapı ise "Güneydeki güzel ülke"(!)yi Filistin topraklarında ve Mavi Marmara katliamını yaptığı uluslararası sularda bile meşru otorite kabul etmektedir. On binlerce mazlum Filistinlinin katili Şharon'u dahi ölümünden sonra övgüyle anıp taziye yayınlayan bu kesimin lideri, bugün Gazze'ye saldırıp yüzlerce masum sivil insanı, kadınları ve çocukları katleden İsrail'i kınayan tek cümlelik bir açıklama bile yapmamıştır. Emperyalizm güdümlü muhalefetin çatı adayı bile, kendisini atayanların izinde "İsrail ve Filistin halkı arasında tarafsız olunması gerektiğini", zalim Esed'in katliamından kaçan mazlum Suriye halkına kapıların açılıp Türkiye'ye kabul edilmelerinin doğru olmadığını bile söyleyebilecek kadar insani erdem ve değerlere aykırı bir yerde durabilmektedir.
Sonuçta, bütün seküler dünyanın İslam düşmanlığı ortak paydasında Haçlı kiniyle birlikte hareket ederek İslam'a ve Müslümanlara saldırdıkları bu süreçte bölge ülkeleri; ya Hak ve halk düşmanı işbirlikçi despot yönetimlerin baskısı altındadırlar ya da Türkiye'de olduğu gibi görece daha özgür ve görece daha bağımsız bir konum söz konusu olsa da, muhalefetin İslam düşmanlığıyla despotlardan, darbecilerden yana tutumu, iktidarın ise politikalarındaki çelişki ve tutarsızlıklarla söylemde bırakılan sert çıkışların tesirsizliği sebebiyle edilgen bir oyalanma içindedirler.
Müslümanlar Olarak Sorumluluklarımızı İdrak Edip Gereğini Yerine Getirmeliyiz
İslam coğrafyasında yaşayan halklar bugün ancak sosyolojik anlamda ümmet olarak nitelendirilse de, ıstılahi anlamıyla ümmet olma vasıflarını kaybederek cahiliye yığınları haline gelmiş, geleneksel ve modern cahiliyenin karanlıklarında izzet ve güçlerini yitirmiş bulunmaktadırlar. Bu halklar içindeki diriliş öbeklerinin çabaları da henüz bu karanlığı aydınlığa çevirme potansiyeline ulaşamamıştır. Bu sebeple İslam coğrafyasındaki parçalanmış, tevhidi niteliğini kaybetmiş yığınlar Allah’ın yardımına müstahak bir tevhidi toplum, Allah'a ve Resulüne (s), vahye teslim olmuş bir ümmet haline gelememiştir. Bilmeliyiz ki, Ümmetin onuru olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşunun yolu ümmetin kurtuluşundan geçiyor. Kudüs’ün kurtuluşu, Ankara, kahire, Riyad, Mekke, Şam, Bağdat vb…nin kurtuluşuyla bağlantılıdır.
Kudüs ve Mescid-i Aksa ancak vahyin egemenliğine geçtiğinde hakiki anlamıyla kurtulmuş olacaktır. O halde Kur’an’ı terk edilmiş bırakanların, Kur’an’ın belirlediği ilke ve kimliklerini kirletenlerin, imanlarına zulüm (şirk) giydirip ümmet bilinci yerine ulusalcı kirlenmeler yaşayanların bu kurtuluşu sağlamaları mümkün değildir. Bugün, halkı Müslüman ülkelerin başkentlerinin tamamına yakını Vahye aykırı yönetimlerin hakimiyetinde, ülkelerini ve toplumlarını tevhide aykırı, ümmet bilincini dışlayan cahili ulusalcı batıcı sistemlerle yönetiyorlar. İşte tüm bu cahili devletler, bugün İsrail terör devleti ve hâmisi ABD ile şu veya bu biçimde işbirliği içindedirler.
Bu sebeple biz Müslümanlar, bir yandan, İslam düşmanlığı ortak paydasında toplanarak mazlum kardeşlerimize azgınca saldıran bu küresel korsanlara ve bölgemizdeki uzantılarına (İsrail terör devletine ve despot yönetimlere) karşı Filistin halkının yanında yer almalı, topyekun yardım ve destek seferberliği içinde olmalıyız. Diğer yandan da, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram neden işgal altındaysa ümmetimizin de aynı sebeple bu zulüm ve zillete duçar olduğunun bilinciyle, bu hale yol açan asıl sebebi idrak etmeli ve bu hali ıslah için harekete geçmeliyiz.
Bu sebeple kendimize sormalıyız; birinci kıblemiz Mescid-i Aksa ve Kudüs neden 65 yılı aşkındır işgal altında? Aynı şekilde en önemli mescidimiz sürekli kıblemiz Mescid-i Haram ve hicret diyarının Mescid-i Nebevisi neden yaklaşık bir asırdır Suudi çetesinin işgali altında ve neden bir türlü kurtulamıyorlar? Hemen ikinci bir soru daha soralım; ümmet neden yüzyıllardır bunca zulüm ve zilletin kuşatması altındadır. Bir başka soru daha; Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram Müslümanlar için neden mübarek ve değerlidir? Ümmet daha önce neden izzetlidir, neden galip ve muzafferdir?
İşte tüm bu soruların cevabında hep Kur’an vardır, Hablullah’a topluca sarılıp sarılmamakla ilgili halimiz vardır. Çünkü Allah bu mescidleri mübarek kıldığını Kur’an’da beyan etmiştir de ondan, yani Kur’an’daki bu beyan sebebiyle Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram mukaddestir, değerlidir. Aynı şekilde Ümmete izzet ve şeref, anlam ve değer kazandıran da aynı kitap Kur’an-ı Kerimdir. O zaman apaçık bir şekilde ortaya çıkıyor ki, Mescid-i Aksa’nın ve Mescid-i Haram’ın işgal altında olmasının sebebi de, ümmetin zulüm ve zillet altında olmasının sebebi de aynıdır. Ümmet uzun tarihsel süreçte, Kur’an’ı mehcur/terk edilmiş bırakarak, Resulün ve ilk Kur’an neslinin güzel örnekliğinden, mücadele sünnetinden uzaklaşıp önce geleneksel cahiliyeyi üreterek, sonra da modern cahiliye ile uzlaşarak, Allah’ın yardımını müstahak olacak halini kaybetmiştir. Bu süreçte tevhidi niteliğini ve vahdetini kaybederek parçalanmış, birliğini, zindeliğini ve gücünü kaybederek sömürge olmaya, zulüm altına girmeye ve zillete sürüklenmeye müsait hale gelmiştir.
Mehcur Bıraktığımız Kur'an'a Yeniden Hicretle
Ümmeti Vahiyle İnşa Edip İlahi Yardımı Hak Etmeliyiz
Şimdi hem öncelikle Ümmetin izzetli günlere dönmesi de, sonra ümmetin onuruyla özdeş olan Mescid-i Aksa ve Mescidi-i Haram’ın kurtuluşu da mehcur/terk edilmiş bırakılan Kur'an'a dönmekle birebir ilişkilidir. Yani Ümmetin onuruyla özdeş olan mübarek mescidlerin kurtuluşu, öncelikle Ümmetin kurtuluşu ve izzetli günlere dönmesine bağlıdır. Bu sonuç da, yaşanan zillete düşmeye yol açan Kur’an’ı ve sünneti terk etmeye dair büyük sapmadan dönülmesine bağlıdır. Ümmetimiz tarihsel süreçte üretip tutunduğu ve kendisini zillete düşüren cahiliye iplerini bırakıp, Hablullah olan Kur’an'a yeniden topluca (vahdet halinde) sarılmayı başarabilir ve yeniden vahiyle inşayı gerçekleştirebilirse, izzetli ve onurlu günler inşallah geri gelecek ve tevhid akıdesinde vahdetini sağlamış "Hizbullah" olma vasfı kazanmış ümmete Allah’ın izni ve yardımıyla hiçbir güç galip gelemeyecektir (Muhammed 7, Ali İmran 160, Maide 56).
İşte o gün, ikisi de kuruluşlarından itibaren hep mazlum yerli halkların kanlarıyla beslenen vampir devletler olan ikiz terör devletleri Amerika ve İsrail de, onların destekçisi olan diğer emperyalist güçler ve bölgedeki işbirlikçileri de bu kadar cüretkar ve cesaretli olamayacaklardır. İşte tüm bu zalimler, katiller, işgalciler, ümmet Kur’an’a yeniden sarılıp Allah’ın yardımına ve izzete kavuştuğu gün, inşallah kaçacak delik arayacaklardır. Çünkü hadlerini bildirip terbiye edecek, gerektiğinde cezasını verip cehenneme uğurlayacak İslam Ümmeti Allah’ın vaat ettiği yardımını hak ederek, O’nun izniyle mutlaka galip gelecektir.
Ümmetin onuruyla özdeş olan ve işgal altında bulunan üç mübarek mescidimiz de işte o zaman yine Allah’ın izni ve yardımıyla kurtulacak, tekrar Kur’an’ın gölgesinde Mü’minlere kucak açmaya devam edeceklerdir. Filistin, Suriye ve Mısır halklarını katleden, mübarek Mescidlerimizi işgal altında tutan terörist İsrail’in de, despot Baas rejiminin de, katil Amerika’nın da, onların köpeği olan Mısırlı darbecilerin ve Suudi çetelerinin de zelil olduğu, ağır yenilgiler aldığı görülecek, bölge halklarının üzerindeki tahakküm ve zulümleri inşallah son bulacaktır. Allah'ın ve tüm lanet edicilerin laneti bu zalimlerin, emperyalistlerin, işgalci Siyonistlerin üzerlerine olsun inşallah.
Müslümanlar olarak bizlerin bugünkü büyük sorumluluğumuz; bir yandan ümmetimizi vahyin aydınlığında izzetli geleceğe taşıyacak tevhid yolunun taşlarını sabır ve azimle döşerken, diğer yandan da bu davanın topyekun ümmetin davası olduğu bilinciyle, hepimizin ortak davasını zayıf bırakılmış cılız omuzlarında onurla ve büyük fedakarlıklarla taşımaya çalışan Filistinli kardeşlerimizin yanında yer almaktır. Yani bir yandan Kur'an ayı olan bu Ramazan'da yeni bir ivme kazandırarak vahiyle ümmeti yeniden inşaya daha fazla yoğunlaşmalıyız. Diğer yandan Filistin'de asimetrik kelimesinin bile izahta aciz kaldığı imkansızlıklar içinde hepimizin onurunu savunmaya çalışan ve yüzlercesi şehadete koşarak onurlu bir direniş gerçekleştiren kardeşlerimize maddi, manevi destek ve yardım gayreti içinde olmalıyız. Allah (c) onlardan razı olsun ve onların yardımcıları olsun, bizleri de bu fedakar kardeşlerimizin yardımcıları kılsın inşallah. Bunun için, başta dua olmak üzere, çok boyutlu maddi ve manevi yardım ve desteklerde bulunmamız gerektiğini idrak edip, gereğini büyük bir sorumlulukla ve ibadet bilinciyle yerine getirmek üzere sürekli bir seferberlik halinde olmalıyız.”
Mehmet Pamak – İLKAV Başkanı