İstikameti Korumada Titiz, Akıdeye Sadakatte Tavizsiz Bir Müslüman Tevhidî Mücadelede Fedakâr Dava Adamı, Kardeşim Ahmed Kalkan
Bismillâhirrahmanirrahîm
“innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” – “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz/(Allah’a aid kullarız) ve şüphesiz O’na döneceğiz”. (Bakara, 2/156).
Allah’a aid ihlaslı bir kul olan, Hak yolunda yol arkadaşım, tevhide davet mücadelesinde birlikte olduğum kardeşim Ahmed Kalkan hoca, En’am Sûresi 162. ayet gereğince “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” inancıyla bütün hayatını âlemlerin Rabbi Allah için yaşayıp sadece O’na itaat ve kullukla geçirdiği ömrünü tamamlayıp ilahi takdire teslimiyetle Rabbimize döndü. Bu kısacık imtihan dünyasında her nefis, Rabbimizin takdir ettiği kadar bir ömrü yaşayıp dünyada edindiği her şeyi burada bırakarak geldiği gibi “tek başına” Allah’a dönecektir. (Ankebut, 29/57). Rabbimiz bu güzel mü’mine, Allah’a adanmış bir dava adamı olan Ahmed Hocamıza rahmet ve mağfiret eylesin inşaAllah.
Birilerinin iftira edip “Allah’ın rahmeti herkesi kuşatır” yalanını söylediklerini ve dünyada Allah’a, Rasûlüne ve İslam şeriatına karşı savaş açmış ölülere bile “rahmet” duası yaptıklarını ibretle izlediğimiz günlerde bir daha altını çizelim ki, “Allah’ın rahmeti herkesi kuşatmaz”. Allah (c), rahman ve rahim sıfatları gereğince dünyada ayrım gözetmeden bütün varlıklara rahmet ederken (onları yaratır, rızıklandırır, yaşatır), âhirette ise sadece mü’minlere rahmet eder ve kurtuluşa ulaştırır. Öncelikle ölümden önceki ömür boyunca Allah’ı razı edecek amellerle hayatımızı ibadet kılarak, O’nun rahmetini hak etmek gerektiğini bizzat Rabbimiz bildirmektedir. Rabbimiz, ancak inzal ettiği mübarek Kitab’a uyan ve Allah’ın azabından sakınarak emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle hayatını ibadet kılanların rahmetine kavuşmayı umabileceklerini bildirmiştir. “Ve etîullâhe ver rasûle leallekum turhamûn.” “Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-i İmran, 3/132). “ve hêze kitabun enzalnâhu mübarekun fettebiuhu vetteku leallekum turhamûn.” “Bu/(Kur’an) da indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O’na uyun ve (Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk biniciyle bu kitaba uygun bir hayat yaşayarak azabından) sakının ki merhamet olunasınız.” (En’âm, 6/155).
Bizler şahidiz ki, Ahmed Kalkan kardeşim, süreklilik arz eden çok ağır hastalıklarına rağmen son derece fedakârca çabalarla bıkmadan, yorulmadan, yılmadan ve ertelemeden ölüme kadar, Allah’a ve Rasûlüne itaat üzere bir hayat yaşayarak ve başkaları da hidayete ulaşıp kurtulsunlar diye adeta gece gündüz çırpınarak Allah’ın rahmetini hak etmeye çalıştı.
Hac Sûresi 77-78. âyetlerde emredildiği üzere, sadece teorik olarak iman etmekle yetinmeyip iman iddiasının ispatı mahiyetinde Müslim olmaya ve hayatını Allah’a secde/itaat ve rükû/boyun eğdirmeye dair salih ameller için sürekli seferberlik halinde oldu. Yani onun duası kabul oldu ve elhamdulillah secde halineyken, hayatını Rabbine secde ettiren bir mücadele sürecindeyken vefat etti.
Mülk Sûresi 2. âyetin, “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” hükmünün idrakiyle ve daha güzel amelleri yapma azmiyle hayatını ibadet kılarak ve hayır olan amellerde yarışarak ömrünü tamamladı. Rabbimizin, Bakara Sûresi 121. âyette “Kitabını hakkıyla tilavet etmeyi Kitaba imanın ön şartı kıldığının” bilinciyle Kur’an’ı anlamak, öğüt almak, yaşamak için çırpındı ve ondan sonra da başkaları da hakikati fark edip hidayete kavuşsun ve kurtulanlardan olsun diye ölüme kadar gece gündüz hiç durmadı. İşte bu çabalarıyla o, “Allah yolunda hakkıyla cihad edin” emri gereğince anın gerektirdiği cihadı yapmak için hep seferberlik hâlindeydi.
Böylece Furkan Sûresi 52. ayetteki, “Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihad ver.” hükmü gereğince süreklilik arz etmesi gereken “Kur’an ile büyük cihadı” hakkıyla yerine getirmeye çalıştı. Bu bağlamda “kitap, makale ve sohbetleriyle” hem kâl ile davet etti ve tabii en önemlisi ahlakıyla, yaşantısıyla güzel örneklik teşkil etmek suretiyle hem de hal ile daveti yaymak ve davetçi nesiller yetiştirmek için sürekli bir çaba içinde oldu. Zaten Rabbimizin aynı ayetin devamında “Müslim adımızın gereği olarak, Rasûlün bize vahyin anlaşılması ve yaşanması gerektiği konusunda şehid, şahid, güzel örnek olduğu gibi bizim de insanlara hayatımızla, ahlakımızla vahyin şahidliğini, örnekliğini yapmamızı istediğinin” bilinciyle, Ahmed Hoca kardeşimiz de vahye şahidlik sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmek üzere fedakârca çalıştı.
Rabbimiz, Âraf 54. âyette “yaratmanın da emretmenin de kendisine ait olduğunu” beyan edip birçok başka ayetlerinde de “bütün varlıklara bir kader takdir ettiğini ve evrendeki bütün varlıkların “tav’an ve kerhen” emirlerine secde/itaat ettiklerini ve kendisini hamd ile tespih ettiklerini” bildirmiştir. Bu sebeple, evrende muhteşem bir düzen ve ahengin olduğu gerçeğini de, ibret alması ve tıpkı evrendeki diğer varlıklar gibi tek ilah’a kulluk yapmaya yönelmesi için insana örnek göstermiştir. Rabbimiz insana ise, “Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.” (Casiye, 45/18) emrini vermiştir. Hicr Sûresi ayetlerinde de “Sen (de) Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” “Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et. (Hicr, 15/98, 99). buyurmuştur.
Bizler şahidiz ki, Ahmed Kalkan hocamız, işte bu emirleri en güzel biçimde idrak ettiği için, ömür boyu fıtrat ve evrenle uyum halinde, bütün varlıkların secdelerine katılarak, bu muhteşem ahenge uyarak hayatını Rabbine secde ettirmeye, secde edenlerin bir parçası olmaya ve hayatını ibadet kılarak sürekli Rabbine hamd halinde bulunmaya çalıştı. Allah bütün bu çabalarını kabul etsin, ecrini kat kat versin ve kendisinden razı olsun inşaAllah.
Kardeşlerim gördüğünüz gibi Ahmed Hoca, son derece mütevazı ve Kur’an ahlakını kuşanmış olarak yaşadığı hayatının sonunda, ardında mal, mülk, servet gibi şeyleri miras bırakmadı.
O ömrünü Allah için yaşayıp hayatını ibadet kılarak vahye şahidlik yapan güzel bir dava adamı örnekliğini ve her biri ciddi bir emek mahsulü olan onlarca ilmî eserini bıraktı.
- “Kur’an’ı hakkıyla tilavet edip hayatı Allah’a secde ve rüku ettirmek ve Allah yolunda takvayı hakkıyla kuşanıp hakkıyla cihad etmek nasıl olmalı, Kur’an ile büyük cihad olan tevhidî davet ve eğitim mücadelesi nasıl yapılmalı?”nın örnekliğini bıraktı.
- İstikametin korunması konusunda titiz ve tavizsiz olmanın, ilkeli ve tutarlı bir Müslim olmanın gereklerini, kitap, makale ve sohbetlerinde ifade ederek ve en önemlisi de hayatında örnekleyerek miras olarak bıraktı.
Rabbimiz hepimize, Vahyin ve Rasûlün (s) güzel örnekliğinin belirleyici olduğu İslam’ı tıpkı Ahmed Hocamız gibi Kur’an ve sünnetten öğrenip yaşamayı ve hayatımızı ibadet kılarak yüzümüzün akıyla huzuruna dönmeyi nasip etsin inşaAllah.
İstikamet krizinin, tevhidî uyanış süreci öbeklerinin büyük çoğunluğunu kuşatıp laik sistemin partilerine doğru savurduğu bir süreçte, Rasûlullah’ın (s) “beni kocattı” diyerek zorlu sorumluluğa dikkat çektiği Hud Suresi 112. âyetteki “festakim kemâ umirte” emrini idrak eden bir mü’min olarak istikameti korumada titiz, akıdeye sadakatte tavizsiz bir müslimdi. Tevhidî mücadelede fedakârlığın zirvesinde olan, tam anlamıyla Allah’a adanmış bir dava adamıydı, kardeşim Ahmed Kalkan.
Her mü’minin, istikameti korumak ve inandığını iddia ettiği ve konuşmalarında söylediği Hakkı öncelikle kendisi yaşayarak tutarlı olmak sorumluluğu ve zorunluluğu vardır. (Bakara, 2/44; Saf, 61/2, 3). İşte Ahmed Hocamız, böyle tutarlı bir mü’min olma çabası içinde ömrünü tamamladı. İnsanlara tavsiye ettiği iyiliği öncelikle kendi hayatında yaşayarak Vahye şahidlik eden ve öncelikle hal ile daveti gerçekleştiren ahlaklı bir mü’mindi. Allah ondan razı olsun.
Dünyevileşmenin, hatta giderek yaygın bir sekülerleşme ve yozlaşmanın “müslümanım” diyen kitleleri iyice kuşattığı tam bir fetret döneminden geçerken, o çevresinde toplanan mü’min kardeşleriyle önce kendilerini bu beladan koruyacak, sonra da başkalarının da sığınıp kurtulabileceği tevhid gemisini inşa etmeye adanmıştı. Yolunu şaşıran kitlelere, Rasûlullah (s) ve ilk Kur’an neslinin “nebevî yönetimini” ve Mekke-Medine sürecinde bize bıraktıkları yoldaki işaretleri haykırarak istikameti göstermeye ve çağımızın yoldaki işaretçisi olma sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyordu. Bugün hepimizin, tüm bu sorumluluklar için ölüm gelene kadar seferber olmak yükümlülüğümüz vardır.
İşte tüm bu amaçlara hep omuz omuza birlikte ve kardeşçe dayanışma halinde hizmet etmeye çalıştık. Gerçekten başkasıyla olmadığı kadar çok yakın ve çok uyum içinde olduk ve çok yakın çalıştık. Yaptığımız ortak açıklamalarımız ve Kemalist rejimin zulümlerini protesto eylemlerinde yaptığımız konuşmalarımız sebebiyle birlikte soruşturmalara tabi tutulduk ve savcılara ifade verdik.
Kardeşlik ve dayanışmamız elhamdülillah çok ileri derecede idi. Çok kapsamlı ve kuşatıcı istişarelerimiz olurdu ve o, değerli birikimiyle çok iyi ve çok liyakatli bir şûra ehliydi. Son yıllarda ikimiz de yazdığımız kitapları bile birbirimize okutmadan yayınlamıyorduk. Onun okumasından geçen kitap ve makalelerimi daha mutmain olarak kamuya açık alanlarda yayınlıyordum. Bu yüzden, ondan sonra kendimde önemli bir eksiklik hissetmekteyim, onu şimdiden aramakta ve özlemekteyim. Allah ona rahmet eylesin ve mekânını cennet eylesin ve hepimizi cennetinde onunla buluştursun inşaAllah.
Ahmed Hocamız ile birlikte en çok arzuladığımız ve gerçekleşmesi için çırpındığımız konu mü’minlerin birlikteliği, tevhidde vahdetin sağlanması konusuydu. Bu konuyu kendilerine açtığımız bazı kardeşlerimizle birlikte “Kur’an Nesli Platformu oluşturulabilir mi?” sorusuna cevap aramak ve bu konuda hayırlı bir zemin oluşturmak üzere çalışmalara başladık. Bu amaçla, biri İstanbul’da, diğeri ise Ankara’da düzenlediğimiz kamuya açık iki panel gerçekleştirdik. Artık sıra bir müddet baş başa çalışacağımız bir ortam oluşturup mutabakatlarımızı yazılı metin haline getirmeye gelmişti.
Ancak o süreçte 2010 anayasa referandumu gündeme geldi ve bir daha da bir araya gelmemiz mümkün olmadı. Söz konusu süreçte de biz Ahmed Kalkan kardeşimle aynı istikameti korumakta ısrarcı olurken, diğer gruplar “vesayeti geriletmek” maslahatını mü’minlerin vahdetine yönelik çalışmalara dair maslahattan daha çok önemseyip demokrasi sandığına koştular. Tevhidî uyanış süreci bakıyesi çoğunluk grupların ittifakıyla gazetelere ilanlar vererek, ortak bildiriler yayınlayarak, yalnız Kur’an’a davet etmekle mükellef olduğumuz toplumu ve tevhidî uyanış sürecindeki mü’minleri bir de şirk anayasası değişikliğine “evet oyu” vermeye çağırdılar.
“Yapmayın, bâtıl sistem içi siyasete bulaşmayın, şirk anayasasına oy vermeye kalkmayın, insanları sadece Kur’an ve sünnet eksenli sahih İslam’a çağırın, bir de şirk sisteminin demokrasi sandığına çağırmayın” diye uyarmamıza ve “nebevî yöntem”e aykırı yollardan uzak durmaya çağırmamıza rağmen, Erdoğan’dan etkilenip kendilerince bazı beklentilere girdiler. AKP’nin ilk şirk anayasası değişikliğine “evet” oyu vererek ilk tavizi 2010 yılındaki referandumda verdiler ve ondan sonra da bu desteği hep sürdürdüler.
Hak olan hedefe bâtıl yollarla asla ulaşılamaz. Müslim olan, kendince bir takım maslahatlar üretip nebevî yöntemi ve Hak yolu terk edip laik-demokratik sistem içi yollara girerse, girdiği batıl yolda çürür, yozlaşır, kısa zamanda var olan İslamî kimliğini de, ilkelerini de hak olan hedefini de yitirip bu bataklıkta kaybolur. Bu bâtıl yollardaki siyasi çalışmalara doğrudan katılmayıp sadece “aktif destek” verenler bile, zamanla kirlenip yolunu ve hedefini kaybetti.
Bâtıl yolla Hakk’a ulaşmaya çalışmanın, sistem içi iktidarla Hak ve adalet arayışının, bâtıl sisteme eklemlenerek İslam ve Müslimler için “maslahat” ummanın, büyük bir sapma olduğu, yaygın bozulma, çürüme ve yozlaşmaya yol açtığı konusu, teorik olarak böyle olduğu gibi, bedeli ağır olsa da artık 20 yıllık Türkiye pratiğinde fiilen de ispatlanmış olan açık bir hakikattir. Üstelik, bu arkadaşlarımız umdukları maslahatlara da ulaşamayıp yeni vesayetlerin oluşumuna destek vermiş oldular.
Kendi zanlarıyla bazı kazanımlar umarak ve maslahat olarak ileri sürdükleri bazı beklentiler uğruna laik sitemin laiklikle hükmeden bir partisine ve onun şirk anayasasına destek veren bazı “Müslüman”lar, birinci referandumda “Gülen çetesinin vesayeti”ne giden yolu açtılar ve darbeye giden yolun taşlarını döşemiş oldular. 15 Temmuz ve ikinci anayasa referandumunu müteakiben, bu sefer de siyaset alanında AKP-MHP koalisyonunu, bürokratik iktidarda ise AKP-MHP-ULUSALCI KEMALİST koalisyonunu destekler duruma düştüler ve “Yeni 28 Şubat”ın oluşumuna, yani “yeni vesayet”e giden yolu açmış oldular.
Bu sebeple vahdetin şartlarını oluşturma çalışmamız akamete uğrayınca, bu sefer mutabakatları daha yüksek olan ve üstelik sistem içi siyasete aktif destek çağrılarına da itibar etmeyip istikametini koruyan kardeşlerimizi, tanıdığımız bildiğimiz kadarıyla Ahmed Hocamızla istişare sonucu hazırladığımız bir listeyle İstanbul’da düzenlediğimiz bir toplantıya çağırdık. Böylece öncelikle bizim sağlığımızda bu kardeşlerimizi birbirleriyle tanıştırmayı amaçlamıştık. İkinci olarak da bu kardeşlerimizin, zamanla tanışmaları ilerledikçe belli periyotlarla tekrarlanacak toplantılarla ortak sorunları ve konuları istişare ederek vahdete doğru yürümelerine bir zemin oluşturmayı hedefledik ve böyle bir süreç başlattık.
Daha sonra “Kur’an’a Davet Platformu” adını alan bu süreçte, bizim en başta önerdiğimiz “zamana yayarak ve tanışmaları, güveni ve mutabakatları inşa ederek ilerleme ve iyice olgunlaşmadan topluma deklare etmeme” stratejisi bazı kardeşlerimizin aceleci tutumuyla terk edildi. Sonuçta istişare de edilmeden aceleci biçimde topluma “büyük bir yapılanmaya gidiliyor” mesajıyla duyurulup altı da doldurulamayınca kaçınılmaz olarak akamete sürüklendi.
Bu çabamız da malum sebeplerle akamete uğrayınca Ahmed Hocamızla yine umutsuzluğa düşmedik ve daha dar çerçevede birliktelikler inşa etmek için yeni başlangıçlar yapmayı sürdürdük.
Ahmed Kalkan kardeşim, daha başından beri, bir yandan tevhidî davetin hem yazılı hem de fiili anlamıyla kitabını yazmış bir mü’min olarak davetine icabet edenlerin altına girecekleri çatıyı da oluşturmuş ve böylece cemaat olma sorumluluğunu da yerine getirip bu çatı altında toplanan kardeşleriyle güç birliği yaparak, geleceğe yönelik davetçi nesiller yetiştirmeye yönelik çabalar da göstermişti. Yani fert olarak kalmayıp çevresindeki fedakâr mü’min kardeşleriyle kolektif iradeyi üreterek daha kalıcı hizmetler yapmayı da ihmal etmemişti. “Kalemder” ve son haliyle “Kurana Nebevî Davet” yapısını oluşturmak suretiyle ferdi planda şahidlik ve tebliğ yanında vasat ümmet olmaya ve cemaat planındaki tebliğ, şahidlik (Bakara, 2/143) ve eğitime de ağırlık vermişti.
Kardeşlerim! Dediğim gibi çok yönlü çok boyutlu bir yardımlaşma ve dayanışma halinde çalışıyorduk, Ankara ve İstanbul’da yıllarca didinerek oluşturduğumuz İslami çalışma gruplarımızı da bir üst çatı altında bütünleştirip istikametini koruyan az sayıdaki diğer kardeş gruplarla vahdete doğru götürmenin yolunu arıyorduk.
Bu sebeple, en kolay gerçekleşecek birliktelikleri örnek olmak üzere gerçekleştirerek, bu tür birlikteliklerin motivasyonuyla daha ileri adımların atılmasının daha sağlıklı olacağı inancıyla, önce Mescid-i Maruf ile Kalemder’in birleşip güzel bir örneklik oluşturması hedeflendi. İkisinin ilkesel olarak yakınlığı yanında mekânsal yakınlığı ve öğrenci yetiştirmeyi hedef alan çalışmalarının örtüşüyor olması ve birisinin kızlara diğerinin erkeklere yönelik eğitime yoğunlaşmış olması bakımından da birbirini tamamlıyor olmaları bakımından çok olumlu bir vasat söz konusuydu.
Elhamdülillah iki çalışmayı sürdüren kardeşlerimizin feraset, basiret, ihlas ve fedakârlıkları sonucu bu güzel ve örnek birliktelik Ahmet Hocamızın sağlığında Rabbimizin bir rahmeti bir lütfu olarak gerçekleşmiş oldu. Allah, bu vahdetin gerçekleşmesine ve dirayetle sürdürülmesine katkısı olan, başta rahmetli Ahmed Hocamız olmak üzere bütün kardeşlerimizden razı olsun ve ecirlerini kat kat versin inşaAllah. İşte “Kur’an’a Nebevî Davet” böyle bir süreç sonunda ortaya çıkıp güzel bir örneklik oluşturdu. Allah bereketli, sürekli ve hayırlı eylesin inşaAllah.
Bir taraftan bu güzel örnekliğin oluşumuna dair değerli çabalar sürerken, bir yanda da biz Ahmed Hoca kardeşimle yine yollara revan olmuştuk. Bu sefer bütün bölgelerde farklı illerdeki kardeşlerimizi İstanbul’a çağırmak yerine, bu sefer bizzat kendi yerlerinde ziyaret ederek sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı istişare etmeyi ve neler yapmamız gerektiği konusunda görüş alış verişinde bulunmayı da sürdürüyorduk. Böylece daha önce defalarca denemenin hüsranla sonuçlanmış olması acı vakıasını dikkate alarak bu sefer daha tedbirli, daha sabırlı ve tabiri caizse ilmek ilmek dokuyarak adım adım hedefe ulaşmayı planlıyorduk.
Yaşanan büyük savrulma ve yozlaşma sürecinde, istikamet krizi ve ilkesizliklerin tevhidî uyanış süreci öbeklerini kuşattığı fetret döneminde, onunla hiç umutsuzluğa düşmeden ve yılmadan sürekli bir yeniden başlangıcın ve yeni umutlar yeşertecek tohumlar ekmenin gerekliliğine inanarak yola çıktık. Türkiye çapında farklı illerdeki istikametini koruyan mü’min kardeşlerimizi ziyaret edip hem kendimize hem de onlara moral ve motivasyon sağlayacak istişareler yapmak için birlikte binlerce km yol kat ettik.
Bu süreçte, müminler arasında ortak mütevatir hattı üzerindeki akıde ve sabiteler alanında mutabakatları oluşturmaya ve bu hat altında kalan alandaki farklılıklarımızı ise hoş görüp ihtilafa yol açacak biçimde öne çıkarmamaya dair tekliflerimizi paylaşmak suretiyle İslamî grupların vahdetine vesile olmak suretiyle daha güçlü ve kuşatıcı bir yapıyı oluşturmaya yönelik çabalar gösteriyorduk.
Binlerce km yolu giderken, o çok daha büyük fedakârlık yapıyordu. İkimizin de uyku sorunu vardı. İkimizin de şeker, tansiyon ve nörolojik ortak hastalıklarımız ve ortak ilâçlarımız vardı. Hatta bazen o ilacını yanına almayı unuttur, benimkileri paylaşırdık. Ama onun, ilaveten, ilaçların bile dindiremediği dayanılmaz ağrıları da vardı. Gece uyuyamaz, gündüz uzun süre oturamaz, zaman zaman ayağa kalkmak ve yürümek zorundadır. Belli bir süre yol alınca durup onu yolda yürütmek zorundayız. İşte o binlerce km yolu böyle giderdik. Aynı odada yattığımız zamanlar onun büyük ıstıraplarına daha yakından şahid olup yüreğim yanarak dualar ederdim. Bir bakarım gece yarısı sırt üstü yatıp ayaklarını kaldırarak sürekli bacaklarını yumrukluyor ve acısını bu şekilde biraz da olsa dindirmeye çalışıyor. Ama bütün bunlara rağmen onun hiç şikâyetçi olduğunu görmedim. Tam tersine yaptığı hizmet sebebiyle o ağrılar içinde zorlanırken bile mutlu olur ve yüzü hep gülerdi. Onun için hizmetten uzak durup dinlenmek yoktu. O her şartta hizmete devam eder, hizmet alanında ağrılarını unutup mutlu olurdu.
Bildiğiniz üzere, Ahmed Kalkan Hocamızla birlikte bahsettiğim ziyaretler sürecinde, önce 2017 yılında Karadeniz, sonra 2018 yılında Doğu ve Güneydoğu ve en son olarak da 2019 yılında Batı bölgelerindeki il ve ilçelerde tevhidî davet çalışması yapan ve istikametini koruyan mü’min kardeşlerimizi ziyaret etmiştik. Ziyaret ettiğimiz bu kardeşlerimizle, tanışmayı ve kardeşliği ilerletmeye, sorunlarımız ve sorumluluklarımız konusunda istişareyi esas alan sohbetler yapmaya, yaşanan büyük savrulma ve yozlaşma sürecinde artan sorumluluklarımızı ve mü’minlerin vahdetine dair konuları gündem yapmaya çalışmıştık.
Yaklaşık bir ay önce de Ege’nin ucundan başlayıp Akdeniz’den güneydoğuya uzanan istikameti yeni ziyaret güzergâhımız olarak belirlemiş ve salgınının seyrine göre ilk fırsatta hareket etme kararı almıştık. İnşaAllah en kısa zamanda sağlığına kavuşur da Allah yolunda yine birlikte yollara düşeriz diye dua ediyordum. Ancak nasip değilmiş, o dünya görevini tamamladı ve kalıcı esas yurdumuza döndü.
Bütün bu sebeplerle, Ahmed Hocamızın benim için çok özel bir konumu vardı, onun olmadığı bir hayatta çok büyük bir eksiklik hissedeceğim şüphesiz. İslamî davet mücadelesinde en yakın yol ve dava arkadaşım, yazdığım hiçbir yazı ve kitabımı ona okutmadan yayınlamadığım çok değerli ve birikimli bir mü’min ve ilmiyle âmil hizmet ehli bir âlimdi. Çok yakından şahid olduğumuz üzere fedakârca Allah yoluna adanmış bir dava adamı olan Ahmed Kalkan Hoca, ağır hastalıklarına rağmen durmak, hatta dinlenmek bilmeyen ve İslam’a hizmetle dolu bir hayatı yaşayarak Rabbine döndü.
Kardeşlerim, Ahmed Hoca’nın yaptıklarının içeriğini düşünüp, “50’yi aşkın kitap yazmasıyla, konferans ve makaleleriyle, yolunu sürdürecek nesiller yetiştirmesiyle ve daha nice hizmetleriyle” değerlendirip, sakın ha “eyvah biz bunları yapamayız, peki biz Allah’ın rızasını nasıl kazanacağız?” kaygısına düşmeyin.
Allah’ı razı etmek için, samimi tevhidî bir imanla O’na bağlanmak ve sonra da Kitabını hakkıyla okuyup O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinci olan takvayı hakkıyla kuşanmak, ölene kadar da bu imanı ve müslimce yaşayışı istikrarlı biçimde sürdürmek yeterli olacaktır inşaAllah. Herkes kitaplar yazmak, konferanslar vermek zorunda değil, ama herkes mü’min ve Müslim olmanın gereklerini samimi bir teslimiyetle yerine getirmek ve davet mücadelesinde konumunun, birikiminin, yeteneğinin ve gücünün yettiğini yapmakla sorumludur. Aslında topyekûn İslamî mücadele de, herkesin gücü kadar katması suretiyle, şura ürünü kolektif aklın öncülüğünde ve herkesin katkılarının bileşkesi olarak ortaya çıkar ve sürer. İşte bu kolektif mücadelenin bir yerinde ve yapabileceklerimizi Allah için samimiyetle yaparak yer almaktır sorumluluğumuz. Tıpkı “Kalemder”, “Kur’an’a nebevî davet” ve İLKAV örnekliklerinde yaşandığı gibi.
Mesela yine bu salgın sürecinde genç yaşta Rabbimize uğurladığımız Ali Bıyık kardeşimden bahsetmek ve bu vesileyle tıpkı Ahmed Hocamız gibi onu da örnek olarak göstermek isterim. Her Müslimin örnekliği kendi birikimi, İslamî mücadelede iştigal ettiği hizmet alanı ile bağlantılı olur. Ali Bıyık kardeşimiz Kitap ve makale yazmaz, konferans vermezdi, ama İLKAV’ın Radyo yayınından Cuma Namazına ve Cuma konferanslarına, Alternatif Eğitim Konferanslardan büyüklere ve küçük çocuklara yönelik bütün eğitim faaliyetlerine, senede onlarcası gerçekleşen meydan eylemlerinden daha nice faaliyetlere kadar, bütün hizmetler hep onun organize ettiği, gençler ile yönetimdeki kardeşlerimizin de katkılarıyla hazırladığı zemin üzerinde gerçekleşmiş ve inşaAllah o bu hizmetlerin hepsinden payını almıştır. Evet kitap yazmazdı ama Ahmet Hocamız ile benim yazdığım kitapların okuyucuyla buluşması da yine onun eliyle gerçekleşirdi ve sonuçta o da bütün bunlardan salih amel payını alarak Rabbine döndü.
Ali kardeşimiz, İLKAV’da, örnek olacak derecede vakfı ve çalışmaları sahiplenerek yaptığı samimi, fedakâr hizmetiyle, güler yüzü ve mütevâzı duruşuyla bilinen güzel bir mü’mindi. Onunla ilişkisi olan bütün vakıf çevremiz sanki ailelerinden birisi gibi onu benimsemişti. Hepimizin üzerinde birçok hakkı vardı. Allah kendisinden razı olsun ve rahmet eylesin inşaAllah. Bütün yapılarda var olan bu tür hizmet ehli kardeşlerimiz gibi Ali kardeşimizin de elinin değmediği ve az çok katkısı olmayan ilkav’ın hiçbir hizmet alanı ve hiçbir faaliyeti olmamıştır desek abartmış olmayız. Çünkü her hizmetin alt yapısının hazırlanmasında ve lojistik desteğinin sağlanmasında hep onun emeği vardı.
Vakfımıza uğrayanlara güler yüzle çay ikram etmekten konferanslardaki dinleyicilere yönelik ikramlara, esnaf ziyaretlerinden vakfımızın faaliyetlerinin duyurulmasına, pankartların, afişlerin hazırlanıp basılmasından sokaklara asılmasına ve eylemlerde elinde pankart ya da mikrofon hakkı haykırmaya kadar her hizmet için sürekli koşuşturan ve durmak bilmeyen adanmış bir hizmet ehliydi.
Bir kardeşimiz beni telefonla arayıp başsağlığı dileğinde bulunduğunda, Ali kardeşimi çok iyi tanımlayan şu cümleyi kurdu: “Abi ben onu hiç yürürken görmedim, o hep koşuyordu”. Evet öyleydi, tıpkı Ahmet Hocamız gibi hizmetleri yetiştirmek ve her görevi zamanında yetiştirmek ve daha çok hizmet üretmek için o hep koşuyordu. Böylece de, inşaAllah ahirette yüzünü güldürecek birçok hizmeti, salih ameli kısa süreli ömründe gerçekleştirmeyi başardı. Allah ondan razı olsun ve ecrini kat kat versin inşaAllah.
Merhum Ahmed Kalkan Hocamız ve Ali Bıyık kardeşimiz misalinde olduğu üzere, her gün aramızdan sevdiğimiz insanların ahirete göç etmekte olduğu gerçeği ve apaçık bir hakikat olan ölümün her birimizin çevresinde dolaştığı ve her an yakalayabileceği vakıası karşısında, sürekli bir muhasebe yapmak, ölmeden önce kendimizi hesaba çekip halimizi ıslah etmeye çalışmak, mü’minler olarak hepimizin sorumluluğudur. O halde her birimiz, Kur’an’ı hakkıyla okuyup İslam’ı yaşayarak fert planında hâl ve kâl ile vahye şahidlik sorumluluğumuzu yerine getirirken, cemaat planında da sorumluluklarımızı ihmal etmemeliyiz. Mutlaka gücümüzün yettiği katkıyı vererek İslamî mücadelenin içinde yerimizi almalıyız. Böylece topyekûn İslamî mücadelenin Ahmed Kalkanları, Ali Bıyıkları olmaya, Allah yolunda fedakârlıklarda yarışarak ve gücümüzün yettiğini yaparak onlar gibi adanmış mü’minler olmaya çalışmalıyız.
Hayat ve hidâyet Kitab’ı olan Kur’ân’ı hakkıyla okuyarak ona iman edenler, Allah’tan gelen sahih bilgi ve ilme ulaşanlar, akletme kabiliyetini kullanarak yaratılışı, dünya hayatını, imtihanı, ölümü, hesap gününü ve bütün bunların Sahibini, vahyin belirlediği boyutlarıyla kavrayabileceklerdir. Böylece kısacık dünya ömrünün bir imtihan alanı olduğu bilinciyle hareket ederek âhirete hazırlık yapabilecek ve hüsrâna uğramaktan kurtulma umudunu yakalayabileceklerdir.
Akleden herkes fark eder ki, ömürler, ne kadar da çabuk geçiveriyor. On yıllar, su gibi akıp bitiveriyor. Hepiniz de kendi hayatınızda fark etmişsinizdir, dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu ve ne kadar da çabuk bitiverdiğini. Kur’ân’da da, bu kısalığa birçok atıf vardır. İnsanlar dünyadayken, Allah’a döndürülüp hesaba çekilmeyecekmiş ve ömürleri hiç bitmeyecekmiş gibi sorumsuzca yaşarken, âhirette ise dünyada “bir gün ya da daha az kaldıklarını” ifade ederler. İşte ömrün bu kısalığını, dünyadayken fark edip ömür bitmeden Allah’ın vahyine uygun yaşamak ve âhirete hazırlanmak gerekir.
O halde, çok yakın ve kalıcı yurdumuz olan ahiret hayatımız için sürekli bir seferberlik halinde olmalıyız. Bu bağlamda, bir yandan ferdî planda “yalnız Allah’a kulluk yapma” bilinci ve sorumluluğuyla hayatımızı ibadet kılmaya çalışırken, diğer yandan her birimiz gücümüzün yettiği kadar tevhidî davet ve eğitim mücadelesine bir yerinden katkıda bulunarak, Ahmed Hocamız ve Ali kardeşimiz gibi Rabbimizi razı edecek salih amellerle hayatımızı Allah yoluna adayarak ahirette cenneti hak edebiliriz inşaAllah. O halde hiç durmadan hemen harekete geçelim ve ahiretin tarlası olan bu dünyada Rabbimizin “gadin”/“yarın” dediği ahiretimize hazırlanalım.
Hep birlikte yardımlaşarak Ahmed hocanın öncülüğünü yaptığı hizmetleri, tevhidî davet, eğitim ve Kur’an neslini, İslam toplumunu inşa çalışmalarını daha ileriye götürmek için fedakârlıklarda yarışalım tâ ki ölüm bize de gelene kadar.
Son olarak bir daha dua edelim, değerli Ahmed Kalkan Hocamıza Allah rahmet eylesin, günahlarını bağışlasın ve mekânını cennet eylesin inşaAllah. Rabbimiz bizlere, onunla birlikte sürdürdüğümüz mücadeleyi aynı sorumluluk bilinciyle, asla yavaşlamadan ve aksatmadan ölüme kadar sürdürmeyi nasip etsin inşaAllah.
Rabbimiz, on yıllardır süren fedakârca desteğiyle Ahmed Hocamızın hizmetine katkıda bulunan kendisi gibi fedakâr olan muhterem eşi ve ailesinden de razı olsun ve sabr-ı cemil ihsan eylesin inşaAllah. Rabbimiz Ahmed Hocamızın Hak yoldaki bütün çabalarını, razı olduğu ibadetler arasına katsın ve ecrini kat kat versin inşaAllah.
Allah bizlere de, onun gibi, İslamî tüm sorumluluklarımızın bilincine varmayı ve bu sorumlulukların gereğini hakkıyla yerine getirerek adanmış mü’minlerden olmayı ve onun gibi fedakârca hayırlarda yarışıp mübarek rızasını kazanmayı ve sonunda da yüz akıyla huzuruna dönmeyi nasip etsin inşaAllah.