Cumartesi, Temmuz 27, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Muharrem Ay’ı; Hicret ve Kerbelâ

Hutbe: Muharrem Ay’ı; Hicret ve Kerbelâ

by İlkav Editor
815 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Muharrem Ay’ı; Hicret ve Kerbelâ
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd: 113)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Muharrem ay’ının 5’i 1443/Cuma… Yeni bir hicrî yıla girdik, Rabbimiz bu yeni yılı hepimiz için bereketli kılsın…
Muharrem, Hicrî-Kamerî takvimin ilk ayıdır. Rasulullah (S)’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Bu belirleme Hz. Ömer tarafından yapılmıştır. Ondan önce Arapların belli bir takvimleri yoktu. Bazı önemli olayları tarihe başlangıç olarak gösteriyorlardı.
Hicret; bir yerden başka bir yere göç etmek, bir insanın başkasından bedenen, dille veya kalben ayrılması ve uzaklaşmasıdır. Hz. Peygamber (S) ve ashabının İslâm devletini kurmak üzere M. 622 tarihinde Mekke’den Medine’ye göç etmeleri/hicret etmeleridir. 
İslâm’ı hakim kılmak için bir hareket stratejisi olan hicret, İslâmî hareketin önemli merhalelerinden birisidir. Batıl düzenler, gerçekten Hakka inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını mü’minlerin aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü yarasanın ışıktan ürktüğü gibi, onlar da mü’minlerin gerçekleri ve mutlak doğruları gözler önüne sermelerinin neticesinde kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler, korkarlar. Tarih boyunca mü’minlere zalim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde Müslümanlar üzerindeki bunca baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.                                                                                           
Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman bazen de küfür egemen olmuştur. Mü’minler İslâmî kimliklerini yitirdikleri, imânî zaaflara düştükleri, İslâmî ilimlerin yeterince tahsil edilemediği ve cahiliyenin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslâm’a galip gelecektir. İslâmî ilimlerin çok iyi bilindiği, İslâm’ın yaşandığı, imanın kalp atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslâm egemen olacaktır.                                                                                                             
İslâm’ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü’minler İslâm’ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz. Hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arz eder ve kıyamete kadar kâimdir. Bu anlamda hadislerde de hicretin sürekliliğinden söz edilmektedir. Rasulullah (S) şöyle buyurur:  
“Kafirlerle savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir.” (Şevkânî, Neylü’l-Evtar, VIII, 27)
Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadır:
“Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim’in hicretini kendine örnek alanlardır” (Ebu Davud, Cihad).
Allah (C.C) için yapılan her hareket, tavır ve sözün karşılıksız kalması mümkün değildir. Allah için bulunduğu yeri bin bir zorluk altında terk eden ve bununla İslâm’ı daha iyi yaşamayı, Allah’a daha mükemmel bir şekilde kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez. Allah (C.C) Kur’an-ı Kerim’de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:
 “Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler” (Bakara: 218, Tevbe: 20)                                       
Muharrem ayı, hicret ayı olmakla beraber İslâm dünyasında çok büyük bir facianın da gerçekleştiği bir aydır. Hicrî 61.yılın Muharrem ayının 10’unda gerçekleştirilmiş bir facia, Kerbela faciasıdır.
Hicrî takvimin birinci ayı olan Muharrem, İslâm’dan önce de muhterem kabul edilmiş, bu yüzden de bu ayda savaşmak haram olduğu için Muharrem ismi verilmiştir. 
Kerbelâ olayı; Muharrem ayında gerçekleşmiş bir faciâyı anlatır. Bu ayda savaş yapmak, kan dökmek yasaktı. Bu ayın hürmetine saygılı davranmak, kanlısına, can düşmanına bile saygı duyarak el sürmemek Arapların kadim tarihlerinde de olan bir gelenek olmasına rağmen saltanatı isteyen, dolayısıyla hevâ ve hevesini, gücü, devleti putlaştıran bir zihniyetin, bir diktatörlüğün nasıl despotça ve canice suçlar irtikâp ettiğinin ibretlik vesikasıdır.
Hutbemizde Kerbelâ olayını anlatmayacağız zîrâ bu olay şimdilerde TV kanallarında, sosyal medyada detayıyla, hatta biraz da mitolojik bir anlatımla anlatılıyor. Biz, Yezid dönemi ve Kerbelâ olayını maddeler halinde değerlendirmeye çalışacağız.
1- Yezid b. Muaviye, veliahdlık yoluyla İslâm hılâfet makamını işgal eden ilk sultandır ve onu bu makama babası Muaviye getirmiştir. 
İslâm Devlet Başkanlığı’na getiriliş sisteminin bu şekilde veliahdlığa dönüşmesi, saltanatı üretmiş ve İslâmî siyasetin en önemli müessesesi olan şûrâ, saltanatın getirisi olarak katledilmiştir. Siyasetteki bu kırılma İslâm dünyasının hâlâ belini doğrultamamasının en önemli sebebini oluşturmaktadır.
2- Yezid’in, Hz. Hüseyin’e karşı güttüğü cânîce siyaset, Müslümanların bölünmesine ve bugüne kadar devam eden bir fitnenin başlamasına sebebiyet vermiştir.
3- Yezid döneminde, Müslümanlar arasında yapılan tüm savaşlar, Yezid’in saltanatının devamını sağlamaya yönelik olduğundan, artık “Din için Devlet” anlayışı kaldırılmış, onun yerine, “Devlet için Din” anlayışı yerleştirilmiştir. Artık din, saltanatla diktatörleşen devletin dayandığı bir baston konumuna indirgenmiştir. O günlerden bugüne halkı Müslüman olan ülkelerin rejimlerinin de bu durumu nasıl tepe tepe kullandıkları hepimizin malumudur.      
4- Yezid’in, İbn Ziyad gibi zalimleri, devletinin en üst makamlarına getirmesi, onun her şeyi hatta din’i bile kendi saltanatına fedâ ettiğini göstermiştir. Ziyad gibileri de, saltanatların her zaman vazgeçemediği çanak yalayıcıları olarak günümüze kadar gelmiştir. 
5- Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının kafalarının kesilerek oradan oraya götürülüp teşhir edilmesi gayr-i İslâmî bir harekettir. Dolayısıyla, Yezid’in ve onun uşaklarının bu hareketi yaparlarken hangi dine göre amel ettiklerini bilmiyoruz. Çünkü İslâm’a göre ölünün cesedinin tümünün ya da bir bölümünün bu şekilde teşhir edilerek eğlence yapılması haramdır, yasaktır. 
Onlar bunu yaparlarken cahilî anlayışlarla hareket ediyorlardı. Bütün bunları yapmaktan amaçları da; topluma korku salmak ve bununla saltanata karşı çıkmak niyetinde olanların sindirilmesinin olduğunu anlamak zor olmasa gerektir. Nitekim amaçlarına ulaştıkları da tarihen sabittir.
6- Hz. Hüseyin, “illâ da ben iktidar olayım” düşüncesiyle Kûfe’ye gitmiyor. Bilakis o, Müslümanların lideri konumuna getirilen Yezid’in, İslâm ahkâmını değiştirdiğini ve bunun için onunla mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor ve yola çıkıyor.                        Nitekim Hz. Hüseyin, Yezid için şöyle diyor: 
“Onlar Şeytan’a itaati getirip, Rahman’a itaati terk ettiler. Fesadı başlatıp, ilâhî kanunları kaldırdılar. Devlet gelirlerine el koyup haramı helâl; helâli haram yaptılar!” Aynen bugün Müslümanların başında bulunan idarecilerin yaptığı gibi…
7- Kerbelâ öncesinde iki ordu karşılaşınca, Kûfe’lilerin ihaneti sonucu, Hz. Hüseyin’in savaşmamayı bile düşünmesine rağmen, İbn Ziyad’ın mutlaka onu öldürerek işkence yapılmasını istemesi, İslâm’ın “eman” müessesesini yıkmıştır. Çünkü eman isteyen gayr-i müslim bile olsa, ona silah çekilmez. Hz. Hüseyin gadre uğramış, onu davet eden Kûfe’liler, menfaatleri için kılıçlarını çekip Yezid’in askerleri olmuşlardır. İşte muhtemelen onların bu ihanetlerinden dolayı Hz. Hüseyin savaşmak istemedi.
Bütün bunlardan sonra, insanın aklına şu soru geliyor: Bunca zulüm kim adına ve ne için idi? 
İşlenen bütün bu mezâlim, Yezid Devletinin bekâsı içindi. 
Bu, “Her şey Devlet için” zihniyeti Müslümanların zihinlerine o denli yerleştirildi ki; “Her şey Din için” inancı kayboldu. Ve Müslümanlar saltanat ve diktatorya rejimleri uğruna ulu’l-emr zihniyetinin kulları oldular. Ulu’l-emr, nasıl olursa olsun lâ yüs’el bir hâle getirilip kutsallaştırıldı. Bugün, dünyanın çeşitli yerlerinde Müslümanları ezen Ulu’l-emr’ler, Yezid zihniyetinin mirasçıları oldular ve kendileri için dokunulmazlık kanunları çıkartarak, saltanatlarını sürdürdüler, sürdürüyorlar. Ve sarıklı, cübbeli veya kravatlı üniversite hocaları, bunlara itaatin vacip olduğunu anlatır dururlar, akademik kürsülerde veya cami kürsülerinde… 
Bu saltanatların o zamanki dönemden amansız düşmanı olan Ebu Zerri’l-Ğıfârî (R.A) diyor ki: “Allah, ma’rûfu emredip onu terk edene ve münker’den nehyedip onu yapanlara la’net etsin!”
13.08.2021
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon