Hutbe: Davetçiye Düşen Apaçık Tebliğdir.
“Sen, uzaklaşıp duracaklarsa ölmüş (kalplere) sesini duyuramazsın, sağır olana da işittiremezsin. Sen, kör kimseleri dalaletlerinden uzaklaştırıp hidayete erdiremezsin. Sen, sadece ayetlerimize inanıp da teslim olmuş kimselere sesini duyurabilirsin.” (Neml: 80,81)
Davetçi, “Allah’ın (dinine) davetçi olarak.” (Ahzab:46) Allah’ın davetçisidir.Yani o, ne bir dünyalığın, ne bir onurun, ne ulusal bir üstünlüğün, ne cahili bir ırkçılığın, ne ganimetin ve ne de iktidar veya makamın davetçisidir. O, sadece Allah’ın davetçisidir. Allah’a ulaştıran değişmez bir yolda Allah’ın davetçisi… “Seni (ey Muhammed!) bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın (dinine) kendi emriyle bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab:45,46)
Allah’a davet, kapalılık ve karmaşası olmayan açık ve arı bir davettir. “Rabbine davet et.” (Kasas:87) Bu, bir kavmiyet veya ırkın, toprak veya bayrağın, çıkar veya ganimetin, bir arzu veya şehvet doyumunun daveti değildir. Bütün bunlardan soyutlanarak davete uymak isteyen varsa uysun. İlahi davetle beraber başka bir isteyen varsa, bu yola başvurmasın. Davaların galibiyeti, bağlılarının sayısıyla ölçülmez. Dava adamlarını yöneteyim diye, kişisel arzuları gidereyim veya satılıp alınan bir ticari meta haline getireyim diye davalara sahip olunmaz. Davaların zaferi, halis bir şekilde Allah’a yönelmiş ve makam, mevki ve çıkar aramaktan arınmış gönüllerin varlığına bağlıdır.Bir dava adamı, Allah’ın rızasından başka bir şeyi arayıp ummaz.
Yüce Allah, bu davanın metoduyla ilgili bir hakikati bize bildirmiştir. O da, kalp işinin; hidayet ve dalaletin kul işi olmadığı gerçeğidir. Hidayet ve dalalet, -Hz. Peygamber (S) de dahil olmak üzere- hiçbir kulun işi değildir. Çünkü bu, kalplerin yaratını olan Yüce Allah’a mahsus bir iştir. O’ndan başkası kalplere hükmedemez ve tasarruf edemez. Kalp üzerindeki egemenlik, sadece Allah’a aittir. Peygamberlerin görevi, sadece tebliğdir. Hidayet ise Allah’ın elindedir. O, dilediğine verir. Hidayete müstahak olduğunu ve hidayet aradığını ezeli ilmiyle bildiği dilediğine verir. Bu işin, beşeri ihtisas alanından çıkarılmış olması; anlaşılması zorunlu olan bir hakikati ortaya koymaktadır. Müslüman çok iyi biliyor ki, hidayet sadece Allah’tan beklenir. Hidayetin delilleri, sadece Allah’tan alınır. İşte bundan dolayı sapıtmışların aşılmaz inatlarıyla karşılaşan dava adamının göğsü daralmaz. O, davetine devam eder. Allah’ın; kalplerin hidayetine ilişkin iznini ve yardımını bekler: “Onların hidayeti sana ait değildir. Ama Allah, dilediğini hidayete erdirir.”
Öyleyse ey davetçi! Gönlünü daraltma, müsamahadan vazgeçme. Sen onlara, muhtaç oldukları hayır ve yardım kapılarını açmaya çalış. Onların durumuysa Allah’a aittir. Çünkü davetçiye düşen görev, sadece tebliğdir. Davetçi, insanların tabiatını değiştiremez ve basiretlerine hükmedemez:
“Sen, uzaklaşıp duracaklarsa ölmüş (kalplere) sesini duyuramazsın, sağır olana da işittiremezsin. Sen, kör kimseleri dalaletlerinden uzaklaştırıp hidayet edemezsin. Sen sadece ayetlerimize inanıp da teslim olmuş kimselere sesini duyurabilirsin.” (Neml: 80,81)
Allah, ölmüş kimseleri işte böyle tanıtmaktadır. Onlar ölmüştür; hayatları yok. Sağırdırlar; kulakları yok. Kördürler; yol bulacakları yok. Bu, aslında hayvanca; hatta hayvanınkinden daha düşük ve daha beter bir hayattır. Çünkü hayvan, üzerinde yaratıldığı fıtratıyla yolunu bulur. Bu fıtratın kendisine ihanet etmesi, çok az rastlanan bir olaydır. Kalpleri egemenliğinde tutan Yüce Allah’ın ayetlerini duyduğu halde icabet etmeyen kimse, en derin ilintileri duyacak kulakları olsa bile sağırdır. Varlığın her tarafına yayılmış ilahi delilleri görmeyen kimse, iki gözü olsa bile hayvan gibidir. Canlı kalplere, açık basiret ve sağlıklı bir idrake sahip olanlardır daveti dinleyenler. Çünkü onlar, dinleyip teslim olanlardır. Davet, fıtratlarını uyarır uyarmaz icabet eden kimselerdir onlar: “Bu (Kur’an, bütün) insanlar için bir beyan, muttakiler için de bir hidayet ve öğüttür.” (Al-i İmran: 138)
Hidayete yönelten bir kelimeyi, hidayete açık olan inanmış bir kalpten başkası kabul etmez. Hikmetli bir öğütten, öğüde doğru deprenip hareket eden muttaki bir kalpten başkası yararlanamaz. İnsanlar, hak ve batılı, hidayet ve dalaleti birbirinden ayıracak yetenekte yaratılmışlardır. Bu temyiz yeteneği çok az şaşan bir kuraldır.
Hak, uzun uzadıya bir açıklama gerektirmeyecek kadar net ve açıktır. Arzu edilen şey, insanların bu hakka yönelmesi ve hak yolunu seçmeye güç yetirmesidir. Öğüt, şerli nefislere ağır gelen bir şeydir. Çünkü öğüt, bu insanların sınırsız özgürlüklerini kısıtlar. Yine öğüt, müstekbir; ama aslında küçük, nasihati kudretleri açısından bir eksiklik sayan kimselere de ağır gelir. Çünkü küçük ve düşük olan bu kimseler, yardım için uzattığın elinden uzak durmaya çalışırlar. Güya, büyüklüklerini izhar etmiş olmak için uzak dururlar.
Sonuç olarak; davetçinin görevi, sadece tebliğ ve anlatmaktır. Her konuda tasarruf sahibi olan ise Allah’tır. Davetçinin kaçınılmaz görevi, ilahi emrin doğrultusunda davranmaktır. Adımlarını hızlandırmaya ve Hz. Peygamber bile olsa Yüce Allah’a bir şey teklif etmeye hakkı yoktur. Dalalete batmış kimselerin eksiği, delil ve ispatların bulunmayışı değildir. Çünkü onların asıl acıları, kalplerindeki afet, fıtratlarındaki boşluk ve ruhlarındaki sönüklüktür.
21.08.2015
Hazırlayan: Emrullah AYAN