Pazartesi, Kasım 4, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Allah ve Rasûlünün Hükmü ve Müslümanlar

Hutbe: Allah ve Rasûlünün Hükmü ve Müslümanlar

by İlkav Editor
1,6K 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Allah ve Rasûlünün Hükmü ve Müslümanlar                                                         

“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdiği zaman, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzâb: 36)
Allah ve rasûlü bir şeyi emrettiklerinde, başka bir ifade ile Kur’ân’dan ve Sünnet’ten, bir şeyi yapmanın veya yapmamanın gerekli olduğu hükmü anlaşıldıktan sonra artık mü’minlerin önündeki tek seçenek budur; bunu bırakıp başka bir emri, isteği, arzuyu yerine getiremezler. Nitekim Hz. Rasûl âzadlı köle Zeyd için Zeyneb’e dünür gittiğinde, önce Zeynep ve onun erkek kardeşi kendi soyluluklarını ve Zeyd’in daha dün bir köle olduğunu ileri sürerek buna razı olmadılar. Fakat açıklamakta olduğumuz âyet gelince “dilediğini yap” diyerek Hz. Rasûl’ün emrine boyun eğdiler.
Bu âyet özel bir olay üzerine nâzil olmasına rağmen, âyetteki emir ve ta’lîmât İslâm anayasa hukûkunun temel ilkesidir ve bütün İslâmî hayat sistemi için geçerlidir. Buna göre, hiçbir Müslüman ferd veya kavim, kurum, mahkeme veya parlamento ya da devletin, Allah ve Rasûlü’nün hüküm verdiği bir konuda kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur. Müslüman olmak, kendi düşünce, davranış ve seçme özgürlüğünü Allah ve Rasûl’üne teslim etmek demektir. Hiçbir makul insan iki karşıt davranışı birleştirmeye kalkmaz. Müslüman kalmak isteyen kimse, mutlaka Allah ve Rasûl’ünün emrine boyun eğmek zorundadır; boyun eğmeyi istemeyen kimse ise Müslüman olmadığını kabul etmelidir. Eğer bunu da kabul etmezse, ne kadar Müslüman olduğunu haykırsa da hem Allah hem de insanlar tarafından münâfık olarak kabul edilecektir.
Hutbemize konu ettiğimiz âyetteki verilen bu akîde, Allah’ın kudretine mutlak sûrette teslim oluşu ifade eder. Allahu Teâlâ’nın kudreti onları sevk ve idare, hal ve hareketlerini tanzim eder. Kendileri ise, o kudret eline güvenmiş, onunla tam bir huzur ve sükûn bulmuş ve kolayca yollarına devam etmişlerdir.
Bununla beraber güçleri nisbetinde çalışır, ellerinde ne varsa Hak yolda sarfeder, boşuna vakit ve emek harcamaz, gayeye ulaşmak için meşrû olan her çare ve vesileye başvurmaktan geri durmazlar. Sonra güçleri yetmeyen işleri zorla yapmaya kalkmaz, zaaf ve kuvvet gibi birbirine zıt vasıfları bünyesinde toplamış olan insanlıklarından sıyrılmaya yeltenmez, kendilerinde bulunmayan meziyet ve takatları var göstermez, yapmadıklarıyla övünmek, yapamayacakları şeyleri söylemek istemezler.
Allahu Teâlâ’nın takdirine karşı mutlak teslîmiyetle, bütün güç ve kuvvetiyle çalışmak ve gücünün yettiği yerde emniyetle durmak arasındaki dengeyi iyi kurmak gerekir. İşte bu denge ve bu meziyet o ilk seçkin Müslüman topluluğunun damgasıdır ki, onları dağların taşıyamayacağı çaptaki büyük akîde emanetini omuzlamaya ehil kılmıştır.
Bu unsurun vicdanların derinliklerinde yerleşmiş olmasıdır ki, o ilk İslâm Ümmetine, hem husûsî hayatlarında hem de toplum hayatında gerçekleştirdikleri büyük başarıların temînâtı olmuştur. Onların hat ve hareketlerini zamanın çarkına ve seyrine uyarak, onlarla çarpışmadan ve bu müsâdeme neticesinde yolda kalmadan hedefe doğru gitmelerini sağlayan bu unsur olmuştur. Ve yine odur, onların çabalarını hayırlı ve feyizli kılan ve kısa zaman içinde göz kamaştırıcı, tatlı, bol, büyük semereler vücûda getiren…
Onların kalbinde oluşan ve yaşayışlarını varlık âleminin âhengine ve bu kâinâtı idare eden Allah’ın ezelî takdirine uygun kılan bu değişme ve değişmeler, hiç bir insanın yapamayacağı, ancak yeri, gökleri, yıldızları yaratan ve bunların seyrini husûsî bir şekilde tanzim eden Allahu Teâlâ tarafından yapılabilir.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, hutbemin başında okuduğum Kur’ân-ı Kerîm’in:
“Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdiği zaman, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”
meâlindekiâyeti, hakkında nazil olduğu rivayet olunan her hangi bir hâdiseye münhasır olmaktan öte, çok şumullü, çok geniş ve çok derin mana ve hikmetleri içeriyor ve İslâm yolunda esaslı umûmî bir kâideyi ve akîdeyi veya bir nizâmı tesbit etmiş oluyor.
29.03.2019
Hazırlayan: Emrullah AYAN
                                                                                                                                                   

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon