Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsanların neredeyse tamamına yakını, şeytana düşmanmış gibi karşısında yer alıp ona “lânet olsun” derler. Ancak pratikte çoğunlukla şeytana uyarlar. Hayatlarının büyük kısmını şeytanın iğvalarına ve yönlendirmelerine göre yaşarlar. Çoğunluk insanlar Allah’a iman ettiklerini söyleseler de hayatın çeşitli alanlarında Allah’ın razı olmayacağı ve ancak şeytanı sevindirecek ameller yapmaktan kaçınmazlar. Hayatın bazı alanlarında şeklen de olsa Allah’a ibadet/itaat ederken, başka birçok alanda ise şeytana itaat etmekten çekinmezler. Bu yüzden, Müslüman olduklarını söyleyenlerin çoğunu, şeytanın adımlarını izlemeleri sebebiyle günahlar kuşatır ve onları imanına şirk bulaştırma durumuna sürükler.
“Ey Âdemoğulları! Şeytana Kulluk Etmeyin. O, Sizin İçin Apaçık Bir Düşmandır”
Rabbimiz, başka âyetlerinde de zikrettiği “şeytana kulluk yapmayın, sadece Allah’a kulluk yapın/itaat edin” emrini Yasin Suresi 60-62. ayetlerde bir daha hatırlatmıştır. Ancak Müslüman olduğunu söyleyip de Kur’an’ı anlamadan okuyan çoğunluk, bu sûreyi genelde anlamadan ölülere okuma alışkanlığını sürdürdükleri için şeytana kulluk yapmak konumuna düşmekten bir türlü kurtulamazlar. Müslüman olduğunu söyleyen insanların büyük çoğunluğu, Allah’ın emrinden oluşan şeriatına aykırı ameller yaparak şeytanı memnun ederler. Bütün hayatlarını Allah’ın hükümlerine göre düzenlemeleri, hayatın bütün alanlarında Allah’a teslim olmaları gerekirken, siyasi, ekonomik, bireysel ve toplumsal bazı hayat alanlarında, Allah’ın hükümlerini dikkate almayıp şeytanı sevindirecek, şeytanın isteği doğrultusunda tercihler yapmaktadırlar. İşte bu bâtıl tercihler şeytana ibadet etme konumuna sürükleyeceği için Rabbimiz uyarmaktadır.
(Allah, şöyle der:) “Ey mücrimler/suçlular! Ayrılın bu gün!” “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye (and vermedim mi) emretmedim mi?” “Andolsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı, akletmez miydiniz?” (Yasin, 36/59-62).
Burada bir ahiret ve hesap günü sahnesi ile karşı karşıyayız. Yâsin Suresi 51. Âyetten itibaren “sura üfürülme”yi müteakip ahirette diriliş ve Rabbe dönüş sahnesinde cennetliklerin nasıl lütuflarla karşılanacakları anlatılır. Bu sahnede, hesap günü gelmiş ve insanlar cennete ve cehenneme doğru sevk ediliyorlar gibidir. Sanki bir grup mü’min cennete doğru sevk ediliyorken, kendilerini mü’minlerden zanneden, dünyada iken iman ettiğini, müslüman olduğunu söyledikleri hâlde amelleriyle şeytana uymuş bir kısım insanlar da onlarla cennete doğru yönelmektedir. İşte onlara seslenilerek; “Siz ey suçlular, ey günahkârlar siz bugün şu tarafa ayrılın bakalım.” hitabıyla sanki “Size cennet yok, size rahmet yok, cennet sizin değildir, O mü’minlerindir” deneceği bildiriliyor. Rabbimiz onlara hitaben şöyle buyuracak; “Ben size sakın ha, şeytana kulluk etmeyin, çünkü o size apaçık bir düşmandır. Sadece bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” “Bu uyarımı ve emrimi daha önce duymadınız mı? Önceden işitmediniz mi bu ahidleşmeyi, anlaşmayı?” Bu ahidleşmeye göre, “şeytana kulluk edilmeyecek ve sadece Allah’a kulluk yapılacaktı”. Üstelik “şeytan sizden önce de nice nesilleri saptırmıştı ve bunlar size bildirilmişti, neden düşünüp akletmediniz?”Dünyadayken neden akledip de Rabbiniz ile ahdinizin gereğini yapmadınız? İşte bu, tevhid yoluydu, sırat-ı müstakîmdi, cennete ulaştıracak dosdoğru bir yoldu. Dünyadayken mü’min olduğunuzu iddia ediyordunuz, ama ahdinize sadakat gösterip bu iddianızı ispat edecek biçimde, bütünüyle Allah’a teslim olmuş bir hayatı yaşamadınız. “Madem ki, uyardığım hâlde dünyadayken bu ahdinizin gereğini yerine getirmediniz, o hâlde bugün siz o cennete giden grubun içinden ayrılın bakalım” denilecek. Rabbimiz, insanlarla bu ahidleşmeyi ne zaman yapmıştı? Rasûl gönderdiğinde yapmıştı, Kitabını indirdiğinde yapmıştı. İnsana, akıl, ferâset ve irade verince yapmıştı. İnsanı, bunu anlayabilecek fıtratta yaratınca yapmıştı. “Allah’tan başka ilah tanımayacağına” dair aldığı ilk sözle, fıtrata yerleştirdiği ilk ahidle/fıtrat sözleşmesiyle (A’raf, 7/172) yapmıştı.
Yine bu âyetlerde Rabbimiz diyor ki; “Ey kullarım! Ben size şeytana ibadet etmeyin dememiş miydim?” Şeytana nasıl ibadet edilir? Hâlbuki, yeryüzünde hiç kimse şeklî olarak şeytana ibadet etmez. Üstelik bütün insanlar fıtraten ondan nefret ederler. Burada kastedilen ibadet, kulluk, çok açıktır ki şeytana itaat etmek demektir. Biliyoruz ki, “Allah’a, Rasûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin” (Nisa, 4/59) ayeti mucibince, bizler, Rasûl’e (s) ve emir sahibi olan kimselere de itaat etmekle emrolunduk. Burada zikredilen Rasûl’e ve emir sahiplerine itaat, Allah’ın emri olduğu için, bu itaat sonuçta Allah’ın emrini yerine getirerek O’na yapılan ibadettir. Tıpkı Allah meleklere “Adem’e secde edin” diye emrettiğinde de meleklerin Adem’e değil de, aslında Allah’a secde etmiş, O’nun emrine itaatle O’na ibadet etmiş olmaları gibi. Bizlerin emir sahiplerine itaatimiz, onların Allah’ın hududunu çiğnemelerine rağmen devam ederse, işte o zaman bu itaat onlara “ibadet” anlamına gelir. Allah’ın yasaklamasına rağmen şeytana itaat etmek, onun sözünü dinlemek, fısıltılarına, vesveselerine kulak vermek, adımlarına uymak, istekleri doğrultusunda gitmek, istediği şekilde hareket etmek ve gösterdiği yoldan gitmek demektir ki, bu, şeytana ibadettir. “Abdu’ş-şeytan” olmak, şeytanın arzuları istikametinde hareket etmek demektir. Tabii, şeytan sadece cinlerden olan şeytan değildir, insanların da şeytanları vardır. Şeytanlık bir vasıftır, bir özelliktir ve bunu kim yaparsa işte o şeytandır. Allah’tan başkalarının iğvaları, yönlendirmeleri ve direktifleriyle hareket etmek, hayatına onlara göre yön vermek onlara kulluk yapmak demektir. Bunu yapanlar da, kendilerine bu tür şeylerin yapılmasına izin verenler de zalim tâğutlardır, şeytanın dostlarıdır.
İmam Râzi bu konuyu şöyle açıklıyor; “Size bir şahıs herhangi bir konuda emir verdiğinde, siz o emrin Allah’ın emirlerine uygun olup olmadığını kontrol etmelisiniz. Şayet uygun değilse, bilin ki o şahsın yanında şeytan vardır. Siz bu duruma rağmen verilen emre itaat ederseniz, o takdirde şeytana ibadet etmiş olursunuz. Yine, nefsiniz sizi herhangi bir şey için tahrik ederse, o şeyin İslam’a göre caiz olup olmadığına bakmalısınız. Şayet caiz değilse, nefsin şeytandır veya şeytan nefsinin yanındadır. İşte sen bu durumda nefsine uyarsan, şeytana ibadet etmiş olursun.” İmam Râzi sözlerine şöyle devam ediyor: “Şeytan’a ibadet etmenin dereceleri vardır. Şöyle ki, bazen bir insan bir iş yaptığında, onun tüm organları, dili ve hatta kalbi de o işin yapılmasına iştirak eder. Bazı zamanlar ise, insanın organlarını kullanarak bir iş yapmış olmasına rağmen kalbi ve dili, o işe iştirak etmeyebilir. Nitekim bazı insanlar günah işlediklerinde yaptıklarına kalpleri razı olmaz ve dilleri Allah’tan bağışlanma diler. O, bu şekilde kötü bir iş yaptığını itiraf eder. Böylece bu kimse şeytana sadece organlarıyla ibadet etmiş olur, bazı insanlar da gayet soğukkanlı olarak günah işlerler ve dilleriyle de memnuniyetlerini izhar ederler… Bunlar zahirde de, batında da şeytanın gerçek kullarıdır.” (Tefsir-i Kebir c. 7, sh. 103-104; Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an).
Öyleyse sadece Allah’ı dinleyecek, sadece Allah’a itaat edecek, sadece Allah’ı razı etmeye çalışacak, sadece Allah’ın gösterdiği yolda gideceğiz. Abdullaholacağız, abdu’ş-şeytan olmayacağız. Çünkü kesinlikle bileceğiz ki, şeytan bizim için apaçık bir düşmandır. Bu büyük düşmanı ve onun oyunlarını, taktiklerini, düşmanlıklarını Rabbimizin kitabıyla tanıyacak, bilecek ve onun tuzaklarına düşmemeye çalışacağız. Rabbimizin kitabıyla ortaya koyduğu sırat-ı müstakîme gireceğiz, şeytandan ve dostlarından sürekli Rabbimize sığınacağız. Bir kişi sırat-ı müstakîmden ayrıldı mı, artık şeytan onun önüne binlerce yol çıkarır, karşısına binlerce alternatif çıkarır. Adam hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu bilemez ve şaşkınlık içinde bocalar durur. Hak birdir ama bâtıl pek çoktur. Hidâyette olan, sırat-ı müstakîmde yürüyen kişi sükûnettedir, huzurludur. Çünkü yol tektir; ne yapacağını, ne yapmayacağını bilmektedir. Ötekisinin karşısında binlerce yol vardır ve bunların hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu bilemediği için, şaşkınlık ve dalâlet içinde bocalar durur. (Ali Küçük, Besairu’l Kur’an).
Şeytan, İnsanları Saptırmak İçin Yaptıklarını ve Tercihlerini Süslü Gösterir
Birçok âyette, Allah’a itaati terk edip kendisine uyanlara, şeytanın bu bâtıl tercihlerini süslü ve güzel göstererek yoldan iyice sapmalarını sağladığı bildirilmiştir: Mesela Neml Suresi 24. âyette bu husus, güneşe tapan Sebe halkının durumu üzerinden şöyle ifade edilmiştir: “Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını (secde ettiklerini) gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu (hidayeti) bulamıyorlar.”
Şeytanın kandırdığı Sebe ülkesi insanları, Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlarmış. Burada olduğu gibi Kur’an-ı Kerîm’de secde ve rükû namaz dışında zikredildiği zaman, mutlaka başlı başına bir ibâdet anlıyoruz. Yâni güneşe itaat ediyorlar, güneşin emrine boyun eğiyorlar. Peki acaba güneş onlardan ne istiyordu? Güneş ne diyor, ne emrediyordu onlara? Güneş onlardan bizzat bir şeyler istemese de istetiyorlardı, güneş kendilerine konuşmasa da güneşi kendilerince konuşturuyorlar, güneşe bir kısım şeyler dedirtiyorlar ve o dediklerini de yapıyorlardı tabii. Put budur zaten. Put, insanlara hiç bir şey demese de dedirtirler ona. Put, aslında konuşmaz ama putun arkasına saklanan birileri, istediklerini o putlara söyleterek onun arkasında kendi egemenliklerini, kendi hegemonyalarını gerçekleştirirler. Peki, bunu niye yapıyorlarmış bu insanlar? Allah diyor ki: “Şeytan onlara bunu süslü göstermiştir.” Onlara bunu şeytan yaptırıyor. (Ali Küçük Tefsiri). İsrailoğullarından Samiri de buzağı putunu yaptıktan sonra onun adına kendisi konuşarak insanların ne yapmaları gerektiğini o söylüyordu. “(Sâmirî) ‘Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır’…” (Tâhâ: 20/88) diyerek İsrailoğullarını aldatmak suretiyle bu puta tapmaya yönlendiriyordu. Musa (as) kendisini hesaba çektiğinde ise, “Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.” diyordu. Putlar konuşmaz, onlar adına, insanları Allah ile aldatarak kendi hegemonyalarına ve tağutlara itaate sevk eden “din adamı” kılıklı Samiriler/Bel’amlar konuşur. Onlara da, nefisleri ve şeytan bu yaptıklarını süslü ve güzel gösterir. Hicr Suresi 39. Âyette, şeytanın oyunu ifşa edilip iman edenler uyarılır: “(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!”
Bu yanlış tercihin sonucunun, elem verici bir azab olduğu Nahl Suresi 63. âyette şöyle ifade edilir: “Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere de (elçiler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). İşte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.” Bu âyette Allah’ın (c) şunları söylediğini anlayabiliriz: Senden önceki toplumlara, ümmetlere de Biz elçiler gönderdik. O elçilerimiz de kendi toplumlarını uyardılar. Onlar da elçilerimizi dinlemediler, şeytan onlara hâkim oldu. Şeytan, günahlarını, küfürlerini, şirklerini, Allah ve elçileriyle savaşı onlara süslü gösterdi. Onlar elçilere düşman kesilirken şeytanın dostu oldular. Onun içindir ki kıyâmet gününde de şeytan onların dostu/velisi olacaktır. O gün onlar şeytanlara bitişik olarak, onların gittiği yere gideceklerdir. Onlar için orada acıklı bir azap vardır.
Allah’ı, Rasullerini ve Kitabını Bilgisiz ve Ölçüsüzce Tartışarak Azgın Şeytanın Ardına Düşmekten Kaçınmalıyız
“İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer.” “Şeytan hakkında, ‘Her kim onu veli/dost edinirse, mutlaka o kimseyi saptırır ve onu cehennem azabına sürükler’ diye yazılmıştır.” (Hac, 22/3, 4). İnsanların bir grubu heva ve hevesi doğrultusunda Allah hakkında tartışmaya girer. “Ve her azgın şeytana uyarlar.” Haddi aşanlar, hakikate karşı çıkan, vahye ve ilme değil de zanna ve hevaya tâbi olanlar şeytanın peşine takılırlar. Şeytanın kendi izleyicilerini hidayetten ve doğruluktan saptırması, onları alevli ateşe sürüklemesi ise, şeytan hakkında yazılmış olan kaçınılmaz sondur.
Bugün de bilgisizce, Allah’ın bildirmediği alanlarda gaybı taşlamak anlamına gelen birçok hikmetsiz, ölçüsüz tartışmalar ve fitneye yol açan medyatik kavgalar yapılmaktadır. Allah’ın vahiyle bildirdiklerine aykırı biçimde, Adem’in yaratılışı ve öncesine dair uyduruk iddialar ile İsa (as)’a baba arama sapkınlığından Allah’ın kitabının ilâhi kelam olmadığı iftirasına kadar mesnetsiz ve ilmî olmaktan çok zanna dayalı entelektüel gevezelikler azgınca sürdürülmektedir. Bir yandan, AKP lideri ve destekçileri ile kimi medyatik “akademisyenlerin”, “İslamcı aydınların”, “şeyhlerin” öncülüğünde, geleneksel ve modern hurafeleri İslam’dan gösterme ya da İslam ile uzlaştırma gayretleri, İslam’ı bâtıl olan (laiklik, demokrasi, kapitalizm, sosyalizm vb.) ile sentez edip tahrif etme çabaları söz konusudur. Bu tür çabalar sonucu, toplumdaki sekülerleşme çok yaygın bir hâle gelmiş ve büyük bir yozlaşmaya sebep olunmuştur. Diğer yandan, modernitenin etkisiyle dinin sabiteleri ve muhkemleriyle oynayarak Kur’an’ın siyasi, sosyal, ekonomik ve hukuki muhkem hükümlerini tarihe gömmeye yönelen “tarihselcilik” ırarla yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca post-modern bir etkilenme sonucu “Kitabın hükümlerini herkes farklı anlayabilir” sapmaları ve “hakikatin çokluğu” yalanlarıyla ortak hakikat ve ortak kitap anlayışını yok edip Kitabı işlevsiz kılmaya yönelmiş “rölativizm/izafilik” vb. birçok iddialar, sapkın teoriler ısrarla gündem yapılmaktadır. Sonuç olarak, tam da ayette zikredildiği şekilde, Allah, Kitap, Rasûller hakkında bilgisiz, ölçüsüz, mesnetsiz biçimde heva ve zanna dayalı tartışmalar medyatik kavga boyutunda sürdürülmektedir.
Allah’ın bildirmediği gayba giren alanlarda, Allah’ı, Rasullerini ve kitaplarını hedef alan ölçüsüz daha birçok tartışmalar söz konusu olmakta ve bütün bunlar fitneye yol açarak insanları İslam’dan uzaklaştırma işlevi görmektedir. Bunları yapanlara yaptıklarını şeytan süslü ve cazip göstermekte, onlar da bu cazibeye kapılıp ilkesiz, ölçüsüz medyatik tartışmaları ısrarla sürdürmektedirler. Bu tür tartışmalarda ifade edilen, hududullahı aşan ve vahye aykırı olan aşırılıkların, ilmî bir mesnedi de bulunmamaktadır. Vahye teslim olmamış seküler akla ve zanna dayalı bu tür tartışmalar, şüphesiz ki, “şeytanın ardına düşmek”ten başka bir şey değildir. Şeytan, bu tür insanları, “yeni, farklı, aykırı şeyler söyleme ve dikkat çekme” eğilimlerini tahrik edip yaptıklarını süslü göstermek suretiyle yönlendirmektedir.
Bütün bunlara ilaveten, bir de “din beyseldir”, “ekonominin dini imanı olmaz”, “laiklik İslam’la bağdaşır”, “1400 yıllık hükümler bugüne uygun biçimde güncellenmelidir”, “laik parti olarak kendilerinin sırat-ı müstakim üzere oldukları, kendilerinden ayrılanların ise saptıkları” vb. iddia ve iftiralarla İslam’ı tahrif etme çabası gösteren ve laiklikle, yani şirk hükümleriyle hükmeden bir siyasi parti liderinin, “mü’min-muvahhid bir şahsiyet ve ümmetin umudu olduğu” ilan edilmektedir. Laiklik ve kapitalizmle hükmeden bir siyasi lideri “meşru”laştırmak için, “sanki bu konuda yeni vahiy gelmiş gibi” son derece cüretkâr bir biçimde “mü’min ve muvahhid” olmanın ölçülerini bile değiştirmekten çekinilmemektedir. Laiklikle hükmeden ve İslam’ı tahrif edici açıklamalar yapan bu siyasi liderin desteklenmesinin Müslümanların ve ümmetin maslahatının gereği olduğunu söyleyen tevhidî uyanış süreci öbeklerinin büyük kısmı da, öncülerinin imzalarıyla yayınladıkları bildirilerle, TV konuşmaları ve makalelerle, on yılı aşkın süreden bu yana müslümanları laik siyaset alanına yönlendirmekte, bu istikamette teşvik etmektedirler. Üstelik bâtıl yoldaki bu amelin, “farz”, “ibadet”, “Allah’a teslimiyet” ve “takva”olduğunu bile söyleyecek kadar hadlerini aşarak, bu bâtıl yola desteği “meşru” göstermek için Allah’ın dininin en temel kavramlarını araçsallaştırmaktan da çekinmemektedirler. Bütün bunlar, “İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer.” âyetinin kapsamına girebilecek, en geniş anlamda “Allah hakkında bilgisiz ve ölçüsüzce tartışma” olarak değerlendirilebilecek ölçüsüzlüklerdir.
Bilinmelidir ki, İslami olanı tahrif ettiği ve laiklikle hükmettiği hâlde kendisini ‘suret-i hak’tan gösterip sağdan yaklaşarak müslümanları dönüştürenleri sahiplenerek destekleyenler ve müslümanları da bunları desteklemeye yönlendirenler, büyük vebal altındadırlar. Unutulmamalıdır ki, şeytan “maslahat” ve “kazanım” adı altındaki bazı beklentilerin ve “görece özgürlük”ihtimallerinin, uğrunda temel ilkelerden ve nebevi yöntemden taviz verilecek kadar önemli olduğunu telkin eder, bu “maslahat” ve “kazanımları” süslü gösterir. Hatta, ümmet ve Müslümanlar için bu tavizlerin verilmesinin aslında İslam’a da uygun olduğunu telkin edip çürütücü pragmatizme sürükler ve bâtıl yola destek vermeye teşvik eder. Nitekim yaşanan vakıada, sadece şeytanı ve dostlarını sevindirecek hâllere düşülmüştür. Umulan “maslahatlar” ters tepmiş, belenen “kazanımlar” her an kaybedilmeye müsait bir eğretilikte durmaktan ileri gidememiştir. Sonuçta, Hak ile bâtılı karıştıran bu yanlış yönelişler yüzünden hem ümmet hem de ülke müslümanları kaybetmiştir. En önemlisi de beklenen kazanımlardan çok daha fazlası yitirilmiş, çok daha değerli ve ilkesel olan alanda, akıdevi ve kimliksel pek çok ölçümüz, değerimiz kaybedilmiştir. Tevhidî uyanışa ait 30 yıllık birikimimiz, bâtıl siyaset alanında bir hiç uğruna harcanmış ya da ıslahı çok zor olacak boyutta kirletilmiştir. Sonuçta da, Müslümanların büyük çoğunluğunun, dünyevileşme ve sekülerleşme sapmasının kuşatması altına girmesine yol açılmıştır.
Allah, Rasûl, kitap, din, İslamî kavramlar, sabiteler, ölçüler, değerler, hayat, hayat programı, dünya, âhiret, ölüm, hesap konularında, kim ki Allah’ı, Allah’ın kitabını bırakıp da şeytanların iğvalarının peşinde koşarsa, vahyin bilgisi yerine heva ve zanna tâbi olursa, kesinlikle bilmelidir ki şeytan tıpkı kendi saptığı gibi onu da saptıracak ve kendisinin de ebedi azap göreceği yere onu da götürecektir. Kim ki, İslami olanı bâtıl olanla uzlaştırmaya teşebbüs ederse, şeytanın adımlarını izlemeye ve onu veli edinmeye başlamıştır. Şeytanı veli edinenlerin sonu ise, onun gideceği yere gitmektir. Mü’minler velî olarak sadece Allah’ı kabul ederler. Kâfirler, zalimler, fâsıklar gibi tâğutları ve şeytanları asla velî edinmezler. İradelerini şeytana ve tağutlara teslim edip, onların kararlarını, yasalarını uygulamadan yana olmazlar. Çünkü şeytanlar ve tağutlar, velâyeti altına girenleri nûrdan, imandan, İslâm’dan, Allah’a kulluktan, yaratılışlarından, fıtratlarından, insanlıklarından uzaklaştırıp, doğru yoldan çıkararak şirke, küfre, ifsada ve karanlıklara sürüklerler. Aklı, ilmi, düşünceyi, ekini ve nesli fesada verirler. Ahlâkı ve fıtratı bozarlar.
İşte bu hâle düşmekten, şeytanın ardına takılıp onun gideceği cehenneme sürüklenmekten korunmak için, Allah’a teslim olup Hablullah’a sımsıkı sarılmak zorundayız. Sadece Allah’ı velî kabul edip, kulluğumuzu sadece Allah’a yaparak ve Allah’ın bizim için belirlediği hayat tarzına teslim olarak karanlıklardan kurtulmak zorundayız. Bundan başka yolumuz, istikametimiz ve çaremiz de yoktur. Rabbimiz yardımcımız olsun. Şeytanın süslü gösterdiği aşırılıkların cazibesine kapılıp onun ardına düşmekten, ona kulluk yapmaktan muhafaza edip sadece kendisine kul olmayı hepimize nasip etsin inşaAllah.