Hutbe:Dîni Yalnızca Allah’a Halis Kılarak Da’vet Edin
“Öyleyse, dîni yalnızca O’na hâlis kılanlar olarak Allah’a da’vet edin; kâfirler hoş görmese de.” (Mü’min: 14)
İslâm çağrısının metod özelliğinde bir takım hakîkatler vardır ki, da’vetçilerin bu konuda ictihâda başvurmaları câiz değildir. Da’vetçilerin görevi; bu dînin temel gerçeklerini –hiçbir şey gizlemeden ve ileri bir tarihe bırakmadan- açıklamaktır. Bu gerçeklerin başındaysa, Allah’tan başka hiçbir kimsenin ilahlık ve rablık hakkına sahip olmamasıdır. Bundan dolayı da Allah’tan başkasına bağlılık yoktur. Allah’tan başkasına boyun eğmek ve O’ndan başkasına itaat etmek yoktur. Bu temel hakîkatin ilan edilmesi mecbûrîdir.
Karşıdaki muhalefet ne olursa olsun, hangi tehdit altında bulunulursa bulunulsun, inkârcıların tepki ve tavırları ne olursa olsun, bu yolun meşakkat ve tehlikeleri ne kadar çok olursa olsun bu ilan mutlaka yapılmalıdır.Bu hakîkatin kısmen bile olsa gizlenmesi veya ertelenmesi bilgelikten değildir. Güzelce öğüt vermekle ilgili değildir. Yani yeryüzü tâğutları, bu ilandan hoşlanmıyorlar diye veya bu ilanı yapanları işkenceye verirler diye, bunu bahane ederek İslâm’dan yüz çevrirler diye veya bu konuda hem da’vete hem de da’vetçilere tuzak kurarlar diye gizlenip geciktirilemez. Çünkü bu gerekçelerin hiçbiri, da’vetçilerin söz konusu temel gerçekleri gizlemelerine veya ertelemelerine cevaz vermez. Yahut bu gerekçelere dayanarak; meselâ, işe günlük ibadetlerden, ahlâkî davranışlardan veya rûhî güzelliklerden başlamalarına cevaz vermez.
“Allah’ın vahdâniyet ve rabliğinden; tek olan Allah’a itaat, bağlılık, boyun eğmişlik ve teslimiyetten başlandığı taktirde yeryüzü tâğutlarının gazabını üzerimize çekeriz” diye bu ilanda gizleme ve erteleme yapılamaz.
Bu akîdeyi Yüce Allah’ın dilediği gibi hareket alanına koymanın metodu budur. Rabbi tarafından yönlendirilen Peygamberimiz Muhammed (S)’in izlediği, “Allah’ın da’vet metodu “ buydu. Müslüman da’vetçi bu yoldan ayrılamaz. Bu metottan başkasına başvuramaz. Her şeyden önce Yüce Allah, dîninin kefîlidir. O, İslâm da’vetçilerine koruyucu olarak yeterlidir. Tâğutların şerlerine karşı O yeterlidir. Yüce Allah mü’minleri, tek olan ilâha da’vet etmekle görevlendirmiştir. Kâfirlerin gazabına hiçbir önem vermeden dindarlığı sadece Allah’a ait kılma da’vetiyle görevlendirmiştir.
Müslüman olduklarını iddia edip Rablerinden kendilerine indirilenleri uygulamayanlar tıpkı anmaya değer hiçbir şey üzerinde bulunmayan ehl-i kitap gibidirler. Müslüman olmak isteyen kimse, Allah’ın kitabını kendi iç dünyasında ve hayatında hâkim kıldıktan sonra bu uygulamayı yapmayan, anmaya değer hiçbir din üzerinde bulunmayan insanlara yönelmek zorundadır. Tâ ki, onlar da uygulasınlar. Çünkü bu dava, “Âlemlerin Rabbinden gelen hanîf dinden olmak” davasıdır. Bu konuyu çözüme kavuşturmak bir mecbûriyettir. İnsanları yeniden İslâm’a da’vet etmek; Allah’ın kitabını kendi iç dünyasında ve hayatında uygulayan Müslümanın kaçınılmaz görevidir. Sadece söz veya verâset yoluyla söylenip gelen bir İslâm, İslâm demek değildir. Kişiyi hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir din üzere kılacak bir şey değildir. Çünkü Allah’ın dîni, bir yafta, bir isim, bir bayrak veya bir verâset değildir.
Eğer da’vetçi, insanların anmaya değer bir din üzerinde bulunmadıklarını ifade etmezse, sarıldıkları şeyin kökten bâtıl olduğunu ve kendilerini -şimdiki hallerinden başka- yeni bir şeye da’vet ettiğini açıklamazsa, onlara eziyet bile vermiş olabilir. Uzun bir geçiş dönemine, uzun bir yolculuğa, düşünce ve yönetimlerini, düzen ve ahlâklarını kökünden değiştirmeye açıkça da’vet etmediği hallerde bile insanlara eziyet verebilir. Çünkü insanlar, bir da’vetçinin çağırdığı hakka ne ölçüde bağlı olduğunu bilmek isterler.
Açık ve net bir tebliğ yapılıp bu tebliğ edilene uygun bir hayat yaşayarak model olduktan sonra, Enfâl:42. âyette de belirtildiği gibi; “…Tâ ki, helâk olacak olan da yaşayacak olan da deliliyle (niçin olduğunu bilerek) helâk olsun veya yaşasın…”
19.07.2019
Hazırlayan: Emrullah AYAN