1980’liyıllardan beri tüm İslam coğrafyasında, Ramazan ayının son Cuma’sında gündemleştirilmeye başlanan “Dünya Kudüs Günü” İlmî ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV’da da bir konferans ve Cuma namazı hutbesi ile idrak edildi.
Cuma namazı öncesi İLKAV yönetiminden Emrullah AYAN güne ve gündeme dair bir konferans verdi. Konferansta Kudüs ve Mescidi Aksanın Müslümanlar için önemi,Filistin direnişi ve İşgalci Siyonist İsrail’in Müslümanlara olan zulümleri anlatıldı.Diğer taraftan gündemi yeni işgal eden TC Hükümeti ile İsrail Hükümeti arasında Mavi Marmara olayından beri bozuk olan ilişkilerin normalleşmesi anlaşmasına değinildi. Ayan konuşmasında İsrail ile biz Müslümanların ilişkisinin hiçbir zaman normalleşemiyeceğini, olayın sadece Gazze halkının refah seviyesini artırmak değil, Siyonist işgale son vermek olduğunu, demokratik, laik siyasetin Müslümanları her zaman hayal kırıklığına uğratabileceğini,bize düşenin istikametimizi koruyarak kendi özgün duruşumuzu ,Kuran Neslini inşa etmemiz gerektiğine vurgu yaptı.Konfenans özeti aşağıya alınmıştır.
DÜNYA KUDÜS GÜNÜ
Her yıl Ramazan ayının son Cuma’sı Dünya Kudüs Günü olarak yâd edilmektedir. Dünya Müslümanlarının dikkatini ve ilgisini bölgeye ve Kudüs’e ve dolayısıyla Mescid-i Aksa’ya çekmeyi böylece de bir duyarlılık oluşturmayı hedefleyen Dünya Kudüs Günü Müslümanlar tarafından gereğince idrak edilmelidir.
Kudüs, peygamberler şehri, Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsü olan 144 dönümlük Mescid-i Aksa’yı bağrında barındırdığından dolayı tarih boyunca sürekli ilgi odağı olmuştur. Tarihî kayıtlara göre Kudüs, Kenanîlerin bir kolu olan Yebusîler tarafından M.Ö. 4000 yılında kurulmuştur.
Kudüs ve Mescid-i Aksa Davası bir toprak, mazlumiyet, sınır ve insanlık davasından öte bir inanç ve Müslümanların ortak şeref davasıdır. Müslümanım diyen bir kimse, Mescid-i Aksa’nın ve Kudüs’ün tutsaklığına duyarsız kalamaz. Siyonist İsrail’in bu coğrafyada rahatça zulüm, işkence, katliam ve entrikalarına devam etmesinin sebebi, Müslüman halkların Kur’an ve peygamberleri Muhammed (S)’in izinden kopmalarından kaynaklanıyor. Müslümanlar silkelenerek üzerlerindeki ölü toprağını atıp sahih, berrak kaynaklarına dönerek, ümmet birliğine doğru salih amellerini çoğaltmaları gerekiyor.
Kudüs ve Mescid-i Aksa davası sadece Filistinlilerin veya Arapların değil, bütün Müslümanların davasıdır. Bugün Filistin topraklarında o toprakların bağımsızlığı ve hürriyeti, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın kurtarılması için mücadele eden bir tek kişi olmasa bile Müslümanların yine de bu davaya sahip çıkmaları gerekir. O yüzden iman hassasiyeti taşıyan her Müslüman, Yüce Allah’ın mubarek kıldığını bildirdiği mekanların yeniden İslamî kimliğine kavuşması için kendisini de sorumlu tuttuğunda çok şeyin değiştiğini görecektir. Nitekim Selahaddin Eyyubî, Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı bu inanç ve şuurla haçlı zalimlerden kurtarmıştı.
Bugün, biz Müslümanlar da gerek Mescid-i Haram gerekse Mescid-i Nebevî gerekse de Mescid-i Aksa’nın gerçek kimliklerine kavuşmaları için mücadele etmemiz gerekir. Bunu gerçekleştirecek kimseler ise Müslüman kimliğini eğreti olarak üzerlerinde taşıyanlar değil bu kimliğin hakkını vererek kuşanmış mü’minlerdir.
Son birkaç gündür Türkiye’nin İsrail ile olan anlaşmasının gündemi hayli meşgul ettiği hepimizce malumdur. Bu anlaşma nedir? Niçin yapılmıştır? Kimin menfaatine kimin zararınadır? Bu anlaşmanın arka planında yapılan hesaplar nelerdir? Bütün bu soruları içeren bir değerlendirme yapmamız hem günün anlamı ve değeriyle de örtüştüğü için hem de olup-bitenlerin biz Müslümanları ve bölgemizi yakından ve doğrudan hem de yakıcı olarak ilgilendirdiği için kaçınılmaz olmuştur. Biz de konuya dair değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşalım istedik.
TÜRKİYE-İSRAİL ANLAŞMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Ortadoğu petrolü ve Doğu Akdeniz gazının çıkarılıp pazarlanması isteniyor. Bunun gerçekleşebilmesi için de stratejik bir konumda olan Türkiye’ye ihtiyaç var.Aynı zamanda Kıbrıs’ın da açıklarında doğal gaz rezervleri bulundu. İşte bu noktada İsrail ile anlaşma konusu gündeme damgasını vurdu. Ayrıca anlaşmanın sadece doğal gaz ve petrol meselesi olmadığı da anlaşıldı.
Anlaşmayı kim istedi? Bu son derece önemli. Bu durum İsrail’in kendi arzusu değil sadece ABD’nin bizzat, adım adım takip ettiği ve gerçekleşmesi için de her safhasında yer aldığı bir konudur. Dolayısıyla bu anlaşma ABD’nin gerçekleşmesini istediği hatta taraflara dikte ettirdiği bir anlaşmadır. ABD bu anlaşmayı niçin dikte ediyor? Çünkü ABD hem Levant bölgesi denilen hem de Kuzey Afrika bölgesindeki ticarî güvenliği yeniden tesis etmek istiyor. Burada bir ekonomik varlık oluşturmak istiyor. Bu yüzden de buranın güvenliğini tesis etmek istiyor. İsrail ile Türkiye’yi anlaştırabilirse -ki bunu gerçekleştirmiş durumda- yapacağını düşünüyor. Bu sadece İsrail ile Türkiye’nin anlaşması ve ittifakı ile de yetinilen ve izah edilen bir mesele değil. Ayrıca ABD, aynı zamanda bunun yanına Mısır’ı, Cezayir’i, Libya’yı, Suriye’yi, Lübnan’ı da işin içine dahil etmek istiyor. Bölgede, belki de daha ileride Kıbrıs’ın güneyi de kuzeyi de dahil edilerek bu bölgedeki ülkelerin içinde olduğu ve bölgenin ekonomisinin harekete geçirildiği ve güvenliğinin de istikrarının da sağlandığı bir sürecin bölgede başlatılacağı söyleniyor. Tabii ki bütün bunlar ABD ve İsrail’in çıkarları için.
Türkiye’ye buradan verilebilecek olan şey, petrol veya doğal gazın boru hattının Avrupa’ya ulaştırılırken aracılık rolü, geri kalanın da ise doğrudan doğruya ABD’nin çıkarları düşünülüyor. Çünkü ABD, Irak’tan ve Afganistan’dan öyle veya böyle gönderildi. Ve büyük bir İslam coğrafyasında halkların tepkisiyle karşı karşıya bulunuyor. Özellikle bölgede, yeniden kendi kendini var edebilmek, tutunabilmek, nüfuzunu ve ekonomik çıkarlarını koruyabilmek için İsrail üzerinden Türkiye’yi bağlayarak İsrail ve Türkiye ekseninde Mısır, Cezayir, Libya, Suriye, Kıbrıs’ı da dahil ederek bölgeyi bütünüyle kontrol altında tutmayı hedefliyor. Esas arka planda yatan budur. Yoksa Gazze bu işin ayrıntısıdır. Türkiye kamuoyunu ikna edebilmek için öne sürülen küçük bir faydalandırmadır o kadar.
Gazze’ye gerçek anlamda destek verilecekse kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak tarzda desteklerin ortaya konması gerekir. Ablukanın kaldırılması demek bu anlama gelir. Yoksa boğazını sıkmışsın Gazze’nin arada bir yudum su veya bir nefeslik hava mı teneffüs ettireceksin. Sürekli böyle mi devam ettireceksin?
ABD, körfezin, Rusya’nın, İran’ın ve Azerbaycan’ın doğalgaz ve petrolüne ihtiyaç duymayacak şekilde Doğu Akdeniz’i tahkim edip güvenli hale dönüştürüp burada bir dünya kurmak istiyor. Bunları da Türkiye üzerinden yapıyor. Türkiye’yi de ileride sorun çıkartacak olursa durdurabilmek için Türkiye’nin güneyinde bizim PKK devleti dediğimiz PYD veya YPG ile Kürt devletini kurmak ve bununla Türkiye’nin güneyinde koridor oluşturacak şekilde bir yapılanmaya gitmesini de sağlayarak hem Türkiye’yi zabt-u rabt altına alacak hem de bu anlaşmanın bir parçası haline getirmiş olacak. Böylece kendisine daha alışılmış, binlerce yıl öncesinden beri ticaretin döndüğü alanda yeniden hakim olmaya çalışacak, bunu sağlayacak.
Bu anlaşma Türkiye’yi içe mi kapatır yoksa dışa mı açar konusuna bakacak olursak, bu anlaşma Türkiye’yi içe kapatır. Aynı 2000’li yıllar öncesinin tablosuyla karşı karşıya kalırız. Dışarıda itibarı iyice azalmış olan, batının yeniden peykine giren, onun yeniden oyun planı çerçevesinde hareket eden, onun isteklerini harfiyen yerine getiren bir ülke durumuna sokar. En hafifinden bu durum bu algıyı oluşturur.
Bizler, konuyu çok açık bir şekilde medyada ve Başbakanın açıklamalarından öğrenebiliyoruz. Her şey gözlerimizin önünde, tarihin şahidliğinde gerçekleşiyor.
Mesela; İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Başbakan Binali YILDIRIM’la eş zamanlı açıklamasında; Türkiye ile yapılan anlaşmanın Ortadoğu’nun istikrarına katkı sağlayacağını, bu anlaşma ile Gazze’nin denizden ablukasının devam edeceğini ve anlaşmanın, İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ihracatına imkan sağlayacağını belirtti.
Şimdi, Ortadoğu’nun istikrarsızlaştırılmasının bir numaralı isimleri ABD ve İsrail değil mi? İsrail’in varlığı ve politikaları değil mi? İşte bundan dolayı İsrail sıkıştırılsın diye bu anlaşmanın yapılmaması gerekiyordu. Büyük oranda da İsrail köşeye sıkıştırılmıştı. Bu durum, bu anlaşma İsrail’i sıkışmış olduğu halden kurtarmış oldu.
Netanyahu, bizzat, bu anlaşma ile Gazze’ye uygulanan ablukanın kalkmadığını söylüyor. Dikkat edelim ambargo kalkmadı, abluka da kalkmadı. Sadece ambargo hafifletildi. O da sadece Türkiye için ve şimdilik. Yarın ne olacağı belli değil. Bugüne kadar İsrail hangi verdiği sözü tuttu, hangi anlaşmaya uydu?
Peki, Türkiye’ye amiyane tabirle niçin torpil geçiyorlar? Yarın öbür gün doğalgazı çıkarırsak Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştıralım diye.. Zaten her şey o anlaşma değil mi?
Eğer Türkiye, İsrail ile anlaşma yapmaz ise İsrail bölgede izole edilmiş, iyice yalnızlaşmış, herkesin öfkesini ve düşmanlığını üzerine çekmiş bir ülke olarak kalacaktır. Varlık sebebi ortadan kalkacaktır. Bir anlamı olmayacaktır. Kaldı ki, zaten İsrail’de yaşayan sonradan başka ülkelerden İsrail’e getirdikleri insanlar şimdi İsrail’i terk ediyorlar.
Bu anlaşma, 14 yıllık Ak Parti uygulamalarının tersi bir uygulama. Biz bunun sebebini sorgulamak ve tenkid etmek, eleştirmek durumundayız. Kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek ve uyanık tutmak durumundayız. Bu politika değişikliğinin, bu anlaşmanın doğru olmadığı hususundaki kanaatimizi ortaya koyuyoruz. Terör devleti İsrail ile yapılan herhangi bir anlaşma, eminim ki samimi bütün Müslümanları rahatsız eder.
İsrail, yıllardır Filistin’de ve Gazze’de katliam üstüne katliam gerçekleştirdi. Bugün de Mescid-i Aksa’da itikafa giren Müslümanlara yaptıkları eziyetler, saldırılar ve o kirli postallarıyla Mescid-i Aksa’nın içine girmeler, ibadet için gelenleri içeri almamalar. İşte Türkiye bu İsrail ile anlaşıyor. Bu İsrail, Türkiye’nin stratejik müttefiki oluyor. Elbette bu durum yüreğimizi sızlatacak. Bu anlaşma bizim yüreğimizi sızlatmazsa biz kendimizden şüphe duymalıyız.
İktidar, 14 yıldır bize İsrail’in ne kadar kötü ve zalim olduğunu, uluslararası anlaşmalara uymadığını, BM’nin hiçbir kararına uymadığını, politikalarının ne kadar yanlış olduğunu, bu politikalarının bölgede istikrarsızlığa yol açtığını, İsrail ile anlaşılamayacağını Türkiye toplumuna anlatan bu iktidar değil miydi? Biz de şimdi diyoruz ki; ne oldu, ne değişti de bu politika değişti? Bunun sebebi ne? Hangi reel politika, hangi ulvî çıkar hükümeti bu noktaya getirdi?
Yine Netanyahu’dan bu anlaşmadan beklentilerine dair Türkiye açıklaması; İtalya’nın başkenti Roma’da, ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile görüşmesinin ardından gazetecilere konuşan İsrail Başbakanı Netanyahu, Türkiye ile varılan anlaşmanın İsrail’in ekonomisinin üzerinde muazzam etkilerinin olacağını belirtti. Netanyahu, ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye ile yapılan mutabakat hakkında açıklamasına devam ederek, muazzam ifadesini özellikle kullandım dedi. John Kerry de anlaşma hakkında memnuniyetini belirtip, görmek istediğimiz bir adımdı ifadesini kullandı.
Zaten Netanyahu’nun anlaşmanın hemen ardından ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry ile buluşması anlaşmayı kimin adına imzaladığının işareti olarak duruyor. Bu duruma en çok sevinenin de ABD olduğunu görüyoruz. Bunu açık bir şekilde de ifade ediyorlar.
Peki bu anlaşma İsrail’de nasıl karşılandı?
Şimdi, İsrail’deki pek çok medya kuruluşunun şöyle bir yayın politikası var; bu anlaşma için Erdoğan zafer kazandı diyorlar. Erdoğan için zafer oldu diyorlar. İsrail için teslimiyet anlaşması bu, diyerek anlaşmayı eleştiriyorlar. Bu biraz Türkiye’nin gönlünü almaya yönelik, biraz “biz kaybettik” havasını vermeye yönelik bir çıkış gibi, çünkü Netanyahu’nun da açık ifade ettiği gibi, ABD Başkan yardımcısı Biden’ın da belirttiği gibi bu anlaşma İsrail için muazzam bir anlaşmadır. Geleceği olan, ekonomik ve siyasî çıkarları itibarıyla geleceği büyük olan bir anlaşmadır.
Meselenin anlaşmaya dair bir de PİAR kısmı var. Ramazan’da bu anlaşmadan dolayı Gazze’ye yardımların ulaşması ve bunların Televizyon kanallarında ve gazetelerde gösterilmesi bu anlaşmanın ne kadar da isabetli olduğu yönündeki algıyı besleyen bir PİAR çalışması olacaktır. Tıpkı, kibrit çöpünü gözüne fazla yaklaştırırsan arkasındaki ormanı göremezsin ifadesindeki gibi…
Anlaşma sadece İsrail’le yapılarak bitmedi, Rusya ile de bir adım atıldı, arkasından hemen Mısır. Mısır’la da anlaşma eli kulağındadır.
Şimdi, biz bu anlaşmalardan şüpheye düşmeyelim mi? Ertuğrul ÖZKÖK bu konuyu yazıyor; “fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekir” diyor. Bugün Ertuğrul ÖZKÖK’ün yazdığı şekilde olaylar gerçekleşiyor. Birileri de, biz bundan şüphelenerek “acaba ne oluyor?” diye sormaya başladığımızda deniyor ki, bu ne karamsarlık, bu ne memnuniyetsizlik? Elbette karamsar ve memnuniyetsiz olacağız. İsrail’in ve ABD’nin bugüne kadar yaptıkları bize bunları düşündürüyor ve hissettiriyor. ABD ve onun şımarık çocuğu terörist İsrail devletinin bugüne kadar yaptıkları bundan sonraki yapacaklarının teminatı değil midir?
Bir de meselenin odağında bulunan İHH konusu var. İHH’nın açıklamaları var. Bu anlaşmaya dair İHH’nın rezervi var. İHH, 13 başlıkta bu anlaşmaya dair itiraz ve değerlendirmelerini içeren bir bildiri yayınladı. Bu açıklamanın bazı maddelerini önemine binaen sizinle paylaşalım:
“- Abluka ile ambargo aynı şey değildir. Yapılan görüşmeler ambargonun değil ABLUKA’nın kaldırılması üzerinde inşa edilmelidir.
– Aştod Limanı üzerine kurgulanacak bir anlaşma ablukanın yumuşamasını değil aksine resmî olarak tanınmasını sağlayacaktır. Türkiye bu riske girmemelidir.
– Gazze’deki insanî yardım sorunu, sıkıntının sadece bir kısmıdır. Gazze’deki sorun temel olarak özgürlük odaklıdır. Gazze halkı da herkes gibi seyahat etme ve ticaret yapma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bu konuların gündeme alınması gerekmektedir.
– Yürütülen görüşmelerde Mavi Marmara davalarının telaffuz bile edilmemesi görüşündeyiz. Davaların düşürülmesi anlaşmanın gizli veya açık hiçbir şekilde parçası olmamalıdır.
– Tazminat konusundaki görüşümüz de gayet açıktır. İsrail lütuf değil ceza tazminatı ödemelidir ve bunun hukukî emsalleri mevcuttur.
– Türkiye’deki mahkemelerde çıkartılan yakalama kararı İnterpol’e dahi gönderilemezken İsrail, İHH ve gemi katılımcılarını terör listesine almıştır.
– Şunu da hatırlatmak isteriz ki; tarih bize, İsrail’in hiçbir sözünü tutmadığını ve hiçbir uluslararası anlaşmaya sadık kalmadığını öğretmiştir.”
Sonuç olarak diyoruz ki; bu anlaşma temel itibarıyla, genelde bölgedeki Müslümanlara özelde de Gazze’deki Müslümanlara gerçek anlamda herhangi bir fayda sağlamamaktadır. Bu anlaşmadan alabildiğine yararlanacak olanlar ise öncelikle ABD ve onun bölgemizdeki şımarık çocuğu terörist İsrail devletidir.