Kardeşlerim bugün, H. 7 Muharrem 1436/ Cuma, yeni bir hicri yıla girdik.
Hicret; bir yerden başka bir yere göç etmek, bir insanın başkasından bedenen, dille veya kalben ayrılması ve uzaklaşmasıdır. Hz. Peygamber (S) ve ashabının İslam devletini kurmak üzere M. 622 tarihinde Mekke’den Medine’ye göç etmeleri/hicret etmeleridir. İslam’ı hakim kılmak için bir hareket stratejisi olan hicret İslami hareketin önemli merhalelerinden birisidir.
Batıl düzenler, gerçekten Hakka inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını mü’minlerin aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanın ışıktan ürktüğü gibi, onlar da mü’minlerin gerçekleri ve mutlak doğruları gözler önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler, korkarlar. Tarih boyunca mü’minlere zalim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde Müslümanlar üzerindeki bunca baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.
Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman bazen de küfür egemen olmuştur. Mü’minler İslami kimliklerini yitirdikleri, imani zaaflara düştükleri, İslami ilimlerin yeterince tahsil edilemediği ve cahiliyenin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslam’a galip gelecektir. İslami ilimlerin çok iyi bilindiği, İslam’ın yaşandığı, imanın kalp atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslam egemen olacaktır.
İslam’ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü’minler İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz. Hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arzeder ve kıyamete kadar kaimdir. Bu anlamda hadislerde de hicretin sürekliliğinden söz edilmektedir:
“Kafirlerle savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir.” (Şevkani, Neylü’l-Evtar, VIII, 27) “Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim’in hicretini kendine örnek alanlardır” (Ebu Davud, Cihad).
Allah (C.C) için yapılan her hareket, tavır ve sözün karşılıksız kalması mümkün değildir. Allah için bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve bununla İslam’ı daha iyi yaşamayı, Allah’a daha mükemmel bir şekilde kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez. Allah (C.C) Kur’an-ı Kerim’de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:
“Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler” (Bakara: 218, Tevbe: 20)
Muharrem ayı, hicret ayı olmakla beraber İslam dünyasında çok büyük bir facianın da gerçekleştiği bir aydır. Hicri 61. Yılın Muharrem ayının 10’nda gerçekleştirilmiş bir facia, Kerbela faciasıdır.
Hılafet ve saltanat bahsinde önemli bir yeri olan Hz. Hüseyin’in şehadeti hadisesini nübüvvet ve saltanat arasındaki mücadelenin bir devamı olarak ele almak gerek. Bu tarihi olaylar dün olduğu gibi değişik zaman ve mekanlarda farklı isimler arasında bugün de aynen yaşandığı gibi maalesef kıyamete kadar da yaşanacaktır. Önemli olan bu tarihi karşılaşmada kimin kimlerin safında yer aldığıdır.
Kerbela olayı aynı zamanda bir semboldür. Aynı inancın sahipleri arasında çıkan iki farklı çizginin ilk çarpıcı örneği… Bu çizgi, nübüvveti temsil eden Hüseyni çizgi ile saltanatı temsil eden Yezidi çizgi. Birincisinin özelliği mazlumiyeti, muhaceratı, fedakarlığı, adaleti, şehadeti, cesareti, izzeti, kıyamı temsil eder. İkincisi; saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızasıyla müstekbirliği temsil etmesidir. Muaviye ve Yezid herkesi sindirmişti. Muhaliflerini öldürmüş, ortalığı süt liman etmişler ve bütün bunları da saltanat uğruna yapmışlardı. Bu zulümdür. Hz. Hüseyin bunca sessizlik ortamında hakkın ve halkın sesi olmak için gitmiş, zulme karşı olduğunu haykırmıştı. Bunu, sonucunu da az çok kestirerek yapmıştı. Sağ kalsa da öldürülse de zulmün ortaya konmasıydı bu. O, zalime zulmünü haykırmak için şehid oldu. Kerbela sahrasında bütün ehl-i imanın gözlerini yaşlar, kalplerini hüzünler içinde bırakan o pek dilsiz şehadet hadisesi vuku buldu.
O, Kur’an’ı savunurken, hicret yolunda, vahye şahidliğin zirvesindeyken, Kur’an için can feda ederek şehid oldu. Onu şehid edenler ise, tersine bir hicreti yaşayarak, dünyevi hırslarına kapılıp Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş) bırakanlardı. İşte bugün bizler de doğru istikamette bir hicretle Kur’an safında yer almalı, Kur’an’a hicret edip vahyin şahidliğini üstlenerek, Rasulullah (S) ve torunu Hz. Hüseyin’le yollarımızı bütünleştirmeliyiz. İslami kimlik ve ilkelerimizin tavizsiz savunuculuğunu yaparak, her türlü zulme, ifsada, adaletsizliğe ve emperyalizme Allah için birlikte karşı durmalıyız.
31.10.2014
Hazırlayan: Emrullah AYAN