İlke-der'in her yıl düzenlediği konferanslar dizisinin ilki, 30.10.2009 tarihinde İlkav Başkanı Mehmet Pamak’ın konuşmacı olarak katıldığı “Emperyal Projeler İstikametinde Türkiye’de Değişim ve Müslümanlar” konferansıyla başladı. Çorum Belediyesine ait Turgut Özal Konferans salonunda gerçekleştirilen programa yoğun bir katılım oldu. Konferans başlangıcında İlke-der başkanı Selim Özkabakçı program esnasında salon içerisinde video çekimi yapmak isteyen emniyet görevlilerinden çekim izni alıp almadıklarını, aksi takdirde çekim yapamayacaklarını kendilerine bildirdi. Emniyet görevlisi memurlar, çekim izni aldıklarını ifade ettikten sonra Çorum Valiliği’nden aldıkları belgeyi gösterdiler. Bu arada Mehmet Pamak ve Selim Özkabakçı valiliğin emrinin hukuki olmadığını dolayısıyla söz konusu belgenin de hukuki olmadığını, burada konferans için bulunan topluluğun içerisinde çekim yapmaya haklarının ve yetkilerinin olmadıklarını, konferansı tertip edenlerden izin alınmadıkça çekim yapılamayacağını, ancak mahkeme kararıyla çekim yapılabileceğini ifade ederek emniyet görevlilerine itiraz etti. Ardından emniyet görevlilerinin emniyetten bir amirin geleceğini söylemelerinden sonra yarım saat kadar beklendi. Akabinde gelen amir, kesinlikle çekim yapılacağını ve bu konuda taviz mümkün olamayacağını bildirdikten sonra, Mehmet Pamak “Biz zaten bütün konferanslarımızın çekimini kendimiz yapıyor ve kitlelerin istifadesine sunuyoruz. Bizim bu açıdan bir çekincemiz hiçbir zaman yoktur olmamıştır. Fakat burada bize karşı bir dayatma söz konusudur. bunu asla kabul edemeyiz. Bizim karşı çıktığımız husus kazanılmış özgürlüklerden geri adıma yol açacak fişleme baskısı oluşturulmasına rıza göstermemizin istenmesidir. Çünkü biz bir özgürlük mücadelesi veriyoruz, hem özgürlük mücadelesi verip hem de böyle bir dayatmayı kabul etmemiz mümkün değildir bu şartlar altında sunum yapamayız” diyerek valiliğin bu tavrını protesto etmek amacıyla salondaki herkesle birlikte salonu terk edeceğini kendilerine bildirdi.
Daha sonra salona dinleyicilerin huzuruna geçen Mehmet Pamak gelişen olaylar hakkında salondaki dinleyicileri genel olarak bilgilendirerek, ”ülkenin içinde bulunduğu görece rahatlama ortamında tekrar eski fişleme dönemlerine dönülmesinin kesinlikle kabul edilmeyeceğini ve yıllardır bu mücadeleyi veren bir Müslüman olarak sunum yapmayacağını dinleyicilere ifade etti. Mehmet Pamak devamında şunları söyledi “Çorum Valiliği hukuksuz ve keyfi bir şekilde fişleme mantığıyla hareket etmekte. Sözde ülkede özgürlüklerin önü açıldı. Fişleme hastalığı devam ediyor. Eğer biz bu zulme sessiz kalırsak 10 yıl geriye gideriz. Biz bu konularda çok bedel ödedik, yargılandık ve bunu protesto ediyoruz. Aslında bu gece sunumumda anlatmakta istediğim konuyu Çorum Valiliği açıkça ortaya koymuş oldu. Biz Çorum Valisinin de özgür olmasını istiyoruz.” Dedi. Mehmet Pamak alkışlarla kürsüden indi.
Akabinde kürsüye gelen ilke der başkanı Selim Özkabakçı yapılan engellemenin sorumlularını kınadığını dile getirdi ve polisin fişleme mantığıyla yapmak istediği görüntülemeden vazgeçmediği için programı iptal ettiklerini söyledi.
Mehmet Pamak ve Selim Özkabakçı’nın bilgilendirmesinden sonra salona gelen emniyet müdür yardımcısı Abdulkerim Bolat, kendilerinin yanlış anlaşıldıklarını, görevli arkadaşların konuyu anlayamadıklarından, bilgisizliklerinden ötürü bu sorunun yaşandığını dile getirdi. Gelişmeri haber yapmak için görüntü alan yerel gazetelerin muhabirlerine, agresif bir üslupla, çekim yapamayacaklarını(!) belirterek “kimden izin aldınız da çekim yapıyorsunuz, alın bunları, alın ellerindeki görüntüleri ” diyerek mahiyetindeki memurlara emir verdi. Gazeteciler bu zamana kadar görevleri gereği haber amaçlı görüntü aldıklarını kimseden izin almadıklarını ve haber amaçlı görüntü almak için kimseden izin alınmasının gerekmediğini belirttiler. Emniyet amirinin ısrarcı tavrı karşısında gazeteciler ortamı germemek ya da mecburen sessiz kalarak emre uydular. Emniyet amirinin yanlış anlaşılma olduğu ve emniyet kamerasının olmayacağını belirtmesinin ardından program başladı.
Program sonunda Mehmet Pamak emniyet müdür muavininin gazete muhabirine dönük azarlayıcı tavrının kesinlikle kabul edilemeyeceğini, haber alma haklarının engellenemeyeceğini, muhabiri de görevli memur sandığını yoksa ona da müdahale edilmeli idi diyerek onun bu hareketini de protesto ettiğini dile getirdi.
Öte yandan ilke-der başkanı Selim Özkabakçı’da yaptığı açıklamada: “ Valiliğin ve emniyet müdürlüğünün süregelen bir yanlıştan döndüğünü, ancak yapılan yanlışın bir yanlış anlaşılma olmadığını, bizzat yazılı resmi emirle uygulandığını belirterek, her şeye rağmen yaşananların hak ve özgürlük mücadelesinde bizler, tüm Çorumlular, valilik ve emniyet birimleri için mesafe kat etmek olduğunu belirtti. Ayrıca kamera çekimi konusunda, etkinliği düzenleyen kuruluştan izin isteme gereği duymayan yetkililerin, basın mensuplarının haber için çekimlerine izin isteme gereğini bir ikilem olarak değerlendirerek, polisin basın mensuplarına karşı yasakçı, baskıcı ve caydırıcı tutumunu kabul edilemez olarak telin ettiğini belirtti.
Daha sonra programa başlandı,
Programın açılış konuşmasını İlke-Der başkanı Selim Özkabakçı yaptı. Açılış konuşmasında Özkabakçı konuşmasında şunları söyledi:
Bu akşam İlke-Der’in, 2009–2010 yılı, konferanslarının ilkinde birlikteyiz.
İlke-Der, 2000’li yılarda başlayan çalışmalarını, 24 Kasım 2004 tarihinde dernekleşmesiyle, hayat bulmuştur. Çalışmalarımızı aralıksız devam ettiriyoruz. Allah nasip ederse, İlke-Der, bundan sonra da yoluna devam edecektir. Tayfalar değişse de, kaptan değişse de gemi rotasında ilerlemelidir.
İlke-der, 28 Şubat darbesinden sonra, herkesin sindiği ve endişe ile beklediği bir dönemde, haksızlıkları haykırmayı kendisine bir görev bilmiştir. Bu gün bu görevlerden birisini daha gerçekleştiriyoruz. Az önce de yapılan haksızlıklara karşı duruşumuza fiili olarak da şahit oldunuz.
Dünyamızda baskılar, zulümler kol gezmektedir. Şirkin kuşattığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Beşeri sistemlerin dayatmaları altındayız. Allah yokmuş gibi, bir hayat hazırlanmıştır bize. Ama biz inanıyoruz ki, Allah vardır ve bizim namazımız, ibadetimiz, hayatımız ve ölümümüz, Âlemlerin Rabbi Allah içindir.
Emperyalist zihniyet kutsal tanımadan yayılmakta ve kendi çıkarları uğruna her şeyi yıkmaktadır. Filistin’li kardeşlerimiz ya katlediliyorlar ya da yurtlarından çıkarılıyorlar. İlk kıblemiz olan Mescid-i aksayı yıkarak o bölgeyi Müslümanların gündeminden düşürmeye çalışıyorlar.
Yaşadığımız dünyanın farkında olmalıyız ki sorumluluklarımızı gereği gibi yerine getirelim. İnandığımızı yaşayalım. İnandığımızı yaşamamıza engel olan ne? Batıl. Oysa batıldan korkmamıza gerek yok. Çünkü, batıl halisülasyondan ibarettir. Zaten batıl, gerçekliği olmayan demektir. Siz gerçek olmayandan kaçarsanız o sizi gerçekmiş gibi kovalar. Siz, batıla başkaldırma cesareti gösterirseniz, batıl zail olur ve size zarar veremez. Aksi takdirde gerçekliği olmayan bu şeyden korkar durursunuz. Gerçek olan Allah’tır ancak ondan korkulur.
Değerli bir edebiyatçımızdan şöyle bir söz duymuştum: “iki tür insan vardır. Birincisi ağaç misali dallarını göğe açar, köklerini toprağa salar. İkincisi köpek misali kovalarsan kaçar, kaçarsan kovalar.” Diyerek sözlerini tamamladı.
Ardından İlkav başkanı Mehmet Pamak sunumuna başladı.
Osmanlı sonrası T.C sisteminin kurulması ve misyonunu anlatarak konuşmasına başlayan Mehmet Pamak, TC sisteminde 1923 yılında gerçekleştirilen ilk darbe ile I. Meclisteki muhaliflerin tasfiyesini müteakip kontrolu tamamen ele geçiren batıcıların jakoben modernleştirme ve batılılaştırma projesini yerli halklar üzerinde terör estirerek adım adım uygulamaya koyduğunu söyledi. Kemalist sistemin Batı ile anlaşarak üstlendiği bu misyonun gereğini yerine getirirken, kendi halkına ve komşu ülkelere karşı “yurtta Savaş bölgede savaş” şeklinde tezahür eden bir uygulamaya imza attığının üzerinde duran Pamak, halkın yıllarca iç düşman, dış düşman paranoyalarıyla oyalanıp baskı altında tutulduğunu söyledi.
Konferansta uygulamadan örnekler verilerek, 85 yıllık süreçte sistemin zaman zaman tıkandığı noktada kendini yeniden üretmeye yönelik bazı çabalar içine girdiği üzerinde duruldu. Pamak şunları söyledi: “Sistem tıkandı, çürüdü ve çürüttü, bu sebeple yine batı desteğinde kendini yeniden üretmeye yönelik çabalar gösteriyor. Bugün gelinen noktada artık sistemin tükendiğini fark eden görece özgürleşme peşindeki kimi yerli kadrolar ile bu bölgedeki çıkarlarını artık İslam düşmanı radikal laiklikle koruyamayacaklarını, Kürt kimliği ve İslami kimlikle savaşan radikal Kemalizmin artık Batı çıkarlarına zarar verdiğini anlayan emperyalist ülkeler (ABD ve AB) mevcut sistemi restore edecek yeni bir değişim hamlesinin şart olduğunu görerek harekete geçtiler. Böylece 85 yıldır süregelen ve aslında sistem de dahil her şeyi tüketip çıkmaza sürükleyen temel mesele olan, Kürt ve İslami kimliklerle savaşta, bir takım görece özgürleşme açılımları gerçekleştirilerek, görece bir barış sağlanmak, zulme itiraz eden kesimler rahatlatılmak ve böylece sistem restore edilerek ömrü uzatılmak isteniyor. İşte önceliği Kürt kimliğinde görece özgürleşmeye vererek başlatılan son açılım süreci de yerel ve küresel boyutta hissedilen bu ihtiyacın dayatmasıyla ortaya çıkmış bulunuyor.”
“Tıkanan, çürüyen, yozlaşan Kemalist Batıcı sistem, Menderes ve Özal döneminde olduğu gibi Erdoğan döneminde de ray değiştirip kendisini aynı kodlarla yeniden üreterek, aynı laik-seküler batı paradigması istikametindeki yürüyüşüne devam etmek, ancak bunu sağlamak için baskılardan, yasaklardan bunalan halkları da görece bir özgürleşmeyle rahatlatıp yanına çekmeye çalışmaktadır” diyen Pamak, sistem içi değişimi zorlayan sebepler üzerinde durdu. Bu sebepleri, 1 – sistemin derinlerinden başlayan iç çürüme, 2 – Müslümanların, seküler Kürt muhalefetinin, sol ve liberal kesimlerin on yıllardır büyük bedellere mal olan adalet ve özgürlük mücadeleleri, 3 – Anadolu esnaf, tüccar ve sanayicisinin mesleki ve siyasi örgütlenmeyle iktidar ve ranttan payını almaya yönelik bir mücadele ortaya koyması gibi iç, 4 – Batının da bu gelişmeleri doğru okuyarak kendi faşist dönemine takılı kalan sistemin Batının yeni kodlarına göre kendisini yenilemesinin Batı çıkarlarının sürekliliğini sağlamak için gerekliliğine inanması gibi dış sebepler olduğunu ifade etti.
“Hükümet ve sivil bürokrasiyi bir ölçüde elinde bulunduran AKP-Gülen koalisyonu ise, arkalarında var olan büyük ve kitlesel halk desteğini öne çıkarıp, meydanlardan yükselecek milyonların adalet ve özgürlük taleplerini organize etmek zahmetine katlanmadıkları için, stratejilerini yerli despotlarla küresel despotlar arasındaki dengeye oturtmuş bulunuyorlar. Yerli despotların şerrinden onların da efendisi olan küresel despotlara, yani kâhyanın zulmünden ağaya sığınarak kendilerini ve iktidarlarını güvence altına almaya çalışmak gibi yanlış bir yol tutturmuş bulunuyorlar. Böyle olunca da, sığındıkları gücün oyununa alet olmaktan kurtulamıyorlar. Tabii ki, bu tespit yerli aktörlerin hiçbir inisiyatifleri olmadan dikte edilen küresel projeyi uyguladıkları anlamına gelmemektedir. Öncelikle küresel ve yerel dengeleri de gözeterek geliştirilen iyi niyetli yerli inisiyatif, arayış ve çabalarla, küresel proje, arayış ve yönlendirmelerin örtüşmesi sonucunda iç ve dış açılımlar daha sorunsuz ve kolay gerçekleşebilmektedir. Ancak bu tür ilişkilerde, iyi niyetli olmak bir anlam ifade etmemekte, nihayet güçlü olan taraf diğerini daha fazla kullanabilme, yönlendirebilme imkânına sahip bulunmaktadır. İşte küresel güçlerin bu yönlendirmesinden azade olmak, konjonktürel gelişmeler içinden rol kaparak inisiyatif geliştirebilme zaafından ve sonuçta küresel güçlerin projelerinde kullanılmaktan kurtulmak, ancak halk kitlelerini, meydanları doldurup yerli despotlara ve emperyal güçlere karşı adalet ve özgürlük taleplerini haykırması için organize ederek ve kitlelerin bu gücüne dayanarak mümkün kılınabilir. Bu emperyal oyunu, ancak meydanlardan yükselen bu kitlesel haykırışın rüzgârını arkasına alarak, küresel ve yerel despotlara sığınmadan kendi özgün politikasını sürdürecek ve değişimi halkın gücüyle sağlayacak bir siyasi güç bozabilir. Ama maalesef Türkiye’de sistem içi değişimi gerçekleştirmek isteyen siyasi kadro, halktan ziyade yerli oligarşi ve küresel güçler arasında kurmaya çalıştığı denge stratejisi üzerine harekette ısrar etmektedir.”
“Aslında 85 yıldır sistemin zora dayalı politikalarla elde etmeye çalıştığı sonucu bugün artık kimi zenginleşen, kapitalizme eklemlenen, liberalleşen namazlı tesettürlü insanlar gönüllü olarak gerçekleştirmeye talipler. Darbecilere karşı, laik demokratik kapitalist sisteme sahip çıkan sloganlarla tepki gösterenler, aslında tam da darbecilerin ve arkalarındaki emperyalist güçlerin elde etmek istedikleri sonuca ulaştıklarını görseler, nasıl bir konuma düştüklerini anlayacaklardır. Yani artık darbelere de 85 yıllık baskıcı Kemalizme de gerek kalmamıştır, çünkü kendini Müslüman olarak tanımlayanlar ve geçmişte sistem için potansiyel tehlike teşkil edenler, bugün çok büyük oranda onların istedikleri yeri kanıksamış ve benimsemiş görünmektedirler.”
“Şirk sistemi içinde görece özgürlükçü bir değişiminin gerçekleşmesine razı olmak, bu değişimi sağlayanlarla bütünleşmek, laik-demokrat bir mücadelenin içinde yer almak, o istikamette mücadele etmek, sırat-ı müstakimi terk edip, tevhid mücadelesinden vazgeçip, şirk sistemi içindeki gri yollara savrulmak anlamına geleceği için Müslümanların uzak durması gereken bir haldir. Yani Müslüman her zaman ve şartta insanlığı kurtaracak tek şerefli yol olan tevhid ve Kur’an yolunu temsil etmek, taviz vermeden ve ilkeli şahidliğini yaparak bu yola daveti sürdürmek durumundadır. Müslüman, mevcut zulme karşı mücadele ederken, mü’min ferasetiyle, eskisinin yerine ikame edilmeye çalışılan yeni zulümleri, yeni zulüm projelerini de fark edip, ifşa ederek, onun da önünü kesmeye çalışmakla da, her şartta sadece tevhidi mücadeleyi gündemleştirmekle de mükelleftir.”
Mehmet Pamak konuşmasının sonunda Türkiye Müslümanlarının geliştirmesi gereken tutum üzerinde durdu ve şunları söyledi: “ Emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin sopa ve havuç politikalarının tümüne karşı çıkıp özgün Tevhidi Projemizi gündemleştirmeliyiz”.
“velev ki şirk sistemi içinde değişim gerçekleştirenler çok güzel açılımlar yapmayı ve halkı daha özgür bir vasata taşımayı başarsalar bile, nihayet yaşanan şirk sistemi içinde bir değişimdir. Yani daha zalim bir şirk sisteminden daha özgürlükçü bir şirk sistemine geçişten ibarettir. Bu halde de bizler, görece rahatlatan şirk sistemini de benimseyemeyiz, destekleyemeyiz. Allah’ı razı etmek istiyorsak, ahrete ve din gününe imanda samimiysek, bu daha özgürlükçü şirk sistemine karşı da tevhid ve adalet mücadelemizi, ta ki Kur’an’ın hükümleri hakim olana kadar sürdürmek mecburiyetindeyiz” diyerek, Müslümanların İslami kimliklerinden ve ilkelerinden asla taviz vermeden Allah’ın rızasını kazanmak için ihlasla verecekleri bir mücadeleye talip olmaları gerektiğinin altını çizdi.
Konu ile ilgili Kur’an ayetlerinden örnekler vererek, Kur’an’ın, ilk nesli inşa sürecinde ortaya konan; şirk sistemine itaatsizliğe, onunla asla uzlaşmamaya, yönetimde ortaklaşmamaya, şirk sistemiyle mutlaka ayrışmaya, ondan ayrı İslami nadiyeler/meclisler oluşturmaya, hak ile batılı asla karıştırmamaya, hak-batıl arasında sentezler oluşturmamaya çağıran, sürekli ve tavizsiz bir biçimde arı duru tevhid yolunu takibe yönlendiren “yoldaki işaretler”i hatırlattı.
Soru cevapların ardından konferans sona erdi…