Table of Contents
24 Kasım Öğretmenler Günü”nde Öğretmenlere Sesleniş
“24 Kasım Öğretmenler Günü”nde de resmî ideolojiye dayalı Kemalizm dininin çocuk zihinlere yönelik saldırısı sürdürüldü. Aşağıya sadece bazı örnekleri alıntılanan fotoğraf karelerinde görüldüğü üzere, bütün il ve ilçelerdeki okulları kuşatan bu ideolojik işgal ve saldırının Öğretmenler gününde de sürdürüldüğünü ibretle ve büyük üzüntüyle gözlemlemiş bulunuyoruz:
Gazzeli ve Türkiyeli çocuklara yönelik işgal ve katliam ile Türkiye’de çocukların zihinlerine yönelik işgal ve öğütüm sistemine dair tespitler ışığında değerlendirmeler yaptığım daha önceki yazılarımda resmî Kemalizm dininin eski bayram ve 10 Kasım matem günlerinde yaşanan, çocuk zihinlere yönelik yaygın işgal ve kirletme vahşetine değinerek, Gazzeli çocukların muhatap oldukları işgal ve katliamla mukayese etmiştim. Son 10 Kasım 2023 günü de eski yıllardaki Kemalizm şirk dinine ait ritüeller tekrarlandı ve çocuk zihinlere işgal ve tecavüzler çok yaygın olarak gerçekleştirildi. Gazzeli ve Türkiyeli çocukların muhatap kılındıkları işgal ve katliamlara dair tespitlerimi ifade ettiğim mısraları buraya da almak ve üzerinde bir daha düşündürmek istiyorum. Hemen ardından da son 10 Kasım’da yaşananların görüntülerinden örnekler paylaştıktan sonra da 100 yıldır bu ülkede yaşanan büyük zulmün 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde de tekrarlandığını hatırlatarak, hâlâ fıtratlarını koruyan erdemli ve vicdanlı öğretmenlere seslenmek istiyorum.
Batı’nın Silahıyla Katledilen Gazzeli Çocuk mu Yoksa Aynı Batı’nın Seküler Kültürüyle Fıtratı Bozulup Ruhu Öldürülen Türkiyeli Çocuk mu Daha Kötü Durumda?
Emperyalist ve siyonist Batı’nın silahıyla Gazzeli çocuk bombalanıp katledilerek dünyası yok edilirken, aynı Batı’nın seküler batıl kültürüyle Türkiyeli çocukların zihinleri işgal edilip ruhları katledilerek ahiretleri de yok ediliyor.
Bugün yine on Kasım, çocuk zihinlere yönelik resmî ideolojik işgal sürüyor
Gazze’de çocuk katliamı var, Türkiye’de zihni işgal edilen fıtratlar çürüyor
Gazze’deki siyonist katliam, çocuğun dünya hayatına son verir, ama ahireti cennettir
Kemalist Türkiye’de, zihni işgal edilip ruhu öldürülenin, dünyası da ahireti de zillettir
Toprak işgali ve katliam dünya hayatına, zihinsel işgal ve saldırı dâreyne zarar verir
Öldürülen Gazze’li çocuğa ağlayan, farkında değil, kendi çocuğu ahiretini de yitirir
Rabbimizin hükmü; ‘haksız yere cana kıymak zulümdür, fitne ise katilden beter’
İnsanı şirke zorlayan kemalizm fitnesinin, zihin işgali ruhları öldürmeye yeter
Siyonist İsrail’in de, laik kemalist Türkiye’nin de arkasında aynı Batı var
İşgalci zalimin birisi topraklara, diğeri zihinlere yönelik işgalle zulüm yapar
Birincisi Batı’nın silahı ile toprak işgali yaparak, katliamlara imza atar
İkincisi Batı’nın seküler kültürüyle zihinleri işgal edip fitneye yol açar
Birincisi dünya hayatını yok etse de zihni hür, imanı güçlü kalır muhatabın
İkincisinde çoğunluk, dünyasını da ahiretini de kaybeder, fitnesiyle tağutların
Gazze’li çocukların çoğu büyürse mücahid olup güçlü imanıyla işgalciye direnir
Türkiye’de ruhu kirletilen çoğunluk, büyürse zalime meyledip ateşe sürüklenir
Gazze’de zihni hür, vicdanı hür, imanı güçlü nesiller yetişip zalimlere baş kaldırır
Kemalist öğütüm fitnesi ise, yeni nesilleri tâğuta kulluk ettirip karanlıkla kandırır
Gazze’de zihni hür yetişenlerin çoğu, Allah’tan başkasına eğilmemeyi öğrenir
Allah yolunda mücadeleye adanıp, en güçlü silahlara iman gücüyle gâlip gelir
Türkiye’de laik öğütüm fitnesiyle yetişen çoğunluk, egemen tağuta kulluk yapar
Sekülerizmin işgal ettiği zihinle şeytanın yolunu izler, Ata puta ve hevasına tapar
Çocuklar o kadar kuşatılmış bir vaziyetteler ki, 100 yıldır pozitivist, laik, Batıcı, Türkçü ulusalcı ve İslam karşıtı bir lider olan Atatürk sevgisi ve onun seküler kültür ve ilkelerine bağlılığa dayalı resmi ideolojisiyle (yani kemalizm diniyle) ilk okuldan itibaren çocukların zihinleri işgal edilip esaret altına alınmaktadır.
Üstelik Gazze ve Filistin işgali ve katliamların sona ermesi de, Kudüs, Mescid-i Aksa, Mekke ve Kabe’nin kurtuluşu da, öncelikle ümmetin vahiyle inşa olup tevhidî niteliğini kazanarak tekrar izzetli günlerine kavuşmasından ve ümmet coğrafyasının Ankara, Kahire, Tahran, Riyad ve Bağdat’ın temsil ettiği bölge ülkelerinin İslam ile yönetilmesinden geçtiği dikkate alınmalıdır. Bu sebeple de öncelikle her mü’minin kendi halkını zihnî ve kültürel işgallerden kurtarıp İslâmî yönetimlere kavuşturma mücadelesine yoğunlaşması gerekmektedir. Yani kendini Müslüman olarak tanımlayan bütün halkların terk ettikleri Kur’an’a dönerek vahiyle arınıp tevhid eksenli bir inşa gerçekleştirmek suretiyle tevhidî zindeliği ve izzeti yeniden kazandıracak Kur’anî bir inkılâp yaşamaları ve böylece Allah’ın vâdettiği yardıma müstahak olmaları gerekmektedir.
Özetle Gazze işgal ve katliamı için siyonist katilleri protesto edenlerin büyük çoğunluğunun kendi ülkelerinde egemen olan ve şirkle hükmeden tağutî sistem ve yönetimlerin destekçiliğini yapma zilletini bırakıp çocuklarının zihinlerini işgal edip şirk kültürüne yönlendiren sistemle mücadeleyi de gündemlerinin birinci maddesi yapmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, bir taraftan laik seküler iktidarların yaptığı gibi sadece gaz alma işlevi görüp toplumdaki siyonist karşıtı öfkeyi yatıştırıp siyonist terörist İsrail ile işbirliği halinde olan iktidarları ayakta tutarak, sonuçta işgal ve katliamlardan da sorumlu olma konumuna sürüklenmekten kurtulamayacaklardır. Diğer taraftan da ümmetin tekrar vahiyle inşa edilip İslam ümmeti vasfını kazanmasını da, İsrail dostu küfür rejimlerinin yıkılmasını da geciktirip, yeni nesillerin zihinlerinin İsrail destekçisi emperyalist Batı kültürünün taklidçisi seküler resmi ideolojiyle işgal edilmesinin sürmesine hizmet ederek, sonuçta yaşanan zilletin de işgal ve katliamların da sürmesine katkı sunmak konumuna düşeceklerdir. Bugün çoğunluk İslamî gruplar zaviyesinden yaşanan, (istedikleri kadar slogan atsınlar) işte böyle bir suç ortaklığından başkası değildir.
10 Kasım günü bütün okullarda Kemalizm dinin ritüelleri icra edilip Ataputa tapınma ayinleri gerçekleştirildi. Sadece bazı okullardan ve özellikle bazı İmam Hatip Okullarından aşağıdaki görüntüler bile bu acı gerçeği anlatmaya fazlasıyla yeterlidir. Bu öylesine büyük bir zulüm ki, Filistin ve Gazze’deki işgal ve bombalamalar bir ara verip katliamları durdukları dönemler oluşturdukları halde, TC’deki seküler resmî ideolojinin zihinlere yönelik işgali 100 yıldır devam etmekte olup hiçbir ara da vermeden ruhlara yönelik katliamını suret-i hak’tan görünen iktidarlar döneminde bile tüm şiddetiyle sürdürmektedir.
AMASYA MERKEZ HATTAT HAMDULLAH İMAM HATİP ORTAOKULU
TRABZON / ORTAHİSAR – Mahmut Celaleddin Ökten Anadolu İmam Hatip Lisesi
‘Elazığ Arıcak İmam Hatip Ortaokulu ve Arıcak Ortaokulu, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü etkinlikleri çerçevesinde bir koreografi hazırlamışlar. Okulun bahçesinde bir araya gelen 200 öğrenci, sonsuzluk simgesi ve ‘İzindeyiz’ yazısını oluşturmuşlar.’
EDİRNE MERKEZ Hatice Erkurt Anaokulu
Gazzeli çocukların enkaz altından çıkanları bile, daha vücudunun yarıdan fazlası enkaz alındayken serbest kalan şehadet parmağını kaldırıp tevhid kelimesini dile getirerek imanını haykırıyor. Aynı yaştaki Türkiyeli çocukların çoğunluğu ise, maalesef tevhidin ne olduğundan bile habersizken Atatürk hakkında çok şeyi ezbere okuyuveriyor. Diyanet Çocuk dergisi bile Atatürk’ü ve laik Kemalist zulmün 100. yılını kapak yaparak yayınlanıyor. Kur’an ve Din Kültürü ders kitabı dahil bütün ders kitaplarının ilk sayfalarında Atatürk resmi ve gençliğe hitabesine yer verilmiş bulunuyor. Özellikle Türkçe kitabı başta olmak üzere ders programında ilaveten resmi ideolojinin seküler kutsalları ve Kemalist kültür empoze ediliyor.
Bütün ders kitaplarının ilk sayfalarına Atatürk resmiyle birlikte yerleştirilen ‘Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ başlıklı metin ise, İslam’ın akîdevî ve ümmetçi ilkelerine aykırı, Türkçü ve seküler ulusçu bir içerik taşımaktadır. Bu metinde, zihinleri işgal edilen çocuklara, ümmet karşıtı ulusçu bir yaklaşımla, ‘mevcudiyetinin yegâne temelinin Türk istiklali ve laik Kemalist Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek olduğu’ empoze edilmekte ve bunun için ‘muhtaç olduğu kudretin’ kaynağı olarak, yine ırkçı, Türkçü bir yaklaşımla ‘damarlarındaki asil kanda mevcut olduğu’ vurgusu yapılmaktadır. Aslında aynı Türkçü, ırkçı vurgular, Gazisi’nin izinde yürüdüğünü sık sık tekrarlayan Erdoğan’ın bütün Malazgirt konuşmalarında ve bizzat yazdırıp bestelettiği Malazgirt Marşı ile Yüzüncü Yıl Marşı’nda da fazlasıyla bulunmaktadır.
‘Halk’a Rağmen Halk İçin’ Sloganını Üreten Laik Kemalist Sistemin Cumhuriyet Olduğu İddiası da Tam Bir Yalandan İbarettir
Herkes çok iyi bilir ki, “Cumhuriyet” sistemi, TC kuruldu kurulalı sınırlardan içeriye hiç girmemiş, “modern” ve çağdaş” sultanlar, oligarşik aristokratlar, silahlı bürokrat ve ‘derin devlet’ unsurları ile vesayetçi siyasîler saltanatı devralıp ‘halka rağmen halk için’ sloganıyla sürdürmüşlerdir. Kurulan sistem halk iradesine dayalı bir sistem hiç olmamış, silahlı bürokratın vesayeti altında, despot aristokratların baskıcı yönetimi “cumhuriyet” ve “demokrasi” olarak yutturulmaya çalışılmıştır.
Halkı dışlayan, aşağılayan, halkın iradesini basit görüp ciddiye almayan, halkı kendisinin hayrına olanı bilmekten aciz görüp “halka rağmen halk adına harekete” kendini yetkili gören seçkinci anlayış, halkın nasıl bir dine ve ne kadar inanacağını, nasıl, neyi ve ne kadar düşüneceğini, neye ve ne kadar tavır koyabileceğini, her konuda neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini ve hatta halkın nasıl bir kıyafet giyebileceğini bile belirlemeye kalkışmış, halka ise körü körüne itaati layık görmüştür. İtaat etmeme potansiyeli taşıdığına inandığı kesimleri ise düşman ilan ederek, “toplum mühendisliği” ve “sopa” politikaları ile hizaya sokmaya, halkı, seçkinlerin dayatmalarına uyması için terbiye etmeye çalışmıştır. Halktaki duyarlılıklar ve itiraz kabiliyeti yükseldikçe de biriken ‘tepki gazını almak’ üzere bu sefer ‘havuç’ politikaları yürürlüğe konulmuş ve suret-i hak’tan görünen politikacıların iktidar olmalarının önü açılmıştır.
Bu havuç politikası dönemlerinde ise, son 22 yılda olduğu gibi, hak maskeli batıl siyâsî kadrolarla aynı resmî ideolojik öğütüm sistemi sürdürülmüş, ‘Kur’an dersi’ vb. ama içine Atatürkçü batıl unsurlar da karıştırılmış dersler ilave edilerek ve seküler, laik, Kemalist ideolojik dayatmaların devam ettiği İmam Hatip Liseleri gibi okulların sayıları arttırılarak tepki birikimi olan kitleler sistemin yanında hizaya sokulmuştur. Böylece kimi İslâmî şiarları ve söylemleri laik devlet için istismar edip araçsallaştıran bu laik Kemalist ‘muhfazakâr’ iktidarlar eliyle, resmî ideolojik dayatmaların aynen hatta biraz daha arttırılarak sürdürüldüğü öğütüm sisteminde çocuk zihinler işgal edilip fıtratları bozulduğu ve ruhları öldürüldüğü halde, ‘dindar, muhafazakâr’ kitlelerin ‘Allah ile aldatılıp’ laik Kemalist devletten razı olması sağlanmıştır.
Direniş ruhunu ve hak arama eğilimlerini yok eden bir başka saptırılmış gelenek de, tahrif edilmiş “sabır” ve “tevekkül” anlayışı ile her ne olursa olsun başa gelenin, yazılmış, düzeltilmesi mümkün olamayan ve rıza gösterilmesi, katlanılması gereken bir kader olduğunu ve zulme rıza göstermeyi telkin eden yanlış kader anlayışından kaynaklanmıştır. Söz konusu gelenekten de beslenen “Devlet-i ebed müddet” anlayışı ile devleti baba kabul eden ataerkil geleneksel yaklaşımın yanında, giderek devleti ilahlaştıran, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarında devleti belirleyici kılan, bireyin ve cemaatin hak ve özgürlüklerini “ilah devlet” (ulus devlet)e kurban eden ve bu sapkın baskıcı hali normal karşılayıp kanıksayan “modernist” düşüncenin ürettiği modern demokratik sapmalar da, halkı teslimiyetçiliğe ve tepkisizliğe sevk eden, halkın devlet tarafından kuşatılıp teslim alınmasını sağlayarak güçsüzleştiren bir başka önemli unsuru teşkil etmiştir.
TC Devletini Kuranlar,
Materyalist Bir Eğitimle Pozitivizmi Dayattılar
İslam’a Dair Ne Varsa Atıp Hevalarına Taptılar
Dayatılan ve kabulünü sağlamak için uğrunda nice masum insanların canlarına kıyılan “ilke ve inkılaplar”ın gölgesinde kalan “öğütüm” sisteminde, halkın kimlik, şahsiyet ve kültürünü batı kültürü çerçevesinde yeniden oluşturmak amacıyla dayatılan resmi ideoloji, modern seküler kültürle yoğrulmuş, özgün İslâmî kimliğinden ve bu kimliğini, kültürünü oluşturan değer ve kaynaklarından koparılmış, köksüz, geçmişi olmayan, seküler kültüre yaslanan tek tip insan üretmeyi ve farklılıkları yok etmeyi hedef almıştır. Sonuçta bu zulmün tesiri ve baskı-şiddet politikaları uygulaması ile insanlarımız, kimliksiz, şahsiyetsiz, korkak, ikiyüzlü, çıkarcı ve bencil bir ruh yapısına sahip niteliksiz yığınlar haline dönüştürülmüştür. İslâmî ve insânî değerleri önceleyen İslâmî ümmetçiliğin yerini, ulusalcı egoizmin çıkarcı kirliliği almış, ulusal menfaatler uğruna başkalarının hak ve özgürlüklerine tasallut etmenin, başkalarına ıstırap vermenin meşruiyetine inanan sapmalara sürüklenilmiştir.
Bu, kendi “ulus”unu, İslâmî ve insânî değerlerin üzerine çıkartan, abartılı ve haksız bir şekilde yücelten, kutsallaştıran ulusçuluğun sağladığı kirlenme ve körlük kullanılarak, ulusçu tahriklerle gündem her zaman kolayca saptırılmış, egemen zalimlerin zulüm ve sömürülerine yönelik dikkatlerin başka yönlere yönlendirilmesi bu ulusçu tahriklerle kolayca sağlanmıştır. Yönlendirmeye fırsat veren bu ulusçu kirlilik, egemenlerin bunu kullanarak kolay maniple etmesine açık bir toplum oluşturmuş, muhalefet bilincinin, sorgulama ve itiraz duyarlılığının yerini kör itaatin almasına yol açmıştır. Fıtratı kirletici, köleleştirici eğitim sisteminde, devleti ve orduyu kutsallaştırıcı empozelerle, ulusal şiarlar ve resmî ideoloji ilkeleri çerçevesindeki beyin yıkama seanslarıyla, bu kutsallara körü körüne itaatin ve bunların gölgesinde yapılan haksızlık ve zulümlerin bile mazur ve meşru görülmesinin alt yapısını hazırlamışlardır. Bu sebeple itiraz edip, sorgulayabilenler, sadece bu sistemin yanlış mamulleri olarak nitelenebilecek bir azınlıktan ibaret olmaktadır.
İslam medeniyet alanından çıkarak, seküler ‘batı medeniyeti’(!) sahasına transfer olmayı hedef alan köklü medeniyet değiştirme projesini, şiddete dayalı politikalarla uygulamaya koyan batıcı, emperyalizmin işbirlikçisi kadrolar, bir yandan tek tip insanı esas alan tekelci eğitimle, özgün kimlik, kültür ve ahlâkî değerleri yok ederek, diğer yandan da bunun yerine, taklid ettikleri ithal seküler değerler sistemini bile daha da bozarak uygulamak suretiyle, iki değerler sisteminin de dışında, ikisi de olamayan bir ucube şahsiyetin, maddeci, çıkarcı, egoist ve birbirinin kurdu olan kişiliksiz, niteliksiz, batının da en azından kendi insanı için benimsediği insânî erdem ve değerlerden bile yoksun bir insan tipinin ortaya çıkmasına yol açmışlardır.
Laik Kemalist sistemde halkın nasıl bir dine ve ne kadar inanması gerektiği bile laik devlet tarafından belirlenip, üstelik dini ve dindarı kontrol ve denetim altında tutmak ve laik devlete itaatkâr kılmayı temin etmek üzere, laik devlete bağımlı laik kuruluşlar olarak Diyanet teşkilatı ve İlahiyat Fakülteleri kurulmuştur. Ve bu kurumlar aracılığı ile halkın laik devletin istediği gibi bir dine, yani Marx’ın ifade ettiği üzere mazlum kitleleri uyutmak üzere “afyon” işlevini görecek bir resmi dine bağlanmaları sağlanmıştır. Bu resmî din çerçevesinde ve bu laik kurumlarda, kafalar karıştırılmış, laik devletin zulüm politikalarını meşrulaştırma çabalarıyla halkın muhalefeti, din kullanılarak engellenmeye, dinin “ulu’l-emre itaat” ilkesi saptırılarak, zalim, fasık, şirk yönetimlerine itaat, “Allah’la aldatarak” temin edilmeye çalışılmıştır. Halkın kendisine ve dinine savaş açmış olanlara “Allah zeval vermesin” diye dua etmesine, Peygamber’in şeriatına karşı savaş açan kurumlara “Peygamber Ocağı” demesine yol açacak derecede kafalar karıştırılmış, tam bir bilinç bulanıklığı sağlanmıştır. Böylece, bir yandan Kur’an merkezli Rasulün (s) örneklediği sahih dinin, her türlü zulme, sömürüye ve adaletsizliğe karşı, adaleti ikame etme mücadelesini öneren uyarıcı, zalimlere ve sömürüye karşı harekete geçirici muhteşem ilkelerinin, halkın zihnine yerleşmesi engellenmiş, diğer yandan da, resmi dinin, halktaki direniş ve adalet arayışı eğilimlerini iğdiş edici ve zulme rıza ile zalime itaati telkin ederek zelil kılmaya yönelik tavrının, Allah’ın dini adına halka yutturulması sağlanmıştır.
Yaklaşık 100 yıldır devam eden bu Batıcı, laik, Kemalist ve İslam karşıtı resmî ideoloji dayatması, özellikle ‘suret-i haktan’ görünüp toplumu ‘Allah ile aldatarak’ daha etkili biçimde laikleştiren AKP iktidarında, birçok Müslüman (!) grubun da aktif desteği sebebiyle daha yaygın bir çürüme ve yozlaşmanın yaşanmasına sebep olunmuştur. Yukarıda bazı görsellerden de anlaşılacağı üzere, çocuk zihinler, seküler ideolojik işgallere muhatap olmaya ve temiz ruhlar kirletilip katledilmeye devam edilmektedir. Hem de Müslüman olduklarını iddia edenlerin destekleriyle.
Bu vesileyle bütün eğitimcilere, öğretmenlere ve insânî erdemlerini biraz da olsun korumayı başarabilenlere bir daha seslenerek diyoruz ki; Biz Müslümanlar nasıl hiç kimseye dinimizi zorla kabul ettirmeye çalışmıyor ve dinimize göre yaşamaya zorlamıyorsak ki Yüce Rabbimiz bunu yasaklamıştır, bize de hiçbir dinin/ideolojinin dayatılmasına ve bizi başka dinlerin ilahları, putları önünde tazimde bulunmaya, onların dini törenlerine katılmaya hiçbir güç zorlama hakkına ve yetkisine sahip değildir ve biz bunu asla kabul etmiyoruz. Ama on yıllardır ve halen bu zorbalığı ısrarla yapmaya devam eden zalimler tağuttur ve tağutları reddetmek ise imanî sorumluluğumuzdur.
“24 Kasım Öğretmenler Günü”nde Öğretmenlere Bir Daha Sesleniyoruz ve Diyoruz ki:
Ey eğitimciler, öğretmenler! Artık yeter deyiniz ve kemalizm dininin zulmünü icrada onun bir âleti konumunda olmaya son veriniz. Kemalizm dininin maşalığını yaparak körpe zihinlere, temiz fıtratlara ve temiz ruhlara yönelik bu cinayetin cellâtları olmaya itiraz edip insânî erdemlerin gereğini yerine getirerek insanlık onuruna sahip çıkınız. Biliniz ki, körpe zihinlere yönelik şirki dayatan bu işgalin gerçekleşmesine ve çocuk ruhlara yönelik bu büyük cinayetin işlenmesine aracılık etmeyi sürdürmeniz, ahirette sizlere acı bir azab olarak dönecek ve o gün duyacağınız pişmanlık fayda etmeyecektir.
Kör ve sağır mı oldunuz ki yaşanan bunca ideolojik vahşeti görmüyor ve hatta bizzat aracı olmayı sürdürüyorsunuz. Bu ülkenin insanına, toplum mühendisliği yapılarak zorla “Kemalist” ideoloji istikametinde şekil verilmeye, eğitim siteminde baskı ve şiddet kullanılarak, korku salınarak tek tip insan yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Okullarda, körpecik ruhlarda ve zihinlerde, vicdanlarda fırtınalar koparacak derecede ciddi tahribatlar yapılmakta, tertemiz fıtratlara müdahale edilip kirletilmekte, insanlarımızın, çocuklarımızın özgür olması gereken iradeleri ve şahsiyetleri yok edilip, ipotek altına alınmaktadır. Başlangıçta tertemiz olan fıtratlar, bu baskıcı, dayatmacı seküler eğitim sonucunda ve diğer baskıya dayalı toplumsal süreçlerde bozulmakta, insanlarımız niteliksiz ve şahsiyetsiz yığınlar haline dönüştürülmektedir.
Çıkarlar ve korkular belirleyici hâle gelmekte ve insanlarımız “olduğu gibi, inandığı gibi görünmek” halinde başlarına gelecek zulmü iyi bildikleri için, ikiyüzlülüğe, sahtekârlığa, yalana sığınmak mecburiyetini hissetmektedirler. Bir süre sonra bu tercih kalıcı hâle gelmekte ve insanlar bu bozgun halini kanıksamakta ve bu ikiyüzlülüğü, yalancılığı doğal bir hâl gibi yaşamayı sürdürmektedirler. Bu ikiyüzlülük ve sahtekârlık, hiçbir ülkenin atasözlerinde yaşanmayacak şekilde “atasözleri” alanında bile boy gösterebilmektedir. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerekir” , “ite dalanmaktansa çalıyı dolanmak yeğdir”, “yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır” gibi pek çok “atasözü” de bu ikiyüzlülüğü yansıtan ve teşvik eden bir rol oynamıştır.
Sonuçta bu ülke insanının çok büyük ekseriyeti, niteliksiz, şahsiyetsiz ve ikiyüzlü hâle gelmeye zorlanmış, büyük çoğunluk yalan söyler, ikiyüzlülükle birbirine karşı sürekli rol yapar hâle getirilmiştir. İlkokuldan parlamentoya kadar, insanlar çoğunlukla ikiyüzlülüğü ve yalan söylemeyi, korku sebebiyle ve çeşitli hesaplarla tercih etmekte, inanmadıkları değerlere bağlılık sözleri vermektedirler.
Okullarda resmî ideoloji adına baskı yapılmasa, çocuklar kendi hür iradeleri ile bu husustaki tercihlerini yapabilecek, istedikleri din ya da ideolojiyi hiçbir baskı altında kalmadan özgürce seçerek, dileyen pozitivizmi yani laik Atatürkçülüğü, dileyen İslam’ı, dileyen Hıristiyanlığı, Yahudiliği ya da sağcılığı, solculuğu vb benimseyip ona göre hayatını düzenleyebilecektir. Ancak o zaman, kimsenin kimseye bir ideoloji ya da dini dayatmadığı, farklı din ve ideolojileri benimseyen insanların birbirinin haklarına saygı gösterdiği, farklıların arasında tarihte Müslüman toplumlarında yaşandığı gibi iyi komşulukların ve iyi arkadaşlıkların kurulduğu görülecektir. Böyle özgür bir ortamda ise, çocuklarımız, insanlarımız, oldukları gibi görünmekten korkmayan, ikiyüzlülükten uzak, erdemli, tutarlı şahsiyetler haline gelebilecek, sonuçta daha sağlıklı ve barışçı bir toplum yapısı ortaya çıkabilecektir. Ülkemize görece ve kısmen de olsa, daha huzurlu ve daha barışçı bir ortam, ancak böyle insan haklarına saygılı yaklaşımlarla getirilebilecektir. Bunda da herkesten çok eğitimcilerin sorumluluğu vardır.
Ey Eğitim Kadrolarında Yer Alan Öğretmenler! Eğer İnsanî Fıtratınızı Hâlâ Koruyorsanız, Vicdanınızda Hâlâ Temiz Bir Alan Kaldıysa Dürüstçe Cevap Verin.
Eğitim sisteminin, çocuklarımıza resmî ideolojinin zorla empoze edildiği bir zemin ve baskıyla beyin yıkaması yapan bir “öğütüm” aracı olarak kullanılması sizce doğru mudur? Despotizmin, diktatörlüklerin egemen olduğu ülkeler haricinde, dünyanın bütün ülkelerinde, özellikle Türkiye’nin üyesi olmaya ve taklid etmeye çalıştığı Batı’da, en azından kendi çocuklarına özgür ve şahsiyetli bireyler olmalarını sağlayacak imkânlar tahsis edilmekte, eğitim sisteminde onlara ideoloji dayatılmamakta, matematik, fizik, dil, fen ve sosyal bilgiler öğretilmekte, bilgiye ulaşmanın yol ve yöntemleri gösterilmektedir. Hangi dini ya da ideolojiyi tercih edecekleri ve bunun bilgilerine nasıl ulaşacakları konusu ise, doğrudan aileye ve çocuğa ait dokunulmaz bir hak ve özgürlük alanı olarak kabul edilmektedir. Üstelik bu temel hak, mazlum halklar açısından görünüşte de kalsa, sözüm ona insan hakları sözleşmeleri ve o ülke anayasalarının da güvencesi altına alınmış bulunmaktadır. En azından kendi çocukları bakımından Batı’da durum budur.
Neden bizim çocuklarımız da, emperyalist Batının en azından kendi çocuklarına sağladığı böyle imkânlarla ve hür ortamlarda kendilerini geliştirme vasatına sahip olmasınlar? Neden onlara illâ bir resmî ideoloji zorla ve zorbalıkla kabul ettirilmeye çalışılır ve hatta bilgi ve ilimden daha çok, neden bu ideolojik dayatma öne çıkarılır? Üstelik Batının kendi çocukları için uyguladığı insan haklarını almak yerine, Batıyı taklid eden Batıcıların dayattığı resmî ideoloji Batı’nın yoz seküler kültürünün kötü bir taklidinden başka bir şey de değildir. Neden bilgi bakımından ve dersleri açısından çok iyi olan bir öğrenci dahi, resmî ideoloji dayatmasına teslim olmadığında birden düşman gibi algılanarak, şiddet ve tehditle üzerine varılır ve dışlanır? Bütün bunları vicdânî ve insânî değerlerle ve ilme dayalı eğitim anlayışıyla bağdaşır buluyor musunuz?
Ey TC okullarında Yaşanan Bu Zihin İşgaline Çocuklarını Teslim Edip Onları Koruma Tedbirlerini İhmal Eden ve Onların Haklarını Savunma Mücadelesi vermeyen Veliler!
Müslümanlar için, laik-ulusalcı Kemalizm dininin, putperestlerin ibadetlerini andıran ritüellerine ve bu dinin resmî yas ve anma törenlerine, resmî bayramlarına katılıp putlaştırılan seküler kutsallarına tâzimde bulunmak, onları saygı ve sevgiyle anmak, akîdemize açık biçimde aykırıdır ve bu bakımdan çok daha büyük bir cinayeti oluşturmaktadır. Bu yüzden de söz konusu büyük zulme asla teslim olmamak ve sonuna kadar mücadele etmek en başta gelen imânî sorumluğumuzdur. O halde, Rabbimizin emrine uyarak çocuklarımızı ‘ateşten koruyucu’ tedbirleri almak (Tahrim, 6) ve körpe zihinlerini bu ideolojik, kültürel işgalden korumak için sürekli bir mücadele ve seferberlik halinde bulunmalıyız.
Ey veliler! Peki neden bu konuda hiçbir şey yapmıyorsunuz? Neden toplumun dindar geçinen kısmı olan büyük çoğunluğunuz bile, zihinlere ve ruhlara yönelik bu büyük vahşeti seyretmekle yetiniyor ve gerekli mücadeleyi vermiyorsunuz?? Neden öncelikle çoğunuzun destek verdiği iktidara, Eğitim Bakanlığına ve okul yöneticilerine yönelik bir itiraz yükseltmiyorsunuz? Neden sizin ve çocuklarınızın en temel hakkını savunmuyor ve onların dünyalarını mahvetmekle kalmayıp ahiretlerini de yok eden bu zulmü engellemek için hiçbir çaba göstermiyorsunuz? Neden, en azından öğretmenlerle temasa geçip Müslüman olduğunuzu beyan ederek, “benim çocuğuma resmî ideoloji Kemalizm dininin propagandasını yapmayın? Benim çocuğumu, resmî ideolojiyi dayatan programlardan muaf tutun? Benim çocuğuma, ders kitaplarında yer alsa da Atatürkçülük ya da Kemalizm dininin içeriğine dair hususları öğretmeyin ve bu konuda ödevler vermeyin? Aksi halde sizinle mücadele eder ve gerekirse çocuğumu okula göndermem” demiyorsunuz.
Oysa bir yandan bu ideolojik öğütüme ve zihinlere yönelik seküler işgale son vermek için ortak akıl ve ortak irade oluşturup güç birliği yaparak sürekli bir mücadeleyi gerçekleştirmeliyiz. Ve çocuklarımızın yok edilen en temel haklarını savunmalı ve gerekirse söke söke almalıyız. Diğer yandan da sonuç alana kadar bu haklı mücadeleyi sürdürürken, çocuklarımızın gerek bu ideolojik eğitimden gerekse de seküler sapkın medya ve sosyal medya mecralarından kapacakları virüslerden zihinlerini arındırmak ve bu virüslere karşı onları bilinçlendirmek için hem evlerimizi birer arındırma merkezleri ve Kur’an mektepleri haline dönüştürmeliyiz. Hem de çocuklarımıza bu tür imkanları sunup İslâmî değerlerimize göre yetişmelerini sağlayacak alternatif eğitim, alternatif iyi arkadaş ve temiz oyun ortamları sunacak Vakıf, Dernek gibi alanlar oluşturmalı ya da çocuklarımızı var olan bu tür alanlara göndermeliyiz. Böylece, bu tür korunaklı ve değerlerimiz açısından nitelikli ortamlara göndererek, onları, toplumsal ve kamusal alanda yaşanmakta olan büyük ve yaygın yozlaşmadan korumaya dair çabalar göstermeliyiz.