Pamak: “Halkın vergileriyle alınan silahlara dayalı güçle, silahsız halkın kimliğine ve dinine “irtica” adı altında bu kadar cüretkarca saldırılması ahlaki midir?”
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) Başkanı Mehmet Pamak, Org. İlker Başbuğ’un siyasi konuşması sebebiyle yaptığı açıklamada, “askeri vesayet rejimine son verilmedikçe, halka oligarşinin arzularının dayatılması anlamında despotizm devam edecektir” tespitini yaptıktan sonra, “Bu ülkede, askere, hiç değilse kendi yaptığı anayasada belirlenen sınırlar içinde kalması anlamında haddini bildirecek bir kurum yok mu?” diye sordu. Pamak; “İslam’ı ‘irtica, dogma ve boş inanç’ olarak suçlayanları, özgür ortamlarda tartışmak yerine güce dayalı meydan okumalarla halkı sindirmeye çalışanları, baskının olmadığı özgür bir ortamda ve medya önünde tartışmaya çağırıyoruz. Gerçek irtica İslam mı yoksa halkımıza baskıyla dayatılan resmi ideoloji mi, ortaya çıksın. Ancak herkes silahını bırakarak ve özgürlükleri içine sindirerek gelsin. İşte gerçek meydan okuma budur. Silaha ve dogmalara karşı, akıl, kalem, Kitap ve düşünce.” dedi.
Pamak açıklamasında şu hususlara yer verdi: “Halkın vergileriyle alınan silahlara dayalı güçle, silahsız halkın kimliğine ve dinine “irtica” adı altında bu kadar cüretkarca saldırılması ahlaki midir? Kemalist dogmalara inananlar, laikliğin ne olup ne olmadığının tartışılmasına bile tahammül edemeyip, kendi din karşıtı ve dini devlet denetimine veren bizantinist anlayışlarını laiklik diye dayatanlar, yani gerçek dogmacı ve boş inanç sahipleri, İslamı dogmacı ve irtica olarak nitelemekle, yavuz hırsız misali, kendi hallerini kamufle etmek için, üste çıkmaya çalışıyorlar. Eğer bu inançlarında samimi iseler, yani bunları, elde ettikleri rant ve iktidarı korumak adına bir araç olarak kullanmıyorlarsa ve gerçekten bu pozitivist, laik düşüncelerinin ve ilkelerinin doğru, akli ve ilmi olduğuna inanıyorlarsa, neden silahlarını bırakıp halkın karşısına düşünceleriyle çıkmıyorlar? Neden özgür ortamlarda tartışmak yerine güce dayalı meydan okumalarla halkı sindirmeye çalışıyorlar? Bize göre son derece geri ve dogmatik bir düşünce olan Kemalizme, laikliğe çok güveniyorlarsa, neden başka inanç ve düşünceler karşısında ve özgür ortamlarda onu test etmeye yanaşmayıp, hep hak ve özgürlüklerin karşısında yer alıyorlar? Biz, İslam sistemi karşısında resmi ideolojiye dayalı Kemalist sistemin, toplumun dahi çok gerisinde, akıl dışı, ilmi hakikatlere aykırı bir konumda olduğunu ve gerçek anlamda “irtica”yı temsil ettiğini ispata hazırız. Yeter ki, herkes silahını bıraksın ve güç gösterisine girmeden özgür bir ortamda tartışma yürekliliğini göstersin. İşte gerçek meydan okuma budur. Baskının olmadığı özgür ortamda ve medya önünde tartışmaya çağırıyoruz. Generaller silahlarını bırakarak gelsin, değilse aynı fikrin akademisyenleri, teorisyenleri gelsin. Sadece akıl, kalem, Kitap ve düşünce konuşsun. Kendimize bu kadar güvenmemiz, savunduğumuz kimlik ve ilkelerin hepimizin yaratıcısı olan Allah tarafından vahyedilmiş olmasına imanımızdan kaynaklanmaktadır. Kendi fikir ve düşüncesini daha doğru kabul edenler belge ve delilleriyle bu özgür ortamlarda karşımıza çıkma yürekliliğini göstermelidirler.”
“İttihatçı batıcı subaylara yönelik olarak, Bursa’da yaptığı hitabında, (1919 yılında) İsmet İnönü “halk da düşmanınızdır” ( Ulus Gazetesi, 17 Mayıs 1968 (İnönün Yayınlanan Hatıralarından)) uyarısında bulunmuştu. Batı taklitçiliği ile kendi öz kültür ve medeniyetlerine, halkın dini İslam’a ve İslami kimliğine savaş açanlar, sistemlerini korumaya yönelik tedbirlerini de, arkalarını yasladıkları emperyalistlere karşı değil, hep halka karşı almışlar ve kendi halklarına karşı hep teyakkuz halinde bulunmuşlardır. Montesquieu’nün “Azgelişmiş ülkeler ordularının işgali altındadırlar” (Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Bakış yayınları, Sh 358) sözünü doğrulatırcasına, Kemalist sistem de aynı temel yöntemi koruyarak, yine halktan ve halkın dininden, kültüründen soyutlanmış batıcı bir ordunun güdümü altında vandal bir değişim ve batılılaşma yolu izleyerek, batı değerlerini, seküler kültürünü, hatta giyim ve kuşamını bile halka zor kullanarak dayatmıştır. Bu sebeple, egemen kılınan resmi ideolojiden başka din ve düşünceye hayat hakkı tanınmamış, halkın din ve kültürünü “irtica” yaftası altında düşman ilan eden sistemi, halka karşı koruma altına almak amacıyla sürekli paranoya üretilmiş ve halk baskı altına alnıp sindirilmiştir. Bu askeri baskı artık sona ermelidir.”
“Yaklaşık 80 yıl önce yeni sistem kurulurken, o gün tek örgütlü ve silahlı güç olan ordu yeni devletin sahibi olduğunu ilan etti. Silahlı bürokratların seküler ideolojileri halka rağmen yeni devletin resmi ideolojisi haline getirildi. Askeri bürokratların öncülüğünde oluşan oligarşik güç, saltanatı Osmanlı’dan devralıp sürdürdü. Osmanlı sultanlarının bile yapmadıkları çağdaş sultanlarca yapılarak, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanları en ufak ayrıntısına kadar belirlenmeye kalkışıldı. Kıyafetten düşünceye halkın neyi ve nasıl yapması gerektiği dikte ettirilmeye çalışıldı. Halkın, resmi ideolojiyle bağdaşmayan İslami kimliği, Batının seküler kültürüyle uyuşmayan yerli kültürü ve egemen ulus kimliğiyle bağdaşmayan Kürt kimliği düşman sayılıp dışlandı.”
“Batıcı oligarşi tarafından dayatılan modernleştirme sürecinde ve egemen Askeri vesayet rejiminde devlet çürütüldü, toplum baskı ve yasaklarla kuşatıldı. İslami kimliğe yönelik baskıların ve başörtüsü yasağı başta olmak üzere halkımızı bunaltan bütün yasakların, haksızlıkların arkasında hep askeri bürokrat öncülüğündeki bu oligarşi yer aldı. Bu sebeple ülkemizdeki bütün sorunlara kaynaklık teşkil eden ana sorun hep oligarşik despotizm oldu.”
“Uzun süredir sistemin her yanından çevreye pis kokular yayılıyor. Devlet içinde oluşan ya da oluşturulan ve en tepelerden korunan çeteler, sürekli yeni keyfiliklerin, hukuksuzlukların, cinayetlerin ve provokasyonların altına cüretkarca imza atmaya devam ediyorlar. Ancak bu çeteleşmelerde en önemli rolü oynayanlar çoğu kere asker kökenli olmalarına rağmen, onlara hesap sorulamaması sebebiyle bu tür hukuk dışı faaliyetlerin üzeri sürekli örtülüyor.”
“Halbuki askeri vesayet rejimi halkımızın hak ve özgürlüklerini yok etmiş, büyük sorunlara yol açmıştır. Yaklaşık seksen yıldan bu yana hüküm süren bu asker egemen sistemde haksızlıkların, keyfiliklerin, yolsuzlukların girdabında büyük ıstıraplar yaşandı/yaşanıyor. Özgürlükten, adaletten yoksun bir yaşam ile yoksulluk ve sefalet halkımızın kaderi haline getirildi. Türkiye’nin her tarafında, Şemdinli’den Susurluğa, Diyarbakır’dan Bursa’ya, Yüksekova’dan Ankara “Sauna çetesi”ne kadar, yönetim kadrolarında üst düzey askerlerin de yer aldığı çetelerle halkımızın en temel hak ve özgürlükleri gasp edilip, kaynakları talan edilirken, öncelikle bu sorumluluklarını yerine getirmeyenler, tehditler savurarak bu kokuşmuşluğun tartışılmasını engelleyemezler.”
“Bu ülkenin insanları olarak onurumuza ve değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu gidişe artık dur diyen onurlu bir itirazı yükseltip yaygınlaştırmalıyız. Hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmalı, hiç kimsenin insafına terk etmemeliyiz. Bu ülke hepimizin ülkesidir ve hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkemizin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Hiç kimse hesap sorulmaktan, yargılanmaktan muaf değildir/olmamalıdır. Bugünkü anayasa ki darbecilerin yapıp dayattıkları ve bizim de asla razı olmadığımız bir anayasadır. Ancak darbeciler ve asker bürokratlar, hiç olmazsa kendi yaptıkları anayasanın kurallarına uyan bir tutarlılık içinde olmalıdırlar. Siyaset ve yargı üzerinden ellerini çekmeli ve orduyu kışlasına bir daha çıkmamak üzere döndürmelidirler.”
“Askeri yetkililerin zaman zaman sarf ettikleri Halkı yüceltici sloganik sözlerin, uygulamadaki çarpık tutum dikkate alındığında, hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Asker bürokratların, bu ülkenin halkına en küçük bir sevgi ve saygıları varsa yapacakları ilk şey; ellerindeki silahı da maaşlarını da veren halkımıza hakim değil hadim, efendi değil hizmetkâr, ideoloji ve kıyafet dayatan değil güvenlik sağlayan bir kurum olmaları gerektiğinin bilinciyle hareket etmek ve askeri asıl görev alnına çekmektir. Ordu özgürleşmenin ve gelişmenin önünde engel olmak konumundan çıkarılmalıdır.”