Hutbe: Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz…
“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.’ " (Bakara: 156)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Recep ayının 19’u 1444/CumaBu âyet, bir yandan Hz. Peygamber’le ona inanan ilk Müslümanların sahip oldukları kesin imanla yüksek ahlâkı ve üstün moral gücünü yansıtmakta; bir yandan da örnek Müslümanın karakteristik yapısını tanımlamaktadır. Bu yapının temel taşı Allah’a sarsılmaz iman, güven ve teslimiyettir. Sadece Allah’a ait olduğumuzun ve en sonunda O’na döneceğimizin bilinci içinde, başarı ve kurtuluşu da yalnız Allah’tan beklemek, bu imanın bir ürünü olarak Allah karşısında her zaman ümitli ve iyimser olmak, kâfirler karşısında da onurlu ve kişilikli olmaktır.
Burada, bu kelimelerin sadece dil ile tekrarlanması gerektiği anlatılmak istenmiyor. Tüm kalbimizle: "Biz Allah'a aidiz, başka bir şeye değil" gerçeğine inanmalıyız. O halde eğer bir şey Allah yolunda fedâ edilmişse, o, doğru bir şekilde harcanmış demektir. Çünkü o, gerçekte ait olduğu varlığın hizmetine girmiştir.
"Biz O'na dönücüleriz." Biz bu dünyada ebedî kalıcı değiliz, bir gün mutlaka buradan ayrılacağız demektir. Yani er veya geç öleceğiz ve Allah'a döneceğiz. O halde, hayatımızı kendi arzu ve isteklerimize uydurup daha sonra da bir hastalık veya kaza nedeniyle ölmektense, Allah yolunda mücadele ve mücâhede ederek hayatımızı O'nun yolunda feda etmek daha iyidir.
İman eden kişi, kâinâtın yegâne sahibi ve hâkiminin Allah olduğunu bilir. Bilir ki Allah’ın izni olmadan bir yaprak dahi kımıldayamaz. Bu sebeple tek sığınak Allah’tır. İşte bu yüzden bir musîbetle karşılaştığında, “Biz Allah’a aidiz ve biz O’na dönücüleriz” der. Bilir ki imtihan yurdunda yaşamaktadır ve karşılaştığı her şey, ölüm de dâhil olmak üzere bu imtihanın parçasıdır. Bunun sonucu olarak Allah huzurunda hesap verecek; sabrettiği takdirde orada mükâfaat görecektir. Bu inancı sayesinde hem dünya hayatında hem de âhirette mutlu olacaktır. Sabretmek insana ait hasletlerdendir. Çünkü sabır akıl ve iradeyle alâkalıdır.
O mü’minler, bizi yoktan var eden Allah ve biz O’na aidiz, nasıl isterse öylece bizi imtihan eder derler ve başlarına gelen ne olursa olsun sabrederler. Bu gerçekten büyük bir iman ve büyük bir iştir.
Biz yoktuk. Bundan 80, 90 sene öncesine gidelim belki buradakilerden hiç birimiz yoktuk. Ama bakıyoruz 80, 90 yıl sonra bizler varız. Ellerimiz var, ayaklarımız var, gözlerimiz, kulaklarımız var, mallarımız mülklerimiz var, hanımlarımız, çocuklarımız var, ticaretimiz, arabalarımız, evlerimiz var, talebelerimiz, hocalarımız var. Ama 80, 90 yıl önce bunların hiçbirisi yoktu ve yine bir gün bunların hiçbirisi olmayacak. Bir bakmışınız ki, bizler de sahip olduklarımız da hepsi hayal olmuş. Bir varmış bir yokmuş.
Hattâ öyle bir zaman gelecek ki; var mıydık, yok muyduk, kimsenin hatırına bile gelmeyeceğiz. Tıpkı şu anda bizlerin yüz-yüz elli sene önce yaşayanların üzerlerinde gezdiğimiz gibi, bizden önce yaşayanları şu anda hiç birimizin hatırlamadığı gibi. Acaba bu toprağın altında şu zavallı garip biri vardı, sultan vardı, hanım sultanlar vardı, şehzâdeler vardı, ya da bu toplumun paşaları, ağaları, beyleri vardı bile demeden basıyoruz ayağımızı, geçip gidiyoruz. Yarın bizim üstümüze de basıp geçecek birileri. Bir zamanlar burada birileri varmış, hacılar, hocalar varmış, ders yapıyorlarmış, Kur’an okuyorlarmış diye kimsenin hatırına bile gelmeyecek.
İşte mademki hayat buysa, hayat böyleyse ve bu hayatın sonunda biz mutlaka dirilecek ve bir hesap vereceksek, o zaman bunu çok rahat kabullenebilmeliyiz. Yani bu sözleri söylemek çok kolaydır, yani bunu dille ifade etmek kolaydır, ama biz gerçekten belâ ve musîbetlerle karşı karşıya kaldığımız zaman söylemek çok zordur.
Zaten Rasûlullah (S)’in hadislerinde: "Gerçek sabır sadme-i ûlâdadır." Musîbet haberi kişiye ilk verildiği anda, o sadmeyle, ilk çarpmayla ilk defa karşı karşıya kaldığı anda sabretmesi gerçek sabırdır. Yani meselâ, “baban öldü” haberi kişiye ilk verildiği zaman, o anda, o ilk sadmeyle karşı karşıya kaldığı zaman sabretmesi sabırdır. On gün sonra, bir yıl sonra ona sabret demenin anlamı kalmamıştır, zira artık alışmıştır.
Mü’min için en sağlam siper sabırdır. Sabrı sayesinde mü’min huzurludur. Sabretmeyi bilmeyen ve istemekten vazgeçmeyenler zengin de olsalar fakir de olsalar doyuma ulaşamazlar, asla doymazlar. Kişi zamanın her türlü belâ ve sıkıntılarına karşı kendisini sabırla frenleyip hem dünya hem de âhiret kazançlarını elde edebilir.
10.02.2023
Hazırlayan: Emrullah AYAN