Bütün yeryüzünü kaplamış cahiliyeye karşı savaş açan İslami diriliş öncüleri ve davetçilerin bir noktayı çok iyi anlamaları gerekir. Bu cahiliye ortamında yalnız ve sürgün kalan, türlü acılar, çileler, sindirme ve işkencelere katlanan bu öncü kimselerin, çok önemli olan ve eni konu düşünülmesi gereken bu noktayı iyice anlamaları lazımdır.
Müslüman bir tohumun yeryüzünde varlığı bile, hiç şüphesiz Allah katında büyük bir şeydir. Yüce Allah’ın, cahiliyeyi, cahiliyenin yatırımlarını, yapılarını, birikimlerini ve umranını yerle bir etmesine vesile olan bir şey… Çünkü bu tohum; Allah’ın gözetimi altında yeşerip büyüyecek, yeryüzüne hakim olup yeni bir umran hareketine vesile olacaktır. Bu bakımdan Müslüman cemaatin vazgeçilmez görevi; metanet göstererek yürümek, güç kaynağını tanıyarak ona sığınmak ve Allah’ın hükmü gelinceye kadar sabretmektir. Kendisine velayet eden kudret sahibi Yüce Allah’ı, ne yeryüzünde, ne de gökyüzünde hiçbir şeyin aciz bırakamayacağını bilmektir. Yüce Allah, dostlarını asla düşmanlarının zulmüne terk etmeyecektir. Yalnız davetçilere düşen, hazırlık ve deneme dönemini atlatmaktır. Allah, hiç kuşkusuz bu dönemden sonra dostlarına istediklerini verecektir ve yeryüzünde her dilediğini onlara yaptıracaktır.
Allah’tan başkasını rab tanımayarak cahiliyeye karşı koyan hiçbir kimse, yalnızlığa terk edildiğini zannetmesin. Kişisel gücüyle cahiliyenin gücünü kıyaslayarak, Yüce Allah’ın kendisini cahiliyeye teslim ettiğini de zannetmesin. Çünkü bu davetçi bilir ki kendisi, mağlubiyet halinde Rabbine dua edip yardım dileyen bir kuldur:
“Rabbim! Yenildim, bana yardım et.” (Kamer: 10)
Bu güçler, gerçek anlamda eşit değildir. Hatta birbirine yakın bile değildir. Cahiliye güçlüdür; ama Allah dininin davetçisi daha da güçlüdür. Çünkü o, Allah’ın gücüne dayanmaktadır. Allah ise dilediği zaman ve biçimde bir takım güçleri davetçinin emrine verebilendir. Hem de en kolay ve en beklenmedik bir yerden… Cahiliyeyi en kolay yoldan çökertebilecek bir güçle… Deneme süresi –Allah’ın dilediği bir şeye binaen- uzun sürebilir. Hz. Nuh (a.s.), Allah’ın verdiği süre doluncaya kadar 950 sene beklemiştir. Kavmi arasında bu uzun bekleyişinin semeresi, on’un üzerinde Müslümandan öteye geçmemiştir. Ama Allah’ın terazisinde bu bir avuç insanın ağırlığı, emirlerine amade edilen büyük kuvvete denk geliyordu. Öyle ki bu büyük ve korkunç güçle sapıtmış insanlığın hepsi bir anda yok oluyor, yeryüzü de yeniden imar olunmak üzere bu bir avuç mü’mine kalıyordu. Olağanüstü hallerin çağı, muhakkak ki geçip gitmiş değildir. Harikalar, Allah’ın mutlak meşieti doğrultusunda her an gerçekleşebilir. Şu var ki Yüce Allah, her dönemin şart ve gereklerine uygun olarak harikaların türünü değiştirmektedir.
Bazı olağanüstü haller, bazı akılları yoklayıp durmaktadır. Ama bu akıllar, bunun farkında değil. Allah’a bağlanmış kimseler, Allah’ın mührünü her an görebilmekte ve bunun çarpıcı izlerini her an hissedebilmektedirler. Allah’ın gösterdiği yolu izleyen İslam davetçilerine düşen, görevlerini olanca güçleriyle ifa etmek ve sonucu da tam bir güven ve huzurla rablerine havale etmektir. Yenildikleri zaman ise, Yüce Allah’ın yardımına sığınmak ve O’na yakarmakla yükümlüdürler. Tıpkı Hz. Nuh’un yakardığı gibi:
“Rabbim! Yenildim; bana yardım et.”
Bundan sonraki görev, Allah’ın yakın zaferini beklemektir. Allah’tan yardım beklemek, bir ibadettir. Bu yardımı bekleyene sevap vardır. Ama burada şunu da hemen belirtelim ki Kur’an-ı Kerim, buyruk ve ayetleriyle savaşa katılıp büyük bir cihadın içinde bulunan kimselerden başkasına sırlarını vermez. Çünkü bu kimselerden başkası, Kur’an’ın indiği zamanki ortama benzer bir ortamda yaşayamaz. Bunlardır Kur’an-ı Kerim’i kavrayıp tadına varanlar… Çünkü bunlardır kendilerini Kur’ani buyruklara doğrudan doğruya muhatap görenler… Tıpkı bu buyrukları dinleyip kavrayan, tadan ve harekete geçen ilk Müslüman cemaat gibi…
Yüce Allah’ın rububiyetine ve yeryüzünü, tağuti otoritelere itaatin doğurduğu fesattan temizlemeye davet edenler; hiç şüphesiz halk ve ulusların güvenlik içinde yaşamalarını sağlayan kimselerdir. Görülüyor ki Yüce Allah’ın Rububiyetini benimsetme yolunda mücadele veren kimselerin vazgeçilmez önemi; gün ışığı gibi ortadadır. Yani her tür zulüm ve fesada başkaldıranların önemi… Çünkü bu kimseler, Rablerine ve dinlerine karşı olan görevlerini ifa etmekle kalmayıp halklarının ilahi gazap, ceza ve helaktan kurtulmasına da vesile olmaktadırlar.
26.12.2014
Hazırlayan: Emrullah AYAN