Salı, Aralık 3, 2024
Ana sayfa KONFERANSLAR Duman: Allah’ın Kabul Edeceği Din Katkısız Olandır.

Duman: Allah’ın Kabul Edeceği Din Katkısız Olandır.

by İlkav Editor
8,K 👁
A+A-
Reset

Konferans Gökhan KULA’nın Kur’an’dan ayetler okuyarak mealini vermesi ile başladı. Ardından Şeyho DUMAN hocamız sözlerine Rabbim hepimizi verdiği nimetin şükrünü yerine getiren, O’nun Kitabını hakkıyla okuyup hayat nizamı olarak amelleştirenlerden eylesin duası ile başladı.

Duman Allah-u Teala Ahzab Suresi 72. ayetinde, emaneti göklere yere ve dağlara sunduğunu, onların bundan kaçınarak onu insanın yüklendiğini ancak bu emaneti yüklenen insanın emanete hıyanet ettiğini, bunun sebebinin de insanın çok zalim ve cahil olduğunu ifade etti.

İnsanın yüklendiği sorumluluğunun farkında olmadan sadece bilgilenmesinin Kur’an’da kitap yüklü merkep olması anlamına geldiğini onun için yüklenilenin farkında olunmasının bizler için çok önemli olduğuna vurgu yaptı.

İhlas kavramı üzerinde duran hocamız, ihlasın dinin temeli olduğunu insanın ancak ihlas ile tevhide ulaşacağını izah etti. İhlası var olana başka bir şey katmamak olarak tanımlayan Duman, İhlas suresine bu ismin verilmesine de diğer surelerde birkaç konudan bahsedilirken bu sure sadece Allah hakkında olduğu için bu ismin verildiğini halis tevhid konusunun ele alındığını ifade etti.

Ekitap için tıklayın

Muhlis ise İslam fıtratı üzerine yaratılan insanın fıtratına yanlış bir şey katmayan yani fıtratını bozmayan ihlas sahibi kişi olduğunu, halis dinin ise, katkısız din, Allah’ın indirdiği vahye dışarıdan herhangi bir katkının bulunmaması olduğunu sözlerine ekledi. Duman hoca sözlerine özetle şu şekilde devam etti

“Bana yarattığım gibi gelin, benden gelene bir şey karıştırmayın.

İnsanlar şununla emrolundular: Dini Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek.

İhlas, sadece Allah’a değil insanlara karşı da halis olmak, iki yüzlülük yapmamak, çifte standart sahibi olmamaktır.

İHLAS; Emir ve yasaklar karşısında Allah’a itaat ve Allah’tan başkalarını reddetmektir. İhlas amelde ve itikadda beraber olmak zorundadır. Bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Rabbimiz bunun yolunu Kitabında göstermiştir. Genelde eksik çevrilen ‘Veğtasimu bi hablillah” (Ali İmran: 103.) ayetindeki tesimu kelimesi ismet kökünden gelir, korunmuş olan anlamındadır ve aslında ayeti “Allah ile beraber kendinizi koruyun, Allah’ın ipi ile kendinizi tehlikelerden koruyunuz” şeklinde anlaşılması daha uygun olur. İnsan önce tövbe edecek, Allah ile korunacak ve ıslah edecek kendisini ve çevresini. Islah ederken Rabbinin emirlerine aykırı gördüğü her şeyi kastediyoruz. Dinini Allaha halis kılacak. Riya yok, para yok, menfaat yok. İşte bunlar müminlerle beraber olanlardır. Allah ahirette katıksız bir dini yaşayanları kabul edecektir.

Kulluk, şirkten ve küfürden azade olarak yaşamanın adıdır. İşte böyle bir kulluğun sonucunda yaratan ile yaratılan arasındaki ilişki sonuç olarak şu noktaya gelmektedir:  “Allah onlardan razıdır, Onlarda Allah’tan razıdır.” (Maide: 118)

İnsan yaratılışı itibariyle zayıftır, hata işler, zaman zaman günaha girebilir. İhlas sahibi olanlar ise hata ve günahlarının farkına vararak kendini ıslah eden, düzelten ve yanlışta ısrar etmeyenlerdir.

39 Zümer: 2(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.”

3-Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.” Ayetlerini yorumlayarak;

Ey Muhammed dini Allah’a halis kılarak ona kulluk et. Yani O’na kulluk ederken Allah’ın öğrettiği ve ortaya koyduğu kural ve kaidelere (sünnetullah) göre davran, kendi yanlış anlayış ve algılarını Allah’ın öğretisinin önüne geçirme. Niyet, ancak amelin salih bir yolla yapılması ile anlam kazanır.

3.Ayette müşrikler Allah’tan başka dostlar edinirken bundaki amaçlarının kendilerini Allah’a yaklaştırmak olarak ifade ederken fiilin şirk olması hasebiyle niyetin bir anlam ifade etmediğini ortaya koymaktadır.

İhlas suresi “de ki” diye başlar. Bundan anlamamız gereken Allah, rasulünün vahyi insanlara götürürken kendinden bir şey katamayacağını ifade etmektedir. Ve bunun ilgili olarak hocamız isra suresinin şu ayetlerini bizlere hatırlattı.

17 İSRA 73. “Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.”

74. “Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.”

75. “O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.”

Sözlerine devamla; Kur’an’ın 1/3’üne denk geldiği rivayetlerde bildirilen İhlas Suresinin gerçekten Allah hakkında kısa, öz ve her türlü yanlış anlamadan uzak bir tasavvur vermektedir. Kur’an’ın diğer 1/3’ü hayat nizamı, diğer 1/3’ü ise peygamber kıssaları ve ahiret hayatını konu almaktadır. Allah-u Teala siz beni gereği gibi takdir edemezsiniz. Sadece benim anlattığım kadar anlayabilirsiniz. O yüzden tarihte üretilen “Marifetullah (Allah bilgisi)” konuları insanların gaybı taşlaması ve hadlerini aşma çabasından başka bir şey değildir.

“O Allah tekdir.” Bu müşriklere bir reddiye ve aynı zamanda bir cevaptır. Çünkü onların anlayışlarında Allah’a inanmakla birlikte O’na eş koşmak vardır. Yani onların ilahları çokludur.

“Allah Samed’dir.” Yani o hiç bir şeye muhtaç değildir. Yaratılmışların hepsi O’na muhtaçtır. Allah Ğanidir, Mülkünden ne kadar verse de hiçbir şey eksilmez.Şimdi, birinci cümlede "Allahu ehadun" denilmesinin sebebini düşünelim. "Ehad" kelimesi yalnız Allah'ın Zâtına mahsus olduğundan ve başkası için kullanılmayacağından bu kelime "ehadun" yani nekre (belirsiz) şekilde kullanılmıştır. Ama "Samed" kelimesi mahluk için de kullanılabildiğinden "Allah'u es-Samedu", yeni ma'rife (belirli) şekilde "el" takısı ile kullanılmıştır. Yani "gerçek Samed Allah'tır" şeklindedir. Mahluk bir yönden samed olsa da, başka yönden değildir; çünkü fânidir, bâki değildir, parçalara ayrılabilir, taksim edilebilir, bileşik bir yapısı vardır, organları parçalanabilir. Bazı mahluklar ona muhtaç olsa da, o da bir başka bakımdan diğer mahluklara muhtaçtır. Önderliği izafidir, mutlak değildir. Bazılarından üstün olmasına rağmen, bazıları da ondan üstündür. Bazı mahlukun ihtiyaçlarına cevap verse de herkesin ihtiyacını karşılamaya gücü yetmez. Bütün bunların tersine Allah'ın samed olması her bakımından kâmildir. Bütün dünya O'na muhtaçtır. O hiç kimseye muhtaç değildir. Dünyada her şey, her varlık, beka ve ihtiyaç için, şuurlu ve şuursuz olarak O'na rücu eder. Herkesin ihtiyacını O karşılar. O bâkidir, zevalsizdir. Rızıklandırır, rızka muhtaç değildir. Tektir, bileşik olmadığı için parçalanamaz ve taksim edilemez. Hâkimiyeti bütün kâinat üzerindedir ve her şeyden üstündür. Onun için Allah (c.c.) sadece Samed değil, asıl samed olandır, "es-Samed"tir. Yani gerçek samed olmak, bütün kemaliyle O'na aittir.

O'nun es-Samed olması, benzersiz ve bir tek olması, hiç kimseye muhtaç olmayıp herkesin O'na muhtaç olması gereken kimse demektir. "Es-Samed" iki ya da ikiden fazla zât olsa, her şeyden müstağni olması ve herkesin ihtiyacına cevap vermesi mümkün olamaz. Ayrıca, O'nun es-Samed olması, mabud olarak da tek olduğunu gösterir. Çünkü insan, ancak muhtaç olduğu kimseyi mabud olarak kabul eder. Bir zât ihtiyaca cevap vermiyorsa, aklı başında hiç kimse ona ibadet etmez.

Tabi bu açıklamalardan neyi çıkarıyoruz. Tarihte üretilen ve bir sürü insanın peşinden gittiği İbn-i Arabiler, Celalettin Rumilerin düşüncelerinin temelini oluşturan, Hint mistisizmi ve Panteist felsefe ile karışık “Vahdet-i Vücut “ anlayışı Kur’an’ın bize anlattığı Allah tasavvuruna taban tabana zıttır. Allah-u Teala bu ayetleri masal olsun diye indirmedi. Akidemizi bu ayetlere göre oluşturacağız. İslam dini bir çorba değildir. Katıksız din Allah’ın dinidir. O yüzden dine ne olursa gider anlayışı ile bugün taban tabana zıt anlayışlar İslam olarak anlaşılmaktadır.

“O doğurmadı ve doğurulmadı.”Müşrikler her devirde, İlah'ın da insan cinsinden olduğu düşüncesine sahip olmuşlardır. O düşünceye göre, birçok tanrı vardır. Bunlar, tanrı ve tanrıça şeklinde iki cinstir. İnsanlar gibi evlenirler ve çocuklara sahip olarak nesillerini devam ettirirler. Müşrikler, Alemlerin Rabbı Allah'ı da bu cahilane düşünceler dışında bırakmamışlardır. Allah'a da evlat nispet etmişlerdi. Arapların bu akidesi Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır: Onlar melekleri Allah'ın kızları zannederlerdi. Diğer enbiyanın ümmetleri de bu cehaletten kurtulamamışlardı. Onlar, bazı salih insanları Allah'ın oğulları olarak kabul etmişlerdi. Bu hurafeler her zaman iki tip düşünceyle ifade edilmişti. Bazıları, kimi insanların Allah (c.c.) ile nesebî ilişkileri olduğuna inanmışlardı. Bazıları da kimi insanları Allah'ın evlatlığı olarak görmüş, bu yönden oğlu olarak kabul etmişlerdi. Onlar bir kimseyi Allah'ın babası olarak nitelendirmeye ise hiçbir zaman cesaret edememişlerdir. Ancak apaçıktır ve mantıklarının da zarurî sonucudur ki, eğer onlar Allah'ın üremeden münezzeh olduğuna inanmıyorlarsa ve O'nun evladı olmadığı için bir başkasını evlatlık edinmek ihtiyacında olduğunu zannediyorlarsa; o zaman ister istemez Allah'ın da bir kimsenin (hâşâ) evlâdı olabileceğini kabul etmeleri gerekir. Onlar, ilah konusundaki düşünceleri nedeniyle Rasulullah'a önce Allah'ın nesebini, ikinci olarak da bu dünyayı kimden miras aldığını ve varislerinin kim olacağını sormuşlardır.

Bu cahilane düşünceyi tahlil edersek, bunu kabullenen kişinin başka zanları da kabul etmesi gerektiğini anlarız:

a) Eğer Allah (c.c.) bir değilse ve pek çok cins ilahtan biriyse, ayrıca onların ilahlıkları Allah'ın sıfat, fiil ve yetkilerine ortak olmak şeklindeyse, bu durumda Allah'ın sadece evladı değil, evlatlığını da ilah kabul etmek gerekir; çünkü evlatlık ancak aynı cinsten olabilir. Bunun sonucu olarak, Allah'ın cinsinden olan kimsenin de sıfatları inkar edilemez.

b) Eğer erkek ve dişi ilah varsa, çocuk meydana gelebilmesi için aralarında cinsel birleşme olmalıdır. Hâşâ, bu kabul edilirse Allah'ın maddî olduğunu ve bu maddeden bir de karısının bulunduğunu kabul etmek gerekir.

c) İnsanlar fânidir. Bu nedenle nesillerinin devamı için cinsî birleşme yaparak ürerler. Eğer Allah'ın da ürediğine inanılıyorsa, O'nun da (c.c) fâni olduğu (hâşâ) kabul edilmek zorunda kalınır. Bunun yanı sıra, üreyen cinslerin bir başlangıç ve sonları vardır. Onlar ne ezelî ne de ebedîdirler. Allah'ın ürediğine inanılırsa, O'nun da bir başlangıcı ve sonu olduğunu kabul etmek zorunda kalınır.

d) Evlatsız bir kimse, kendisine yardımcı olarak bir evlatlık alır. Böylece ölümden sonra kendisine varis olmasını sağlar. Dolayısıyla, eğer Allah (c.c.) için evlatlık kabul edilirse, evlatlık edinmek zorunda kalan insanların taşıdığı bütün zaafları Allah (c.c.) için de kabul etmek zorunda kalınır.

Bütün bu varsayımlar Allah'a "ehad" ve "es-Samed" denilerek kökten çürütülmüştür. Buna rağmen surenin devamında ayrıca "doğurmamış, doğurulmamıştır" denilerek şüpheye hiç mahal bırakılmamıştır. Çünkü bunlar, Allah'ın Zâtı hakkındaki şirkin en önemli sebepleriydi. Onun için Allah, İhlas suresinde bu şirkleri reddetmekle kalmadı, Kur'an'ın değişik yerlerinde çeşitli üsluplar ile bu konuya tekrar tekrar değindi ki, gerçek yerleşsin. Meselâ Nisa suresinde şöyle buyurulmuştur: "Ey Kitap Ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah (c.c.) hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. Allah (c.c.) üçtür demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah (c.c.) yalnız bir tek tanrıdır. (Hâşâ) O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir…" (Nisa:171). Saffat suresinde de şöyle buyurulmuştur: "İyi bilin, onlar iftiraları yüzünden diyorlar ki, Allah (c.c.) doğurdu; Onlar elbette yalancıdırlar" (Saffat: 151-152). Yine Saffat suresinde şöyle buyurulmuştur: "O'nunla cinler arasında bir nesep uydurdular. Halbuki cinlere de onların getireceklerini bildirmiştir." (Saffat:158). Zuhruf suresinde şöyle buyurulmuştur: "Kullarından kendisine bir parça tasarladılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür." (Zuhruf:15). En'am suresinde de: "Cinleri Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar icat ettiler. Hâşâ, O onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir. Gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur. Her şeyi O yaratmıştır. Ve O her şeyi bilendir." (En'am:100-101). Enbiya suresinde şöyle buyurulmuştur. "Rahman çocuk edindi, dediler. O yücedir. Hayır onlar, ikram edilmiş kullarıdır." (Enbiya:26). Yunus suresinde şöyle buyurulmuştur: "Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ, Allah (c.c.) bundan uzaktır.

O zengindir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok. Allah (c.c.) hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?" (Yunus:68) İsra suresinde de: "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı bulunmayan Allah'a hamdolsun de ve O'nu gereği gibi tekbir et." (İsra:111). Mü'minun suresinde: "Allah onların koştukları vasıflardan uzaktır." (Mü'minun:91) buyurulmuştur.

Bu ayetlerde, Allah'a evlat ve evlatlık nispet edenlerin akideleri her yönüyle reddedilmiştir. Bu akidenin yanlışlığının delilleri de açıklanmıştır. Aynı konuda bu ve diğer ayetler, İhlas suresinin en iyi tefsirleridirler.

O’nun dengi hiç bir varlık yoktur.” Gökte ve yerde hiçbir varlık O’na eş değil, dengi de değildir. Buradaki kelime 'küfüv'dür. Manası "benzer"dir. Aynı rütbeli, eşit anlamlarına da kullanılır. Bundan maksat, kız ve erkeğin toplumdaki seviyelerinin aynı olmasıdır. Bu ayetteki anlamı ise, kainatta hiç kimsenin Allah'ın benzeri olmadığı ve olamayacağıdır. Allah (c.c.) gibi ve aynı rütbede, özelliklerde, fiil ve kudretlerde O'nunla hiç kimse benzer olamaz.

İşte tüm bu ayetler bize Tevhidi duruşun esasını vermektedir. Ne geleneğin içinde üretilen kainatı, kıtaları paylaşan, Allahın sıfatlarına ortak kılınan, Gavsların, Kutupların, Şeyhlerin, vahdet-i vücutçu, hakikat-i Muhammediyeci, nur-u Muhammediyeci sapkın inanışları, Mesihçi ve Mehdici erteleyici anlayışlar, ne de modern zamanların vahiyden kopuk veya karma insan hevasını ve aklını merkeze alan beşeri ideolojileri bizim Kur’an’ı eksenli ve Resul’ün güzel örnekliğini esas alan Tevhidi istikametimizi bozmamalıdır.

Rabbimiz bizi buradan temiz gidenlerden ve ahirette melekler tarafından hoş geldiniz. Temiz kalıp, temiz yaşayanlar diye karşılananlardan kılsın. (Amin)” diyerek sözlerini tamamladı.

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon