Cumartesi, Ekim 12, 2024
Ana sayfa PANELLER Bir Cumhuriyet Projesi Olarak Diyanet Ve Resmi Din Anlayışı

Bir Cumhuriyet Projesi Olarak Diyanet Ve Resmi Din Anlayışı

by İlkav Editor
3,9K 👁
A+A-
Reset

BİR CUMHURİYET PROJESİ OLARAK DİYANET VE RESMİ DİN ANLAYIŞI

İlmi ve kültürel araştırmalar vakfı tarafından düzenlenen “Bir Cumhuriyet Projesi Olarak Diyanet Ve Resmi Din Anlayışı” konulu panel 13.01.2008 Pazar günü İLKAV konferans salonunda düzenlendi. Açılış konuşmasını yapan,oturum başkanı Halit Çağdaş ilk olarak sözü Doç.Dr Abdullah Ünalan’a verdi. Ünalan konuşmasında aşağıdaki konulara vurgu yaptı:


“İslam, dünyevî bir dindir. Hem Kur’ân, hem peygamberler, insanların dünya hayatlarıyla ilgili ilkelerle, hem dünya hem ahiret hayatlarını düzenlemek için gönderilmişlerdir. Uhrevî gibi görünen ‘Namaz, oruç, hac gibi ibadetler dahi dünyevîdir, dünya hayatında yapılacaklardır. Dünya insanını ilahî kulluğa yükseltmek için vazedilmişlerdir.’ Dolayısıyla İslam, insanların dünya hayatlarının hiçbir safhasından dışlanamaz, ayrı tutulamaz”

“Cumhuriyet kurucuları, gayr-i İslamî; başka bir ifadeyle yasal olarak İslam’ın hükümlerini tamamen yürürlükten kaldıran ve dinî kavramları ağza bile alınmasını yasaklayan bir rejim kurmuşlardı. Ancak İslam, Allah’ın diniydi ve gönüllere yerleşmişti. Onu gönüllerden söküp almaları mümkün değildi. ‘Yok’ saymaları ise hiç mümkün değildi. Öyle bir politika izlenmeliydi ki, hem dinin ortadan kaldırılması kamüfle edilmeli, hem dine saygılı oldukları ortaya konulmalı, hem de İslam, İslam kisvesi altında yok edilmeliydi. Böylece bir taşla üç kuşu vurulmuş olurdu. İşte Diyanet İşleri Reisliği’nin kuruluş amacı buydu.Anayasalarla rejim, ‘İslam Düşmanlığı’ eksenine oturtulmuş laiklik ilkesi üzerine kurulmuş ve bütün çalışmalar bu düşünce örgüsü etrafında oluşturulmuştur.”

Ekitap için tıklayın

“DİB, bugünkü resmî statüsüyle, hükümetlere göre değişkenlik arzetmekte ve hükümetlerin düşünce ve istekleri doğrultusunda İslam’ı yorumlamaktadır. Bir anlamda, hükümetlerle Müslüman halk arasında uzlaşmacı bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, İslam’ı, kendi ruhuyla değil, resmî ideoloji perspektifiyle ele almakta ve laiklik ilkesi doğrultusunda, cumhuriyetin temel ilkeleri paralelinde açıklamaktadır. Bu yasalarla, başka türlü işlevselliğini yürütmesi de mümkün değildir.DİB, ulus devlet düşüncesiyle bir ‘milliyetçilik’ politikasını yürütmektedir. Dolayısıyla, İslam’ı anlatmak, toplumun hayatına hakim olunmasına çalışmaktan ziyade, milletin birliği, beraberliği ve bütünlüğünü pekiştirmek için bir faktör olarak kullanmaktadır.Çoğu zaman siyasî otorite, DİBi, bir taraftan, düşünce ve isteklerini topluma kabul ettirme aracı olarak kullanmaktadır. Dün, saltanat ve sultanların varlığı adına hutbeler okutulurken bugün, demokratik yönetim biçiminin selameti ve desteklenmesi için okutulmaktadır.Diğer taraftan, siyasî iktidarların, kendileri için tehlike gördükleri konuların bertaraf edilmesi yönünde DİBi kullanmaktadırlar. Yıllardır, bölge ve toplumun karakteristik ve yöresel problemleri göz ardı edilerek, merkeziyetçi bir anlayışla hazırlanıp, hem Kocatepe Camii’nde, hem de doğunun en ücra köşesindeki bir köy mescidinde okutulan aynı hutbeler, DİBin, bu anlayışın bir propaganda aracı olduğunun tipik örneklerindendir. Siyasî otorite, birinci tehlikeyi, ‘irtica’ yaftası altında İslam’ı görse, hutbe ona göre hazırlanacak ve cami minberlerinde, imamlar tarafından İslam’a saldırılacaktır.”

“Özel kanunla faaliyet alanının çerçevesi çizilen DİBin, o günden bugüne ortaya koyduğu çalışmaları, ya laiklik ilkesi paralelinde gerçekleştirmiş veya laiklik ilkesini ihlal ederek yapmıştır.Bu anlayış içersinde faaliyet gösteren DİBin, İslam’ın öz ve ruhunu temsil etmesi ve bu ruhla halkı bilinçlendirmesi mümkün olmamıştır.‘Resmî ideolojinin temsilcileri artık şu hakikati kavramalıdırlar: İslam Allah’ın gönderdiği yegâne hak dindir ve O’nun Sahibi ve koruyucusu Allah’tır: “Kimsenin şüphesi olmasın ki, bu hatırlatıcı/uyarıcı mesajı (Kur’ân’ı) ayet ayet biz indirdik ve yine kimsenin kuşkusu olmasın ki, (bütün saldırılardan) onu yine biz koruyacağız.” (15/9) Asırlarca en amansız düşmanlarının saldırısına uğramasına rağmen Kur’ân’ın bir harfinin bile değişmemesi, bir hükmünün değiştirilememesi bunun canlı isbatıdır.Bu memleketi ve bu halkı seven herkes, rejimin yumuşatılması ve halka saygılı bir sisteme dönüştürülmesi için gayret göstermelidir. Bir ucube haline dönüşen laiklik ve Atatürk ilke ve inkılapları, despotizmin birer kılıcı olmaktan çıkarılması ve halkın inanç ve hayat biçimini yaşamasına katkıda bulunacak şekilde yorumlanmalıdır. Bu milletin Müslüman olduğu ve Müslüman kalacağı kabullenmelidir. Baskının ters teptiği görülmelidir. Keskin sirkenin küpüne zarar verdiği anlaşılmalıdır. Bütün dünyada İslam’ın birincil gündem maddesi olmaya devam edeceği sindirilmelidir.’ Gelişen dünyada, DİBin, ya Anayasa ve laiklik ilkesine aykırılığı kabullenmeli ve lağvedilerek dinî hizmetlerin ehil ellere bırakılmalı veya özerkliği sağlanarak gerçek misyonunu icra etmesi kanunlarla güvence altına alınmalıdır.”

Abdullah Ünalan’ın konuşmasının ardından eski müftü Mehmet Göktaş söz aldı.Sözlerine Türkiye cumhuriyetinde ilk deva diyanetin dışında özgür bir kurumun diyaneti masaya yatırmakta olduğuna vurgu yaparak başlayan Göktaş ,böyle bir kurumun neden daha önce tepki almadığı veya gündeme getirilmediği konusuna değindi .Göktaş; Bu durumda “alan razı veren razı” mantığının hakim olduğunu söyledi ve bunun sebeplerini şöyle izah etti: “Bu coğrafyanın halkları sanki eski inançlarının üzerine İslami bir elbise gibi giyiyorlar fakat alttaki duruyor gibi Allah korusun.Eski Türklerde baba, evliya,ruhlar anlayışının yanı sıra birde asıl üzerinde durmak istediğim kutsal bir devlet anlayışı var.Hatta Devlet kutsal olmaktan öte tanrı olmuştur.bazen Allah’a eş koşan bir tanrı olduğu gibi, bazen de Allah’ın dahi ötesine geçen,hatta devleti Allah’a şirk koşar değil de, Allah’ı devlete şirk koşar gibi bir görüntü vermektedir.Şimdi bile bazılarının dualarına şahit oluyoruz gerçekten kime el açtığını anlamak ta zorluk çekiyoruz.Allah’a mı? Yoksa, kutsal! Devlete mi?Ben Esma-ı Hünsa yı liste olarak aldım karşıma ve bir baktım ve gördüm ki devletinde esmaul hünsası var. Allah için ne kadar güzel isim varsa hepsini devlete de vermişler.Allah kuddüstür.Devlette kutsaldır.Allah ekberdir, kebirdir, azimdir,aliyy-ul aladır, mütealdir.Devlette büyüktür, kocamandır, yücedir, uludur.Allah, rahmandır, rahimdir, kerimdir. Devlette müşfiktir, merhamet kanatları vardır, her yere eli uzanır, herkes onun rahmet kanatları altındadır.Allah kaviyul aziz ,azizul zül intikamdır Devlette öğledir. Kimse onun elinden kurtulmaz.Hele de bu coğrafya da insanlar devlettin Rezzak sıfatını iman ettiği kadar Allah’a iman etseler inanın ki yeterli olurdu. sigortasıyla emeklisiyle devlet öğlesine güçlüdür ki halkın gözünde sanki Allah’ın Rezzak sıfatını kendinde toplamıştır.Tevekkül anlayışında da aynı şey söz konusu. Kısacası alın esma-ul hünsayı elinize devlet anlayışı karşınızda öreceksiniz.Böyle bir devlet, diyanet diye bir teşkilat kurarsa tabii ki yadırganmaz.”

“İkinci olarak devletin kendisini meşrulaştırması dine kendini onaylattırması halk gözünde gerçekten önemlidir. Bunu sadece laik devlet değil tarih boyunca halifelerden sonra ki bütün devletler yapmışlardır. Bireysel olarak herkesin kendisini meşru görecek bir hocası olduğu gibi;laik rejiminde kendini meşru göstermek için buna ihtiyacı vardır.”

Diyanetin alternatifinin olması gerektiği konusuna da değinen Göktaş, şöyle dedi:Diyanetin alternatifi olarak özgür ulamanın yetişmesi gerekir.Ve bu özgür ulemanın kimseye bir borcunun olmaması gerekir çünkü onlar her ortamda hakkı söylemekle görevlidirler.“Elini uzattığın yere dilini uzatamazsın” derler. Bizim görevimiz dilimizi uzatmaktır.İmamet ve cami uydurulmuş kurumlar değildir.Bunlar işgal edilmiş İslami değeri olan önemli iki yapıdır.Bizim olan bu kurumları mümkün olduğunca terk etmemeli ihya için çalışmalıyız.Müslümanların cahili sistemlerin tek alternatifi olduğunu ve bu yüzden her zaman Müslümanlarla uğraşıldığını söyleyen Göktaş “Dünyadaki bütün zalimlerin tehdit listelerinin başında elbette İslam vardır” dedi.

Diyanetin eğitim alanındaki yapısını ele alan Oktay Altın ise şöyle dedi: “Sistemlerin sahip olduğu din algısı, onların dinle irtibatını netleştiren bir durumdur. İslam’ın ilk döneminde din yaptırım gücü olan kurallar bütünü olarak algılanıyordu.Halife dahil herkes bu kanunlara boyun eğiyordu.Emevilerden itibaren din, siyasete müdahele etmeyen, meşrulaştırıcı bir yapıya sahip sahip oldu. Özellikle Selçuklular döneminde bu ayrım daha da netleşti.Maddi güç Tuğrul bey manevi güç halife olarak belirlendi.ama her zaman “Maddi güçün dediği olur” düşüncesi hakimdi.O dönemde açılan Nizamiye medreseleriyle din eğitimi zaptu rabt altına alınmış ve devletin imkanlarıyla alimler yetiştirilmişlerdir ve bu şekilde ilim sahipleri de devlet memuru zihniyeti kazanmış.Bağımsızlıkları elden gitmiştir.Osmanlıdaki şeyhülislamlık diyanetin bu günkü yansımasıdır.Şeyhülislam ulemanın reisidir.Eğitim ve adalet elinde şeyhülislamlık kurumunun elindedir.1924 te “umuru diniye riyaseti” adı altında diyanet kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurtuluş savaşında beraber mücadele veren iki güç vardı.Batıcılar ve İslamcılar bu iki gurup kurtuluş savaşını beraber yürütmüştür.1924 den sonra ikinci gurup tamamen tasfiye edilmiştir.Cumhuriyetin asıl kurucuları pozitivisttirler aslında dini kabul etmezler. Fakat tepkilerden çekindikleri için islamizasyon görevini icra etmek üzere diyanet misyonunu kullandılar.”

“Cumhuriyetin eğitim politikası Türk ulusalcısı üreten, çalışkan, batıcı, faydacı, bir insan tipidir.1924-1950 arasında din eğitimi büyük ölçüde engellenmiştir.Diyanet daha çok bir okul sistemi içerisinde Kuran kursları açarak örgün eğitimle uğraşmaktadır.Camiler vasıtasıyla vaaz ve hutbe yoluyla yapılan eğitim ise diyanetin yaygın eğitim alanıdır. Örgün din eğitimi faaliyetleri süreç içerisinde şöyle gelişmiştir.1932 yılında kuran kursu sayısı yalnızca üç adet iken 1933de dokuz,1941 de elli altı,1950 de ise 127ye ulaşmıştır.28 şubat döneminden önce ise 6169 kurs diyanet bünyesinde hizmet veriyordu.Bu kurslarda okuyan 181.561 öğrencinin 21.400 kadarı hafızlıkla uğraşıyorlardı.”

“Tarihsel süreçte diyanetin yayın politikalarına da değinen Altın şöyle dedi.”Diyanet işleri başkanlığının başlangıçtan günümüze kadar sıkı bir yayın politikası vardır.özellikle 1924 yılında henüz İslamcıların tam olarak tasfiye edilmediği dönemde kuran tercümesi hazırlanması karara bağlanmış ayrıca Hamdi Yazır’ın tefsir yazması ve Buhari’nin tercümesinin yapılması karara bağlanmıştır. 1924 den sonra İslami gurupların tasfiye edilmesiyle camilerin kiliseler şeklinde tekrar yapılandırılması ,saz eşliğinde kuran mealinin okunması gibi düşünceler bile ortaya atılmıştır. 1949 yılında yayınlanan “Müslüman çocuğun kitabı” adlı eserde ulus devletin bütün idealleri sıralanır ve imanın bu olduğuna vurgu yapılır.tevhit hakkı birlemek ve halkı birleştirmektir düşüncesiyle tevhit sistem değerlerini meşrulaştırmak için kullanılır.” Aynı sistemin günümüzde de çok çarpıcı bir şekilde devam ettiğini anlatan Oktay Altın 28 şubattan sonra hutbelerin merkezileştirilmesi üzerinde durdu 2007 Cuma hutbelerinden değişik örnekler verdi.”

Oturum başkanı Halit Çağdaş son olarak sözü İlkav Başkanı Mehmet Pamak’a verdi. Konuşmasına önce Hıristiyanlığın resmi din haline getirilmesi projesinin tartışıldığını anlatarak başlayan Pamak,Türkiye’de bunu gerçekleştirmenin zorluğu ve muhtemel tepkiler dikkate alınarak, var olan din İslam’ın, laik devletin kontrol ve denetimi altına alınıp yönlendirilmesi ve yeni rejim lehine kullanılması projesi DİB kurularak yürürlüğe konduğunu söyledi.Pamak konuşmasına şöyle devam etti:

“Laik Kemalist sistemin en radikal İslam düşmanlığını ortaya koyduğu, “İslami sistem taraftarı” diye pek çok Müslümanın “kellesini kopardığı” ve İslam hakkında Mustafa Kemal’in huzurunda; “İslam’lık devrini yapmış, fayda ve zararlarını ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir şeydir. O müesseseyi ne korumaya ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeye niyetimiz yoktur. Zaten böyle bir teşebbüs, kurumuş eski ağaca hayat vermeye çalışmak gibi beyhudedir.” şeklinde İslam’a saldırıların pirim yaptığı bir dönemde bile, İslam’ın sistem tarafından istismarına yönelik ikiyüzlülüklerin sürdürülmesi, Kemalistlerin çıkarcı, oportunist ve ilkesiz olduklarını, şahsiyetli ve dürüst davranmadıklarını ortaya koymaktadır.”

Konuşmasında diyanetin kuruluş amaçları üzerinde de duran Pamak,şunları söyledi: “Bu amacın en basit ve en anlaşılır izahı şudur. Laik Kemalist sistem, İslam’ı hayattan kovarak camilere hapsediyor, cami kapılarına da birer gardiyan görevlendiriyor, dinin, camiden çıkıp tekrar Allah’ın kendisi için takdir ettiği fonksiyonunu görmesi, bireysel ve toplumsal hayatı düzenlemeye teşebbüs etmesi bu gardiyanlar ve bunların başı olan Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla engellenmeye, denetlenmeye çalışılıyor. Hatta camileri bile İslam’a ve Müslümanlara bırakmayarak, oralarda bile, Kur’an serbestçe anlatılamamakta, tabiri caizse Kur’an camide de hücreye kapatılıp, ancak laik devletin resmi ideolojiyle uyumlu yorumlara ifade özgürlüğü tanınmakta, laik devletin politikaları din kamuflajı altında insanlara empoze edilmeye çalışılmaktadır. Vergiden, güvenlik politikalarına, İslam karşıtı sisteme övgüler düzen, laik sistemi meşru göstermeye yönelik konuşmalardan, sağlık, orman ve turizm politikalarına kadar her şey camilerde gündeme getiriliyor. Laik devlet, bütün camilerdeki hutbe ve vaazların içeriğini bile merkezden belirleme ve denetleme yetkisini elinde tutuyor. Dinin laik devletin ilkelerine ve politikalarına uyumlu bir içerikle sunulmasını ve bu anlamda resmi bir din anlayışının oluşmasını temine çalışıyor.”

“DM’de “İslam dininin gerçek kural ve ilkeleri doğrultusunda” görev yapması hükme bağlanmış olan Diyanet, MGK tarafından yapılan değişiklik sonucu bugün yürürlükte olan 1982 anayasasının 136. maddesindeki düzenlemeyle “laiklik ilkesi doğrultusunda” görev yapmakla mükellef kılınmıştır. Ve bu görevini büyük bir sadakatle sürdürmektedir.Bu sebeple, Diyanet İşleri Başkanlığı gayri İslami bir kuruluştur. Laik devletin güdümünde, laik devlete destekçi laik bir kuruluştur. 1982 Anayasası, Diyanet’in, laik devletin genel idare hizmetleri içerisinde yer alan ve laiklik ilkesi doğrultusunda hizmet veren bir kuruluş olduğunu hükme bağlayarak, aslında Diyanet teşkilatının laik devlete destekçi olma fonksiyonu ifa etmek üzere kurulduğunu da ortaya koymuştur.”

“Türkiye’de Diyanet’in, dini ve cami cemaatini denetim ve kontrol altında tutma fonksiyonu, yurt dışında biraz zayıflayınca, orada da “din görevlisi-konsolos-istihbarat elemanı” üçgeni kurularak bu açık süratle kapatılma yoluna gidilmiş, arkasında namaz kıldığı imama güvenmeyen cami cemaatleri meydana getirilmiştir. Hiç şüphesiz bu hal de bir başka hayra vesile olmuş. Diyanet’in misyonunun daha iyi anlaşılmasına yol açmıştır.İmam Hatip liseleri ve Kur’an kurslarının kapatılması, başörtüsü zulmünün yaygınlaştırılması sürecinde de, DİB, Müslümanlar ve İslam’ı denetleme, kontrol altında tutma ve laik devlete ispiyonlama misyonuna uygun çalışmalar yapmıştır. İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu haksızlıklara, zulümlere karşı başlayan eylemleri, laik rejim adına kırma görevini üstlenen DİB tarafından 24 Temmuz 1997 tarihinde bütün müftülüklere, personele tebliği edilmek üzere gönderilen resmi yazının içeriği, DİB’nın Müslüman halka karşı laik rejimle nasıl bütünleştiğinin bir başka kanıtını oluşturmaktadır: “Cuma namazlarından sonra camilerimizin avlularında ve çevrelerinde sloganlar atılmakta ve cami adabına uymayan davranışlar sergilenmektedir. Bu davranışlar karşısında gerekli tedbirler acilen alınmalı ‘devamında’ vatandaşlarımızı tahrike yönelik muhtemel provakasyonlara karşı her zaman olduğu gibi bundan böyle de müftü, vaiz ve hatiplerimiz vaaz ve hutbelerinde dini bütünlüğümüzü, milli (ulusal – MP) birlik ve beraberliğimizi pekiştirici konuşmalar yapmalı ve provakasyonlara alet olmamaları için halkımızı uyarmalıdır.”

“Laikliğin ithal edildiği batı zemininde dine ve dini temsil eden kiliseye tanınan özerklik ve özgürlükler dahi Diyanet’e çok görülmüştür. Ve işin enteresan tarafı Diyanet’in bizzat kendisi kendi yayın organlarında, bu durumun haklılığını ispat gayreti içine girip, kendisine biçilen konumu ve hatta İslam dininin devletin denetimi ve güdümü altında olmasını tasvip eder görünmektedir. Kuruluş gayesine uygun olarak, İslam’ı ve Müslümanları, laik devlet adına, denetim, kontrol ve baskı altında tutma politikalarına başarılı bir biçimde itaat eden DİB, yerli despotlara verdiği bu hizmetini, küresel bir boyuta taşıyarak, küresel despotlara da vermeye hazırlanmaktadır. İslam’ı ve Müslümanları denetim ve baskı altında tutarak, laik devletle uyumlu “protestanlaştırılmış” bir resmi din oluşturma tecrübesini, küresel emperyalizmin istifadesine de sunmaya hazırlanmaktadır. DİB başkanı 2004 yılında ABD’ye kadar giderek, Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılan emperyalist, sömürgeci projenin öngördüğü, İslam’ı “ılımlı”laştırma, “protestanlaştırma”, “reform etme” çabalarına katkıda bulunmaya, danışmanlık hizmeti sunmaya yönelik ve TC modelinin tüm İslam coğrafyasına, yaygınlaştırılması çerçevesinde görüşmeler yapmıştır.”

“Batı emperyalizminin öncüsü ABD İsrail’le işbirliği halinde ürettiği emperyalist “Büyük Ortadoğu Projesi” çerçevesindeki din-devlet ilişkisini dayandıracağı modeli nedense Batıdaki “kilise-devlet” ilişkisinden hareketle oluşturmuyor da, Türkiye örnekliğindeki dini ve dindarı baskı altına alıp, zorla kendi sistemine uyduran “bizantinizm”i, despotizmi esas almaya yöneliyor; çünkü Batıdaki kilisenin özgürlüğü bile İslam’a ve Müslümana çok görülüyor.Batıda kilise son derece özgür bir ortamda, özerk bir biçimde ve devletten bağımsız olarak faaliyet gösterebilmekte, kendi düzenini istediği gibi kurup, eğitim, ibadet ve misyonerlik hizmetlerini yürütecek her türlü kurumlarını istediği gibi oluşturup, son derece etkin bir fonksiyon ifa edebilmektedir. Batıda devlet kiliseye tahakküm etmek, denetlemek ve yönetmek imkanına sahip olmadığı gibi, tam tersine zaman zaman, çeşitli vesileler ve faaliyetler sebebiyle kilise devlet üzerinde etkin bir fonksiyon ifa edebilmektedir. Temelde ise birbirlerine müdahale etmeyen iki bağımsız otoritedir devlet ve kilise.TC laikliğinde ise Diyanet, tamamen laik devlet düzeni içinde, genel idare hizmetleri arasında yer alan bir devlet bakanına bağlı olarak, laik devletin denetiminde ve güdümünde, özerklik ve özgürlükten tamamen uzak bir konumda faaliyet gösteren, İslami değil laik bir görev yapmak üzere kurulmuş laik bir kuruluştur. Batı laikliğinde kilise bile laik devletten yana, laik devlete destekçi, laik devletin denetiminde, yönetiminde bir kuruluş, yani belam konumunda tutulmamışken, Türkiye’de Diyanet çarpıcı bir şekilde bu konuma düşürülmüş, laik devletin denetimi ve güdümü altında, laik devlete bağlı ve destekçi laik bir kuruluş olarak düzenlenmiştir.”

“Bugün Papa AB ülkelerinde yaptığı konuşmalarla, “laikliğin toplumsal ahlakı yok ettiği, yaygın çürümeye yol açtığı” gerekçesiyle, basında yer alan ifade ile “laikliğe karşı savaş açmış” bulunuyor. Üstelik şirke bulaşmış, tevhid ve şeriata ait boyutunu tahrifatla yitirmiş Hıristiyanlık laiklikle uzlaşmaya son derece müsaittir. İslam ise, Allah’ın koruması altındaki muhkem hükümlere göre bireysel ve toplumsal hayatın tamamını kuşatan bir din olduğu, yani laiklikle asla uzlaşamayacağı, karanlıkla ve aydınlık kadar uzlaşmaz olduğu halde, Diyanet İşleri Başkanlığı, bırakın “laikliğe savaş açmayı”, acaba laikliği eleştiren tek bir cümle kurabilir mi?

TC laikliği karşısında batı suskun
•TC ‘nin özel şartları gözetilerek uygulanan İslam düşmanı laikliğinde, din devlet denetimine verilmiştir ve bu Bizantinizimdir. Buna rağmen Batı tarafından görmezden gelinmiş bu güne kadar hiç eleştirilmemiştir.
•Nedense her konuda AB standartları dayatılırken, din-devlet ilişkilerinde AB standartları dayatılmamaktadır.
•Çünkü, İslam’ın laik devletin denetimi ve yönlendirmesi altında olması Batılıların işine gelmekte, her zamanki gibi çıkarları uğruna putlarını yemektedirler
•Halbuki aynı AB, –zinanın suç sayılmasında –alkollü içkilerin ithalatında AB kriterlerini dayatmakta çok tavizsiz davranmakta, zinanın suç sayılması halinde AB’ye girilemeyeceği tehdidini getirmektedir.

İnsan hakları ve hukuk zaviyesinden Yapılması gerekenler:
•DİB kaldırılmalı, İslami kimlik, İslami eğitim, İslam i tebliğ ve İslami ibadet özgürleşmeli.
•Laik devletçe, genelde tüm resmi ideolojiyi benimsemeyenlere, özelde İslam a ve Müslümanlara yönelik olarak yapıla gelen tüm baskılar kaldırılmalı ve mazlum kesimlerden ve Müslümanlardan özür dilenmeli.
•Camiler, mescidler Müslümanlara bırakılmalı, vaaz ve hutbelerdeki yaygın eğitim ile kuran kurslarındaki eğitim, resmi ideoloji baskısından kurtarılarak sadece Kur’an ve sünnete dayandırılmalı
•Laik devlet halkın çocuklarına din yada ideoloji dayatmaktan vazgeçmeli, kamu okulları özgürlük alanları olmalı. Ayrıca her din kendi bağımsız okullarını açabilmeli.
•Din ve ideoloji dersleri seçmeli olmalı
•Laik devlet İslam’ı belirlemekten, nasıl inanıp nasıl ibadet etmemiz ve nasıl giyinmemiz gerektiğini söylemekten vazgeçmeli. &
•Gaspedilmiş bulunan İslam i vakıfların tüm mal varlıkları Müslümanlara iade edilmeli.
•Azınlık dini cemaatlere tanınan haklar Müslümanlara da tanınmalıdır.”

Yoğun bir katılımın olduğu toplantı dinleyicilerden gelen soruların panelistler tarafından cevaplanmasıyla program sona erdi.

 

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon