1,1K
Hutbe: Hayatımızı İsraf Etmeyelim
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir oyalanma, bir süs, aranızda övünme ve malları ve çocukları artırma yarışıdır. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur ve sen onu sapsarı görürsün. Sonra da çer çöp oluverir. Âhirette ise şiddetli bir azap ve Allah tarafından bir bağışlama ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı aldanma meta'ından başka bir şey değildir.” (Hadid:20)
Kıymetli müminler!
Bugün, Hicrî 28 Rebiu’l-Âhir ay’ının 28’i 1443/Cuma
Rabbimiz bizleri, Allah’ı unutup, dünya merkezli yaşayarak ömrünü berbat edenlerden eylemesin.
Hutbemiz dünya hayatının israf edilmemesine dair değerlendirmeler üzerine olacak inşâÂllah.
İnsan ömrünün dünya tarihi dikkate alındığında gerçekten de çok kısa olduğu söylenebilir. Rabbimiz birçok âyetinde konuya dair uyarılarda bulunmaktadır. İnsanlar aklederek, fıkhederek yaşasınlar da pişmanlık duymasınlar diye… Gerçekten de insan kaç yaşında olursa olsun geriye dönüp hayatına baktığında ne kadar da çabuk bu yaşlara geldiği konusunda hayıflanmaktadır. Yani hayat çok çabuk geçmektedir. Bu bakımdan insan kendisine verilen zaman sermayesinin kıymetini gereğince takdir etmek için Kur’an’ın rehberliğinde bir yol izlemelidir. En büyük israf sanırım hayatın israfı olsa gerek.
Konuya dair Zümer suresi 53. âyetin başındaki rabbimizin; “Ey nefislerini yani hayatlarını israf eden, boşa geçiren kullarım” hitabı çok ilginçtir. Surenin 58. âyetine kadarki bölümünde hayatın israf edilmemesinin önemine ve çaresine dair çözümler sunulmaktadır. Hutbemin başında okuduğum âyette ise Rabbimiz herkesin anlayacağı bir örnek ile insan hayatını özetliyor.
Hayatı yıllarca ürün yetiştirmekle geçen çiftçi örneği üzerinden özetliyor. İnsan hayatını atılan tohumun yeşermesi, sonra fidan olması, güçlenip ürün vermesinin akabinde sararıp solması şeklinde özetliyor. “İşte hayat bu” diyerek çarenin bu kısa hayatı bereketlendirmenin ancak Allah’ın ipi olan Kitab’ını okuyup, anlayıp, hayata hâkim kılmakla mümkün olabileceğini tüm insanlığa ilan ediyor.
Kur’an her konuda olduğu gibi bu konuda da ifrat ve tefritten uzak, fıtrata uygun bir model sunmaktadır. Müslüman ne dünyaya küserek dünyadan el etek çekerek ”bir lokma bir hırka” felsefesini idealize eder ne de dünyayı imar etmek niyeti ile yola çıkıp dünya ve nimetlerini ilah edinecek seviyede peşine düşer. İslâm’ın bu konudaki görüşü bellidir. Müslümanlar olarak felsefemiz; Allah’ın vermiş olduğu akıl ve diğer nimetler ile emrimize musahhar kılınan dünyevî imkânları tüm insanlığın yararına olan güzellikleri ortaya çıkarıp, insanlığın istifadesine sunmak şeklindedir. Aslında bu tüm insanlığa sunulan hizmetler de birer salih ameldirler. Dünya ve nimetlerini Allah’a daha iyi kullar olabilmek amacıyla değerlendirmek gerekir. Nimetler şükrümüzü şükrümüz kulluğumuzu artırmalı. Çalışmalarımız bizleri daha bilinçli daha iyi insanlar olmaya yöneltmeli imanımızın keyfiyetini güçlendirmelidir. Allah’ın kevnî âyetlerine bakmak bizleri tefekküre yönlendirmeli. Bilinçli, şuurlu müminler haline getirmeli, tuğyan ettirmemelidir.
Ancak son yıllarda yaygın bir şekilde görüldüğü üzere Müslümanlar maalesef dünya ve içerisindekileri elde etmek için her şeylerinden vazgeçmeyi göze almaktadırlar. Bu insanların araç diyerek başladıkları makam, mevki, koltuk, para gibi şeyleri amaç haline getirdiklerine üzülerek şahid olmaktayız.
Dava için gerekli dedikleri şeyleri elde ettikten sonra onları kaybetmemek için vermedikleri taviz kalmamaktadır. Şimdilerde elde ettikleri imkânlarla avunup durmaktadırlar. Ama unutmamak gerekir ki tüm bunlar gelip geçici dünya imkânlarıdır. Hesabı zor verilecek şaibeli şeylerdir. Zaten bu halleriyle de davete muhatap kitlelere de olumsuz, kötü örnek olmaktadırlar. Oysaki rabbimiz bizlerden her halükârda istikamet üzere olmamızı emretmişti. Sınırlara azamî riayet etmemizi, şaibeli ve şüpheli şeylerden uzak durmamızı emretmişti.
Son dönemlerin başka bir zafiyetini de tüketim kültürü ve moda algısı oluşturmaktadır. İhtiyaç olsun olmasın, gerekli gereksiz, her türlü alış-veriş insan emeğinin israfına meydan vermektedir. Aynı zamanda bu durum insan fıtratını da olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Daha örneklerini çoğaltabileceğimiz olumsuzluklara rağmen Müslümanlar kendilerini avutarak “ne yapacaksın fânî dünya” edebiyatı yaparak durumlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Konuya dair Mehmet Alagaş’ın bir kitabından bir fıkrayı sizlere aktarmak isterim:
“Bir köyde yaşamakta olan bir hoca toprakla samanı karıştırıp kerpiç yapmaya çalışıyormuş. Yanından geçip soranlara da ‘ne yapacaksın? Fânî dünya, çalışıyoruz işte’ diyormuş. Bu arada da elleriyle ayran çalkalıyormuş tereyağı yapmak için. Yine sorulduğunda ‘fânî dünya, ne yapacaksın? Boş durulmuyor çalışmak gerek’ diyormuş. Bir de ağzıyla bir şeyler okuyormuş. Ne yaptığı sorulduğunda da ‘fânî dünya ne yapacaksın? Yakınları ölen köylülerin siparişi için ücret karşılığı Yasin okuyorum diyormuş.”
Evet değerli kardeşlerim fânî olduğu ifade edilen dünya için böyle çalışılırsa farz-ı muhal dense ki “artık dünya fânî değil bâkî.” Acep dünya için böyle çalışanların hayatlarında bir değişiklik olur mu dersiniz? Bu anlayışla çalışanlarda sanırım bir değişiklik olmaz. Halbuki Rabbimiz dünyayı üzerinde O’nun nimetlerini idrak etmemiz için emrimize musahhar kılmış iken, dünyaya boyun eğmek süflî şeylere kulluk bu sefillik niye? Oysaki Rabbimiz kendisinden başka her şeyi onlardan yararlanmak ve ona kullukta vasıta olsun için yaratmıştı.
Veyl olsun kendi elleri ile yaptıklarına tapanlara, fânî şeylere kul olanlara, müjdeler olsun kullara ve tüm fânîlere tapmaktan kaçınanlara.
03.12.2021
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU