İLKE-DER 16 Nisan 2010 Cuma günü Çorum Afra Kültür Merkezinde Saat:20.30 da “Peygamberi Anmak mı Anlamak mı” konulu bir konferans düzenlendi. Yaklaşık iki saat süren konferans Çorum halkı tarafından ilgiyle izlendi.
Program İlke-Der Yönetim Kurulu üyesi Selim Özkabakçı’nın açılış konuşması ile başladı. Daha sonra Kürsüye gelen Ahmet Kalkan “Peygamberi Anmak mı Anlamak mı?” konulu konferansını verdi. Konferans yaklaşık iki saat sürdü. Programın sonunda Ahmet Kalkan kitaplarını imzaladı.
İlke-Der yönetim kurulu üyesi Selim Özkabakçı’nın açılış konuşmasında özetle şunları söyladi:
İlke-Der ‘in 2009–2010 yılı programlarının sonuncusunda sizinle beraberiz. İnşallah bundan sonra da yeni sezonda yeni programlar devam edecektir.
Biz kutlu doğum haftası çerçevesinde, yapılan etkinliklerin gerçekten peygambere yakışır şekilde, olmasını istiyoruz. Peygamberi sadece anmanın yeterli olmadığını, anlamanın da gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı, işlerimizle de Peygamberi anmalı ve anlamalıyız. Peygamberin ismini çok tekrar etmekle, peygamberi andığını sananlar yanılıyorlar. Peygamberi anmak istiyorsak, en güzel anma yolu onun dediklerini fiilen gerçekleştirmektir. Bu olay bir günle, on günle, sınırlı değil tüm günler, tüm aylar, tüm yıllar devam etmeli. Memleketin her tarafı peygamberin mesajının aksine uygulamalarla dolu… Helaller haram, haramlar helal kılınmış ve kimse kimseye iyiliği emretmiyor kötülükten men etmiyor. Bu ülkede ücreti karşılığında her türlü haram serbest… Peygambere bu kadar aykırı bir hayatı bize dayatanlar, aynı zamanda peygamberi andıklarını iddia ederek kendilerini halk nazarında meşrulaştırmak istiyorlar.
Biz güzel niyetlerle, Müslümanların peygamberi anmalarına karşı değiliz. Biz peygamberin getirdiğine aykırı yaşantının, ortalıktan kaldırılması için yapılacak, her meşru hareketin, peygamberi anmak ve anlamak olduğuna inanıyoruz.
Bir buçuk milyar Müslüman, peygamberi anıyor ama Amerika ve İsrail tüm dünyayı kana buluyor ve Filistin’de, Çeçenistan’da Irak’ta, Afganistan’da hatta Müslüman olmayan ülkelerde kan döküyor. Bu işte bir yanlışlık var. Müslümanlar peygamberi anıyorlar ama anlamıyorlar. Eğer peygamber gereği gibi anlaşılmış olsaydı, büyük şeytan Amerika ve çocuk katili Siyonist İsrail, bu kadar pervasızca hareket edebilir miydi?
Peygamberi anlamak Filistin’e sahip çıkmaktır. Filistin’e gidecek gemileri insani yardım malzemeleri ile doldurmaktır. Ben Gazze’de peygamberin nasıl anıldığını bizzat yaşadım. Orada insanlar yeri göğü Allahın ve Resulünün adıyla doldurmuşlardı. Her yer tekbir sesleri ile inliyordu. Yani, Allah’ın Rasulü, Allahın istediği şekilde anılıyordu.
Kulaklar ne adlar duydu, gözler ne liderler gördü, gönüller ne sevdâlarla doldu. Kendini bilmeyen bilginler, kendini yönetemeyen yöneticiler, kendine hükmedemeyen hâkimlere şâhit oldu insanlık. Öndersiz, rehbersiz yapamayan kalabalıklara kılavuzluk yapan kargalar, liderlik yapan sahte kahramanlar oldu; tarih bunların adlarıyla doldu.
Kurtuluşu cellatlara teslimiyette arayan insanlara Allah gerçek kurtarıcılar gönderdi. Doğru tercih yapamayan insanlığa yol gösterdi, içlerinden önderler seçti. Ve en son elçi: Âlemlere rahmet Hz. Muhammed O’na ve peygamberlerin tümüne salât ve selâm olsun! O’nu tanıyan yalnız O’na hayran olur. O’nu seven sadece O’nun izinden gider. O iz, dünyada huzur ve saâdete, âhirette tükenmeyen nimete götürür.
İnsanları şerre ve ateşe dâvet eden bunca çağrıya karşılık O’nun sunduğu İlâhî mesaj bugün inmiş gibi taze, canlı ve canlandırıcı. Kurânî ilkelerin nasıl yaşanacağını gösteren O’nun sünneti insanlığın tek ve son alternatifi. Kurtulmak isteyenlere uzatılan can simidi. Kutlu elçinin mesajına kulaklarını tıkayan günümüz insanı felâketin bin bir çeşidini yaşıyor ve helâke hızla yaklaşıyor. O güzel insanın teşhis ve çözümleri insanlığın son şansı.
Peygamber olmasaydı, insanlar kendi başlarına doğru yolu bulamaz, Allah’a nasıl ibâdet ve kulluk yapacaklarını bilemez, Allah’ın emirlerine uyamaz, yasaklarından kaçınamazdı. O’nun sâyesinde insanlar uydurma dinlerin, zâlim düzenlerin, beşerî kanunların, câhilî âdetlerin elinde oyuncak olmaktan kurtuldu.
Müslümanların örnek alması gereken kişi, tek önderimiz Hz. Muhammed’dir. Müslümanlar yaşayış tarzını, en ufağından en büyüğüne bütün hal ve hareketlerini O’nu örnek alarak düzenlerler. Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Resulullah en güzel örnektir.” (33/Ahzâb, 21)
Tevhid dininin (İslam’ın) son halkasını Hz. Muhammed (s.a.s.) teşkil etmektedir. Artık Rasülullah gönderildiğinden itibaren, Rasülullah’sız bir din, Rasülullah’sız bir akide ve inanç olamaz. Öyleyse, yeryüzünde Allah’a bağlanmak isteyenlerin ve müslüman olarak kalmak isteyenlerin rehberi, kılavuzu Rasülullah’tan başkası olamaz. Zira Rasül’e itaat Allah’a itaattır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kim Rasül’e itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, bu seni üzmesin. Zira seni onlara koruyucu ve gözetici olarak göndermedik (ancak tebliğci olarak gönderdik).” (4/Nisâ, 80)
Peygamberlerin ve -günümüz için söyleyecek olursak- son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirmiş olduğu şeriate aykırı hükümleri, düzenleri, kurumları, değerleri alternatif olarak göstermek, kabul etmek, onlara çağırmak; bunlar insanlara hükmetmekte iseler, bunları kabul edip rızâ göstermek, izâleleri için çalışmamak, onlara gereken tepkiyi göstermemek; bütün bunlar peygamberin getirdiği şeriatı reddetmek anlamına geleceğinden, iman ile bağdaşamaz. Yani, böyle bir tutum, anlayış ve davranış küfürdür. Çünkü İslâm’ın ve Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu “peygamberlere iman” ilkesine ve kelime-i şehâdetin ikinci bölümü olan “Muhammed’in (s.a.s.) Allah’ın Rasûlü” olduğunu kabul ve ikrar etmeye aykırıdır.
Kendimizle ilgili önemli günleri unutmuyoruz. Hatta kâfirlerin yılbaşlarını, kutsal günlerini bile biliyoruz. Ama Peygamberimiz’in hayatını, mücadelelerini, sünnetlerini ne kadar tanıyoruz? Kendimiz iyi tanımaz ve çocuklarımıza tanıtmazsak, onu örnek alamayız. Onun izinden gidemeyiz. Çocuklarımız Peygamberlerinden önce, onlardan daha çok başkalarını tanırsa, onların peşine giderler. Futbolcuların, şarkıcıların, artistlerin, zenginlerin, tâğutların, kâfirlerin…
Peygambermizi tanımak, Onu sevmek, Onun yolundan gitmek dinimizin en önemli emirlerindendir. O’nu tanıyıp sevmeden, emirlerini kabul edip onu örnek almadan Müslümanlık olmaz. Yani, tevhid kelimesinin ikinci bölümü Muhammedun Rasûlulllah ifadesidir.
Bugün Onu sevmesi gereken kalplerimiz hangi sevgilerle dolu, bir kontrol edelim. Rüyalarımıza girecek kadar kimleri ve neleri seviyoruz? Dünyayı mı, âhireti mi? Başkalarını mı, Peygamberimizi mi? Ya çocuklarımız? Onlar kimi örnek alıyor, kimin peşinden gidiyor, kimi daha çok seviyor?
Peygamberimizi her şeyden daha çok sevmeliyiz. Sevmeliyiz ki, O’nu tanıyıp O’nun yolundan gidelim. Yoksa Müslüman sayılamayız. Bu konuda bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: "Sizden hiçbiriniz, Allah ve Rasûlünü, başka her şeyden daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmaz." (Nesâî, İman 2-4; İbn Mâce, Fiten 23; Ahmed bin Hanbel, IV/11)
Evimizde, işimizde, düğünümüzde, toplantımızda, yani günlük yaşantımızın her uzantısında, diğer insanların isteklerini, kurallarını yapar, Peygamberimiz’in sünnetini yerine getirmezsek, diğer insanları daha fazla sevmiş, Efendimiz’e onları tercih etmiş oluruz.
Sünnet: Peygamberimiz’in Kur’an’ı pratize etmesi, dini uygulamak, öğretmek ve hayata hâkim kılmak için yaptıkları demek. O’nun yolu, tavrı, davranışları demek… Bugün sünnet olarak bildiğimiz birkaç tane, o da şekilden ibaret şey kalmış. Farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan nâfile namazlar, yaşlı adamların sakalları, misvak kullanmak ve erkek çocukların küçük bir operasyonu ve benzer bir-iki şey. Bunların dışında sünnetleri meselâ sünnet olarak on tane davranışı bile sayamıyor Müslüman. Hâlbuki Peygamberimiz’in din adına yaptığı her şeydir, tavsiye ettiği, uyguladığı hemen her şey. Oğullarını sünnet ettirmeyenleri kınıyoruz da, ondan daha kuvvetli sünnetleri terk edenleri niçin kınamıyoruz? Kendimizin de kınanacak birçok yönümüz olduğunu kabul edelim, çünkü nice sünnetleri terk etmişiz. Esas sünnet, Kur’an’ın hayata geçirilmesinde nebevî modeldir. O, canlı Kur’an’dı. O’nun tüm hayatı sünnettir. Peygamberimiz’in putlarla ve putçularla nasıl mücadele ettiği, cihadları, savaşları, insanları nasıl eğittiği, toplumsal sünnetleri, nasıl devlete gittiği vb. bilinmeden sünnet kavramı da doğru anlaşılmaz.
Peygamberimiz kimlerle, niçin mücadele etti? Biz de aynı kimselerle mücadele etmek zorundayız. Peygamber’in düşmanları sadece O’nun zamanıyla sınırlı değildi. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler günümüzde belki daha etkin roldeler, ama onları tanıyacak ve gereğini yapacak Sünnet ehli insanlar aranıyor. Onun düşmanlarını dost kabul edemeyiz. Onun düşmanları “ben Onun düşmanıyım” demeyebilir, sinsi olabilir, O’nun getirdiği vahye, Kur’an’a ve Onun yaşayışına yani Sünnetine düşman olanlar, Müslümanlara bu konuda özgürlük hakkı vermeyenler, kim olurlarsa olsunlar bizim dostlarımız olamazlar.
Peygamberimiz, o günkü câhiliye hayatını Kur’an’ı hayata taşıyıp Sünnetiyle tefsir edip uygulayarak tarihin çöplüğüne atmıştı. Şimdi daha feci bir şekilde ortada duran sosyal ve siyasal câhiliyeyi yine yeniden uzaklaştırmak için Kur’an ve Sünnetin hayata geçirilmesinden başka yol yoktur. Bu görev, hem dünya kurtuluşu ve hem de âhiret ödülü için şarttır.
Peygamberimiz’e karşı, O’nun mirasına ve bize bıraktığı emanete karşı bu ve benzeri görevleri düşünüp planlamadan kuru kuruya güller ve gül edebiyatlarıyla, duygusal hitaplarla Peygamber’i anmak, O’nun aziz hâtırasına saygısızlıktır diye düşünüyorum.
Hayatımız Onun yaşayışına, evlerimiz Onun evine, sokaklarımız Onun Medinesinin sokaklarına, okullar Onun Suffe okuluna, devlet Onun devletine ne kadar benziyor? Onun, nice zahmetlerle kurduğu devleti ne yaptık? Onun adını destanlaştırması gereken diller ne adlar belledi? Kimleri putlaştırdı? Artistleri, şarkıcıları, futbolcuları, tâğutları ezbere bilen, fakat Peygamberin hayatını onların yaşayışı kadar bile tanımayan, Peygamberin izi yerine başka izler takip eden nesiller nasıl onun ümmeti olacak?!
Rasûlullah’a Karşı Görevlerimiz
8- Artık başka peygamber gelmeyeceğinden, Onun ümmeti, Onun ve diğer peygamberlerin risâletlerini/misyonunu kuşanmak zorundadır. “Ellezîne yubelliğûne risâlâtillâhi ve yahşevnehû ve lâ yahşevne ahaden illâ Allah. / Onlar Allah’ın gönderdiği mesajları tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter.” (33/Ahzâb, 39)
“İnne ekramekum ındallahi etkakum” (48/Hucurât, 13)
“Kul hel yestevi’llezine ya’lemûne vellezine lâ ya’lemûn” (39/Zümer, 9
“Ve faddalallahu’l mücâhidîne alâ’lkaıdîne ecran azîmâ” (4/Nisâ, 95)
Fâtiha sûresinde iki yoldan bahsedilir: Sırât-ı müstakîm (peygamberlerin… yolu) ve gazap edilip dalâlette olanların yolu. İnsanlık yol ayrımında; ya tâğutları önder kabul edecek, ya Rasûlü; ya hevâsını, keyfini tercih edecek veya Rasûlün çileli yolunu.
Rasûlullah Günümüzde Yaşasaydı…
Rasûle itaat, onun izinden gitmek, sünnetlerine sarılmak; belirli bazı şeylerle sınırlı değil, tüm hayatımızla ilgilidir. O yüzden “o bu gün yaşasaydı, ne yapardı?” sorusunu kendimize sormak ve cevabını vicdanımızın ve irfanımızın sesinden alabilmek gerekir.
Günümüzde yaşasaydı o yüce insan, ne yapardı? Giyimi, evi, işi, aşı, putlarla ve putçularla ilişkisi, İslâm düşmanlarına tavrı, yani topyekün yaşayışı nasıl olurdu? Herhangi bir iş yapmaya karar verirken, “Rasûlullah olsa idi, bugün benim yaşadığım bu yerde yaşasaydı bu işi yapar mıydı, yaparsa nasıl yapardı?” diye sorsak ve kendi imanımızdan ve vicdanımızdan aldığımız cevap doğrultusunda yaşasak, işte o zaman sünneti yaşamış oluruz. İşte o zaman O’nun izinden gitmiş, O’nu örnek almış oluruz. Peygamberimiz bugün yaşasaydı hiçbir şekilde putlara saygı duymaz, putperestlerle uzlaşmazdı. İslâm’a düşman olan düzenle mücadele ederdi… diyorsak eğer, öyle ise bize bu doğrultuda çok iş düşüyor. Evimiz, işyerimiz ve sokaklarımızdan tutun da, okullar, mahkemeler, kanunlar Peygamberin ilkelerine mi daha çok benziyor, yoksa O’nun düşmanı kâfirlerin ilke ve uygulamalarına mı benziyor? Kimi örnek aldığımız bu sorunun cevabındadır.
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler, eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim, düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler, misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm, sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı, sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allah’ın dostu ve Rasûlünün izinde olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum bırakılan halk, elbette Allah'a ve Rasûlüne dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Kaynak olarak sıralamada birinci, fakat başvuruda sıralamaya bile alınmayan Kur'an, doğru anlaşılmadıkça ve sıralamada olduğu gibi kaynak alınmada da birinci sıraya konulmadıkça hiçbir konuda doğru sonuç elde edilemez. Ne zaman ki Kur'an ölçü alınır; doğru ve yanlış ona göre belirlenmeye başlanırsa, ancak o zaman sünnet ve hadis de gerçek anlamını bulur ve dindeki gerçek işlevine kavuşur.
Sünnet, Kur'an'ın hayata geçirilmiş biçiminin keyfiyetini bize açıklar ve yol gösterir. Bu itibarla Kur'an ve Sünnet bir bütünlük arzeder. Bunun için de Kur'an'la sahih sünnet hiç bir zaman bir¬biriyle çelişik değildir.
Sünnetin fonksiyonu, düşünce planından ziyade daha çok pratik hayatta kendisini gösterir. Çünkü hayata yansıyan Kur'an ahkâmı, ancak sünnetin belirlediği şekil ve tarzda olur. İslâm itikadı, tevhid, risâlet ve âhiret gibi inancın ana esasları, sünnetin bu konu¬lara getirdiği yorumlarla anlaşılabilmektedir. Yine temel ibâdetlerin nasıl uygulanacağı tümüyle sünnete ihtiyaç duyacaktır. Sadece Kur’an’dan yola çıkıp Sünneti tümüyle reddederek ibâdetlerin yapılabilmesi mümkün değildir.
Bugün çekilen sıkıntı, sünnetin hayata taşınmasıdır. Peygamber’i her konuda model ve örnek almadığı için toplum bin bir problemle karşı karşıyadır. Bir peygamber sadece kurye vazifesi gören bir postacı değil, fakat kâmil bir modeldir. Kur'ân'da Hz. Peygamber'e birtakım görevler verildiği anlaşıl¬maktadır. Bu görevler: Şâhit olma, uyarıcı olma, müjdeleyici olma, öğüt verme, dâvet etme, tebliğ etme, tilâvet etme, ta’lim etme, beyan etme, tezkiye etme şeklinde sayılabilir (2/Bakara, 125, 129; 3/Âl-i İmrân, 164; 5/Mâide, 67; 16/Nahl, 44; 62/Cum'a, 2 vb.). Bu görevleri kendisine yükleyen de Allah'tır. Zira, görevlendirmenin olduğu yerde, görevlendirenin varlığını görmemek mümkün değildir.
Dinin yaşanmasında, bir modelin, bir sünnetin varlığı gereklidir. Peygamberlere iman, onlara itaat etmek içindir (4/Nisâ, 64). Müslümanlığın özü ve esası kelime-i tevhidle ifade edilir. Tevhid kelimesinin ikinci bölümü, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Allah’ın rasûlü/elçisi olduğunu kabul etmektir. Bu inanç, bizi peygamberin örnek ve önderliğinin kabulüne götürür.
O’nun hayata geçirdiği prensipleri bireysel ve sosyal hayatımıza hâkim kılarsak, yaşanılan câhiliye asrı da mutluluk asrına dönüşecektir.
Seni tanıyan Sana hayran olur. Ama Seni tanıyamadık; dostlarını unuttuk. Senin düşmanlarını teşhis edemeyen, daha da kötüsü, düşmanlarınla işbirliği yapan bir toplum içindeyiz ey Nebî! Senin savaşını/mücâdeleni bilmiyor insanımız. Senin mücâdelenden önemli geliyor Mustafa'lara; falan takımla filan takımın maçı! Senden başka önder ve kahraman arayışında gencimiz. Senin askerin olamadık yâ Muhammed (s.a.s.)! Senin bayrağını, senin gösterdiğin burçlara dikemedik ey Rasûl! Sığınacak bir kalemiz, hicret edecek bir yurdumuz bile yok; Medine'ler oluşturamadık, Mekke'lerimizi fethedemedik. Senin adınla birlikte yazılan tevhid sancağını yükseltmesi gereken (Muhammed'ler demeye dilim varmıyor) Mehmed'ler Coni'lerin bayrağını taşıyor. Senin adını istismar edenlere, sana ve yoluna hakaret yağdıranlara anlayacakları dilden cevap bile veremedik. Senin getirdiğin Kitap raflarımızı süslerken, senin düşmanlarının kitap(sızlık)ları beyinlerimizi, gönüllerimizi, evlerimizi, sokaklarımızı… kirletiyor. Senin özgürlüğe kavuşturduğun ruhlarımız kimlerin işgalinde bir görsen ey Rasûl, dillendiremiyoruz. Sana şikâyet için düşmanının adını zikretmekten bile çekinir olduk, korkar olduk ey korkusuz insan!
Artık söz veriyoruz Rabbimize; Yeniden sadece O’na kul olmak ve Rasul’e ümmet olmak için. Ey Rasûl! Seni tanıdık, Sana hayran olduk, Seni sevdik, Sana teslim olduk. Yalnız Seni örnek ve önder kabul ediyor, sadece Senin nurlu izinden gideceğimizi ilân ediyoruz