Her yıl Ramazan ayı içerisinde İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nın düzenlediği Ramazan ve Kur’an paneli 22 Ağustos Pazar günü Altınpark Anfa_B salonunda gerçekleştirildi. Alper Tuna’nın Takdimi ile başlayan program, Emrullah Ayan’ın Kur’an tilaveti ile devam etti. Açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Şeyho Duman Hoca sorumluluk bilinci üzerinde durarak şunları söyledi: “ Biz bakara suresi 183.ayetteki emre itaat ettik. Bundan dolayı mutluyuz. Çünkü biz Musa a.s’ın kavmi gibi işittik isyan ettik demekten ictinap ettik ve Müslüman’a yakışır bir şekilde işitik itaat ettik dedik. Bu itaat Kur-an’ın ifadesiyle rabbimizin buyurduğu üzere geniş bir hayat bahşedilmesi ile mükâfatlandırılıyor. Bu bun tersine yaşayanlar Allah’ın zikrinden yüz çevirenler işittikleri halde isyan edenler için ise rabbimiz sıkıntılı bir hayat yaşatacağının korkusunu veriyor.
Oturum Başkanlığını Bülent Uğur Koca’nın yaptığı “Müslüman’ın Sorumlulukları” ana başlıklı panelin ilk konuşmacısı “Allah’a karşı sorumluluklarımız” başlığı altında konuyu ele alan Ramazan Kayan’dı. Akdi misak ile rabbimize verdiğimiz ilk sözü hatırlatarak sözlerine başlayan Kayan, imanın önemine işaret ederek iddia, ispat ve bedel gerektirdiğini söyledi. Her konuya başlarken istiaze ile başlanmasını ifade eden Ramazan KAYAN istiazenin ardından besmele, istiane, hamdele ve istiğfar geleceğini belirtti. Konuşmada Mümin kulun kendini bilmesi ile ilk adımın atılmış olacağı belirtilerek, kendini bilmenin Rabbini bilmeyi gerektirdiği ifade edildi. Kendini ve Rabbini bilen insanın haddinide bileceği hudutlarını ve sınırlarını aşmaktan imtina edeceğini ve bu şekilde bir istikamet sahibi olacağı üzerinde duruldu. Allah’ın cari olan yasasında bir tebdil söz konusu değildir denildi. Aynı zamanda bu sürecin hesabınıda bilmeyi gerektirdiği kıyamet ve ahrette insanın hesap vereceği duygusunun kendisini inşa etme sürecinde önemli bir yer tuttuğu ifade edildi.
Ramazan Kayan konuşmasında üç cümlenin altını çizerek şöyle dedi : “ Birincisi; siyasette “Hüküm Allah’ındır” ilkesinin belirleyiciliğinden şaşmamak. İkincisi: Ekonomide “Mülk Allah’ındır” gerçeğinden gaflet etmemek. Üçüncüsü; Kültürde “Söz Allah’ındır” hakikatinden sarfınazar etmemek zorundayız. Bu üç cümleyi hayata taşıyabilmek içinde şu dört cümlenin önem arz ettiğine inanıyorum. 1-Allah ile barışık olmak mecburiyetindeyiz. 2- Allah’a bağımlı olmak zorundayız. 3 – Allah ile beraber olmak mecburiyetindeyiz. 4-Sürekli Allah’a yakın olmak için gayret sarf etmek zorundayız. Bakara suresi 186. ayeti kerimede Rabbimiz ben size yakınım buyuruyor. Özellikle şu ramazan ayında bizim şu soruyu kendimize sormamız lazım. o bize yakında biz ona ne kadar yakınız. Bunu hiç düşünüyor muyuz? Bu bakımdan Allah’tan uzaklaştırıcı Allah’ı unutturucu tüm unsurları tüm gündemleri tüm davaları tüm sevdaları tüm kavgaları hayatımızdan çıkarmamız lazım bizi Allah’la beraber kılacak neler lazımsa onları hayatımıza taşıma gayreti içinde olmamız lazım. Bu noktada ciddi bir azim ve iradeyi kuşanmamız lazım.”
Konuşmada Müslüman olmanın kendini ve Rabbini bilmenin bir sonucu olarak hayatın bir bütününde İslam’ın hakim olması gerektiğine değinildi. Ayrıca “Allah’ın devre dışı bırakıldığı bir işte hayır yoktur” ifadesine yer verilerek; Allah’a koşun Allah’a sığının “Firarımız Allah’a olmalıdır.” denildi. Konuşmasında kul ile Allah ilişkisine ve Allah’ın rızasına değinen Kayan, Allah’ın bizden razı olup olmadığını anlamamız için öncelikle kendimize “Biz Allah’tan razımıyız” sorusunu yöneltmemiz gerektiğini belirtti. Bu bağlamda iman, i’tisam ve itimat konularına da değinen Kayan “tek kıbleli bir yaşam”ın Müslüman için vazgeçilmez olduğunu ifade etti. Kayan aynı zamanda, teveccühümüzün ve tevekkülümüzün Allah’a has olması gerektiği, hiçbir kişi ve kuruma tenezzul edilmemesi, tevessülün ve tezezzülün sadece Allah’a olması gerektiği vurgusunu yaptı. Kul ile Allah arasındaki ilişkinin boyutunu en güzel şekilde ortaya koyan Peygamberlerin dualarından sık sık örnekler verilen konuşmada kul ile Allah ilişkisi peygamberlerin dualarıyla sözleriyle ve rablerine yakarışlarıyla örneklendirildi.
Ramazan Kayan’ın önemli tespitlerin altını çizdiği duygulu ve coşkulu konuşmasının ardından “Müslüman’ın kullara karşı sorumluluğu başlığı altında Ahmet Kalkan sunumunu gerçekleştirdi. Konuşmasına insanın mes’uliyeti üzerinde durarak başlayan kalkan Sorumsuz insan Sorunlu insandır cümlesinin altını çizdi. Kalkan şöyle devam etti:
“ İnsan, sorumluluk bilincine sahip değilse eğer, her kötülüğü yapabilir. “Utanmıyorsan dilediğini yap” nebevî ifadesi de bunu vurgular. Günümüz insanı özgürlük çığlıkları ile hevasını putlaştırıyor, sorumluluklarından da kaçıyor. Ne yapması gerektiğinden önce özgürlük ve haklarını öne çıkartıyor. Karşı çıktığım; zalimlerin haklarımızı ve özgürlüklerimizi gasp etmesine tepki göstermek değil. Demek istediğim; günümüz insanı hak adına kimsenin kendine müdahale etmesini istemiyor. Emri bil ma’rufun kendisine yapılmasını da, kendisinin bu görevi başkalarına yapmasını da kabullenmiyor. “Özgürlük var” diyerek kendi nefis putuna toz kondurmuyor. “
“Günümüzün yozlaşmış insanı “sorumluluk” derken, önce devlete ve kanunlara karşı sorumlu olduğunu düşünüyor. Askerlik, oy ve vergi vermek gibi görevlerini ilahi görevlerin önüne çıkartıyor. Devletin kulu olmayı kendisine yakıştırıyor. Mesela “cehennem” denilince kılı kıpırdamıyor, ama “hapis” denilince gözleri çanak gibi açılıyor. “Haram” denilince bir etki uyandırmıyor, ama “Suç” ya da “Yasak” denilince yapacağı şeyi hem terk ediyor. Kahvelerdeki sigara yasağı haram bilinciyle değil, devletin suç sayması ile uygulanır hale geliyor.”
“Batılı filozoflar, Rabbini tanımadıklarından kendilerini yani insanı da tanıyamıyorlar. “İnsan bu, meçhul!” diyorlar. Biz ise Kur’an’dan yola çıkarak önce Rabbimizi sonra haddimizi, kendimizi yani insanı tanıyor ve şöyle diyoruz: “İnsan bu, mes’ul!” sorumluluk bilinci için öncelikle tevhidî imanın ve takva ziynetinin gerekli olduğunu vurgulamak gerekir. Günümüzde sanki ahrette hesaba çekilmeyeceklermiş gibi yaşıyor insanlar. Yani öylesine rahat Allah’a isyan ediyorlar. Sorumsuzca yaşamak, sorunlu yaşamaktır. Sorunlu insanlar sorumsuz insanlardır. Yine günümüzde fiilen sorgulanamayan sorumsuz, ayrıcalıklı kimseler var: Meclistekiler, bazı bürokrat kesim ve hepsinden önce subaylar…”
“Yine, sorumluluktan kaçan, hiç hata kabul etmeyen, küçük bir eleştiride bin bir sözle kendini temize çıkarmaya çalışan bizim mahallenin insanları… Hâlbuki Yusuf (as) först leydi’nin arzusu gibi zor bir sınavı başarı ile geçtiği halde bu olay üzerine “ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü nefis mutlaka kötülüğü emreder” diyordu.”
“Kur’an’da sosyal sorumlukla ilgili çokça ayet vardır. Bakara suresinin ilk ayetlerinde Kur’an’dan nasip alacak takva sahiplerinin bir özelliği olarak “Bizim verdiğimiz rızıklardan infak ederler” buyurulur. Bu ifade, insanın sosyal sorumlulukları konusunda prototip bir anlatım taşır. “İnfak” toplumsal sorumluluğun tümünü çağrıştıracak ve hepsini içine alacak bir kavramdır. Hepimizin topluma vereceği bir şeyler mutlaka vardır; Açları doyurmak gibi. Ama esas açlığın mide yönü ile değil Ruh ve Gönül yönü ile açlık olduğunu unutmamalıyız. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir!” hadisini komşusu küfür, şirk veya isyan içinde iken kendi namazı ile yetinip, rahatına bakan insanın suçlanması olarak anlamalıyız.”
“ Kur’an-ı Kerim salih amel işlemeyen mü’minlerin cennete gireceklerini garanti etmez. Cennet için kesinlikle garanti olan salih amelin bir anlamı da toplumu islah eden her türlü davranış olduğunu Kur’an bütünlüğünden anlarız. Asr suresinde de insanların kurtuluşu için şart olan salih amelin; hakkı ve sabrı tavsiye etmekle izah edildiğini düşünürsek toplumsal sorumluluğun açılımını daha iyi anlarız.”
“ Bireylerin sorumluluğundan çok daha büyüğü yönetici ve ulemanın sorumluluğudur. Bu iki grup bozulursa tüm toplum bozulacaktır çünkü. Toplumu düzeltecek insanlar da daha çok bu iki kesimdir. Devlet yöneticileri yönettikleri insanların isyanından birinci derecede sorumludurlar. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyip şirk kanunları ve küfür anayasası ile halkın haktan sapmasına sebep olanların sorumluluğu çok büyüktür. O yüzden bu zalimlere tavır almak, onların iyiliklerini inkar edip, kendilerini ve uygulamalarını reddetmek imanın ilk şartı olarak Kur’an’da belirtilmektedir (Bakara 256, Nisa 60) .”
“Kendi yaptıkları İslam dışı anayasanın vebaline Müslüman halkı da ortak etmek için referanduma müracaat ediyorlar. Sorumlulukla ilgili olarak; bu anayasa değişikliği kabul edilmiş olsa şöyle tuhaf bir manzara ortaya çıkacak, 12 Eylül’e kadar eski anayasaya göre sorumlu olan, 13 Eylül’de sorumlu kabul edilmeyecek veya önce sorumlu olunmayan bir hükümden insanlar bir sonraki gün sorumlu olacaklar. Böylesine sorunlara biz bulaşmamalıyız.”
“Toplumsal sorumluluğumuzun temeli, toplumu hayra doğru değiştirip dönüştürmeye çalışmak olmalıdır. Etkisiz, edilgen ve zillet içinde yaşayan 1.5 milyarlık kalabalığı tek lider ve tek devlet çatısı altında yeniden ümmet haline getirmeye çalışmak hepimizin sosyal sorumluluğunun başında gelen husustur. Bunun için önce ümmet içinde ümmet olmak, Müslümanların vahdeti için gayret etmek ve İslam’ın hâkimiyeti için çabalamak en temel görevlerimizdendir. Birbirimize karşı görevlerimiz içinde nasihat etmek, kötülüğü engellemek, Müslümanlar arasında kardeşlik hukukuna riayet etmek altı çizilmesi gereken sorumluluklarımızdandır.”
“Devlete karşı görevlerimiz; İslam devleti ise itaat etmek, değil ise Kunut duasında ifade ettiğimiz gibi “facirleri (Allah’a isyan eden ve halkı saptıranları) makamlarından alaşağı etmek ve onları desteksiz bırakarak terk etmek”tir.”
Panelin son konuşmacısı Kuran’ın insanlığa mesajı ve Vahiyle İnşa sorumluluğu başlığı altında sunumunu gerçekleştiren Ramazan Yazçiçek oldu. Konuşmasının Başlangıcında Ramazan’ın Kur’an ayı olduğuna vurgu yapan Yazçiçek şunları söyledi:
“Kur’an ayında Kur’an’dan konuşmak… Biz de öyle yapacağız inşallah.Ramazan ayı, “Kur’an’ın indirildiği ay”dır. Ümmetin ilk eğitiminin, Kur’an’ı tertil (anlayarak, düşüne düşüne, bilinçli ve düzenli) üzere okunması emriyle başladığını görüyoruz. Kur’an ancak kendisine uyulsun diye gönderilmiştir. Ne zaman ki Kur’an, “uyulan” olmaktan çıkartılıp “uydurulan” olarak konumlandırılmaya başlanmışsa işte bozulma; Kur’an’dan uzaklaşma da o zaman başlamıştır. Hz. Ömer (r): “Siz Kur’an’a uyun; Kur’an’ı kendinize uydurmayın. Kim Kur’an-ı Kerim’i kendisine uydurursa Kur’an onu cehenneme kadar sürükler, fakat kim Kur’an’a tâbi olursa, Kur’an onu Firdevs cennetlerine götürür.” demektedir.”
“Kur’an mesajının özü, tevhiddir. Tevhid, hayatın her an yeniden inşasını amaçlar. Bu inşa, vahiy temelinde gerçekleşir. Kur’an’ın insanlığa mesajı bağlamında söylenecek bütün sözler, ancak bu zeminde anlam kazanır. Vahy gönderildiği her dönemde ezber bozan bir mesaj olmuştur. İlahî mesaj, süreç içerisinde oluşan muharrif ezberlere dönük bir müdahaledir.”
“Müslüman perspektifin dışında; başka merkez perspektiflerden bakmış olmak bugün sorunun önemli bir kısmıdır. Müslüman, çağa ve olaylara inancının merkez perspektifinden bakmalıdır. Ebucehilkarpuzu tohumu ekip zeytin, hurma yetişmesini beklemek nasıl muhal ise Müslüman perspektifin dışından bakıp İslami sonuçlar beklemekte öyledir.Müslümanların gündemini vahy belirlemelidir. Bugün İnsanlar İslam’ı zihinlerinde yaşıyorlar. Vahiyle ilişkimiz entelektüel düzeyde bir tahayyülden ibarettir.”
“Kur’an, insanlık için öncelikle sağlam bir inanç sistemi getirmiştir. Bu inanç sisteminin temel özelliği, kulluğun Allah’a has kılınmasıdır. Bütün batıl inanışların özünde sahih bir Allah inancından uzaklaşma yatar. Kur’an’ın bu çağa mesajı, Ulûhiyetin egemenlikle tefsiridir. Bu hakikatten uzak algılamalar, savrulmaların esasını teşkil etmektedir.”
“Amelî neticesi olmayan herhangi bir meseleye dalmak ve aktüel olmayan meseleleri gündeme taşıyarak aslî sorumlulukları örtmek aslında fitne kapısını açmaktır. Bu yaklaşım mücadelenin yönünü değiştirmek olarak görülmüş ve şer’an reddedilmiştir. Kulluğu Allah’a has kılmanın erteleneceği her iş fasittir. Bu kaygıyı erteleyecek hiçbir çaba şer’an hüsn-i kabul görmez.”
“Yaşanılan her mesele akidevî olmayabilir ancak hiçbir mesele yoktur ki akideyle münasebeti koparılarak ele alınabilsin. Doğru istikamet üzere olmanın zorunlu şartı bizce dinde fıkhetmektir. Fıkhetmek, bütün zamanların bilgisini seferber etmek, bütün zamanların çocuğu olmak; takınılan İslamî tavırlara illet olan inceliklerin farkında olmaktır. Yaşananlar literatüre uyarlanamayacağına göre yeni okuma ve tanımlamalara; hülasa her an yeniden fıkhetmeye ihtiyaç vardır. İşte bu fıkıh, dinde fıkıhtır. Bunun için İmam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın tanımlaması oldukça anlamlıdır. O, “Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha üstündür.” der.
Bilinmeli ki eğri cetvelle doğru çizgi çizilmez. Bu ne kadar samimi olunursa olunsun adetullaha muhaliftir. Bunun için “din dili”ni yaygınlaştırmak ve özelde meselelere İslamî kavramlarla yaklaşma çabası içine girmek gereklidir. % 99 Müslüman olduğu söylenen insanların enerjilerinin tümünü Müslüman bakışın dışındaki farklı dinamiklere sahip inanç ve ideolojilere harcıyor olması düşündürücü değil midir? Bu harcamanın toplumsallaştırılarak “Müslüman” kimlik vurgusuyla yapılıyor olması ise en vahim olanı… Buna mukabil gerçek “Müslüman tavır” ise marjinal ve şaz olarak dışlanmaktadır.”
“Sonuç olarak diyoruz ki, pratik bir netice doğurmayan bir şey şerîatçe istenilen şey değildir Peygamberlerin davet tarihleri bunun açık delilidir. Tüm müceddidlerin ihyâ hareketlerinde de bu böyledir. Günümüzde tehlike, “Lâ İlâhe İllâllah”ın, profan veya metafizik yönelimlere eklemlenmesindedir. Bizce “İslâmî popülizm(!)” de, sosyolojisi reddedilen diğer paradigmalardan daha az tehlikeli değildir. Bu sebeple adı ne olursa olsun İslâm, beşeri paradigmalara eklemlenmeden kendi inanç ve yöntem gerçekliği içerisinde sahiplenilmelidir. Bunun hülasası, Gelenekçilik ve Modernizm cehenneminden uzak durulmalıdır.”
“Cahiliye, muhafaza edilmeye çalışılan “muhafazakarlık”tır. İslamî kaygılar, yerini, Modern, Seküler bir takım ideolojilere terk etmişse, artık yeni cahiliye bunlarla ortaya çıkmış demektir.İslâm, sosyal-siyasal hayata müdahaleyi gerekli gördüğü gibi bunun imanın zorunlu sonucu olduğunu gündeme taşımayı da ihmal etmez. Bu sebeple İslâm, her sapmada vahye rücû edişi telkin eder. Vahye dönüşte öncelik, tevhîd ve ümmet bilincini yeniden ihya ile mümkündür.”
Ramazan Yazçiçek’in konuşmasının ardından yaklaşık üç buçuk saat boyunca ilgiyle izlenen “Ramazan ve Kuran Paneli” dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılmasıyla son buldu.